Kendi çağını ve daha sonraki yüzyılları aşkı, sevdası, sevgisi, şefkati, muhabbeti, dostluğu ve barışıyla kucaklayan Hazret-i Mevlânâ'nın şaşmaz bir ilham kaynağı; kalbini coşturan ve ruhunu eğiten bir mürşidi vardı. Bu ikiliyi şöyle dile getirir
“Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim./Ben Hz. Muhammed'in ayağının tozuyum./Biri benden bundan başkasını naklederse,/Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim.”
Divan-ı Kebir'inde ise, “O (a.s.m.) benim aşkım, mürşidim, dermanımdır” diyerek, aşkının, derma- nın kim olduğunu anlatıyor.
Aşk deyince akla Mevlânâ gelir, sevgi deyince her dilden ve her dinden insanları kucaklayan, dergahını bütün insanlara açan, gönlünde bütün insanlığa yer hazırlayan Mevlânâ öne çıkar. Ama o aşkını aldığı yeri söylemekten hiç çekinmez.
“Pâk aşk Hazret-i Muhammed'le eşti./Allah, aşk yüzünden ona, “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dedi./Hasılı O aşkta tek idi. /Onun için Allah, onu peygamberler içinden seçti.”
Kur'ân, Peygamberimizi (a.s.m.) nur saçan bir kandil olarak vasfeder, anlatır. Mevlânâ Hazretleri de Peygamberimizin nurunu ve ona olan ihtiyacı dile getirirken, bir nura ve dolunaya benzetir:
“Senin nurun olmadıkça aydın gün bile gecedir./Sana sığınmadıkça aslan bile tavşan kesilir./Ey Mustafa, bu nurun denizine kaptanlık et./Çünkü sen ikinci Nuh'sun.
“Akıllara bir yol gösterici lazım./Hele yol deniz yolu olursa./Kalk da yola vurulmuş kervana bak./Her yerde kaptan kesilmiş gulyabanîleri gör.
“Dolunay gökyüzünde geceleri yürür./Köpekle rin sesi yüzünden yürüyüşünü bırakmaz”
Sevgi Allah için olursa, Allah adına olursa, seveni Allah'a götürürse, Allah'ı daha çok sevmesine vesile olursa mukaddestir, bakidir ve ebedidir, huzur ve saadet kaynağıdır.
Aksi halde maddede ve fanide kalır, geçici ve biticidir. Bir puta dönüşür sevgiler, insanın dünyasını karartır, ahiretini azaba çevirir.
Mevlânâ, Efendimizin bu özelliğini dile getirirken, bizi tevhide ve tek sevgiliye götüren yolları nasıl gösterdiğini de anlatır:
“Hazret-i Ahmed cihanda ne kadar put kırdı./Tâ ki ümmetler “Yâ Rab!” Desinler diye. Cenab-ı Ahmed'in çalışması olmasaydı,/Sen de ataların gibi puta tapardın.”
Peygamberimizin en bariz yönü, en öne çıkan ve görünen vasfı, özelliği onun merhameti ve şefkatidir. Bütün insanlığa ve ümmetine esirgeme- den sunduğu ve hasbi olarak dağıttığı bir ışığıdır. Mevlânâ bu konuda bir benzetme yaparak dikkat çeker:
“Hazret-i Muhammed'in kulağı, gözlerinin sırrını duyar./Allah, Ona Kur'ân'da “ O kulağın tâ kendisidir” buyurdu./Bu Peygamber-i Zîşan baştan başa kulaktır, gözdür./Onun merhameti sütanne; bizler onun süt emer çocuklarıyız.”
Hazret-i Muhammed'in dini, davası, mesajı bütün bir âleme yayıldığı gibi, onun adı, sanı ve şanı da dünya durdukça duracak, kıyamete kadar azalmadan, artarak devam edecektir. Mevlânâ Peygamberimizin, dininde ve davetinde ebedi oluşunu şöyle mısralaştırır:
“Dünyalıkların adlarını, namlarını şiddetli ölüm seli sildi süpürdü./Fakat Cenab-ı Ahmed'in namı ve devleti ölmez bakidir./Onun nöbetini ezanlarla günde beş defa vuruyorlar./Bu kıyamete kadar böylece devam edip gidecek.”
Bu hak ve nurlu yolun yolcularına da öyle iddialı ve ciddi bir mesaj verir ki, bu hususta kendi imanını bile teminat olarak gösterir. Davetini kararlı bir şekilde yapar:
“Hazret-i Ahad'e (Allah'a) ve Cenab-ı Ahmed'e iyi sarıl./Ey kardeş, ten Ebucehil'inden kurtul. İman ve taat yolunda bir nefes alır da,/Bir kimse, eğer ziyan ederse ben kâfirim.”
Hazret-i Peygamberi nasıl tanımalı, onun yolunu nasıl tutmalı konusunda en son su mesajı verir:
“Kendisine rahmet olunmuş Muhammed ümmetinin arasında ol./Hazret-i Ahmed'in sünnetinden ayrılma, ona mahkûm et kendini.”
Tefekkür Dergisi