Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Vahit GÖKTAŞ
AHİLİK VE TASAVVUFTAKİ BAZI MÜŞTEREK AHLAKİ ÖGELER
12 Şubat 2014 Çarşamba

AHİLİK VE TASAVVUFTAKİ BAZI MÜŞTEREK AHLAKİ ÖGELER

Doç. Dr. Vahit GÖKTAŞ[1]

Özet

Ahilik 13. Yüzyıldan itibaren yaklaşık 500 yıl etkili olmuş bir teşkilattır. Ahlaki, askeri ve siyasal alan dışında, sosyal ve ekonomik alanlarda da etkili olmuş bu teşkilatın tasavvufla örtüşen çok yönü vardır. Ahilik daha çok bir meslek teşkilatı olarak görünmekle beraber, askeri ve ahlaki alanda da ön plana çıkmıştır. Tasavvuf da bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hâl ve eğitim işidir. Bu sebeple gerek ferdi gerekse toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli müesseseler kurmuştur. Bunlardan biri insan nefsini terbiye etmeyi hedefleyen tarikatlardır. Ahilik ve Tasavvuf bu manada pek çok müşterek ahlaki terbiye metodu benimsemiştir. Özellikle Anadolu ahiliğinin mistik bir tarikat olarak görülmesi bu bakımdan anlamlıdır. Biz bu tebliğimizde Ahilik ve Tasavvufun bazı müşterek ahlaki prensiplerini mukayeseli bir şekilde ele almayı düşünüyoruz.  Konu ele alınırken fütüvvetle ilgili referanslar da zaman zaman verilecektir.

Anahtar Kelimeler: ahilik, tasavvuf, ahlak, fütüvvet, eğitim

AHIISM AND SOME COMMON ETHICAL ELEMENTS WITH SÛFİSM

Abstract

Ahiism is an organization which has been effective for 500 years starting from 13th century.  This organization, which had influence on military and political fields as well as social and economic fields, have many common aspects with Sûfism.  Whereas ahiism is seen as a professional organization, it also had great achievements in military and ethical fields.  Sûfism relates to personal status and education as it is a science.  For that reason, it has established important institutions which had deep impacts on both individual and social life.  One of these are the sûfi paths (tariqas) which aim at training human soul.  Ahiism and Sûfism have adopted many common ethical methods of training in this context.  In particular, it is of importance that Anatolian ahiism is considered as a mystical tariqa.  In this paper, we envisage to study some common ethical principles of Ahiism and Sûfism in a comparative manner.   References to futuwwa will be given from time to time when studying the subject.

Keywords: Ahiism, Sûfism, ethics, futuwwa, training

Giriş

Sempozyumumuzun başlığı “Uluslarası Ahilik Sempozyumu, Kalite Merkezli Bir Yaşam” olarak belirlenmiştir. Kalite Merkezli Yaşam'da ahilik ve tasavvuftaki ahlaki kurallar vazgeçilmezlerimiz arasında yer almaktadır.

Malumunuz ahîlik, XIII. yüzyıldan itibaren yaklasık 5 asır Anadolu'da faal olarak etkili olmuş bir teşkilattır. Ahlaki, askeri ve siyasal alanların dışında, özellikle sosyal ve ekonomik alanlarda oldukça etkili olan bu teşkilat; günümüzde özelikle sosyal güvenlik kuruluşları, esnaf ve sanat teşekkülleri, kooperatifçilik, sendikacılık, belediyecilik ve bütün bunların ötesinde iş ahlakını şekillendiren bir kurum olarak önemli işlevler görmüştür ve görmektedir.[2] Ahilik teşkilatlanması esnasında ve teşkilatlanmasından sonra çeşitli eğitim prensiplerini uygulamıştır. Ahilik daha çok bir meslek teşkilatı olması dolayısıyla mesleki alanda pek çok eğitim metodu kullanmıştır. Ancak bunun yanında askeri ve ahlaki alanda bazı terbiyevi metodlar uygulandığını görüyoruz. Ahilikteki askeri eğitimin Osmanlı Devleti'nin kurumsallaşmasından sonra işlevini tamamladığını ve ortadan kalktığını görüyoruz. Yukarıda zikredilen üç eğitim alanını birbirinden çok net bir şekilde ayırmak mümkün olmasa da; çalışmamız gereği ahlaki eğitim metodlarını daha çok ön plana çıkarmayı düşünüyoruz. Bunu yaparken uygulanan  bu metodların diğer alanlar için de geçerli olduğunu gözlemleyebiliriz.

Tasavvufun pek çok tanımı olmakla beraber ağırlıklı olarak İslam dini'nin ahlaki veya ihsanla alakalı yönüyle ilgili olduğu yönünde vurgular yapılmıştır. Nitekim İslam dini bir ahlak nizamı benimsemiştir ve bu nizamdaki temel öge ise “ahlaklı insan” olmuştur.[3] Ahlakın temel hedefi ise iyi insan dediğimiz, kamil insanlar yetiştirmek ve bunun için bireyin toplum içinde ve dışında nasıl davranması gerektiğini belirlemektir.

Tasavvufta insan-ı kamile ulaşma yolundaki ruhsal tekamül süreci Ahilik'te de meslek hayatı ile birlikte yürümektedir.

Ahi, uzun yıllar içerisinde bir taraftan zanaatını öğrenmekte, diğer taraftan da ruhî olgunluğa ermektedir. Meslekî ilerlemesi de âdeta ruhî tekâmülü ile paralellik arzetmektedir. En nihayet Ahi, ruhunun inceliklerini, maddeye işlemekte, yüzlerce yıl sonrasında dahi hayran dolu bakışları cezbedebilmektedir. Söze dökemediği İlahî sırları, maddede dillendirmektedir. Onun sanatında aşk, doğruluk, kanaat ve sabır, maddede çiçeklenmektedir. Ahi, sevdasını taşa, demire, deriye, ağaca vs. işlemekte, en sert ve soğuk cisimleri İlahî aşkın ateşiyle kora dönüştürmekte, Mevlâ'sından aldığı nuru, göz bebeğinden döküvermektedir.[4]

Ahîlik, Ahî Evran tarafından kurulan, ahlaki esaslara dayalı bir sivil teşkilattır ve hedefi kaliteli ve ahlaklı insan yetiştirmektir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu'da yaşayan Türkmen halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. İyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Nitekim kaynaklarda Ahî Evran'ın çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olduğu kaydedilmektedir. Ahî Evran, Tefsir, Hadis, Kelâm, Fıkıh ve Tasavvuf kitapları yazmıştır. Ayrıca Felsefe, Tıp ve Kimya sahalarında da bilgi sahibi olan çok yönlü bir ilim adamı ve filozoftur. İbni Sina, Sühreverdî ve Fahreddin Râzî'nin bazı eserlerini Farsça'ya çevirmiştir. Ahî Evran'ın teknik öğretim ve ahlâka yönelik eserleri, yıllarca Ahî birliklerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Terim olarak ahiliğin temelini oluşturan fütüvvetten bahsedenler aynı zamanda birer sûfidirler. Bu nedenle ahilik ve tasavvuf arasındaki ilgi ve çizgi önemlidir.

Sufilerce fütüvvet, tasavvufi yaşantının önemli mertebelerinden birisi olarak kabul edilmekteydi. Onlara göre, fütüvvet, iyi davranışların toplamından ibaret olan bir yaşam tarzıydı. Bu yaşam tarzı, Peygamberlerin ve İslam büyüklerinin yüksek vasıflarıyla belirginleşmişti.[5]

Ahilik kurumunun doğru anlaşılması, fütüvvet kurumunun ve ideallerinin doğru anlaşılmasıyla mümkündür. Zira, ahilik hicri ikinci yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan fütüvvet anlayışının ve bu anlayışın cisimleştiği sosyal örgütlenme biçiminin Anadolu'da kazandığı özel bir biçimidir. Bu düşünceden hareketle öncelikle fütüvvet müessesesinin incelenmesi uygun olacaktır.[6]

Öncelikle ahiliğin temelini oluşturan fütüvvet ve tasavvuf en temel klasik tasavvuf kaynaklarımızdan biri olan Kuşeyri (ö.465/1073)'nin Risale'sinde makamların işlendiği ahlakla ilgili olan bölümde ayrı başlıklar halinde ele alınmıştır. Bu temel eserdeki bu iki başlıkla ilgili tanımlardan yola çıkarak konumuzu işlemeye devam edeceğiz.

Fütüvvet

Ahiliğin temelini teşkil eden fütüvvet kavram olarak, genellikle başkasını kendine tercih etmek, engin bir mürüvvete sahip olmak demektir. Lügatte cesaret, yiğitlik ve mertlik anlamına gelen fütüvvet, tasavvuf çevrelerinde diğergâmlık, cömertlik ve şefkati de içine alan bir terim olmuştur. Bu özellikleri taşıyanlara ise feta (yiğit, cesur, cömert) denir. Fütüvvet kavramı Kuran'daki “isar” kavramı ile irtibatlı ve yakın anlamlıdır. Bu tanımlara baktığımızda fütüvvetin de tamamen ahlaki temeller üzerine oturduğunu çok rahat müşahede edebiliriz.

Aslında fütüvvetle tasavvufu birbirinden net çizgilerle ayırt etmek pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü ilk dönemlerde sûfi aynı zamanda bir fetâ'dır. Bundan dolayı sûfiler fetâ'yı “sûfi”, fütüvveti de “tasavvuf” olarak tarif etmekte bir sakınca görmemişlerdir.[7] Bundan dolayı olsa gerek Sülemî'nin Kitâbü'l-fütüvve'sinde anlattığı fütüvvetle ilgili adab ve ahlaki vasıflar aynı zamanda sûfide de bulunması gereken meziyetlerdir.[8]

Fütüvvet anlayışına temel teşkil eden bazı hadislerin de sûfilerce nakledilmiş olması tasavvuf fütüvvet arasındaki irtibatı daha da kuvvetlendirmektedir. Mesela Kuşeyrî "Kul müslüman kardeşinin ihtiyacını giderdiği müddetçe Allah da onun ihtiyacını giderir" ve Muhyiddîn b. Arabî "Bir kavmin efendisi ona hizmet edendir" hadislerini naklederler. Bir başka hadiste de "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır" buyrulur.

Tasavvufî eserlerin fütüvvet bahislerinde ve fütüvvetnamelerde bu tür ahlaki ilkeler işlenmiştir. Bu bakımdan fütüvvet Allah'ın emirlerine uyma, güzel ibadet, her kötülüğü bırakma, zahiren ve batınen, gizli ve açık ahlakın en güzeline sarılmadır. Fütüvvet kendini değil, Peygamberimiz gibi ümmetini düşünmek, insanların dertleriyle dertlenmek, kendisi için istediğini başkaları için istemek, kusur ve ayıp örtücü olmak, nefse düşmanlık, fakirleri sevmek, zenginlerin peşinde dolanmamak, eline girenle çıkanı bir görmek, kimseye kin tutup düşman olmamak, kimseden mürüvvet ve insaf beklememek, herkese karşı mürüvvet ve insâf sahibi olmak, dünyadan da ukbâdan da geçmektir.

Fütüvvet bazen tasavvuf ile aynı anlamda kullanılmakla birlikte ahlaki nitelikli bir tasavvuf kavramı olarak kullanımı daha yaygındır. Fütüvvet yolundaki melâmet anlayışına göre çalışıp kazanmak (iktisab) ve başkalarına yük olmamak, 'arif” unvanıyla anılıp başkalarına yük olmaktan daha iyidir.” Bu yolun mensupları hem kendilerini gizlemek, hem de çalışıp kazanarak başkalarına yük olmamak için bir meslek sahibi olmayı ve o meslek unvanıyla anılmayı zahid ve sûfi unvanlarıyla anılmaya tercih etmişlerdir. Bu ise tasavvuf'ta meşhur tanım olan “Tasavvuf yar olup bar olmamaktır. Gül-i gülzar olup har olmamaktır” anlayışıyla birebir örtüşen bir durumdur.

Ahilik fütüvvetin Anadolu'da sûfi karaktere bürünmüş şekli olarak yorumlanmıştır. Nitekim Ömer Lütfi Barkan Anadolu ahiliğini mistik bir tarikat olarak görmektedir.[9] Aynı zamanda ahiliğin esasları, ahlaki ve ticari kaideleri, ahiliğin nizamnamesi olarak adlandırabileceğimiz fütüvvetnamelerde yazılıdır.[10] 

Fuad Köprülü ise Ahilerin fütüvvet mesleğine sâlik olup, senetlerini Hz. Ali vasıtasıyla Hz. Peygamber'e kadar götürdüklerini ve diğer sûfîlerin hırkalarına karşılık, fütüvvet şalvarı giydiklerini belirtir. İçlerinde birçok kadı, müderrisler de bulunan Ahilik teşkilatının herhangi bir esnaf topluluğu değil, o teşkilat üzerine istinâd eden, akîdelerini o vasıta ile yayan bir tarikat sayılabilecegi görüşünü savunur.[11]

Bunun yanında ahiliğin yapılanması ve teşkilatlanması tarikatlara benzemektedir. Ahiler şehir köy, kasaba ve dağ başlarında zaviyeler kurmuşlar tarikata benzer bir yapılanma içine girmişlerdir.[12] Ahîlik İslam ahlakının yaygınlaşmasında da önemli bir rol üstlenmiştir. Bir yan teşkilatı konumundaki Rum abdalları Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında büyük rol oynayan, genellikle gezgin sûfi ve dervişlerdir.

Bunun yanında tasavvuftaki meşreb farklıklıkları ve tarikatların varlığı ile ahilikteki meslek farklılıkları, insanın yaratılış olarak farklı meşreb, meslek ve mezhebe yatkın olması ve islamdaki esneklik dolayısıyla iki kurum arasındaki benzerliğe farklı bir misal olarak gösterilebilir. Tasavvuf yoluna giren müridin muvaffak olabilmesi için meşrebine uygun bir tarikata girmesi gerektiği gibi ahilikte de yamağın veya çırağın yatkın olduğu mesleğe yönlendirilmesi esastır. Her iki kurumda da istisnai durumlar hariç şeyh veya usta değiştirmek hoş karşılanmaz. Tasavvufta tarikat pirleri, Ahilik'te meslek pirleri yolun veya mesleğin kurucusudurlar. Her iki kurumda Şeyh-Ustaya teslimiyet ve saygı azami derecede önemli görülmüştür.

Zaviyelerde insanlar şeyh-mürit ilişkisi ve ahi ocaklarında ise usta-çırak ilişkisi ile birbirlerine bağlanıyorlardı.

Tasavvufi eğitimde, bir şeyhe intisab etmeden irşadın mümkün olamayacağı gibi Ahilikte de bir ustadan el almadan veya bir üstadın rehberliği olmadan bir sanata sahip olmak caiz görülmemiştir.[13]

Yine tasavvufta ve ahilikte üstaddan talebeye bilgi aktarımı ilkeleri konusunda da önemli ölçüde bir benzerlik bulunmaktadır. Ahilikte örtülü bilginin paylaşım ilkeleri; uzun süreli istihdam-eğitim, uzun süreli ve çok aşamalı terfi sistemi, sabır, sadakat, saygı-icazet alma, sevgi, sır tutma, samimiyet, güler yüzlü olma, güven, kanaat, yol kardeşliği, yaran odaları, yaranbaşı, işbaşında eğitim, yalınlık, hikayeler (kıssadan hisse çıkarma), affedici olma, öfkelenmeme ve doğruluk olarak sayılabilir.[14]

Zâviyelerde düzenlenen Ahi sohbetlerinde Kur'ân, hadis, menâkıb, muâmelât-ı hukemâ, evsaf-ı müzekkâ, sergüzest-i sühedâ, nisbet-i ahıbbâ, letaüf-i zürefâ, esrâr-ı fukara, sulûk-ı evliyâ ve belâgât-ı suarâ'nın okunduğu nakledilmektedir. Bu, Ahilerin aldığı eğitimde tasavvufun özel bir yerinin olduğunu, tasavvufî seyr-u sülûkun ayrı bir önem arz ettiğini göstermektedir.[15]

Ahilik, bireylere ahlâk eğitimini kazandırmak için, dönemin şartlarına uygun metotlar uygulamıştır. Bunlardan biri tedric metodu denilen tümevarımdır. Tedric metodu ile verilen bilgiler, basitten karmaşığa, kolaydan zora, azdan çoğa dogru parça parça verilmiştir. Ahi ocaklarına giren kişiler, başta en basit bilgileri öğrenirler, basit işlerden başlarlardı. Tedric metodu hem teorik hem pratikte uygulanmıştır. Diğer bir metod ise soru-cevap metodudur. Muhatabın dikkatini konu üzerinde yogunlaştırmak, bilgisini ölçmek, eksiğini tespit ve tamamlamak maksadıyla uygulanmıştır. Örnek alma metodu ise daha çok insan davranışlarında ve davranışları olgunlaştırmada takip edilmiştir. Hz. Muhammed ölçü alınarak dört halife ve Ahi pîrlerinin davranışları benimsetilmeye çalışılmıştır. Bu da baslangıçta taklit etme ve derece edinme yoluyla kazanılan davranışlar şeklinde meyvesini vermiştir.[16]

Nasihat etme metodu kötü olarak görülen bir hatanın düzeltilmesi gerektiğini belirtmek için kullanılmıştır. Telkin metodu ise iknaya dayanır ve bir davranışın ne kadar tekrar edilirse o derecede alışkanlık haline geleceğinden yola çıkarak uygulanır. Darb-ı mesel denilen metod ise temsil ve benzetmeler yoluyla konunun anlatılmasına dayanır. Emr-i bi'l-maruf, nehy-i an'il-münker yani iyiliği emretme, kötülüğü sakındırma metodu da Ahi ahlâk eğitiminde kullanılmaktadır. Semâ ve raksın da bir eğitim metodu olarak Ahilikte kullanıldığı görülür. Bununla Ahilerin gönül rahatlığına ermeleri sağlanmaktadır.[17]

Kuşeyri'nin fütüvvetle ilgili olarak ifade ettiklerinden şu başlıklar ön plana çıkmaktadır:[18]

  1. Başkasını kendine tercih etmek

  2. Başkasının kusurlarını hoş görmek ve ayıpları deşifre etmeyip setretmektir.

  3. Fütüvvet ehli kişi düşmanı olmayan ve nefsini kendisine hasım etmiş kişidir.

  4. Fütüvvet fedayı can ve mal edebilmektir.

  5. Nefsin heva ve hevesine muhalefettir.

  6. Kişinin vazifesini yapmak ve hak istememektir.

  7. Fakir ile zengini bir tutmaktır.

  8. Dünya ve ahretten yüz çevirmektir.

  9. Misafir ve ev halkını bir görmektir.

  10. Herkese ikramda bulunmaktır, insan ayırmamaktır.

  11. İncitmemektir.

  12. Sünnete tabi olmaktır.

  13. Nefse pay çıkarmamaktır.

  14. Biriktirmemektir.

  15. Nimeti paylaşıp, mihneti gizlemektir.

Tasavvufla ilgili yapılan tanımlara baktığımızda ise hemen hemen aynı şeylere vurgu yapıldığını görebiliriz:

  1. Ceriri: Tasavvuf güzel huyları benimsemek, kötü huylardan kaçınmaktır.

  2. Kettâni ve Mürtaiş: Tasavvuf ahlaktır.

  3. Cüneyd: Hakkın seni sende öldürmesi ve kendinde diriltmesidir.

  4. Ebu Hamza Bağdâdî: Zengin iken fakir, aziz iken zelil, meşhur iken meçhul olmaktır.

  5. Semnûn: Ne bir şeye malik olman ne de bir şeyin sana malik olmasıdır.

  6. Ruveym: Allah'ın iradesine mutlak teslimiyettir.

  7. Cüneyd: Allah'la beraberlik, nefisle sulhu olmayan bir savaştır.

  8. Maruf Kerhi: Halkın elinde olandan ümit kesmektir.

  9. Hamdun Kassar: Başkalarını affetmek, kendi nefsini kınamak

  10. Adam ayırmamak, herkese ikram etmek, kötü olan her şeyi üzerine almak ama kendinden sadece güzel bir şey çıkmasıdır.

  11. Kanını heder malını mübah görmektir. Fedayı can ve mal etmektir.

Dolayısıyla tasavvufun tanımları ile fütüvvetin tanımları örtüşmektedir. Bu tanımların tümü ortaya koymaktadır ki tasavvuf ve fütüvvet ve dolayısıyla ahilik ahlaki yönü ön plana çıkan bir yaşam biçimidir. Fütüvvetten ilk bahseden müellif sûfi Sülemi (ö.412/1021) ise fütüvveti Allah'a peygambere ve insanlara karşı davranış şekli olarak kabul eder. Onun fütüvvet tanımı şöyledir: “Allah'ın emirlerine uyma, güzel ibadet, kötülükleri bırakma,  açıktan ve gizli olarak ahlakın en güzeline sarılmadır.”[19] Bu aynı zamanda tasavvuf'un da tanımıdır.

Şimdi bu tanımlardan hareketle ahilik ve tasavvufta öne çıkan bazı ahlaki prensipleri ele alalım:

Cömertlik

Anadolu Ahîlerinin canlı tasvirlerini yapan Batuta, Ahîlerin cömertlik dayanışma ve konukseverliğinden çok etkilenmiştir. Bir yabancı olarak onların ortaklaşa kullandıkları mekanlarda kalan ve onlardan sıcak bir ilgi ve cömertlik gören Batuta, şükran duygusunun yanı sıra onların yaşantısını inceleme, onlarla ilgili ayrıntılı bilgi edinme imkanı da bulmuştur.[20]

Fütüvvet ve ahiliğin temel ilkesi cömertliktir. Ahinin eli, sofrası ve kapısı açık olmalıdır.[21]

Bununla ilgili Kuşeyri Risale'sinde şöyle bir hadise nakleder: Bir gün Ahmet bin Hadraveyh, karısı Ümmü Ali'ye dedi ki: Bir ziyafet vermek istiyorum. Bu davete fütüvvet ehlinin reisi Ayyar Şatır'ı da davet etmek istiyorum. Karısı:

-Madem böyle bir davet vermek istiyorsun, o halde koyunlarını, sığırlarını ve eşeklerini kes. O kadar çok et kes ki mahalledeki herkese yetsin, dedi.

Ahmet:

-Koyun ve sığır kesmenin manasını anlıyorum, fakat eşek kesmekten maksadın nedir, bunu anlayamadım, dedi.

Karısı:

-Birini evine davet ettiğin zaman en azından mahallenin köpekleri de bundan faydalanmaları gerekir, dedi.[22]

Fütüvvet ve ahilikteki en temel prensip cömertliktir. Bu nedenle fütüvvet'in tanımlarından birinde “evine on kişi davet ettiğinde, evine 9 veya 11 kişinin gelmesinden rahatsız olmamaktır” şeklinde bir tanım yer almaktadır. 

Nitekim Hz. İbrahim'e gelen bir mecusi'nin onun evinde misafir olarak kalmak istemesi üzerine Hz. İbrahim mecusi'ye Müslüman olmak şartı ile evinde misafir kalabileceğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. İbrahim'e şöyle bir vahiy gelir: “Ey İbrahim, kafir olmasına rağmen biz bu adama 50 senedir rızık veriyoruz, senin kapına bir kez geldi, onu geri çevirdin, der.[23] Ahi ve fütüvvet ehli kişi öylesine cömert olmalıdır ki, sadece kendi akrabalarına ve yakınlarına ve Müslümanlara değil, Müslim gayr-ı Müslim hatta hayvanat bile bu cömertlikten istifade etmelidir.

Cömertliğin neticesi misafirperverlik ve hizmettir. Ahilerin temel misyonu “ayende ve râvende'ye hizmettir.[24] İbn Batuta, ahiliğin Anadolu'da çok güçlü bir yapılanmaya sahip olduğunu ve Ahilerin en ücra köşelerde kurdukları zaviyelerle herkese kucak açtıklarını, yolların emniyetli olmadığı, taşıma araçlarının ibtidai olduğu bir devirde, seyahat edenlerin sığınabilecekleri birer konaklama yeri tesis ettiklerini ve bu şekilde soyal dayanışmanın mükemmel örneklerini teşkil ettiklerini ifade etmektedir. Ahiler bu şekilde karşılık beklemeden çevrelerine hizmet etmişlerdir.[25] Hilmi Ziya Ülken'in ifade ettiği gibi, bu zaviyeler topluma sosyal âdab-ı muaşereti öğreten çok yönlü kurumlardı. Bu kurumlar, kaldırıldığında o görevi yerine getirecek yapısallaşmaya gidilmediği için sosyal ahlâk dejenerasyonu yaşanmıştır.[26]

Sûfiler cömertliği Allah dostu olabilmenin temel şartlarından biri olarak görmüşlerdir. Onlara göre Allah kendine cimriden dost edinmemiştir. Allah u teâla cömerttir ve cömerti sever. İlk dönem sûfi müelliflerinden biri olan Kelâbâzî'ye göre hayâ, cömertlerin vasıflarından biridir. Cimri ise utanmaz. Hayâ, çirkin fiillerden ve kötü vasıflardan/davranışlardan imtina etmektir, kaçınmaktır. “Allah kendisine dua eden kişiyi boş çevirmekten hayâ eder.”[27] hadisi de hayânın Allah'ın cömertliğinin bir neticesi olduğunu gösterir. Allah katında mü'min kulunun değeri af dilemişse, onun elini boş çevirmekten daha yücedir daha büyüktür.[28]

Cimrilik ise Allah'a güvenmemek ve Allah'a karşı kötü zan beslemektir. Çünkü kişi verdiğinin bir daha yerine gelmeyeceğinden korkar. Bu ise Allah'a karşı kötü zandan ileri gelir.[29]

“Hırs ve cimrilikle imân, bir kulun kalbinde ebediyen bir araya gelmez.”[30] İlk dönem müellif sûfilerinden Kelâbâzî'ye göre; cimrilik ve iman ayrı ayrı iki güçtür bu iki güç kalpte bir arada bulunmaz.[31] O, konuyla ilgili şu ayetleri zikreder: “Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır.”[32]; “Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur.”[33] “Kimler nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[34]

“Kalbe nur indiği zaman, kalp rahatlığa erer ve açılır.”[35] Dünyadan sakınmak, ebedi dünyaya yönelmek ve gelmeden önce ölüme hazırlanmak, gibi hususlar kişinin kalbini genişletir. Kimin kalbinde iman nuru varsa ve Allah gönlünü İslâm'a açmışsa o kişinin dünyadan uzaklaşması kolay olur. Kim de dünyadan ayrılamaz, onunla meşgul olur ve ona tamah ederse kalbindeki imanın hakikatı görünmez olur. Çünkü bu kişi imanı zayıf bir mü'mindir. [36] Kelâbâzî, burada şu ayeti zikreder:“Onlar, kendilerinde fakirlik ve ihtiyaç olsa bile, onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte onlar muratlarına erenlerin ta kendileridir.”[37]

Dolayısıyla ahinin ve sûfinin en temel ortak vasıflarından birisi cömertliktir. Ahilikten kovulma şartlarından birisi ise kişinin cömert olmamasıdır. Ahi ve sûfi cömertliklerinin bir gereği olarak biriktirmekten uzak olmuşlardır. Mal biriktirmeyi Allah'a karşı güvensizlik olarak nitelemişlerdir. İkram ve gelene kalacak yer temini gibi hususlar ahilikte ve tasavvuftaki ortak hususlardır. Her iki kurum da bunun neticesi olarak ortaya çıkabilecek masrafları karşılamak için vakıflar kurmuşlardır.[38]

 Edep-Haya

Ahinin üç şeyi bağlı olmalıdır:Birincisi gözü haram olan şeylere kapalı olmalıdır.  İkincisi ağzı günah olan sözlere dedikodu ve gıybete kapalı olmalıdır. Üçüncüsü ise ahi'nin eli harama uzanmamalı, zulme kapalı olmalıdır.[39] Edep kavramı da yukarıda sayılan bu üç şeye; yani ele, bele ve dile hakim olmak olarak özetlenmiştir. Tasavvufta ise riyazetin temel şartları mideye bağlı olarak, kişinin nefsi arzularına hakim olmasını, az konuşma, az yeme ve az uyuma şeklinde özetlenen prensiplerle ortaya konulmuştur. Yine Serrâc'ın edep tanımına baktığımızda, din ehli'nin edebinin riyazetle nefsi terbiye etmek ve şehevi arzulara terk etmek olduğunu söylemektedir.[40]

Kişiyi ahilikten düşüren afetlerden biri de edep ve haya sahibi olmamaktır. Sûfilerden bazıları ise tasavvufu edep ve haya olarak tanımlamışlardır.[41] Sûfiler hayayı Allah'tan haya ve mahlûkattan haya diye ikiye ayırmıştır. Allah'tan haya O'na karşı günah işlememek kalpte O'ndan başkasını barındırmamaktır. Dolayısıyla bu anlamdaki hayâ kalpten şehvet ve kötü duygularından uzaklaştırmaktır. Rasûlullah (s.) “Allah'dan gerçek manada hayâ ediniz” buyurduğunda, ashab, “biz hayâ ediyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah da (s.) Hayır,  öyle değil,  Allah'tan gerçek manada hayâ edenler, başını ve onun içindekilerini, karnını ve içinde bulundurduklarını korusun. Ölümü ve belâyı hatırlasın. Ahireti isteyen dünya ziynetlerini terk etsin. Kim böyle yaparsa, Allah'tan gerçek manada hayâ etmiş olur.” dedi ve sonra şöyle buyurdu: “İşte,  Allah'tan hayâ budur.” [42] Sûfilerden Abdullah Ceriri ise asıl olanın Allah'a karşı edepli olmak olduğunu ifade eder ve şöyle der: Yalnız olduğum zamanlarda bile yirmi sene var ki, oturduğum zaman ayağımı uzatmış değilim. Çünkü asıl olan Allah'a karşı edeptir.[43]

 “Kişi kalbinde Allah'tan başkasını gördüğünde Rabbinden nasıl hayâ etmez” diyerek sürekli yaratıcı ile beraberliğe vurgu yapmışlardır. Bu ise hayânın en üst düzeyi olan murakabe halidir.[44] Haya'nın murakabe ve ihsanla direkt ilişkisi vardır.Murakabede sâlik kendisini her şeyden soyutlayarak, nefsini sıfırlamasıyla, sahte benliklerden kurtulur, potansiyellerini inkişaf ettirerek, kendisini gerçekleştirir.[45] Mahlûkata karşı olan haya ise kişinin Allah'ın esma ve sıfatlarını kendisinde tecelli ettirip, güzel ahlaklı olmasıdır.

Ahilikin ahlaki yönünün vurgulandığı yerlerde, edep ve haya'nın kişinin hem insanlar nezdinde hem de Allah katında itibarını artıracağını söylemişlerdir. Nitekim Osman Gazi'ye kızını veren şeyh Edebali de varlıklı ve mütevazı hâyâ sahibi bir ahidir. Osman Gazi ise edebiyle temayüz etmiş bir şahsiyettir.[46]

İbadete Düşkünlük

Ahi ve sûfi sürekli Allah'la beraberlik şuuru içerisinde yaşayan imanı ihsan kıvamında yaşayan insanlar olmaları hasebiyle farz ibadetlerin yanında nafile ibadetlere de önem veren kişilerdir. Kişinin Allah'a nafile ibadetlerle yaklaşacağına inanırlar. Ahi namaza titizlikle devam eder. Çünkü namaz kişiyi kötülüklerden alıkoyar.[47]

Fetâ'nın bütün özelliklerini taşıyan bir kişinin Ahî olabilmesi için ibadetlerine gereken önemi vermesi ve namazını kazaya bırakmama şartı vardır. Dolayısıyla ahilikte ve fütüvvette ibadete düşkünlük önemli bir prensiptir.

Dünya'ya Düşkün Olmamak

Ahi ve sûfi dünya malından yüz çevirmişler onu sadece Allah rızasına ulaşmak için bir vesile olarak görmüşlerdir. Bu dünyanın geçici Ahiretin ise ebedi olduğunu bilerek dünyaya kendi kıymetince değer vermişlerdir.

Dünyaya düşkün olanlar yatırımını buraya yaparlar. Ahilik ve Tasavvuf'ta ise temel hedef ahrettir. Bu nedenle her iki disiplinde de “biriktirmek” ve “mala düşkünlük” kötü  görülmüştür.

Kuşeyri Risale'sinde Fütüvvet bahsinde, dünyaya düşkün olmayan Cafer-i Sadık'la ilgili şöyle bir hâdise nakleder:

“Hacılardan biri, Medine-i münevvere'de uyumuş, uyanınca para kesesinin çalındığını vehmetmişti. Keseyi aramaya başlayan adam bu esnada Cafer-i Sâdık'a raslamış, yakasına yapışarak: Kesemi sen çaldın, demişti. Cafer-i Sâdık: Kesede ne vardı, diye sormuş. Bin dinar, vardı cevabını alınca adamı almış evine götürmüş, eline bin dinar saymış ve vermişti. Parayı alan adam evine dönmüş, içeri girmiş, çaldırdığını sandığı paranın evde olduğunu görünce doğru Cafer-i Sâdık'a gidip, özür dilemiş. Paraları geri iade etmek istemiş. Fakat Cafer-i Sâdık paraları almayı reddetmiş “Elimden çıkan bir şeyi tekrar geri almam” demiştir. Bu duruma şaşıran adamcağız, çevresindekilere “bu zat kimdir” diye sorunca, kendisine: Bu zat Cafer-i Sâdık'tır, denilmiştir.”[48]

Nefsin Esiri Olmamak

Nefs, zaman içerisinde can, kalp, ruh, ceset, benlik, nazarı değen göz, bir şeyin hakikati, özü mânâlarında kullanılmıştır.[49]Ayrıca nefsi, azamet, izzet, gayb ve irade mânâsında kullananlar da vardır.[50]

Kur'an-ı Kerim'de üç yüze yakın yerde geçen nefs, sekiz farklı anlamda kullanılmıştır.[51] Bunlar: Zatullah, insan ruhu, kalb, insan bedeni, bedenle beraber ruh, insan bedeninde bulunan ve insana kötülüğü emreden cevher mânâsına gelen nefs, zat, cinstir.

Kuşeyri Risale'sinin Fütüvvet bahsinde nefsinin esiri olmayan bir feta'nın halini şöyle anlatır: “Adamın biri bir kadınla evlenir gerdeğe girmeden önce kadının rahminde ur denilen bir hastalık zuhur eder. Adam kadının üzülmesini ve utanmasını önlemek için önce gözüm ağrıyor der, sonra gözlerinin âmâ olduğunu söyler. Kadın bu durumda rahatlar. Kadın adamla evlenir, gerdeğe girilir, yirmi yıllık bir evlilikten sonar kadın vefat eder. Ve adam o zaman gözlerini açar. Adama bu durumun sebebi sorulur ve adam: âmâ olmuş değildim, fakat eşim mahzun olmasın diye âmâ göründüm, diye cevap verir.“[52]

Bu ise nefsin en büyük arzularından biri olan cinsel arzusunun peşinde koşmayan bir fetanın en güzel misallerinden biridir.

Ahi, eline diline ve beline hakim olan kişidir. Dolayısıyla bir feta'nın ahi olabilmesi için ahlaki belli kıvama ulaşmış belli olgunlukta olması gerekmektedir. Yani “ahi” nefsinin arzularına gem vurabilen kişidir. Tasavvuf ise iki temel üzerine oturmaktadır. Birincisi nefis tezkiyesi ikincisi kalp tasfiyesidir. Bu nedenle her iki disiplinde de nefsin tezkiyesi önem arzetmetedir.

Emr-i bil maruf nehy-i ani'l-münker (iyiliği tavsiye kötülükten men etme)

Tasavvufi yolda emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin önemi büyüktür. Bunun için en önemli eğitim metodu sohbettir. Birçok tarikatta sohbet tarikat esaslarından sayılmıştır. Nasûhî Sohbet, tasavvuf ıstılahında müridin, mürşidi ile görüşmesi, mürşid-i kâmilin ruhundaki kabiliyetlerin müride yansımasıdır.[53] Sûfilere göre emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker vaciptir.[54]

Bir ahinin, sosyal düzene katkıda bulunabilmek için çevresindeki insanları iyiliğe yönlendirmesi ve yanlışlıkları ise engellemeye çalışması, ahiliğin bir gereğidir.

Helal kazanç sahibi olma 

Ahilerin ve sûfilerin birer meslek sahibi kişiler olması helal kazanca ve el emeği ile geçinmeye verdikleri önemin bir göstergesidir. Ahilik'in aynı zamanda bir esnaf ve sanat teşkilatı olması dolayısıyla önümüzde başkasına el açmayan kendi emeği ile geçinen bir grup sözkonusudur. Ahilik insanlara iş alanı sağlamış, yabancı sanatkarlarla ekonomik rekabete destek olmuş, üretim kalitesini korumuş, ihtiyacın tesbitinde rol almış, ekonomik bağımsızlıkğa katkıda bulunmuş, ihtiyaç sahiplerine destek olmuş önemli bir kurumdur. Ancak tüm bu sayılanların temelinde “helal kazanç” düşüncesi hakimdir.

Ahiliğin esnaflıkla alakalı yönü ön plana çıkmasına rağmen  ahilik sadece bir esnaf örgütlenmesi değildir. Halife Nasır lidinillah'ın şeyhi olan Sühreverdi (1145-1234)'nin telkinleri ile fütüvvetçiliğe olumlu yaklaşan Konya Selçuklu hükümdarı I. İzzettin Keykubatla güçlenen Ahîlik, üstlendiği bir takım kolluk görevlerine bağlı olarak toplumsal düzenin sağlanmasına da katkıda bulunmuştur.[55] Evhadüddin Kirmani, birçok tarikatte olduğu gibi müridlerin halkdan bir şey talep ve kabul etmelerini yasaklamış, aksine halka vermek ve cömertlik geleneğini devam ettirmiştir.

Sûfilere göre tasavvuftaki vera'ın helal kazançla ilgisi vardır. Ancak sadece helal kazançla ilgili değildir. Başka şüpheli şeylere girmekten kaçınmak da sûfîlere göre vera' ile alakalıdır.  Ayrıca helâl ve mübah olduğu kesinlikle bilinen şeylerin ihtiyaç ve zaruret mikdarından fazla olan kısmını terk etmek de bu konu içine girmektedir. Sûfîler vera'ı önemsemişler ve onurlu bir makam olarak görmüşlerdir.[56] Nitekim Resûlüllah (s.)'ın “Dininizin temeli vera'dır.”[57] hadisi de bunun önemini vurgulamaktadır. “Haris-i Muhâsibî'nin babasından otuz bin dinardan fazla miras kaldığı halde: “Babam kaderî idi”,diyerek mirastan bir kuruş bile almaması[58] verâ ve helal kazanca verilecek en güzel örnektir.

Aşağıdaki örnek de helal kazanç ve çalışmanın önemine işaret etmektedir :

İmam-ı Azam'a birisi gelip, « Ey İmam, bana yirmi dört saatte nasıl ibadetler yapacağımı bildirir bir liste vermeni rica ediyorum » der. Büyük imam o kimseye İslam'ın ticaret hakkındaki emir ve öğütlerini içeren bir liste sunar. Adam « Ya imam ben mi yanlış söyledim, yoksa siz mi yanlış anladınız? Ben sizden sizden ibadet listesi istedim, siz ise bana ticaret listesi verdiniz » der. İmam, dünyalar durdukça geçerli olacak can simidini muhatabına giydirir: “Aşı helal olmayanın işi helal olmaz”.[59]

Riyadan Uzak Olmak

Çok yönlü bir fikir adamı olan Ahî Evran'ın fikir hayatında en önemli ve en büyük yeri, Melâmilik işgal etmektedir. Ahî Evran'ın şeyhi Evhadü'd-din-i Kirmani'nin meşrebinin en belirgin yanı da melâmet yolunda sivrilmiş olmasıdır. Evhadü'd-din Kirmani ve ahiler gösterişten uzak yaşamışlardır. Melâmet bir inanış tarzı ve bu inanış tarzına dayalı olan ahlak kuralları ve yaşayış stilidir. Ahî Evran'ın tasavvuf meşrebinde melâmet yolunu tutmuş olması haliyle, Ahî teşkilâtının iş ve sanat ahlakının büyük ölçüde Melâmiliğe dayandığında şüphe yoktur.[60]

Ahilik ve tasavvufta gösteriş kötü görülmüş, gösteriş yapanların bu işin hakikatine eremeyenler olduğu ifade edilmiştir.

Buraya kadar zikredilen ana benzerlik alanlarına ilave olarak tasavvuf ve ahilikte ortak unsur olarak değerlendirilebilecek diğer bazı alanlar disiplin, itaat, kurallara riayet, hoşgörü, sabır, şükür, ehil olmayana kapalılık ve yolun-mesleğin sırrını yabancıya açmama, alçakgönüllülük, doğru sözlük olmak sıralanabilir.

Sonuç

Dolayısıyla özetlemek gerekirse ahinin ve sûfinin değişmez ve vazgeçilmez kabul edilen ahlaki ilke ve öğretileri şunlardır:

1- Namazı bırakmamak. Çünkü namaz insanı her türlü kötülükten uzak tutar.

2- Haya sahibi olmak Haya, insanın toplum içindeki itibarını arttırır.

3- Dünya hayatına esir olmamak. Fani olanları kutsayıp yüceltmek insanın itibarını yok eder.

4- Nefsin esiri olmamak. Nefis esareti kötü istek, arzu ve davranışın başlangıcıdır.

5- Helal kazanç sahibi olmak. Helal olan kişinin eliyle,çalışmasıyla kazandığı şeyden yediğidir. Ahilik örgütünün en önemli vazgeçilmez ilkelerinden birisidir. Bu ilke çalışma hayatının dinamik bir hal almasını sağlamıştır.

6- Ahilerden muhtaç olanlara ihsan ve keremde bulunmak. Sosyal ve iktisadi hayatın cömertliğe ve yardımlaşmaya dayanmasını sağlayan temel ilkelerden birisidir. Başkalarıyla birlikte büyük hedeflere ulaşmayı sağlar.

7- İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak. Ahilik örgütünün iç denetim yoluyla oluşabilecek haksızlıkların ve yanlışlıkların giderilmesini sağlayan bir ilkesidir.

Ahi ve sûfinin diğer bazı ortak vasıfları ise şu şekilde hulasa edilebilir:

Huyları güzel olan, namaza devam eden, zekatını veren, babasına ihsanda ve itaatte bulunan, komşusunu ağırlayan, eline geçeni veren, işlerini güzelleştiren, sözlerinde doğru olan, amellerini en güzel bir hale getirmeye çalışan, sırlarını saklayan, ahdi koruyan, sevgiye riayet eden, doğrulukta, arılıkta, muamelede bulunan, yalanı ve riyayı atan, helal kazanca koyulan, ulaşmak için arılaşan, haramı bırakan, halka ihsan eden, kendisinden çekilenleri dolaşan, ona vermeyene veren, zulmedeni bağışlayan, kötülük edene iyilik eden, şeriata mülazemette bulunan, hakikate giren, kardeşlerinin haklarını eda eden, komşularına karşı müsamahada bulunan, ihsanlarla keremler eyleyen, onlardan uzak olanı soran, yakındakini dolaşan, hastayı ziyaret edip halini, hatırını soruşturan kişidir.[61]

Ahîlik örgütüne yeni girende şu özellikler aranır: Sıdk, Sefa, Emanet, Takvâ,  Kerem, Mürüvvet, Hayâ, İlim.[62] Tasavvufta ise sûfiler her tarikat için belli esaslar geliştirmişlerdir. İlk dönem mutasavvıflarından beri devam eden bu gelenek tarikatlaşma döneminden sonra tarikat esasları olarak gündeme gelmiştir. Örneğin Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909) “Gündüzleri sâim (oruçlu), geceleri kâim (namazda) olmak, ihlâsla amel, îfâsı süresince amellere dikkat ve titizlik, her durumda Allah'a tevekkül” şeklinde beş esastan söz eder. Ebû Ahmed Kalânisî, “Bizim yolumuzun esasları üçtür: İnsanlardan hakkını istememek, kendi nefsinden insanların hakkını istemek ve başa gelen her olayda hep kendini kusurlu görmek” der. Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (ö. 273/886) de yedi esasdan söz eder: Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılmak, Hz. Peygamber (s.)'e uymak, helal lokma yemek, başkalarına eziyet vermemek, günahlardan kaçınmak, tevbe etmek ve görevleri yerine getirmek. Ebu'l-Hasan Ali b. İbrahim Husrî (ö.371/981) de;  “Sonradan olana (hâdis) takılıp kalmamak, kadîm olanı birlemek, ihvândan ayrılmak, vatandan uzaklaşmak, bildiğini ve bilmediğini unutup hiçliğe soyunmak” şeklindeki altı esası öne çıkarır. [63] “Hakk'a ulaştıran yollar, mahlûkâtın nefesleri sayısıncadır”[64] sözünün işaret ettiği mânâyı da göz önünde bulundurursak, tarikat esasları, her tarikat kurucusunun veya sonradan gelen meşâyihin anlayış ve terbiye usûllerine göre farklılık arzeder. Mesela Necmüddin el-Kübrâ (ö.618/1221)'da “on esas (usûlü aşere)” şeklinde ortaya çıkar ki, bunlar; tevbe, zühd, Allah'a tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, tamamen Allah'a yönelme, sabır, murâkabe ve rızâdır. [65]

Kafirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar, dellallar, cerrahlar, vergi memurları, avcılar, vurguncular ahilik teşkilatına katılamazlar. 

Kişiyi Ahî'likten düşüren afetler şunlardır:  İçki içmek,  Zina etmek, birilerini gammazlamak, nifak, kibir, haset, kin, yalan, sözünde durmamak, hiyanet, namahreme bakmak, tecessüs, gıybet, bühtan, hırsızlık, haram yemek. Aynı şekilde tüm bu kötü vasıflar sûfinin de tarikatlarda edep meclislerinden uzaklaşmaları demektir. Bu, ahlak bozuklukları aynı zamanda toplum düzenini sarsan hastalıklardır.

Ahî olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir:

1-) Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak

2-) Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak

3-) Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak

4-) Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak

5-) Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak

6-) Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, marifet kapısını açmak

7-) Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak

Ahilikte temel prensipler Allah Teâlâ'nın Hz. Peygamber (s.)'e emrettiği şu sözler üzerine kurulmuştur. Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. (Araf, 199), Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara vermeyi emreder; fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasak eder. Düşünüp tutasınız diye size böylece öğüt verir. (Nahl 90)

Yine Efendimiz (asv)'ın “Ey insanlar, selamı çok verin, yemek yedirin, akrabayı ziyaret edin, geceleyin herkes uyurken namaz kılın ve selametle cennete girin.” Sözlerindeki prensipleri kendilerine temel düstur edinmişlerdir. Yine onlar insanların birbirlerine sırt çevirmelerini yasaklamışlar ve kardeş olmayı öğütlemişlerdir.

Kuran ve Hadis kaynaklı bu prensipler Ahi Baba tarafından, kalfalıktan ustalığa yükselen bir meslek erbabının kulağına fısıldanan şu sözlerde de görünmektedir:

Harama bakma, haram yeme, haram içme,

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol,

Yalan söyleme,

Büyüklerinden önce söze başlama,

Kimseyi kandırma, kanaatkar ol,

Dünya malına tamah etme,

Yanlış ölçme, eksik tartma,

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini,

Hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve

Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.[66]

Tasavvuf ise; çok yönlü bir disiplin ve öğreti olmasının yanında, daha ilk dönemlerden beri ahlaki yönü daha fazla ön plana çıkarılarak algılanmakta ve zikredilmektedir.  Köklü bir geleneğe dayanan tasavvuf, özünde bir eğitim müessesesidir.

Tasavvufî eğitim ve Ahilikteki ahlaki eğitimde kişisel ve toplumsal eğitim birlikte yürütülmektedir. İnsanlığın ilk mürebbîleri olan peygamberler Allah tarafından terbiye edilmişlerdir. Diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi tasavvuf açısından da  peygamberlik kurumu bir yandan söz konusu ilimlerin kaynağını teşkil ederken, diğer yandan,  metodolojilerinde vazgeçilmez kurucu bir unsur olarak ağırlığını hissettirir.

İnsanın eğitimine başlangıç, kendisinin mükemmel olmadığını, birçok eksiklikleri olduğunu anlaması ve kabullenmesi, eğitimi kabul edecek bedensel ve ruhsal hazırlık içinde bulunmasıdır. Eğitimin her kademesinde bu sayılanlar, yani ihtiyaç duyma, yetenekli olma ve hazır bulunma unsurları gereklidir.

Tarih boyunca medreseler ilim, tekkeler ise muhabbeti vermeyi başarmışlardır.[67] “Tekkeler vasıtasıyla tasavvuf, halka gerekli dini terbiyeyi veriyordu. Gayesi kalbi kibir, kin, haset, yalan, riya, dedikodu ve çeşitli bayağı hırslardan temizleyerek ona hayır, Hakk'a ve Hakk'ın kullarına hizmet iştiyakı, menfaatlerden arınma, merhamet ve adalet sevgisi, derece derece aşk halinde varlıklara hürmet duyguları doldurmaktır.”[68]

Tasavvuf, bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hâl ve eğitim işidir. Bu sebeple gerek ferdî gerekse toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli müesseseler kurmuştur. Bunlardan biri de, hedefi insan rûhunu terbiye etmek ve insanı dış dünyanın tesirlerinden kurtarıp iç âlemine yönlendirerek içindeki mutlak hakikate ulaştırmak olan tarikatlardır. Tarikatların gayesi, nefsi kötü sıfatlarından temizleyerek rûhu insan vücûdunda hâkim kılmaktır. Bu gayenin gerçekleşmesi için bir takım usûl ve esaslar geliştirilmiştir.[69]Osmanlı toplumunun kültürel dokusunda, dinî hayatın adeta bir katalizörü sayılabilecek tasavvufî bilgi ve yaşayış biçiminin pek önemli bir yeri vardır.

XIV. yüzyılda Anadolu'nun sosyal hayatının düzenlenmesinde büyük bir rol oynadığını gördüğümüz Ahîliğin prensipleri tasavvuf ve fütüvvet ahlakı ile paralellik göstermektedir.

Her iki kurumun da ortak ahlaki prensiplerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Doğruluk, vefa, güzel huy, göz tokluğu, kötü söz dinlemekten kaçınma, iyilik yapmayı arzulama, güzel komşuluk, güzel konuşma, ahde vefa, Allah'ın senin emrinin altına verdiği aile efradına ve hizmetçilere iyi muamele, çocukları terbiye etme, büyüklere karşı edepli davranma, kinden, aldatmadan, buğuzdan uzaklaşma, Allah için dost ve Allah için düşman olma, misafirlere hizmet etme, dostların işini gönülden yapma, dostlarına yemeğinden yedirmek suretiyle saygı gösterme, canıyla malıyla onların ihtiyaçlarını karşılamağa koşma, gelmeyene giderek karşılık verme, tevazua sarılma, kibirden kaçınma, hallerini ve sebeplerini beğenmeden vazgeçme, ana-babaya iyilik, akrabayı ziyaret, ihvanın kusurlarına göz yumma, kabahatlerini örtme, gizlide onlara öğüt verme, her zaman onlara dua etme, halkı yaptıkları işlerde mazur görme, nefsinin şerrini ve zulmünü bilerek her zaman kendini ayıplama, halk ile ülfet etme, müslümanlara şefkat, merhamet ve iyilik etme, fakirlere acıma, dili yalandan, gıybetten koruma, gözü haramdan yumma, amellerde ihlas, hallerde doğruluk, yaratıklarda iyilik görme, iyilerle arkadaş olma, kötülerden kaçma, dünyadan yüz çevirme, dilekleri terk etme, fakirlerle oturmaktan şeref duyma, Rabbiyle zengin olma ve zenginliğine şükretme, hiç kimseden çekinmeden hakkı söyleme, sevinecek şeye şükretme, belâlara sabretme, hıyanetten uzaklaşma, mecliste aşağıda oturmaya razı olma, kendi haklarını istemekten vazgeçme, arkadaşlara danışma, yokluk sırasında yalnız Allah'a güvenme, salihlere hürmet, günahkârlara şefkat etmeyi bilme, kimsenin kendisinden rahatsız olmamasına dikkat etme, dostunun dostuyla dost, düşmanıyla düşman olma, ziyaretine gideceği kimsenin uzakta bulunması dolayısıyla ziyaretten geri kalmama.[70]

Çalışma boyunca Ahilik ve Tasavvuf arasında tespit edilen ortak noktaların çıkış noktası ise her iki kurumun ve bu kurumların ortaya çıkışını sağlayan düşüncelerin insana, eşyaya ve yaratıcıya bakışlarındaki ortaklıktan kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

Nitekim; tasavvufta olduğu gibi, Ahilikte de insan-insan, insan-eşya, insan-tabiat ilişkilerinin ana ekseni, insanın dünya ve ahiret mutluluğuna göre düzenlenmiştir. Bütün insanlar, eşya, tabiat ve dünya, Allah'ın bütün insanlığa bahşettiği emanet konumundadır.[71]

Aralarındaki her türlü ortak noktalara rağmen Fütüvvet, Ahilik, Melamet ve Tasavvufun birbirinden ayrıldığı hususları bilmek bu kurumlarla ilgili kavram kargaşasını, hatalı değerlendirme ve yorumları önleyecek olup bu nokta bu çalışmanın dışında kalmaktadır.

İnsanların maddî ve manevî arayış içerisinde olduğu günümüzde çözüm yolları gösterecek, insanları huzura erdirecek fırsatların sunulması gerekmektedir. Kötü ve yanlış örneklerin sayısızca sergilendigi toplum hayatında güzelliklerin de olduğu insanlara unutturulmamalıdır. Güven duygusunun yok oldugu insanların hep şüphe içerisinde olduğu gerçeği günümüz toplumunun durumunu ortaya koymaktadır. Fütüvvet ve Ahi kuruluşları insanlara verdikleri ahlâkî eğitim ile nasıl örnek vatandaş olunur bunun portresini insanlara çizmiştir. İnsanın sadece kendisi için yaşamadıgı, yeri geldiğinde başkaları için de kendi haklarından fedakârlık etmeleri gerektiği üyelere ve dolaylı olarak tüm halka anlatılmıştır.[72]

Halk bu tip örnek insanları görerek kendi hayatına bir düzen vermeyi istemiştir. Sosyal çevrede örnek insanların çok olduğu bir toplumda kötü davranışlar her zaman azalma eğilimi göstermiştir. Kötü bireyler insanı yanlış davranışlara sürüklediği gibi iyi bireyler de insanı güzel davranışlara sevketmiştir. İste Ahilik vermiş olduğu ahlâkî egitim ile topluma örnek olacak iyi vatandaşlar yetiştirerek, halkın ahlâkî seviyesini yükseltmiş ve toplumdaki kötü davranışları azaltmıştır. Günümüz toplumunun durumu göze alınırsa, Ahilik gibi kurumlara geçmişte nasıl ihtiyaç varsa, bugün daha da fazla ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır.[73]


 


[1] Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi email: vahitgoktas@gmail.com

[2] Nurettin Öztürk, “Ahîlik Teşkilâtı ve Günümüz Ekonomisi, Çalışma Hayatı ve İş Ahlakı Açısından Değerlendirilmesi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl : 2002, S.7, ss.43-56.

[3] Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul 2004, s. 32.

[4] Taner Tatar, Mehmet Dönmez, Zihniyet Ve İktisat İlişkisi Çerçevesinde Ahilik Kurumu, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları; 2008, s.201.

[5] Abdülbaki Gölpınarlı, “İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı”, İ.Ü.İ.F.M., C:11, İstanbul, 1949-1950, s. 208.

[6] Anzavur Demirpolat, Gürsoy Akça, Ahilik Ve Türk Sosyo-Kültürel Hayatına Katkıları, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Y.2004, S.15, s.356.

[7] Süleyman Uludağ, “Fütüvvet”, DİA, s. 260.

[8] Aynı yer.

[9] Ömer Lütfi Barkan, “İstila Devirlerinin Kolanizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, c. II, Ankara 1942, s. 283.

[10] Ziya Kazıcı, “Ahilik”, DİA, c. , s.541.

[11] Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlıgı Yay., Ankara, 1976, s. 212-213.

[12] İbn Batuta Seyahatnamesi, çev. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1971.

[13] Mikail Bayram, a.g.e., ss. 54-55.

[14] Hulusi Doğan, Ahilik ve Örtülü Bilgi, Ekin Kitabevi, 2006, Bursa, ss.79-148.

[15] Kadir Özköse, “Ahiliğin Tasavvufî Boyutu”, I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu, II, G.Ü Ahilik Kültürünü Araştırma Merkezi Yayınları, Kırşehir, 2005, s. 742.

[16] Ayşe Yücel, “Ahilikte Eğitim ve Amaçları”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. 319.

[17] Veysi Erken, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Berikan Basım, Ankara, 2002, ss. 96-98.

[18] Kuşeyri, Risale, Haz. Süleyman Uludağ, Dergah yay., İstanbul, 2003, ss. 305-310.

[19] Sülemi, Tasavvufta Fütüvvet, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1977, s. 22-24.

[20] Cahen, a.g.e., s.200.

[21] Tuhfetu'l-vesaya, s. 209.

[22] Kuşeyri, Risale, s. 308.

[23] Kuşeyri, Risale, s. 307.

[24] Ömer Lütfi Barkan, “Kolanizatör Türk Dervişleri”, Vakıflar Dergisi, c. II, Ankara, 1942, s. 300.

[25] Mehmet Şeker, “İbn Batuta'ya Göre Anadolu'nun Sosyal, Kültürel ve İktisadi Hayatı ile Ahîlik”, Kültür

Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993, s.88.

[26] Cebecioğlu, Ethem, “Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü”, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 220.

[27] Tirmizî, Deâvât, 5/556-557.

[28] Kelâbâzî, age., s. 289.

[29] Kelâbâzî, Bahru'l-fevâid, s. 187.

[30] Buhârî, Edeb, 2811.

[31] Kelâbâzî, age., s. 187.

[32] Al-i İmran, 2/180.

[33] Muhammed, 38.

[34] Teğabun, 16.

[35] Burada Zümer, 22. ayete telmih vardır.

[36] Kelâbâzî, age., s. 187.

[37] Haşr, 9; Aynı eser, s. 201.

[38] İbn Batuta Seyahatnamesi, çev. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1971, s. 61.

[39] Burgazî, "Fütüvetnâme", (Çev. Gölpınarlı, A.), İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XV, Sayı 1-4, İstanbul, 1954, s. 125-126-132; Tuhfetu'l-vesaya, s. 209.

[40] Kuşeyri, Risale, s. 374.

[41] Hamdi Tekeli, Tasavvuf Kültürüne Giriş, Uludağ Yay., Bursa 2011, s. 30.

[42] Tirmizî, Kıyamet, 24; Kelâbâzî, Bahru'l-fevâid, s. 165; İbnü'l-Arabî de bu hadisten yola çıkarak hayânın sadece nefsin bir sıfatı olmadığını, her organ için ayrı hayanın olduğunu ifade eder. Örneğin harama bakmamak gözün hayâsı, dinlenmesi yasak olan şeyleri dinlememek kulağın hayasıdır. Bkz. Hakim el-Suâd, Mu'cem, s. 728.

[43] Kuşeyri, Risale, 373.

[44] Muhâsibî, Risaletü'l-müsterşidin, s. 181.

[45] Maslow,  Abraham, İnsan Olmanın Psikolojisi, çev. Okhan Gündüz, İstanbul 2001, s.104.

[46] Hoca Sadettin Efendi, “Tacu't-Tevarih” çev.: İsmet Parmaksızoğlu, c. I, Ankara, 1974, s. 28.

[47] Ayet.

[48]  Kuşeyri, Risale, s. 310.

[49]    Fîruzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kâmûsu'l-muhît, Beyrut 1991, II, 253.

[50]    Süleyman Ateş, İnsan ve İnsanüstü, Dergah Yay., İstanbul 1985, s. 170; Uludağ, Tasavvut Terimleri,  s. 368; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri s. 545; Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, s. 37-45; Ahmet Öğke, Kur'an'da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s. 13-15.

[51]    Mehmet Ali Aynî, “Nefs Kelimesinin Mânâları”, Dâru'l-Fünûn İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1930, sayı 14, s. 46-52; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 545-546.

[52] Kuşeyri, Risale, s. 308.

[53]    Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 647; Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fî Vatan-ı Asliye: Tasavvuf Terimleri, Heten-Keten Yay., İstanbul 1998, s. 253.

[54]    Nasûhî, Mürâselât, vr. 88b.

[55]Franz Taeschner, “İslam Ortaçağında Fütüvvet Teşkilatı”, Çev. Fikret Işıltan, İÜ. İktisat Fakültesi Mecmuası, C.XV, 1953-1954., ss.17-20.

[56] Serrac, Lüma', s. 44.

[57] Taberani, el-Mu'cemu'l-kebîr, c. XI, 38; Aclûni, Keşfu'l-hafâ, c. II, s. 111; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi'l-hadîs, c. V, ss. 174-175.

[58] Kelâbâzî, Ta'arruf, s. 147.

[59] Hami Usta, Ahilik ve Ticaret Ahlakı, « İş ve Ticaret Ahlakı », Trabzon Belediyesi Yayınları, Trabzon, 1996, s.5.

[60] Mikail Bayram, “Ahî Evren: Tasavvufi Düşüncenin Esasları”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara,

2006, ss. 49-50.

[61] Tuhfetu'l-vesaya, s. 209.

[62] Burgazî, "Fütüvetnâme", (Çev. Gölpınarlı, A.), İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XV, Sayı 1-4, İstanbul, 1954, s. 124.

[63] Bkz. Serrâc, Lüma', s. 221.

[64] Bkz.Necmüddin el-Kübrâ, Usûlü Aşere, Şerh: İsmail Hakkı Bursevî, Terc.: Mustafa Kara, (Tasavvufî Hayat içinde), İstanbul, 1980. “et-turuku ilâllâhi bi adedi enfâsi'l-halâyık” sözü fehvasınca 17. yüzyıl mutasavvıflarından Abdülehad Nûri Efendi de bütün hak tarîkatlerin gayesinin aynı olup; Hz. Peygamberin hayatını tatbik etmeye çalışmak olduğunu belirtir. Bkz. Baz, İbrahim, Abdulehad Nuri'nin Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2005, s. 80.

[65] Bkz.Necmüddin el-Kübrâ, aynı eser.

[66]  Yusuf Ekinci, Ahilik, Türk Esnaf Ailesi, Ankara, 2008, s.295.

[67] Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, (Dergah Yayınları) İstanbul 1999, s. 155.

[68] Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, (Dergah Yayınları) İstanbul 1999, s. 225.

[69] H. Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2004, s. 231-236; Osman Türer, “Letâif-i Hamse”, DİA, XXVII (Ankara 2003), s. 143; Ramazan Muslu, “Halvetiyye'de Etvâr-ı Seb'a Yazma Geleneği ve Sofyali Bâlî Efendi'nin Etvâr-ı Seb'a Risâlesi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2007, sy.; 18, ss. 43-63.

[70] Ebu Abdi'r-Rahman es-Sülemi, “Tasavvufta Fütüvvet”, çev. Süleyman Ateş, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara 1977, s.94.

[71] İbrahim Durak, Atilla Yücel, Ahiliğin Sosyo-Ekonomik Etkileri Ve Günümüze Yansımaları, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2010, C.15, S.2 s.152.

[72] İhsan Soysaldı. “Fütüvvet ve Ahîlik Ekseninde Günümüze Bir Bakış”, I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu, II, G.Ü. Ahilik Kültürünü Araştırma Merkezi Yayınları, Kırşehir, 2005, s. 826.

[73] Soysaldı, aynı makale, s. 827.

 

Bu yazı toplam 3399 defa okunmuştur

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI