Ahmet ŞAHİN
YÂ RESÛLULLAH!..
“Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Resûlullah
Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Habîbullâh
“Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Seyyidel-evvelînen velâhirîn”
Salat-ü selâm âlemlerin Efendisi'nin (Sallallahü Aleyhi Vesellem) O'nun Âli'nin ve Ashâbı'nın (Radıyallahü Anhüm) üzerine olsun!..
Sen, iyilikler menbağı, güzellikler kaynağı Ümmeti'nin gözünün nûru, gönüllerin sürûru bizim şanlı ve şerefli Peygamberimiz'sin yâ Resûlullah!..
Sen, “güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen” en son “peygamberlik zirvesi”sin yâ Resûlullah!..
Sen, Siyer-i Nebî ve Mevlid-i Şerîf kitaplarında, Na't-ı Şerîfler'de sana meftûn şair ve yazarların dillerinde en güzel kelâmlar ile ifâde edilensin yâ Resûlullah!..En güzel sıfatlar, iltifâtlar hep sanadır yâ Resûlullah!..
Sen, “Şefî-ül müznibîn”, “Şefî-ül-ümem”, “Seyyid-ül-mürselîn”sin yâ Resûlullah!..
Sen, peygamberler zincirinin ilk ve son halkası olduğun gibi yevm-ül kıyâmet'de (mahşer'de) de Ümmeti'ne şefaat edeceklerin yegâne serdârısın yâ Resûlullah!..
Sen, bütün üstün ve güzel hasletleri üzerinde toplayan: “Hayr-ül-beşer”, “Hayr-ül verâ”, “Şefî-ül-verâ”, “Hayr-ül-enâm” ve “Eşref-il verâ”sın yâ Resûlullah!..
Sen, her iki cihânın gülü, “Şeriât-ı Ahmediyye”nin sahibi “Risâlet-penahı”sın yâ Resûlullah!..
Sen, “Seyyid-ül Kevneyni's-sakaleyn” ve “İmâm-ül-harameyn”sin; arş-ü ferş-ü kaplayan Allah'ın (Celle Celalühü) nâmütenâhî nûrunun sende temerküz eden “nûrun âlâ nûru”sun yâ Resûlullah!..
Sen, “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!” buyuran Allahü Teâlâ'nın (Azze ve Celle) en güzel iltifâtına muhâtab olan, kâinât ve sırlar âleminin ve iki cihân'ın güneşi, “Hatemü'l- Embiyâ”sın yâ Resûlullah!..
Sen, beşeriyete gelişinle zulmet karanlığının her çeşidini nûrunla söndüren, şeklî ve nefsî bütün putları yeryüzünden kaldıran, bu kutlu Ümmet'in kalplerine “Risâlet-i Ebedî”yi nakşeden, “Resûl-ü Kibriyâ”sın yâ Resûlullah!..
Sen, ilâhî nizâmın te'sîsinde her çeşit nizâmsızlığa, adaletsizliğe, kula kul olmaya son veren “Server-i kâinât”sın yâ Resûlullah!..
Sen, insân olmanın haysiyet ve şerefini bahşeden, ortada ne kadar bozuk telâkki, sistem, şu, bu varsa; hepsini tarihin çöplüğüne gömen, yepyeni kutlu ve nûrlu “Seâdet Asrı”nı başlatan “Nebiyullah”sın yâ Resûlullah!..
Sen, Mevlid-i Şerîf yazarımızın nefis ifâdesi ile: “İlm-ü ledün Sultânı”; Sen, “Tevhîd-i irfân kânı”sın yâ Resûlullah!..
Sen, Mirâc-ı Güzin'den; “Kur'ân-ı Kerîm” mûcizesi'nden başka, çok sevdiğin ve niyâzlarında dilinden düşürmediğin Ümmetin'e, beş vakit namaz emrini yeni bir “Mirâc” hediyyesi ile nâsipdâr kılarak dönen tek “Resûl”sün yâ Resûlullah!..
Sen, “Hırâ”da aldığın kutlu dâ'vet'i “Vedâ Haccı”yla tâclandıran “Kutbu'l Enbiyâ”sın yâ Resûlullah!..
Sen, gönüller sultânı Eshâb-ı Kirâm'ın, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn'in ve Evliyâ'nın eksilmez ve tükenmez feyiz ve bereket kaynağı'sın yâ Resûlullah!..
Sen, “Seyyid'ül evvelin velâhirin”, “Seyyidü's ve Rûsûlü's-sakaleyn”sin yâ Resûlullah!..
Sen, en güzel Mevlid yazarımız Süleymân Çelebi Hazretleri'nin “Vesîletü'n-Necât”ında doğum anını tasvir eden:
“Doğdı ol sâatde ol sultan-ı dîn
Nûra gark oldu semâvât-ü zemin”
diye övülensin yâ Resûlullah!..Ne göz yaşartıcı ve göz kamaştırıcı manzaradır ki; Süleymân Çelebi Hazretleri'nin yukarıdaki güzide mısralarının mevlidhânlar tarafından terennümü esnâsında; en güzel dinin ulu Peygamberi'nin kâinâtı şereflendiriş anı; büyük bir edeb, heyecân ve hûşu içerisinde asırlardan beri bütün mü'minler tarafından ayağa kalkılmak suretiyle her zaman saygıyla selâmlana gelmiştir. Sana nâsip olan bu büyük devlet, şeref ve izzet Süleymân Çelebi Hazretleri'ne de, bu talihli Ümmet'e de yeter de artar yâ Resûlullah!..
Sen, “Dâvûdî” birer “âvâze”yi andıran Ümmeti'nin sana meftûn aşk ve hasret dolu gönlünden dillere dökülen:
“Ger dilersiz bulasız oddan necât
Aşk ile derd ile diyin es-salât
Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Resûlullah
Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Habîbullâh
Esselâtü Vesselâmü aleyke yâ Seyyidel-evvelînen velâhirîn”
sadâlarının; camilerden taşan ve “gök kubbe”ye dalga dalga yayılan “Salâvât-ı Şerîfe”lerin mânevî sıcaklığı ile mü'minlerin kalplerini gönül hoşnutluğunun en güzel coşkusuyla buluşturup birleştirensin yâ Resûlullah!..
Yâ Resûlullah!.. Seni anlatmak ne mümkün?.. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da senin aşkınla yanıp tutuşan bağlılarınca sen, kıyamete kadar hep konuşulacak, yazılacak ve anlatılacaksın yâ Resûlullah!.. Lâkin, beşerî ifâdeler (lisânlar, kelimeler) seni hakkıyla anlatmaktan her zaman âciz kalacaktır yâ Resûlullah!..
Yâ Resûlullah!.. “Ehâdisî Şerîf”in mûcibince, fethedilmiş ve sana “ümmet” olmakla şereflenmiş bu mübârek topraklardan ve bilûmum İslâm diyârlarından “Ravza-i Mutahhara”na milyarlarca “Fatihâ-i Şerîf”ler gönderirken; Ümmet'in olmaktan her zaman büyük şan ve şeref duymuş olan bu fâkir de bütün Ümmet'in gibi senin “Livâ-ül hamd Sâncak-ı Şerîfi”nin altında toplanmak ve gölgelenmek, Rabbi Teâlâ (Celle Celalühü) ile birlikte “cemâlin”le müşerref olmak bahtiyarlığına ermek niyâzındadır. Boynu bükük birer “azad kabul etmez köle”lerin olarak senden meded bekliyoruz; bizi mâhşer günü “şefaâtin”den mahrûm vaziyette yüzüstü bırakılmış, unutulmuş ve terk edilmişlerden eyleme yâ Resûlullah!..
(Berceste Dergisi Nisan 2011 Sayısı)