Hz. Mevlana mürşit kitap olan “Mesnevi” sinde şöyle bir hikaye anlatır. (4.cilt, 81.beyit vd.)
Bir vaiz vardı, senaya başlayınca yol kesenlere dua eder; elini kaldırıp,
“Ya Rabbi, fesatçılara, isyankarlara, aynı zamanda hayır sahipleriyle alay edenlere, bütün katı yüreklilere, kilisedekilere merhamet et!” derdi.
Temizlere duada bulunmaz, hep kötüler için dua ederdi.
Ona, “Bu adet değildir, sapıklar için dua kabul olunmaz” dediler.
Dedi ki, “Ben onlardan kerem gördüm. Bu yüzden onlara dua ediyorum. Bana öyle kötülük, zulüm ve cevirde bulundular ki şerden hayra ulaşmama rehber oldular.
Bu aşağılık dünyaya meylettikçe, beni döverek yaralarlardı. Onların zulmünden hayra sığınırdım, bu yüzden hayra ulaştım. Salaha erişmeme sebep olduklarından benim, onlar için dua etmem gerekir...”
Kul, gece gündüz Hakk"a ağlayıp yakarır, derdinden dolayı yüzlerce şikayette bulunur.
Cenab-ı Hak da ona, “Ey biçare, dert ve mihnet seni doğru yola çıkarır; ey kusurlarla dolu olan, şikayetini, seni bizden uzaklaştıran nimetlerden et!”
Gerçekte her düşman, sana bir ilaç, faydalı ve ferahlandırıcı bir kimyadır. Zira onlardan kaçar, Cenab-ı Hakk"ın lütuf ve yardımlarına iltica edersin. Seni Hak"tan gayri şeylerle meşgul eden dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır!
Porsuk adında bir hayvan vardır, boyuna dayak yedikçe semirir. Onu dövdükçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semizleşir! Gerçekten müminin nefsi de bir porsuk gibidir, zahmet ve mihnet onu güzelleştirir, semirtir.
Bu sebepten peygamberler cevr ü cefaya uğramış, halktan daha çok meşakkat çekmişlerdir. Zira canları da diğer canlardan daha temiz, daha üstündü. Onun için başkaları, onların çektiğini çekmedi.
Deri, ilaçlarla belalara katlanıp sonunda öyle Taif derisi gibi güzelleşir. Ona acı ve keskin ilaçlar sürülmeseydi tamamen işe yaramaz ve pis pis kokardı. İnsan da tabaklanmamış deri gibidir; rutubetten bozulur, ağır ağır kokar!...
Sen ona bol bol acı ve keskin ilaçlar (riyazat ve mücahede) sür de o, güzelleşip temizleşip kıymetlensin. Buna gücün yetmezse Cenab-ı Hak sana isteğinin dışında bir maraz verince ona rıza gösterip sabret. Dosttan gelen bela seni temizler, onun ilmi, senin tedbirinden üstündür. Belada safa görülürse o, tatlılaşır; iyileşmeye başlayınca ilaç hoş gelir. Mağlup olmuşken galip geldiğini görüp, “Ey emin kişiler, beni öldürün!” dersin. Kötü kişi de başkasına faydalı olur ama, kendisi için zararlı! İmanın verdiği merhamet ondan kesildi, şeytanın vasfı olan kinse onda birleşti. Herbiri hışmın, kinin tezgahı oldu. Sapıklığın, kafirliğin kökü kindir.
Allah dostlarının açıklamalarına bir göz atalım:
Büyük mütefekkir, büyük şair Şirazlı Şeyh Sadi hazretleri “Gülistan” adlı kitabının “Susmanın Faideleri” ne ait 4. bölümünde der ki:
“Dostların konuşmalarından azap çekerim, çünkü onlar, çirkin huylarımı güzel gösterirler. Kusurumu hüner ve olgunluk sanırlar, dikenimi gül ve yasemin yaparlar. Nerede o pervasız, küstah düşmanlar ki bana, benim ayıbımı, kusurumu gösterirler. Hatalarımı çekinmeden yüzüme vururlar.”
Hz. Mevlana da Divan-ı Kebir"in 6. cildinin 2675 numaralı şiirinde;
“Gamdan, ızdıraptan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz. Karşılığı sonsuzdur.” diye buyurmuştur.
Bu sebepledir ki arifler, dertten beladan şikayet değil de, daha fazlasını isterler. Nitekim büyük şair Fuzuli Cenab-ı Hakk"a yalvarırken:
“Az eyleme inayetini ehl-i dertten,
Yani ki; çok belalara mübtela kıl beni.” buyurmuştur.
Başka bir şair de:
“Yarin cefası; cümle safadır, cefa değil
Yari cefa eder diyen ehl-i vefa değil.” der.
Nefsin acz ve ızdırap içinde bulunması, ruhun kuvvetlenmesine ve yükselmesine sebep olduğu için, peygamberler, veliler gibi büyüklerin hepsi de ibtilaya maruz kalmışlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Belanın en şiddetlisi önce peygamberlere, sonra velilere, sonra manevi derecesine göre sair halka gelir.”
“Allah bir kulunu sevince ona bela verir. Kul sabrederse onu seçme kullardan eyler, rıza gösterirse onu tasfiye ve intihab eyler..” buyurmuştur.
Yüzümüzü Allah"a çevirten gizli lütufları görebilme duasıyla...