Hz. Mevlana mürşit kitap olan "Mesnevi" sinde şöyle bir hikâye anlatır.
Bir bahçıvan, bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü. Bu üç kişinin birisi bir fakih, birisi bir şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi. Bahçıvan kendi kendine "Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir, tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, önce onları birbirinden ayırmak lazım. Her birisini öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer, birer saçlarını, sakallarını yolarım" dedi.
Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere sofiyi yola vurdu. Sofi gidince öbür iki arkadaşıyla yalnız kaldı.
Sofiye " Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir" dedi.
Fakihe " sen fakihsin, bu da ünlü bir şerif. Biz senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız.
Bu da bizim şehzademiz sultanımız. Seyit ve Mustafa'nın soyundan, sopundan. Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor. Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın. Hatta bağ da nedir ki? Canım bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz" dedi. Onları vesveselendirip kandırdı.
Ah arkadaştan ayrılmamak gerek.
Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan koca bir sopayla ardından seğirtti. Dedi ki : "Ey köpek sofi demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha! Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı? Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, adeta yarı canlı bir hale koydu, başını yardı. Sofi " benim nöbetim geçti. Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin. Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha ağyar değilim. Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye layıktır. Bu âlem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir" dedi.
Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çeşit bir bahane kurdu. Şerife " Ey şerif, eve git de kuşluk öğünü için, yufka ekmeği pişirmiştim, evin kapısını vur. Kaymaza söyle, o yufka ekmeğiyle kazı getirsin" dedi.
Şerif gidince, fakihe dedi ki: " Ey işi yerinde güneş görmüş her şeyi anlar bilir adam, sen fakihsin, bu meydanda. Arkadaşın ise şeriflik taslıyor. Hz. Peygamberin neslinden gelen seyidim diye bir iddiada bulunuyor. Hâlbuki onun atasının ne yapmış olduğunu, ne iş işlediğini kim bilir? Onu doğuran kadına ve onun işine güvenmeyin; noksan akıllı bir varlığa nasıl güvenilir? Zamanımızda nice ahmaklar kendilerini Hz. Ali soyundan, Hz. Peygamber neslinden göstermededirler. O zalim bahçıvan bir takım boş sözler söyledi. Afsunlar, okudu, fakih de bunları dinledi.
Bunun üzerine o sitemkâr fakih şerifin ardından gidip, " Ey eşek, bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden mi miras kaldı? Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, peygambere ne yüzden benziyorsun?" dedi. O zalim herif, şerife, harici Al-i Yasin'e ne yaparsa onu yaptı. Hatta şeytan ve gül Al-i Resul'e Yezit ve Şimir nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu, öcünü aldı. Şerif, o zalimin zulmünden harap oldu, fakihe " Ben sudan çıktım. Ayağını tetik bas şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze boyuna karnına tokmak ye! Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da layık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zalimden de aşağı değilim ya" dedi.
Bahçıvan ondan da kurtulup fakihe geldi ve dedi ki: " Ey fakih! Ne fakihi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif! Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin? Böyle bir ruhsatı Vasit'temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit'te mi var?"
Fakih " Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın layığı budur" dedi.