Mevlâna Celâleddin Ve Şems Bağlarının Sebepleri
Mevlana ile Şems arasındaki münasebet üzerinde çok durulmaktadır.
Şems-i Tebrizi'yi tanıyıncaya kadar çok az şiir yazan ve kendi kabuğuna çekilmiş, büyüklüğünden henüz haber vermemiş olan bir ulunun neden bu tanışmadan sonra bir yanardağ gibi fışkırdığı, zihinlerde cevaplandırılması gereken sorulara yol açmıştır.
Mevlâna'nın Şems'i tanıyıncaya kadar olan hayatını incelersek, ilk bakışta yadırganacak, bugünün psikolojisi ışığında ise tersine çözümlenmesi zor olmayan bir gerçekle karşı karşıya bulunduğumuzu görürüz.
Şöyle ki: Şems'den önce Mevlâna sıkıntı içindedir. Ne yapacağını bilmemektedir. Dalgındır, düşüncelidir. Düşüncesi bir noktaya yönelmiş değildir. Ne yapacağını henüz kestirmemiştir. Bu yüzden bunalım içindedir. Kimi zaman saatlerce, hattâ günlerce kimseyle konuşmamaktadır.
Zamanın büyük ilim adamı olan babası Bahaettin Velet, oğlunun haline merakla bakmaktadır. Bunun gelip geçici bir hal olduğunu bilmektedir ama, gene de bir özelliği vardır.
Bu yirmi yaşın melankolisi sonu meydana gelen bir hal değildir. Etraftan birşeyler istememektedir.Kendi kabuğuna çekilmiş, âdeta dünyayla ilgisini yitirmiş bir âlemde yaşamaktadır.
İlk bakışta böylesine yaşayanlara kuşku ile bakılır. Ruhî muvazenesizlikleri üzerinde durulur.Ama Mevlâna'nın etrafıyla olan ilgisiz görünmesi, böylesine bir ilgisizlik değildir. Kuşku içinde bunalımlarla dolu, aslında ilgi ile bağdaşmış ancak ilgisizmiş görünen psikolojik bir haldir.
Günümüz psikolojisi bunun sebebini kolayca ortaya atmaktadır.Böylesine bir insan kendi kendisini aramaktadır.Böylesine bir adam etrafından birçok şeyler ummaktadır. Fakat bunun ne olduğunu henüz açık ve seçik olarak idrak etmiş değildir.
Bu, maddî kazançları açık bir kapı olabilir. Bu, dışardaki herhangi bir objeye karşı duyulan hasretin, zaaf yüzünden değişmiş bir şekli olabilir. Hayata çıkar yönünden bakan, faydayı ve buna benzer şeyleri ön plana alanlar için bu hal olağandır.
Mevlâna hiçbir zaman kişiliğini bencil bir açıdan ele alarak ona yönelecek bir yaratık değildir. Onun için kaynamaktadır. İnsanın en güzel, en mutlu ve en olumlu yönü olan "söz"le büyük, kendi dünyasını yansıtmak dileğindedir. Bunun için malzeme toplamaktadır. Toplamıştır da. Ancak bunu ne şekilde ortaya çıkarması gerektiği konusunda henüz bir fikre sahip değildir.
Büyük bir şair için bu hal, insanı bunalımlardan bunalımlara atan bir haldir.Bunun üzerine pek çok örnekler vermek mümkündür. Bilineni tekrarlamamak için bu konu üzerinde fazla durmayacağız.
İşte Mevlâna Celâleddin-i Rumi böyle psikolojik bir doluş halindeyken Şems-i Tebriz'i ile tanışır.
Şems çağının mutasavvıflarındandır. Mevlâna'ya göre yaşlıdır.Hayatı anlamıştır, ilim adamında bulunması gereken özeliklere sahiptir. Mevlâna ile konuşur, dertleşir. Onun yolunu arayan bir ulu olduğuna inanır.
Bir başka deyimle akmak için mecra arayan büyük bir menba olduğunu anlamıştır. Mevlâna'ya bu yolda telkinlerde bulunur.Bunun üzerine Mevlâna şırıl şırıl akan o güzelim ve yüce mısralarını Hüsamettin Çelebi'ye yazdırmağa başlar.
Burada Şems, Mevlâna'nın büyük eserlerine başlamasını sağlayan bir araç olmaktadır.
Şöyle bir soru akla gelebilir. Mevlâna Şems'i tanımasaydı büyük eserlerini meydana getirmiyecek miydi? Sanatçının hamlesine hiç bir güç engel olamaz. O ergeç meydana çıkar. Elbetteki Mevlâna da bir müddet sonra eserlerini yine meydana getirme imkânlarına sahip olacaktı. Celâlettin-i Rumi'nin Şems'e karşı duyduğu saygı ve sevgi bundan doğmaktadır.
"Sana bir kelime öğretenin kulu kölesi ol", diyen İslâm anlayışı, büyük adamların kadirbilirliği ile birleşince Mevlâna'nın hocasına karşı olan üstün - ve bize biraz fazla görünen - saygısının sebepleri kendiliğinden meydana çıkmış olur.
Şunu da söyleyelim. Büyük adamların bağlanışları, büyük adamların yönelişleri, büyük adamların inançları ile vasat adamınkiler arasında büyük farklar vardır. Bu fark yüzündendir ki, insan başkaları hakkında karar verirken daima kendisin göre düşünür, bu yüzden de hemen daima yanılır.
Mevlâna'nın Şems'e karşı olan bağlılığını başka sebeplerde aramak yersiz aynı zamanda gülünçtür.
Türk Edebiyatı Dergisi, cilt:1, sayı:12, s. 25