Mevlana Perspektifinden Hukuk Devleti İlkesi
Giriş
Küresel çağda, evrensel bir bilge olarak insanlığa yol göstermeye devam eden Mevlana, eskimeyen eserlerinde hukuk alanında da ilham alınabilecek birçok düşünce ve görüş ileri sürmektedir. Bu bağlamda, onun günümüzdeki adalet ve hukuk devleti tartışmalarına ışık tutacak bazı düşüncelerini hukukçu gözüyle irdelemek istiyoruz.
Mevlânâ, rahmet olarak nitelendirdiği hukukun toplum düzenini, barış ve güvenliğini, uluslararası hukukun da uluslararası güvenlik ve barışı sağlamadaki rolüne Mesnevide şöyle dikkat çeker:
«Hukuk rahmettir, mücadeleleri ortadan kaldırma aracıdır, kıyametteki adalet okyanusundan bir damladır. Damla ufak ve küçük hacimli olsa bile okyanusun suyunun saflığını belli eder.»
Mesnevî'de yer verdiği bir hikâye de; Birisi bir ağaca tırmanmış, ağacın meyvelerini silkeliyor ve bahçenin sahibi gelince de ona Tanrının ihsanını neden kıskanıyorsun der. Bunun üzerine bahçe sahibi kendisini ağaçtan aşağı alıp, bir güzel « Tanrı sopasıyla » döver, tâki hırsız kanunları çiğnemenin Allah'ın emri olmadığını teslim edinceye kadar.
Adalet ve Hukuk Devleti İlişkisi
Adalet kavramı Mevlânâ'nın en sık gündeme getirdiği, özellikle baş yapıtı Mesnevinin tümüne hâkim temel kavramlardandır.
Günümüzde hukukun adalet dışında en çok uğraştığı, iç içe olduğu kavram hukuk devletidir. Aslında, bireylerle bireylerarası ilişkilere uygulandığında adalet dediğimiz ilke, devletle birey ilişkisine ve bundan doğan sorunlara uygulandığında hukuk devleti ilkesi adını almaktadır. Mesnevi incelendiğinde, Mevlana'nın adalet ve adaletsizlik kavramlarını kullanırken genelde devlet yöneticilerini muhatap aldığı ve onların iktidarını sınırlandırmayı amaçladığı göz önüne alındığında, bu kavramların günümüzde hukuk devleti ile polis devletine denk geldiğini değerlendirmek gerekir.
Hukuk devletinin olmadığı yerde, haksızlıklardan, hukuksuzluklardan etkilenen ya da engel olamayan beyinler, pasif bir tutumla bunun yıkıcı sonuçlarını yaşamak yerine, konumlarını, ülkelerini terketmeyi yeğlerler. Yoksa tasvip ettikleri veya sessiz kaldıkları hukuksuzlukların sonuçlarının kendilerini de etkileyeceğini bilirler. Nitekim, Mevlana Celaleddin Rumi'nin babası bilginlerin sultanı Bahauddin Veled bir polis devletine dönüşen Harzemşah iktidarı nedeniyle, Horasan'ı ve Belh'i terkederek Aleaddin Keykubad'ın adalet ve refah ülkesi Anadolu'ya ayak basmıştır. Bu hareketinin bereketi Konya'daki yeşil kubbeden Anadoluyu ve tüm dünyayı etkilemeye devam etmektedir.
Hukuk devletine sahip olduğu söylenen bir toplumda adalet gerçekleşmiyorsa, ancak şekli bir hukuk devletinin varlığından söz edilebilir. Adalet devleti olmayan bir devlet, ancak hukuk devleti giysisine bürünmüş bir kanun devleti olabilir. Zira hukukun özü adalettir, adaletsiz hukuk yanlış hukuk değil, her türlü hukukun yokluğudur.
Hukuk devletinde amaç adalet, hukuk devleti de araçtır. Peki, adalet nedir? Akıllıoğluna göre, adalet kavramı, hakları ve ödevleri gerektiği gibi paylaştırmak, herkese hakkı olanı vermektir.
Mevlânâ'nın Mesnevi'de yaptığı adalet tanımları da günümüzdeki bu evrensel tanıma uygun tariflerdir. Buna göre;
« Adalet demek, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Ayakkabı ayağındır. Şapka da başa aittir. »,
Böylece, her isteyen muradına erişir. Her şey kendine takdir ve tahsis edilen yere varır.
« Adalet atın kapıda durması, sultanın da başköşede oturmasıdır. »
«Adalet nedir? Bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adaletsizlik nedir. Bir şeyi layık olmadığı, kötü bir yere koymaktır. »
Çünkü ona göre,
“Her şey yerinde güzel, ormanda fakat zincire vurulmuş bir aslan, kum üstünde çırpınan bir balık, mahmur bir halde ötemeyen bülbül, yaratılış özelliklerini kaybetmiştir.”
Başka bir vesileyle ise adalet ve adaletsizlik kavramlarını şöyle açıklar :
“ Adalet nedir? Suyu ağaçlara vermektir. Adaletsizlik nedir? Suyu dikenlere vermektir. Adalet, bir bağışı uygun yere vermektir. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Bir şeyi lâyık olmayana vermek ise adaletsizliktir. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu ise sadece felaket getirir.”
Görüldüğü üzere, Mevlana hiç eskimeyecek evrensel adalet tanımları yaparken, aynı zamanda adaletsizlik, haksızlık ve insan hakları ihlallerinin yıkıcı sonuçlarından da sakındırmaktadır.
Zira O'na göre ;
Bütün bilgeler;« kötülük yapanların kötülükleri kendileri için karanlık bir kuyudur » demişlerdir.
Daha zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet daha kötüye daha kötü ceza buyurmuştur.
Ey haksızlıkla başkası için kuyu kazan! Bil ki kendin için bir tuzak hazırlıyorsun.
Hukukun Üstünlüğü ve Çoğulculuk
Mevlana herşeyden önce devlet ve hükümetin varlık nedeni üzerinde durur. Ona göre devletler ve hükümetler millet için, onun huzur ve refahı için vardır. O yöneticilerden, yönetilenlerin ilahi adalet için el açıp, yakarmak zorunda kalmayacakları adil bir yönetimi diğer bir anlatımla hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmelerini ister. Devletin görevinin, kişilerin maddi refah ve güvenliklerini sağlamanın ötesinde, onların gönüllerinin incinmesine neden olabilecek her türlü adaletsizlikten, hak ihlalindan kaçınmak olduğunu vurgular.
Mesnevide, adalet sembolü Süleyman Peygamberin ağzından şunları söyler:
Allah bize, devleti, kuvveti, gücü; halk bunalıp da göklere el açmasınlar, şikayetçi olmasınlar, ağlamasınlar diye verdi.
Zulüm görenlerin, ağlayanların âhının göklere yükselmemesi, gökyüzünün, yıldızların muzdarip olmaması,
Yetimlerin iniltilerinden, feryadlarından arşın titrememesi ve hiç kimsenin zulüm hastası olmaması, şiddetle gönlünün yaralanmaması için, ilahi düzen bize krallığı verdi.
Göklere bir tek Ya Rabbi“ çığlığı yükselmesin diye, ülkelerinde yasayı (hukukun üstünlüğünü) tesis ettik.
Ey haksızlığa uğrayan gökyüzüne yönelme, çünkü bu geçici dünyada göksel bir kralın var!
Bu ifadelerle Mevlana devletin, birey yararına siyasal ve hukuksal olarak sınırlandırılması düşüncesinin temellerini atar. Diğer yandan, onun öngürdüğü toplumsal düzen çoğulcudur, farklılıklara saygılıdır. Zaten, çoğulculuğun gerçekleşmediği bir toplumda adaletin gerçekleşmesi, hukukun üstünlüğünün tesisi mümkün olmaz.
Düşünce ve İfade Özgürlükleri!
Mevlana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, çoğulcu demokratik toplumun temel kurumlarından, zorunlu unsurlarından gördüğü düşünce ve ifade özgürlüklerini en geniş anlamda savunur.
« Düşünceden dolayı suçlanmak yoktur. İnsanın içi özgürlük dünyasıdır. Düşünceler latiftir, ona dayanarak hüküm verilemez.
Düşünceler içte oldukça onların, adları, sanları ve işaretleri yoktur. Hiç bir hakim varmıdır ki, « sen içinden böyle ikrar ettin veya şöyle sattın ya da içinden böyle düşünmediğine yemin et desin. Diyemez. Çünkü, bir kimsenin içi üzerine hüküm verilmez. Düşünceler havada uçan kuşlar gibidir. »
« Madem ki köle değilsin, padişah gibi seslen. Görüşlerini, düşüncelerini istediğin şekilde söyle ! »
Sonuç
Görüldüğü üzere, çok yönlü ve evrensel bir bilge ve düşünür olan Mevlana, eserlerinde çağlar öncesinden, adalet ve hukuk devleti kavram ve uygulamalarına ilişkin günümüzde gelinen anlayışa paralel görüşler ileri sürmektedir.
Anadolu insanının kolektif bilinçaltında ayrı ve özel bir yeri olan Mevlananın hukuk devleti ve kamu yönetimi alanındaki düşünceleri iyi ortaya konulduğu ve kavrandığı takdirde, ülkemizde çoğulculuk, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi demokratik hukuk devleti standartları, toplumsal planda çok daha kolay kök salacaktır.
Kaynakça
Abdülbâki Gölpınarlı, Fîhi Mâ-Fîh, İnkilap, İstanbul 2008.
Adnan Karaismailoğlu, Mesnevi, Akçağ yayınları, Ankara 2004
Ali Yaver Caferi, Mesnevi, Mevlâna Celaledin Rumî, Tablet, Konya 2007
Ergin Ergül, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, yargı Yayınevi 2. baskı, Ankara 2004
Ergin Ergül, Mevlâna'dan Evrensel Hukuk İçin Persfektif, http://www.asitanedergisi.com/nisan/
Ergin Ergül, Hz. Mevlânâ'dan İyi. Yönetim İlkeleri. http://www.asitanedergisi.com/pdf/Asitane-haziran.pdf
Eva De Vitray-Meyerovitch/ Djamchid Mortazavi, Mathnawi, La quête de l'absolu, édition du Rocher, Paris 2004.
Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken yayınevi, İstanbul 2003.
Tekin Akıllıoğlu, Adalet Kavramı ve İnsan Hakları, adalet Kavramı,(Editör, Adnan Güriz), Ankara 19994, s.37