Kerkük'te Mevlevî Tekkeleri
18. ve 19. yüzyıllarda Kerkük sancağında tarikat dergâhları çoğalmaya başlamış, bu arada Kadirî, Nakşibendî, Rufa'î ve Mevlevî tarikatları yaygınlık kazanmıştır.
Bu yazıyla Kerkük'te eskiden mevcut iki Mevlevî dergâhından söz etmek istiyorum. Bunlardan biri inkıraz bulmuş, ötekisi de kimliğini yitirmiştir.
Tarihe karışmış olanı, şehrin Piryadı mahallesinde(n) Musalla semtine uzanan ana caddede idi. Tekke ile ilişkisi bulunan, Kerkük merkez kumandanlığında görevli binbaşı dostum rahmetli Şeyh 'Übeyd bin Şeyh Kudret'in yanında gördüğüm ve iyice tetkik edemediğim yırtık bir belgede tekkenin kurucusu veya şeyhi Hacı Salih Efendi'nin adı geçmekteydi. Bu zatın Hicrî 1290 (M. 1873) de ölümü hakkında vaktiyle şair Rauf'un yazdığı manzum bir mersiyeyi “Kerkük ve dolaylarında olayların manzum tarihleri” kitabında ( s. 47, Kerkük, 2009 ) saptamışımdır. Matla'ı:
Halka-i matem tııtub müjgân-i merdüm ağlasun
Hep siyah pûşan ile dolsun revadır göz evi
olan kıt'anın tarihli makta' beyti ise şöyledir:
Mısra'-ı tarihini bulmak içün bu vezinde
Merd-i kâmil Hacı Salih tac pûş mevlevî
Tekkenin 19301u yıllarda mahcur bir duruma gelmiş olduğunu ve keçe sanatıyla uğraşan usta Muhyiddin adında bir şahsa kiralandığını ve son zamanlarda varisler tarafından satılarak evlere dönüştüğünü öğrenmişizdir.
Uzun yıllar bu tekkede postnişinlik yapan Hacı Salih Efendi açık görüşlü nükteci saf bir kişi idi. Kerkük'teki tekkelerin vasfında söylediği latif bir vecizesini, şair Es'ad Naiboğlu “Kerkük nükteleri” kitabında şöylece saptamıştır:
“Kerkük'teki tekkeler başıboş kimseleri bölüşmüşlerdir; Kadiri tekkesi çapulcuları, Nakşbendî tekkesi sarhoşları, Rufa'î tekkesi kumarcıları, Mevlevî tekkesi de çapkınları barındırmıştır!”.
Kerkük şehrinde öteki Mevlevî tekkesi ise Bulak mahallesinde Ağabağı mevkiinin güney sokağında Hacı Haydar adında bir zat tarafından tesis edilmiştir. Bu şahsın torunu Şevli Kadir'in vaktiyle bana anlattığına göre dedesi tekkeyi kurmak üzere Konya şehrine giderek oradaki Mevlevî tekkesinin mürşidinden icazet almak ister. O ise bu hususta kendisine icazetnameyi ancak bir şartla vereceğini söyler. Şöyle ki Hacı Haydar Kerkük şehrinde üç ay süreyle baş açık, yalın ayak omuzunda su tulumu taşıyarak çarşı pazarda dolaşıp halka bedava içme suyu sunmasını teklif eder. Her halde bu işle şeyhlik makamına oturan şahsın gururunun kırılması amaçlanır.
Hacı Haydar bu şartı kabul ederek işi tamamladıkta postnişinlik icazetnamesini alır.
Kendisinden sonra irşat makamına oturan oğlu Şeyh Ahmed'i son yıllarında büyük oğlu aile berberimiz Şeyh Mahmud'un dükkânında çokça görmüş ve kendisinden tekke hususunda bazı bilgiler almıştım. Bu zatın zamanında 1940'larda tekkede perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde yatsı namazından sonra normal zikir törenleri icra edilirdi, Bu merasime şahsen tanık olmuşumdur. Yerli makam şinaslardan Seyit Cemil Kitapçı ve başka ses sanatçıları Türkçe makam ve tenzile (ilahî) ler okurlardı.
Eskiden ise, yazımızın sonunda Kerküklü şair Sakit'in saptadığımız 1902 tarihli manzumesinde tekkede o tarihte yapılan coşkulu zikir töreni vasfedilmekte ve bin kadar kimseyle dolup taştığı belirtilmektedir.
1865 doğumlu yaşlı ses sanatkârı kaleli Osman Tablabaş'ın anlattığına göre Hacı Haydar, sultanın tahta cülusunun yıl dönümünde kendisine ve tatlı sesli bazı arkadaşlarına cülûsiye bağışı olarak birer mecidiye (altın liranın beşte bir değerinde gümüş sikke) para vererek uzunca külah ve geniş etekli fistanla tarikat elbisesi giydirir ve gösteri merasimi icra ettirirdi. Sonunda dervişlere pilav aşı yedirirdi. Yemeğini beğenmeyen halkın dilinde her zaman:
Hec Heyder'in kilavı
Datsız duzsız pilavı
tekerlemesi dolaşırdı. Bu basmakalıp sözler günümüzde de yeri düştükçe söylenmektedir.
Hacı Haydar'ın her zaman uzun bir külah giyerek dolaştığını Kerküklü heccav şair Şeyh Rıza şu beytiyle ifade etmiştir:
Başında uzun külah karşıma geldi bir dede
Yadıma düştü ayet “fi 'amedin mümeddede”
Dede Haydar'ın torunu Şeyh Kadir zamanında Mevlevîlik kültürü pek benimsenmediğinden bu tekkede icra edilen zikir törenleri zayıflamış, son günlerinde Mevlevîlikle ilişkisi bulunmayan ezgili bürde kasidesi okunmaktaydı. Günümüzde ise tekke, Şeyh Kadir'in evladı tarafından tamamıyla mahcur bir hâle dönüşmüştür.
Kerkük'te Mevlevîliğin ilk günlerinde, az önce bir beytini yazdığımız şair Şeyh Rıza'nın babası ünlü mutasavvıf şair Şeyh Abdurrahman Halis (1796-1858), Mevlana Celaleddin Rûmî'nin meftunlarından olup (kitab ül-maarif fi şerh mesnevi eş-serif) adında bir kitap yazmıştır. Bu hususta tafsilat için bakınız: Kerkük Şairleri, c. 2, s. 57, Kerkük,1968. Şeyh Halis'in Farsça bazı şiirleri makam şinaslar tarafından, Kerkük'te meydana getirilmiş ve mesnevi adı verilmiş olan özel bir ezgi makamıyla eskiden beri söylenilmektedir.
Bu nadide müzik eserini günümüzde Kerkük makamevi öğretmenlerinin başında bulunan Vecdi Mustafa Kemal, dedesi Topal Molla Mehmet'ten derleyerek güzelce icra etmektedir. Asil bir Türkman ailenin bir ferdi olan bu büyük sanatkârı ve millî mirasımız olan makam eserlerini ne yazık ki Türkmeneli uydu televizyon kanalının bazı idarecileri cehalet ve kıskançlık yüzünden boykot etmişlerdir.
Aslen Kerküklü meşhur makamşinas Molla Abdullah'tan ilk müzik dersini alan ünlü ses sanatkârı bestekâr Musullu Mevlevî Hafız Osman ikide birde Kerkük'e gelir, burada Molla Sabir ve Molla Taba kardeşlerden yerli halk türkülerini dinleyerek aslî nağmelerine dokunmadan Türkçe güftelerini Arapça nazma çevirir ve tenzile (ilahî ) biçiminde söylerdi. Denilmeye değer ki Kerküklü Molla Taba 1925 yılında “Baydafon kumpani” plak şirketi yoluyla yerli eserlerden oluşan 43 adet kır kavan (tas plak) doldurmuştur.
Yerli şairler mevlevî tarikatına mensup çapkın ve çevik genç dervişleri şiirlerinde tegazzül konusu yaparak ele almışlardır. Bu arada Erbillî 'ama şair Garibî (1755- 1817) külahını eğik giyen bir mevlevî dervişini güzel bir gazelinin şu sanatlı beyitleriyle vasıflandırıyor (tasvir ediyor veya betimliyor, denilebilir):
Bir nevcivan mevlevî şûh külah gec
Aklımı uçurdı baştan edüp bir nigah gec
Geldi gönül ki la'l-i lebinden nasib ala
Mar oldı genc-i hüsnüne zülf-i siyah gec
Men' etme va'iz eylesem ebrûsına secde
Hep doğrudur namaz veli kıblegah gec
Göz nurundan malınım olan Garibi tabiatıyla şiirini hayal mahsulü olarak söylemiştir. Beyitlerin kavramı şöyledir: Güzel bir mevlevî genci süzgün bakışıyla aklımı başımdan aldı. Onun al renkli parlak dudağını arzulayıp öpmek istedikte kıvrık kara zülfü yılan gibi güzellik hazinesi yüzünde durdu. Ey (öğüt verici) va'iz! Onun (eğri) kaşının karşısında secde edersem beni men' etme; her ne kadar kıble yönü (kaş) eğri ise de ama namazım doğrudur.
Kerküklü mutasavvıf şair Faiz'in:
Bezettin meclis-i ayşi külah-ı nazı eğdikçe
Başınçın ey reis-i gec külahan eğ daha bir de
beyti de bir mevlevî şeyhi için söylenmiş olabilir. Beytin mukayeseli şerhi için bakınız: Ata Terzibaşı Kerkük'lü Faiz, c. 3, Kerkük, 2009, s. 108 -114.
Safizade şair Behçet Sakit Rumî 31 Temmuz I318 (m.l902) tarihinde Kerkük'le genç bir mevlevî dervişinin vasfında sade ve açık bir dille şu latif manzumeyi yazmıştır:
Oldu esir gönlüm bir şûh meh likaye
Ahu bakışlı gül-rû kaddi şebih tubaye
Tavus veş hıramı meftûn eder kiramı
Gılmanîler gulamı tercih olur havraye
Ursa déf tabılbaz icra eder de bin naz
Eyler terennüm ağaz geh rast u geh sabaye
Mısrî nevayî agâh geh geh okursa segah
'Uşaklar çeker ah ahlar erer semaye
Olsa ehibba mevcut eyler okursa mevlut
Yaranı cümle mebhut etse bedi' nevaye
Etvarı cilvelenmek mişvarı sivelenmek
Hüsniyle şu'lelenmek muahsusdur o aye
Zemzem gibi yüzinde bir çah var ruhında
Fitne dola gözinde sihr aver aşinaye
Tennure bağlasa ger kılsa sema' yekser
Her mevlevîye rehber mahcur bed gedaye
Tahrik edince dönmek tennure dide süzmek
Nazırlara sürünmek mutat ola ziyaye
Dergâhı bince memlü efkendelerle her sü
Dervişan çeker hû kevneyn gelir sedaye
Servi boyı mükemmel etvarı pek mübeccel
Ahû gözü mükehhel şûriş verir vefaye
'Usşaka bî-vefadır ol rütbe hod nemadır
Hep ettiği cefadır meyyaldurur cefaye
Sakit nolur da sen de aşüftelerle anda
Olsan mecazî bende ol dar-ı bî behaye