Şarap, tasavvuf ve yeni fetvacılar Tasavvuf edebiyatında şarabın, bir metafor olduğunu, şaraptan söz eden şiirlerde, onun gündelik konuşma dilindeki anlamıyla değil de, mecazi anlamıyla kullanıldığına ilişkin yazım, ad vermeden yöneltilen bazı eleştirilere maruz kaldı. | |
İslam şeriatının şarabı (hamr) mekruh saydığı, o nedenle ehl-i tariykin şarabı mecaz olarak kullanılmasının bile caiz olamayacağı öne sürüldü: 'İnsanın Allah'a duyduğu sevgiyi şarap, sekir-sarhoşluk, mey, meyhane, kâse, kadeh vb. şeylerle ifade etmesi[nin] caiz' olup olmadığı soruldu. 'Şeriat ehlinin, zaman zaman aşırıya kaçan kuralcılığını eleştirelim derken, meyhane ehlinin şarapçı ve akşamcılarını, fazilet sahibi gösterip dine aldırışsızlığı, günahı, fıskı yüceltmek caiz mi?' diyerek, dolaylı bir biçimde, tasavvuf sembolizmi eleştirildi. İngilizcede, yukarıdaki tip sorulara 'leading question' derler;- yani, nasıl bir cevap verilmesi gerektiğini öngören ya da dayatan sorular! Ama elbette, genellikle Bab-ı Meşihat'a yöneltilen sorular, bu türden 'leading question' tipi sorular değildir. Şeyhülislama, cevabı dayatmak için değil, cevabı öğrenilmek için soru 'caiz midir?' diye sorulur, o da 'caiz' olup olmadığını 'el cevab: caizdir' veya 'el cevab: caiz değildir' diye cevaplandırır. Tasavvuf sembolizminin 'caiz' olup olmadığı konusunda bir fetva var mıdır, doğrusu bilmiyorum. Ama yüzlerce yıllık bir tasavvuf edebiyatının şarap ve meyhane sembolizminin, bugün, kendilerini her nasılsa, Bab-ı Meşihat (Şeyhülislamlık) makamında görenler tarafından 'caiz değildir' diye fetvalandırılmasını, açıkça söylemek gerekirse, fevkalade talihsiz buluyorum. Ne yapalım yani? 'Mey'den, 'Aşk şarabı'ndan, 'meyhane'den, 'saki'den, 'pir-i mugan'dan söz ediyor diye, Yunus'tan, Mevlânâ'dan, Niyazi-i Mısri'den, Şeyhülislam Yahya'dan, bütün bir Tasavvuf edebiyatından vaz mı geçelim, yasaklayalım mı? Kadızadeli mantığının bugün de geçerli olduğunu görmek, hem talihsiz hem hazin! Hiç şüphesiz, Tasavvuf sembolizminin, Osmanlı toplumunda mecazdan gerçekliğe dönüştüğü bir dönemi olmuştur. Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç'ın, o gerçekten ufuk açıcı Sufi ve Şiir adlı çalışmasında da belirttiği gibi, 'Bu tasavvufi anlamların tarihsel süreç içerisinde anlam kaymasına uğramaya başlamasıyla Osmanlı zihniyet dünyasının değişmesi ve ardından toplumsal dönüşümlerin gerçekleşmesi arasında derinden irtibat vardır.[...] Bu dönüşümün neticesinde artık 'Hakikat şarabı' Kıbrıs komandaryası yahut Sakız mastikasında [...] aranır olacak, [...] [e]zcümle, ilahi aşkın yerini maddi aşk alacak[tır].' Prof. Kılıç şöyle devam ediyor: 'Ve bu yönelimin ardından zaten tasavvufa karşı olan zahir ehli ve şeriat uleması ellerine koz geçmiş olduğu için sevinecek ve her fırsatta bunları kullanacaklardır.' Kadızadeli zahir ehli, Tasavvufun Söz'üyle uğraşmaya ve 'her fırsatta bunları kullan[maya]' devam ededursun, bir köşe yazarı da, Nizamülmülk'ün 'Siyasetname'sinin 30. Bab'ından alıntı yaparak Selçuklu ve öteki Türk hükümdarlarının şarab sofraları ('işret meclisleri') kurduklarından söz ediyor. Köşe yazarı 'aziz meslekdaşımız' 'Sultan ve kendisi (Nizamülmülk), şarap meclisine davet edilenlerin hepsi sofu Müslüman'dır.' diyor. Evet de, 'Aziz meslekdaşım'ın bu yazıyı niçin yazdığını anlamış değilim. Birileri kalkıp, 'Selçuklu ve Osmanlı devletinde Müslümanlar, hele hükümdarlar asla ve kat'a içki içmezlerdi,' falan demiş de değil! Osmanlı'da II. Selim'in bir adı da 'sarhoş Selim'dir. Yahya Kemal, onunla ilgili gazelinde, 'Kıbrıs şarabı aktı zamanında subesu' der; IV. Murad'ın şaribülleyli ve'lnehar olduğu ise, herkesin malumu... Öyleyse. 'Siyasetname'yi tanık göstermek de neyin nesi? Malumu ilam mı, yoksa 'aziz meslekdaşım' Osmanlı'da gerçekten içki içilmediğini filan mı zannediyor? Yoksa, evet yoksa, 'aziz meslekdaşım', Osmanlı toplumunun ne kadar seküler bir toplum olduğunu mu ispata çalışıyor? |