BEN SENİ BEKLEDİM, SEN KİMİNLEYDİN? BEN SENİ SEVDİM, SEN HANGİ SEVDALARDAYDIN?
“Seven bir kimsenin varlığı, duyduğu
muhabbetin şiddeti kadar sevdiğinde kaybolur.”
Mevlânâ
Mevlânâ Mesnevî adlı eserinde şöyle bir hikaye anlatır:
“Adamın biri büyük bir şehre gelmişti. Çarşıyı gezerken güzel kokular satan attarların sokağına saptı. Dükkanlardan gül, menekşe kokuları dalga dalga sokağa dökülüyordu. Adam birkaç adım attı. Güzel kokular başını döndürmüştü. Fazla dayanamadı düşüp bayıldı.
Halk bayılan adamın başına üşüşmüştü. Kimi kalbini yokluyor, bileklerini ovuyor, kimisi de gül suyu ile yüzünü yıkıyordu. Ne yaptılarsa adamı ayıltamamışlardı. Ferahlatıcı kokular, gülsuları boşuna harcanmış, adam bir türlü kendine gelememişti. Ve baygınlığı daha çok artmıştı. Çaresiz kaldılar. Etrafa haber salarak akrabalarını arattılar. Hiç kimse adama sahip çıkmıyor saatler geçtiği halde adam da bir türlü kendine gelemiyordu. Akşama doğru oradan geçen bir debbağ (derileri terbiye eden) adamı tanımıştı. Kalabalığa seslendi: “Sakın ona gülsuyu serpmeyin! Ben onun hastalığının ne olduğunu biliyorum. Siz ona hiç dokunmayın ben biraz sonra geleceğim” diyerek uzaklaştı. Bir viraneye girdi. Avucuna bir parça köpek pisliği aldı. Attarlar sokağına gelerek, gizlice köpek pisliğini bayılan adamın burnuna tuttu. Hayret!.... Adam kendine gelmeye başladı. Biraz sonra ayağa kalktı. Debbağla birlikte yürüyerek gitti.
Çünkü bayılan adam da bir debbağdı. Yıllarca kokmuş deriler arasında pis kokulara alışmış, attarlar sokağında güzel kokulara dayanamayarak düşüp bayılmıştı.
Mayıs böceği daima pislik taşır durur. Bu yüzden de gül suyundan bayılır. Onun ilacı yine pis kokulu şeylerdir. Çünkü ona alışmıştır. Nasihatçiler de kasvetli kişiyi, kendisine bir kapı açılması, iyileşmesi ve şifa bulması için hikmeti güzel sözlerle, amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler. Kime öğüdün güzel kokusu fayda vermezse, muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır. Sen de nurdan, öğüdden iyilik ve güzellikten nasibini al! Burnunu pisliğe sokma da, mayıs böceği olma! İnsan ol, insan. (Mesnevi, beyit: 257-295) hikayelerde güzel nasihatler vardır. Ibret alan kişi manevi reçeteyi uygulayan kişi huzura ulaşmak için adım atmış demektir.
“Iyi arkadaş güzel koku satan gibidir, sen de güzel koku olmasa da yanında bulunduğun müddetçe onun kokusu sana fayda verir” demişlerdir. Şeyh Sâdi, Gülistan adlı eserinde de güzel insanlarla beraber olmanın fayda ve ehemmiyetini şu hikayeyle ne güzel anlatır:
“Bir kişi hamama gider ve hamamda dostlarından birisi eskiden temizlenmek için kullanılan güzel kokulu bir kil verir. Kil o kadar güzel kokmaktadır ki, adam dayanamaz kile sorar:
-Sen misk misin anber misin? Senin güzel kokun beni kendimden geçirdi.
Kil ona şöyle cevap verir:
-Ben misk de değilim anber de. Ben basit bir toprağım fakat bir zamanlar gül ile arkadaş oldum, onun güzel kokusu bana sindi. Yoksa ben basit bir toprak parçasıyım.”
Bu hikaye de kişinin bulunduğu çevrenin etkisi altında olduğunun en güzel misallerinden biridir. İnsanın beraber olduğu kişilere ve bulunduğu ortama dikkat etmesi gerekmektedir. Nitekim Allah u teâlâ ayet-i kerimede: “Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun” buyurmaktadır. Hadisi-i şerifte ise “İyilerle oturup kalkan, misk satan kimseyle arkadaşlık yapan gibidir. Kötülerle düşüp kaldan da demirci dükkanında bulunan kimseye benzer” buyrulur. Bu nedenle eskiler “önce refik sonra tarik” demişlerdir. Yani yola çıkmadan önce iyi bir arkadaş bulmanın gereğini ifade etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde: “Kişi dostunun dini üzeredir. O halde kişi, kiminle dost olduğuna dikkat etsin” buyurmak suretiyle müslümanın dostluk kurduğu kimselere dikkat etmesi gerektiğine işaret etmiştir.
İnsan beraber bulunduğu kişilerden ve ortamdan etkilenmektedir. Çünkü duygular geçişkendir. İnsan duygu olarak çevresini etkilemekte ve çevresinden etki alabilmektedir. Bu, insanın sosyal bir varlık olmasının ve psikolojik olarak etkileme ve etkilenme özelliğinin de bir gereğidir aynı zamanda.
İçki, kumar, sigara, uyuşturucu gibi kötü dostlar insanın hem sağlığına zarar vermekte hem de ekonomik ve sosyal yönden kişiyi tahrib etmektedir. Bunların yanında günümüzde en zararlı dostlardan biri de televizyon ve televizyondaki kötü programlardır. Kişi ekrandaki şeye muhabbet duymak suretiyle, oradakiyle duygu transferi yaşamaktadır. Her ne kadar fiziksel olarak beraber olmasa bile zihninin ve kalbinin etkilenmesine sebep olabilmektedir.
Bugün artık pek çok bilimsel araştırma televizyon izlemenin insanın beynini tembelleştirdiğini ıspatlamıştır. Uyurken insanın beyninin daha fazla çalıştığını bilimsel araştırmalar ortaya koymaktadır. Çok fazla televizyon izleme özellikle çocuklarda frontal lop gelişimini bozmakla kalmamakta bunun yanında beynin öğrenmesini yavaşlatmaktadır. Televizyon kişi üzerinde eleştirel analiz eksikliğini artırmakta, fiziksel bağımlılığı artırmakta, beynin fonksiyonlarını azaltmaktadır. Konsantrasyon ve dikkat eksikliği meydana getirmektedir. Bununla birlikte yabancı yapım filimlerde adetlerimize uymayan pek çok subliminal/bilinçaltı mesajlar izleyicilere empoze edilmektedir.
Günümüzde insanımız için en büyük tehlikeli dostlardan biri de internettir. Çocuklarımız büluğ çağına erinceye kadar bilgisayar oyunlarıyla vakit geçirmekte, büluğ çağına erdikten sonra ise ahlaksız sitelerde dolaşabilmektedir. Bunun kişi üzerindeki tahrib edici yönü ise en kötü arkadaştan daha zararlıdır. Tüm bunlar kişi üzerinde beyin ve ruh kilitlenmelerine yol açabilmekte ve bu da çocuğun geleceğini olumsuz yönde etkileyebilmetedir.
Eskiden müslümanların göz, kulak zihin ve kalp temizliğine ne kadar dikkat ettiklerini şu misalden anlayabiliriz:
Bayezid-i Bestâmi bir gün kalbinde bir sıkıntı duydu kendisini toparlayamadı ve çevresindekilere:
“-Bir bakın acaba meclisimizde yabancı birisi mi var?” diye sordu.
Araştırdılar birşey bulamadılar. Bayezid-i Bestâmi ısrar edince, mecliste yabancı bir kimse bulamadılar fakat gafil birinin asasını buldular. O asayı dışarı attılar ve Bayezid-i Bestâmî'nin gönül huzuru yerine geldi.
İş bu kadar hassasken, ahir zaman dediğimiz zamanımızda müslüman ailelerde dahi hassasiyetin azaldığını veya tamamen kaybolduğunu görebilmekteyiz. Gençlerimiz televizyonlarda gördükleri yaşantıları islamla hiç alakası olmayan pek çok kişiye özenti duyabilmektedir. Halbuki ağyar ve biganelere bırakın kalbi muhabbet ve ünsiyet duymayı onları izlemek ve dinlemek bile kalbe ve gönle rahatsızlık vermektedir.
Sonuç olarak peygamber efendimiz (s.a.v)'in de buyuduğu gibi; “kişi sevdiği ile beraberdir.” İnsanın kalbi kiminle birlikte ise kendisi de oradadır. Gül kokulu insanlarla beraberlik ve onlara duyulan sevgi, kişiyi zamanla gül bahçesinin içine çekerken, kötü alışkalıklara sahip insalarla beraberlik ve onlara duyulan sevgi de insanın hayatının zindan olmasına sebep olabilmektedir. Mevlânâ'nın dediği gibi “Seven bir kimsenin varlığı, duyduğu muhabbetin şiddeti kadar sevdiğinde kaybolur.”