Vahit GÖKTAŞ
|
HACI ABDÜLBAKİ ORAL EFENDİ (1942-2023)
Vahit GÖKTAŞ
“Allah kâinatı yoktan var etti. Sen de yok ol ki senden bir şey meydana getirsin. Mülke sultan olmaya altın gümüş gerek, gönle sultan olmaya hiçlik gerek.” (İbrahim b. Ethem rh.)
Abdülbaki Oral Efendi, 23 Haziran/5 Zilhicce Cuma günü Cuma ezanları okunurken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cumartesi öğle namazını müteakip Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz tarafından kıldırılan cenaze namazının ardından muhterem Abdullah Sert Hocaefendi başta olmak üzere pek çok seveninin omuzlarında, dualarla Karşıyaka Mezarlığına defnedildi. Hasan Kamil Yılmaz Bey, cenaze namazı akabinde kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasında, bir ziyaret için Macaristan’dayken İslam’la şereflenen bir zatın hidayet törenini icra ettikleri esnada, Abdülbaki Oral Efendi’nin vefat haberini aldıklarını belirtti. Bunun üzerine hidayete eren kişiye Abdülbaki isminin verildiğini söyledi. Onun isminin Macaristan’da İslam’la şereflenen bir kişi vesilesiyle yaşamaya devam edeceğini ifade etti.
Abdullah Sert Hocaefendi, Abdülbaki Efendi’yle dostluklarının çok eskiye dayandığını söyledi ve onu iki kelimeyle özetledi: “Yorulmayan ve kırılmayan bir kişi.”
Abdülbaki Efendi 01.07.1942 yılında Bolu’nun Gerede ilçesinin Üçpınar köyünde doğar. Kendisinden 7 yaş büyük bir de ablası vardır. Abdülbaki Efendi 5 yaşında iken anneciği rahmetli olur. Validesinin vefatından derinden etkilenir, çocukluğu ile ilgili unutamadığı en mühim hadise budur. Köyden ilçeye taşınırlar. İlkokulu Gerede’de okur. Maddi durumları iyi değildir. Babası bir fırında işçi olarak çalışır. Kendisi de ilkokulu okurken ders sonlarında ve hafta sonları simit, su vs. satarak eve destek olur. İlkokulu bitirince evlenip Ankara’ya yerleşen ablasının yanına gider ve onun yanında kalır. Sanat Okulu’na devam eder. Çocukluk yılları fakirlikle geçmiştir. Okul sonrası ve hafta sonları çantacıda çalışır. 18 yaşında evlenir. Askere giderken bir kızı bir oğlu vardır. Boyu kısa olması sebebiyle “arızalı sağlam” sınıfında olduğundan dolayı 6 ay askerlik yapar. Asker dönüşü yine deri çanta, cüzdan ve kemer gibi ürünleri imal edip sattığı saraciye işiyle meşgul olur. Hayatı boyunca ibadetine düşkün olan Baki Efendi, askerde ve esnaflığı sırasında da ibadet hususunda çok titiz davranır. Bunun yanında dönemin meşhur vaiz ve hocaefendilerinden Abdullah İşler, Osman Şevket Yardımedici ve Rıza Çöllüoğlu’nun vaazlarını dinler, teybe kaydeder ve çevresine dinletir. 1965 senesinde Kayserili Mustafa Altınoluk’un vesilesiyle İstanbul Erenköy’e gider ve Mahmud Sami Ramazanoğlu’na (ks) intisap eder, manevi eğitime bu şekilde başlar.
Ulus’ta farklı mekânlarda işlerini devam ettiren Baki Efendi, daha sonra Anafartalar Caddesi’nde Çamlı İşhanı’nda bir dükkâna yerleşerek işlerini burada devam ettirir. 1986 yılında Altınoluk dergisinin yayın hayatına başlamasıyla Musa Topbaş Efendi’nin (ks.) talimatı üzerine diğer işlerini bırakıp Altınoluk dergisi ve Erkam Yayınları Ankara Temsilcisi olur. Derginin abone işleriyle, Erkam Yayınlarında basılan neşriyatın dağıtımıyla ve satılmasıyla ilgilenir. Çamlı İşhanı’ndaki küçük dükkân sadece dergi abone merkezi değil aynı zamanda öğrencilerin, esnafın ve ihvanın buluşma yeri olur.
Şehir dışından Ankara’ya hastane veya başka bir iş için gelenler, kalacak yer bulanlar veya bulamayanlar Baki Efendi’yi burada ziyaret ederlerdi. O da her gelenle muhakkak ilgilenirdi. Bir iş vesilesiyle Ankara’dan dışarıya gidenler, Baki Efendi’nin selamıyla pek çok kapıyı kolayca açarlardı. Telefon numaralarının kayıtlı olduğu telefon rehberi çok genişti. Fakir de ilk defa Baki Efendi’yi 1995 yılında Ankara İlahiyata üniversite tahsili için geldiğimde Seyit Ahmet Olgun Bey’in kendisine ait bir kartın arkasına Abdülbaki Oral Efendi’nin ismini, Çamlı İşhanı’ndaki adresini yazmasıyla ziyaret etmiş oldum. Ankara’da yurda yerleşmeme vesile oldu. Daha sonra ilgisi ve himmeti hep devam etti hamdolsun!
Çamlı İşhanı’ndaki yer, daha sonra Demetevler’de Sami Efendi Külliyesinin yakınındaki dükkâna taşındı. İleriki yıllarda da Hacı Bayram Camii’nin avlusunda bir dükkân kiralandı ve buraya da bir şube açıldı.
Baki Efendi; başta mürşidinin sohbetlerini ve sevdiği hocaefendilerin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. İhvan kardeşlerden birisi hasta olsa nerede olursa olsun muhakkak ziyaretine giderdi. En son 1 ay kadar önce Pamukova’da İrfan Öztürk Hoca’yı ziyaret etmişti. Hâlbuki bu esnada kendisinin de ciddi sağlık problemleri vardı. Bu haliyle bile Osman Nuri Topbaş Efendi’nin ve Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu Hoca’nın sohbetlerine iştirak etmiştir.
Abdülbaki Efendi, manevi görevinin olduğu Kahramankazan, Kızılcahamam ve Gerede bölgesinde dernekler kurmuş, Kur’an Kursları açmış, sohbet halkalarını devam ettirmiştir. Ancak o, manevi görevinin olduğu bölgelerin ötesinde bir şahsiyet olarak her yere maneviyat taşıma ve herkese hizmet etme derdinde olmuştur.
Abdülbaki Efendi boş durmaz, gün boyu ziyaretler yapardı. Dinî meseleler, mübarek gün ve geceler ya da sigaranın zararı gibi sağlıkla ilgili mevzularda yazılmış notları fotokopi yaptırıp insanlara dağıtırdı. İş arayan veya bir problemi olan genç veya yaşlı kim olursa o gün yanında gezdirir, adeta işini halledene kadar kapı kapı dolaşırdı.
Kurban zamanında, telefon rehberindeki kurban verebilecek kim varsa hepsini tek tek arar; Aziz Mahmud Hüdayi Vakfının yurt içi ve yurt dışı kurban faaliyetine destek olurdu. Altınoluk, Yüzakı ve Genç Dergisi için kapı kapı dolaşıp abone faaliyetlerinde bulunurdu. Bundan da büyük haz duyardı.
Telefonu ve kapısı 7 gün 24 saat açıktı. Ne zaman aranırsa Abdülbaki Efendi’ye ulaşılabilirdi. Hiç tanımayan biri dahi aradığında telefonunu açar, onunla ilgilenirdi. Bir Müslümanın ihtiyacını görmek, birinin mutluluğuna vesile olmak onun en büyük mutluluğuydu.
Gözü yaşlı, gönlü temiz bir insandı Abdülbaki Efendi. Namazlarında, sohbetlerde, kendisini ziyarete gelenlere anlattığı bir kıssada duygulanır; hıçkırarak gözyaşı dökerdi.
Mürşidinin yanında bir çocuk gibi olur, ondan gelecek bir merhamet nazarıyla teselli bulurdu.
Tasavvufi edebin, nezaketin her türlüsünü bulabileceğiniz; yazının başında İbrahim b. Ethem’in sözünde ifade ettiği “hiç” olmuş ve “gönüllere sultan” olmuş müstesna bir kişilikti. Musa Topbaş Efendi’nin (ks) ifadesiyle “yürüyen bir melek”ti.
Şehir içi ya da şehir dışından gelen kim olursa olsun herkesle ilgilenmek, yedirmek, içirmek; gelen misafirin ayakkabısını boyamak, kendisinden 30-40 yaş küçük bile olsa misafir abdest almaya girince çoraplarını güzelce katlayıp giyilecek vaziyete getirip hazır etmek, havlusunu tutmak, misafiri ayakta beklemek, onu memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapabilmek herkesin harcı mıdır Allah aşkına! Ama tüm bunların hepsini zevkle yapan Baki Efendi’de tasavvufi her türlü nezaket, zarafet ve inceliği görebilirdiniz.
Evet, o “can tende, fırsat elde oldukça” din-i mübîn-i İslâm için çalıştı. “Hastayım!” demedi, “Derdim var, sonra halledelim!” demedi. “Vaktim yok, kusura bakma!” demedi. “Yaşlıyım, ihtiyarım!” hiç demedi. İleri yaşlarında tekerlekli sandalyeyle din için, İslam için, aile için mitinglere katıldı. Bir mücahit olarak dinî hassasiyeti neyi gerektiriyorsa onu yaptı. “Gençler gitsin, ben olmasam da olur!” demedi.
Okyanuslar kadar cömert bir insandı. Dükkânına gelenleri hiçbir zaman boş çevirmezdi. Verdiği parayı asla göstermez, bazen zarfa koyar, zarf bulamaz ise bir peçeteye sararak verirdi. Hediye vermeyi çok severdi. Hediye verirken de yaptığı paketlerle ve nezaketiyle gönülleri okşardı. Alışveriş için bir yere uğradığında ne alıyorsa aynısından kendisine refakat eden kişiye de alırdı.
Sabah namazı çıkışı Hacı Bayram Camii’nde Abdülbaki Efendiye rastlayan biri şöyle bir hatırasını anlatmıştı: “Namazdan çıktım, baktım ki Abdülbaki Amca önümde gidiyor. Arkasından koşup elini öpmek, duasını almak istedim. Bu sırada bir meczup yaklaştı, Abdülbaki Amca cebinden para çıkarıp meczubun eline sıkıştırdı. Meczup ‘Hepsini ver, hepsini.’ deyince Abdülbaki Amca cebindeki bir tomar parayı olduğu gibi çıkarıp meczubun avucuna koydu. Ben hayretle arkasından bakarken o da Hacı Bayram-ı Veli türbesini ziyarete yöneldi. Daha sonra yanına yaklaşan bir ihvanla arabaya bindiler. Öğrendik ki oradan İstanbul’a yola çıkıyorlarmış. Cebindeki bütün parayı bir bakışa, bir tebessüme verip yola düştüğünü hatırladıkça Abdülbaki Amcamız gözümde dağ gibi büyür.”
Kızı Nurdan Hanım, genç denecek yaşta uzun süre mustarip olduğu kanser rahatsızlığı nedeniyle iki çocuğu öksüz bırakıp 2009 yılında vefat etmişti. Kasım 2021’de 61 yıllık refikası Zeliha anneyi ahirete uğurlamıştı. Kendisi uzun yıllar kalça rahatsızlığı nedeniyle yürümekte zorlanmıştı. Zaman zaman kayıplar yaşadı, acılar çekti. Derdi çoktu, sıkıntısı çoktu. Ama o, bunu dışarıya yansıtmadı, yatıp dinlenmeyi de tercih etmedi. Sabrı ve acıyı yudum yudum içerken nerede bir hayır faaliyeti varsa orada bulunup meleklerin şahitliğini elde etme gayreti içerisinde oldu. İnsanların ayaklarının altında toprak olmak, kilim olmaktı ve bu şekilde Hakk’ı razı etmekti onun bütün hayatı. “Hîç” oldu ve gönüllere sultan oldu.
Güzel yaşadı, güzel bir vakitte de ruhunu teslim etti. Rabbim rahmet eylesin.
Abdülbaki Efendi’nin ve tüm geçmişlerimizin Ruhu için 1 Fatiha 3 İhlas-ı şerif istirham ederiz efendim.
Web sitemizin dışında farklı sitelere yönlendiren linklerin içeriklerinden
Semazen.net sorumlu tutulamaz.
Görsel Tasarım: Capitol Medya // Yazılım: CM Bilişim