Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
ŞEYH GALİB’İN ŞİİR ANLAYIŞI
Mahmut KAPLAN
18 Şubat 2010

ŞEYH GALİB'İN ŞİİR ANLAYIŞI

Mahmut KAPLAN*

ÖZET

Şeyh Galib divan şiirinin son büyük şairidir. Bu makalede, Sebk-i Hindî'nin bu önemli şairinin şiir ve şairle ilgili görüşleri tespit edilmeye çalışıldı. Bu amaçla şairin Divan'ı ve Hüsn ü aşkı tarandı.

Anahtar Kelimeler: Galib, şair, şiir, Sebk-i Hindî.

ŞEYH GALİB'S POETİC MENTALİTY

ABSTRACT

Şeyh Galib is the last greatest poet of Ottoman poetry. He is an important poet of sebk-i Hindî. İn this article, it was tried to identify his views on poetry and poet. For this reason, his books titled Divan and Hüsn ü Aşk were reviewed.

 Key words: Galib, poet, poetry, İndian Style.

Divan şairleri genellikle kasidelerinin fahriyelerinde ilgi düşürerek şairlik yetenekleriyle övünürler. Bu şairane övünmenin yanında şiirle ilgili düşüncelerini de açıklama fırsatı bulurlar. Zaman zaman gazellerde de şiir anlayışlarını sergilediklerini görmek mümkündür. Bunlara divan dibacelerini de ekleyebiliriz. Divan şiirinin kendini tekrarlamaya, tıkanmaya başladığı bir dönemde Sebk-i Hindî, şairlerimiz için yeni bir teneffüs imkânı sağlamıştır. Divan şiirinin son büyük ustası Şeyh Galib, hem Divan'ında1 hem de Hüsn ü Aşk2 adlı mesnevisinde şiir ve şair hususundaki düşüncelerini açıklamış, hangi şairlerden etkilendiğini, hangilerini beğendiğini söyleyerek kimleri aşma amacında olduğunu değişik vesilelerle ifade etmiştir. Bu tercihler, Galib'in şiir anlayışını vermesi bakımından dikkate değerdir. Kasidelerinin fahriyelerinde ve gazellerinde şairliği ile övünmüş, şiirden ne anlaşılması gerektiğini, şiirde ne gibi özellikler bulunmasını istediğini açıkça belirtmiştir. Galib, divan şiirinin bütün imkânlarını tükettiği bir çağda adeta bir yeniden dirilişi gerçekleştiren şairdir. Talat Sait Halman, “Bir de hep diyoruz ki, divan edebiyatının son büyük şairidir Şeyh Galib, ama onu söylerken unuttuğumuz bir nokta var. Belki de modern Türk şiirinin ilk büyük şairidir. Bence Türk modernizmi, Osmanlı modernizmi, edebiyatta Şeyh Galib'le başlar.”3 diyerek bu şairin edebiyatımızdaki önemine vurgu yapar.Bu yazımızda Galib'in şairi nasıl tanımladığını, şiirden ne anladığını, şiirde ne gibi hususiyetler aradığını eserlerinden yola çıkarak tespit etmeye çalışacağız.

Şair Kimdir? Şeyh Galib4 bu soruya şöyle cevap vermektedir5: Şair, nükte-senc(nükte tartıcı) 6, suhan-senc (hesaplı, ölçülü konuşan)7, ehl-i dil,

güzel meşrepli ve mutedildir. Şair olacak kişide dert ve üzüntü bulunmalıdır; onun bir çok belalara uğraması kaçınılmazdır. Galib'in bu genel tariften sonra şair için öngördüğü husus şudur: Yanağa ve dudağa tenezzül etmeyip görülmedik gül açmalıdır. Şiirin çıktığı bütün yollarda koşturduktan sonra “hayâl şahini” şiir ceylanını avlamalıdır. Şair dedikodularla uğraşmamalı, fikir şarabının denizine dalarak inci çıkarabilmelidir. Aksi halde kaş göz kelimelerini bir araya getirerek, yerli yersiz Arapça kelimeler kullanmak şairlik değildir. Galib, böyle şairleri bir yumurta yumurtlayıp gıdaklayarak bütün köyü ayağa kaldıran tavuğa benzetir:

 

Mânende-i mâkiyân-ı garrâ

Yek beyzâ hezâr fahr ü da'vâ8

 

Şair, ağızlarda sakız gibi çiğnenen (hayide) sözlerle uğraşmak yerine “taze eda”ya el atıp9 “yeni bir yol” açarak, denenmemiş ve denilmemiş olanı bulup söylemeye çalışmalıdır:

 

Merd ana denir ki aça nev-râh

Erbâb-ı vukûfu ede agâh      HA.s.43

 

Şairlerin sözleri gönül ve aşkla ilgilidir:

Şâirleriz alaka-i dildir kelâmımız

Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız    D.g.110, s. 312

 

Şairin aşktan başka bir şeye söz cevherini harcaması uygun değildir:

 

Hiç aşktan özge şey revâ mı

Sarf etmege gevher-i kelâmı              HA.s.44

 

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Galib, şairi şiirleri ve mazmunları yeni bir eda ile söyleyen kişi olarak tanımlamaktadır.

 

Şiir Nedir?10 Galib, eserlerinde şiirin tanımını bir kilim gibi ilmik ilmik dokur. Bir resmi tamamlar gibi bu tarifi parça parça verir. Her şeyden önce söz Allah'ın armağanıdır; insan bu hediyeye lâyıktır.11 Şiir bir mu'cize, dil kılıç, kâğıt ise peygamberdir; güzellik ülkesi bu araçlarla fethedilir:

 

Feth ü teshîre yeter kişver-i hüsnü Galib

Mu'cize şi'r ü zebân tîğ ü peyember kâğıd D.g.39,s.270

 

Şiir, kalpten doğan bir gönül çocuğudur. Şiirde ilham ve şairlik yeteneği her şeyden önemlidir:

 

Veled-i kalb yeter zâde-i tab'ım Galib

Pîr-i endîşeme etfâl-i gam olmasa mürîd    D.g.41,s.171

 

Galib, “lafız”larının şişesinde hayal perisinin kanat çırptığını söyler. Onun sözleri, hayal gücünün ulaşabileceği en uç noktaya, sihir derecesine ulaşmıştır: Kelimeler şişe, hayaller ise peri çocukları. O, kelimelere yüklediği yeni anlamlarla onları büyüleyici bir söyleyişe ulaştırır:

 

Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez

Bir perîzâd-ı hayâle cilvegehdir her biri        D.g.325,s.427

 

Şair için sihir kadar etkili bir şiire ulaşmak kolay olmamıştır. O, ateşler içinde yanarak sözü inci haline getirmiştir:

 

Yah-pâre kadar kıymeti yokdur bilir ammâ

Galib düşüp ateşlere nazmı güher etti          D.g.322,s.425


 

Galip şiiri, dilediği mecrada akıtma gücüne sahip olduğunu ve kimseye geçit vermediğini söyler . Bu yüzden o, devrinde ferd-i yegâne olarak kalmıştır:

 

Vermedi bir kimseye Galib geçit

Kande çevirdiyse söz ırmağını      D.g.312,s.420

 

Şiir yüce bir saraydır.12 Gazel nazım şeklini sık sık anan şair onu, güzel tasviri yapan şiir olarak niteler. Gazelin ödevi güzeli övmektir:

 

Galib ma'ârifin de safâsı değer velî

Cânân vasfıdır hele aslı tegazzülün D.g.180,s.350

 

O kendisini, kalem gibi , şiir zemininde kökleri ve saçakları kıvrılıp bükülmüş mısralarla beslenen bir ağaca benzetir:

 

Hâme-veş perverdeyiz Gâlib zemîn-i şi'rde

Mısra-ı pîçîdedir gûyâ ki bîh u rîşemiz D.g.113,s.314

 

Şiirlerinde binlerce sır incisini gizlemek için kimsenin istif edemeyeceği beyitler söylemiştir.13 Kalemi süratli bir at gibi aşka gelerek zemini, zamanı ve bütün nakış ve resimleri ateş haline getirmiştir. Galib, şiirlerinin yakıcılığını şu beyitlerle söyler:

 

Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib

Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş

                                                                D.g.139,s.328

Galib sözüm âteşîndir hep

Hâmem bana hem-zebân-ı dildir D.g.101,s.307

 

Yakıcı olmayan şiirlere mana kuşları konmaz; hiç gül bahçesi semenderlere mekân olur mu?

 

Nazm-ı bî-sûzişe mürgân-ı ma'ânî konmaz

Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût     D.g.25, s.262

 

Galib'in ateş, kırmızı ve yeşil dışında şiirde önemsediği renkler siyah ve beyazdır. Siyahın, “... göz kamaştırıcı olanın rengi olduğu açıkça anlaşılıyor. Işığın fazlalığıdır. Gündüz ışığını örtüp mahremiyete, samimiyete, saflığa davet eder. Dışsal dünyaya ve dışsal algı organlarına göre mani olup iç dünyaya ve içsel duyuların açılmasına imkân verir. Var olan, ama gözle görülemeyen, maddî olmayan, anlayış gibi, sevgi gibi, muhayyile gibi zihinsel, imgesel, duyusal şeylerin alanına götürür. Maneviyat dünyasına, gayba, ve hayale götürür hayal, fantezi olarak değil de Galib'in bağlı olduğu düşünce geleneğindeki gibi bir yeti ve o yetinin tecrübe alanı (Âlem-i hayal, Âlem-i misâl) olarak anlaşılırsa. Böyle şeyler görülür olmadıklarından karanlıkta gibidirler, ama aydınlatıcı olurlar.”14 Siyah renk Hüsn ü Aşk'ta genellikle olumlu kullanılmıştır: “Hüsn ü Aşk'ta siyahın sadece olumsuz olduğu, saf olumsuz olduğu bir tek mazmunu bile yok. Olumsuzluğu ya hafife alınır, ya da önce engel gibi görünen karanlık, aydınlığa çıkar bir geçit olur, hatta aydınlığın kendisine, aydınlatıcılığa dönüşür.” 15  Holbrook, Hüsn ü Aşk'ta geçen “nûr-ı siyah”la ilgili olarak şu alıntıyı verir: “nûr-ı siyahı şöyle anlatır İzutsu: İnanın olgunlaşma evrimine, yaşantının doruk aşamasına, aklın ve dolayısıyla dilin ötesinde birdenbire aydınlanma seviyesine ait bir tecrübenin adı.”16 Kudret Altun da bu konuda Holbrook'un görüşlerini paylaşır, kalbin içinde bulunan ve eskilerce anlayış ve duygunun merkezi sayılan siyah ben, tanımını verdikten sonra Kaya Bilgegil'in nokta-i süveydayı “Nûr-ı Muhammedî” ile ilişkilendirdiğini söyler. 17 Bu renklerden ateş, kırmızı rengi ve ıstırabı; yeşil yeniliği ve tazeliği; beyaz kâğıdı, temizliği ve berraklığı ifade eder. Bu renklerin bir araya gelişi Galib'in şiirlerindeki çeşitliliği, büyüleyici renk cümbüşünü ve estetik baharını ifade eder18:

 

Feyz-i midâd-ı hâme-i yâkûtum19 eyledi

Evrâkı pür-nigâr sefîd ü siyâh u sürh

 

Gâlib gül-i mezâmin ü elfâz-ı sâdeden

Kâğıd siyeh-bahâr-ı sefîd ü siyâh u sürh             D.g.35

 

Şiir, kendisinden mecazlı anlatım beklenen güzel kokulu bir “gül-i ra'nâ” dır,20 ifadesi şairin imaja verdiği değeri ifade eder. Ona göre şiirden anlayan bir kimsenin beğendiği, renkli hayallerle dolu bir beyit dünyalara değer:

 

Bir ehl-i sühân ki ide tahsîn

Bin çarha değer o beyt-i rengîn HA.s.43

 

Galib'e göre şiirde, herkes tarafından bilinmeyen, herkesin kullanmadığı (garip) kelimelere yer verilmemelidir. Çünkü gazelde manaların hareketi aşina sözlerle olur. İnsanların bildiği, yerleşmiş kelimelerin çevresinde zengin bir çağrışım atmosferi meydana gelmiştir. Galib, şiir dili konusunda Nabî'yi eleştirirken kendisi de çok terkipli mısralar yazmaktan kurtulamaz: “Bir defa Galib'in şiiri, derin hayal örgüsüyle yoğrulmuş olup fazla terkiplidir (sebk-i Hindî). Oysa kendisi fikir olarak Nabî'yi bile, dilinin külfetli olmasından dolayı muahaze etmektedir.”21

 

Okuyucu, aşina olduğu kelimelerle söylenmiş bir şiirden daha çok haz alır. İrem bahçesine yabani ot yakışmadığı gibi şiire de garip kelimeler yakışmaz:

 

Aşinâ lafz iledir cünbüş-i ma'nâ-yı latîf

Gülsitân-ı İrem'e sebze-i bîgâne abes              D.g.29,s.264

 

Şiirde “vuzuh”a iltifat etmeyen Galib, sözün fazla açık olmasının şiirden uzaklaştıracağına inanır. Şair bunu yakalayıncaya kadar pek çok tecrübe geçirmelidir:

 

Olmaya sözü bedîhî-i tâm

Ede nice tecrübeyle itmâm          HA.s.43

 

Gazelin güzelliği, bir gelin gibi edebî sanatlar ve mazmunlarla süslü22; mısralarının da birbirine uygun olması ile mümkündür. Kısacası beytin her iki mısraı uyum içinde buluşmalıdır:

 

Pîrâne düştü ol kadar Es'ad ki bu gazel

Mısra'larının birbirine iltikâsı var        D.g.95,s.303

 

O'nun şiirdeki hedefi çok daha ötededir. Galib, şiirinin sadece yer yüzünde değil, gökte de melekler tarafından beğenilmesini sağlamak için çok uğraşmış, yeni zeminler yoklamış ve başarılı da olmuştur:

 

Ne tâze zemînler bulurdu Galib-i zâr

Sözün felekde melekler pesend edinceye dek D.g.175,s.34

 

Galib'in istediği şiirin tanımına ulaşabilmek için onun şiirde aradığı özellikleri tespit etmemiz gerekir. O, şiir (özellikle gazel) bir çırpıda söylenmişçesine güzel olmalıdır, diyerek böyle şiirler yazdığı için övünür:

 

Meclis-i ehl-i sühanda yek kalemdir bu gazel

Es'adâ söz var mı hüsn-i tab' u isti'dâdıma        D.g.287,s.407.

 

Şiirde İ'câz: Şiir, mucize derecesinde benzersiz olmalıdır. Bu bütün divan şairlerinin de biricik hedefidir. “İ'câz” her şair için bir “kızıl elma”dır; bütün çabalar ona ulaşabilme yolunda harcanır. Şairin bu hususu işleyen bazı beyitlerini örnek olarak sunuyoruz:

 

Es'ada kâdir iken mu'cize Hârût-ı kalem

Râh-ı eş'ârda sihr etme büyük câhımdır        D.g.70,s.290

 

Edip nazm-ı bülendim silm-i ma'nî-i Hanîf Es'ad

Mesîh-i kilk-i pâki târem-i i'câza yol bulmuş        D.g.137,s.327

 

Sen hemân Galib hamûş ol da'vi-i i'câzdan

Bu gazel çok şa'ir-i meşhûra eyler i'tirâz        D.g.145,s.331

 

Ser-hadd-i nazmı bulmadı tab'-ı sühanveri

İ'câza vardı Galib'in eş'ârı neyleyim        D.g.224,s.375

 

Şiirde Mana yeni, örijinal ve kimse tarafından söylenmemiş olmalıdır. Diğer şairler gibi Galib de “bikr-i mana” ardından koşarken şiiri, “bikr-i mana”yı arama yolunda Leyla'nın düğününde feryat eden Mecnun'un mersiyyesi gibi olur:

 

Bikr-i ma'nâya tahassürle nevâ-yı suhanım

Sûr-ı Leylâdaki mersiyye-i Mecnûn gibidir       D.g.72,s.290

 

Şiiri şiiri yapan elbette yeni, yeni olduğu kadar da renkli manalardır. Çünkü bu, gazel yazmada kalemin ödediği kan bahası sayılıp aynı zamanda şiirin hüzün verici olması gerektiğini de ima etmektedir. Şiir, güzeli tasvir ederken düşünce gücü ünlü ressam Mani titizliğiyle çalışır:

 

Es'adâ ma'nî-i nev tıfl-ı nev-âmûz bize

Fenn-i endîşede üstâd derler o biziz        D.g.122,s.319

Eylemiş ol sanemi Mânî-i fikrim tasvîr

Eser-i hâme-i pergârına mâşa'allâh       D.g.295,s.410

 

Şiirde söz “lafız”, mana mumunun pervanesi olmazsa bir işe yaramaz23; kâkülden maksat yağma ve kargaşa olduğu gibi, şiirde de asıl olan manadır.24 Galib, harfleri üzerlik tohumuna, manayı ise ateşe benzetir.25 Şeker ve süt gibi kelimeleri kullanmakla şiir tatlılaştırılamaz. Şiire tatlılık veren26, yüzünü güldüren manadır.27 Galib bir başka beytinde manayı Hz. Musa'nın “yed-i beyzâ”sına benzetir:

 

Yed-i beyzâ-yı ma'nâ âşikâr eylerse de tab'ı

Çıkan ceyb-i keremden şâ'ire dest-i du'âdır hep       D.Kıt'a 18,s.438.

 

Şiir için mana şarap; söz “lafz” ise kadehtir.(D.g.76,s.294) Aşağıdaki beyitte şair manayı aya, dili de onu ikiye ayıran parmağa benzeterek Hz. Muhammed'in “şakk-ı kamer” mucizesine telmihte bulunmuştur:

 

Benim mu'ciz-beyân-ı nutk bürhânım dehânımdır

Meh-i ma'nâ-yı şakka tîg engüşt-i zebânımdır       D.g.98,s.305

 

Bir başka beytinde Galib, manayı gök yüzüne, kendisini de, kelimelere hayat vermekte, Hz. İsa'ya teşbih eder.28 Aşağıdaki beyitte ise şair manayı bir ceylana, şiirini de onu avlayan kemende benzetmiştir:

 

Kemend-i nazmım ederken gazâl-ı ma'niyi râm

Yine de o şûhuma Galib gazel beğendiremem        D.g.213,s.369

 

Şiirde manayı saraya29 ya da murg'a (kuş)30 benzeten Şeyh Galib, kalem gibi başım kesilse bile duyulmamış, söylenmemiş manaları aramaktan vazgeçmem diyerek orijinal bir şiir peşinde olduğunu söyler:

 

Hâme-veş başım feda etsem de Galib eylemem

Kat'-ı hâhiş ma'ni-i nâ-güfteyi teftîşden       D.g.265,s.396

 

Ancak bu arayışın hiç de kolay olmadığını vurgulamaktan kendisini alamaz:

 

Hafîdir hüsn-i ma'nâ gibi Galib

Bilen vasf edemez ma'nâ-yı hüsnü          D.g.306,s.417

 

Şiirde Mazmun: Şiirde mazmunların önemini her fırsatta vurgulayan Galib, bunu gül31 ve gonca örneği ile anlatır:

 

Sen Es'ad düşürürsün gonca-i mazmûnu hep ammâ

Bu tarh-ı dil-keşe teşrîf eden yârâna kalmaz hîç       D.g.31,s.265

 

Mazmunun tanımını yapmayan şair daha çok bu “gül” ve “gonca” teşbihleriyle şiirde söylenmemiş olan mazmunu yakalamaya çalıştığını dile getirir. Mazmun konusunda yazılanları değerlendirdiği makalesinde Kenan Erdoğan, şairin bu husustaki düşüncelerine, “Mânâca ilgili sözleri bir araya getirmek (ki bağlı unsur denilen mazmunun gereklerinden biridir.), sadece bir oyun ve bir hünerdir ve musaffâ (saf) şiirden nasibi olmayanların işidir. Onlar sözün gösterişine ve dışına bakarlar.” ifadesiyle ışık tutar.32 O, yeni bir üslûp peşinde olup incelik ve mazmunun tek başına şiir için yeterli olmadığının da farkındadır.

 

Çün şive-i nâza mâiliz biz

Bir tâze edâya kâiliz biz

 

Yoksa ne nezâket ü ne mazmûn

Da'vâ-yı fazilet ile meşhûn        HA.s.138

 

Şiirde Hayâl: Galib, şiirin temel öğelerinden olan hayal konusunu sık sık işler. Hayali, sebz-âba ve kuşa 33, benzeterek şairlikte i'câz derecesinin hayalle ölçüldüğünü belirtir:

 

Bu söze Kur'ân gibi îmân eder ehl-i sühân

Şâ'irin Galib tahayyül rütbe-i i'câzıdır D.g.55,s.280

 

Galib, Kur'an örneğini vererek tahayyülün şiir için ne denli önemli olduğunu anlatıp kendisini bu alanın Aristo'su olarak över . Öyle bir hayal gücüne sahiptir ki kalbi Aristo'nun İskender'e yaptığı ayna gibi dünyayı tarassut edebilir:

 

O Aristo-yı hayâlim ki cihan

Seyrgâh-ı rasad-ı kalbimdir         D.g.69,s.289

 

Her devirde yüksek hayal gücüne sahip ancak bir iki şair bulunduğunu söyleyen Galib, onların da saf hayallerini sarf ederek i'caza ulaşabildiklerini vurgular:

 

Her devrde bir iki sühan-sâz

Elbette eder beyân-ı i'câz

 

Sarfetme ile hayâl-i sâfın

Arzeyler edâ-yı i'tirâfın HA.s.135

 

Kalem: Şair çoğu kez kalemi teşhis ederek şairliğinin gücünü anlatır. Kalemini fıskiyeye ve gezdiği her yeri yeşerten Hızır'a benzetir34. Eğer der, kalemim divan arsasını yeşertmeseydi fikir cennetinin gülleri bitmezdi( açmazdı):

 

Gülleri Galib yeşermezdi behişt-i fikretin

Etmeseydi Hızr-ı hâmem arsa-i divânı sebz D.g.108,s.311

 

Her ne kadar baharın akıcı şiirleri eski ise de Galib 'in kaleminin feyzi zemini yenilemiş; köhne, eskimiş nazım meydanını yeni bir şiir vücuda getirerek tazelemiştir:

 

Zemîni tâzeledi feyz-i hâme-i Galib

Egerçi köhnedir eş'âr-ı âbdâr-ı bahâr D.g.104,s.308

 

Galib zemîn-i köhneyi Hızr-ı hayât-veş

Geçdikçe kilk-i sebz-pâyin nev-zemîn eder D.g.62,s.285

 

Galib şiirde tazelik (yenilik) kavramı üzerinde önemle durmuştur. Güzel şiirler ortaya getirmek kolay değildir. Mutsuz kalemi, kanlı gözyaşlarını sel gibi akıtarak şiir gül bahçesini tazeler:

 

Galib sirişk-i alin edip cûybâr-ı hûn

Gülzâr-ı nazmı hâme-i nâ-kâm tâzeler        D.g.75,s.293

 

Galib'in Şairliği Şeyh Galib'in şairliği konusunda bütün kaynaklar birleşir. Bütün görüşleri sıralamak bu yazının uzamasına sebep olacağından sadece bazı bilim adamlarımızın görüşlerini vermekle yetineceğiz. Sedit Yüksel, “Galip, kendisinden önceki Türk şairlerine benzememek yolunda bir taraftan Buharalı Şevket'in çok ince ve girift hayallere dayanan tarzı (Sebk-i Hindî)nı örnek alırken diğer taraftan şair atalarının beş yüz yıl boyunca işleyip olgunlaştırdıkları mistik mazmunlara tevarüs etmiş bulunuyordu. O, bu hazır unsurları , emsalsiz tahayyül kudreti ve büyük sanatçı istidadıyle kaynaştırarak gerçekten en güzel mistik şiiri meydana getirmekle –tâbir câizse- bir nevi neo-mysticisme yapmış oldu.” 35, Ali Alparslan, “Şeyh Galib'in sanatının en orijinal tarafı, bağlı olduğu Sebk-i Hindî akımının icâbı, hususî bir üslûp sahibi olmasıdır. Bu yüzden, onun şiirleriyle karşılaşan bir kimse derin hayaller yanında, mücerret (yalın) kelimeler isim ve sıfat tamlamaları ve birleşik sıfatlarla örülmüş ifade tarzlarını anlamakta zorluk çekebilirler. Lâkin hemen söyleyelim ki, bu çeşit bir ifade ve anlatım tarzı şiir diline yeni ve orijinal bir çeşni ve zenginlikle birlikte birlikte bir de renk kazandırmıştır.”36, Orhan Okay, “Şeyh Galib, tam bir divan şairidir şüphesiz. Onda eskiden gelen ve tekrarlanan pek çok mazmun ve şekil vardır. Fakat o, olağanüstü yeniliklerin de peşindedir. Batı sanatını bilmeyen veya tanımayan bu sanatkâr bir süre sonra, kendi yaşadığı çağda, içinde bulunduğu toplumun tedrici yenileşmelerine dahi şahit olacaktır. Bunlara paralel olarak Osmanlı şiirinin geleceğinin rüyasını görmek istiyordu. Bunun için, şiirde yaptığı hamlenin farkında ve şuurunda bir sanatkârdır. Mesela fahriye, divan şiirinde bir gelenektir sadece, ama Galib'de, bir erken poetika karakterinde görünür.”37, İskender Pala, “ Şeyh Galib, Türk edebiyatının en müstesna şairlerinden biridir. Ama hiçbir zaman Mevleviliğin dışında bir şair değildir.”38 diyerek şairi değerlendirirler. Galib, şairliğini bir fahriye niteliğindeki şu rubaisinde mükemmel bir şekilde dile getirmiştir.

 

Ol şâ'ir-i kem-yâb benim kim Galib

Mazmunlarımı anlamamak ayb olmaz

Yektâ güher-i gayb-ı hüviyyetdir hep

Gavvâs-ı hıred behrever-i gayb olmaz           D. Rubai 19,s.445

 

Şairliğinden emin olan Şeyh Galib, kendisi için, “mu'ciz-beyân (anlatışı herkese benzemeyen), mu'ciz-dem(nefesi mucize gibi etkili olan)39, pür-gûluğa heves etmez (çalçene olmayan, az şiir söyleyen)40, sühân-icâd (söz, şiir icad eden,orijinal şiir söyleyen), şair-i pür-zûr (zorlu, şairliği çok güçlü)41, ummân-ı gevher (inciler, elmaslar okyanusu)42, nakkâd (şiirin iyisini kötüsünü ayıran)43, meşrebi hoş-âmedden berî (tabiatı başkalarının hoşuna gitmeye çalışmayan)44, suhan-perdâz-ı aşk (güzel aşk şiirleri söyleyen)45, pâkîze-edâ (temiz, saf üslup sahibi)46, şeker-rîz (şeker saçan)47, tab'ının sultân-ı istignâsına tâbi(tabiatınıntokgözlülük padişahına bağlı, başına buyruk)48, ruhu'l-kuds (Cebrail-mecazî olarak-)49, dil-pezîr (gönle hoş gelen)50 nükte-senc-i eş'âr (şiir nüktelerini değerlendiren)51, anka-yı ma'nâ (mana ankası)52, ser-efrâz-ı hitâb (benzerlerinden üstün hitap eden)53 tûtî (papağan)54” gibi sıfatlar kullanır. Bütün bu sıfat ve yakıştırmalarda haklı olduğu tezkireciler, eleştirmenler ve söz ustaları tarafından kabul edilmiştir. Peki Galib bu övünmelere hak çıkaracak şairlik yeteneğine nasıl ulaştı? Bu sorunun cevabı Hüsn ü Aşk'ta açıkça verilmiştir: Şems-i Tebrizî ile Mevlana'nın feyzi, himmeti ve ilhamları

 

Dil-zinde-i feyz-i Şems-i Tebrîz

Ney pâre-i hâme-i şeker-rîz                HA.s.47

 

Feyz erdi Cenâb-ı Mevlevîden

Aldım nice ders Mesnevîden                   HA.s.350

 

Her ne kadar yukarıdaki sözler adı geçen mesneviyi övme sadedinde söylenmişse de bunun, bütün şiirleri için geçerli olacağı unutulmamalıdır. O, fakr elbisesi içinde, Şevket-i Buharî tavrı takınmasına sebep olarak aşk hünkârı Hz. Mevlana'ya olan hizmetini gösterir , O'ndan feyz aldığını belirterek her şair bu ihsana mazhar olabilir mi diyerek bunu bir iftihar vesilesi sayar:

 

Vesîle hıdmet-i hünkâr-ı aşkdır Galib

Libâs-ı fakrımıza tavr-ı Şevketânemize          D.g.276,s.401

 

Galib'e feyz-i sühân Hazret-i Monladandır

Tekye-i fahr-ı mahabbetde demin çok çekdim        D.g.223,s.374

 

Ser-be-ser eş'âr-ı Galib dil-pezîr olsa ne var

Her suhanver mazhar-ı ihsân-ı Mevlânâ mıdır D.g.99,s.306

 

Bir başka beyitte ise şairliğinin Hak vergisi ya da dostların himmeti eseri olduğunu söyler.(D.g.294,s.410) Fahriyelerindeki şairane övünme göz ardı edilemeyecek kadar gerçekleri de içermektedir. O kendisini, vatandaşları mana ve söz olan, şiir ülkesinin padişahı olarak görür.(D.g.2,s.249) Onun şiirleri Hocend şairlerini kıskandıracak kadar güzeldir.(D.g.187,s.354) Galib'in, yaptığı işin farkında olarak, Hüsn ü Aşk'ı överken söyledikleri bu hususu işaret etmektedir:

 

Tarz-ı selefe tekaddüm ettim

Bir başka lûgat tekellüm ettim

.....

Billâh bu özge mâcerâdır

Sen bakma ki defter-i belâdır HA.s.347

 

O, kendisinden önceki şairleri, “başka bir lûgat” konuşarak geçmiş, başkalarının geçmediği ender bir vadide şiirler söylemiştir. Bütün şairlere, kendine güvenen varsa şiirlerime nazire yazsın, diyerek çağrıda bulunur:

 

Gördün mü bu vâdî-i kemîni

Dîvân yolu sanma bu zemîni

 

Engüşt-i hatâ uzatma öyle

Beş beytine bir nazîre söyle           HA.s.347-348

 

Galib, şiir zemininde zurefânın “mazmun gülü” yetiştirdiğini, kendisinin ise bu güllerden bir deste devşirmeye geldiğini söyler:

 

Gül-i mazmûnu bitirmiş bu zeminde zurefâ

Sardı Es'ad hevesim rabtına bir destesinin         D.g.177,s.348

 

Galib, mesnevide eşsiz olduğu gibi, gazel yazmada da ustadır. Şairliğinin bu yönünü ihmal edenleri görmüşçesine, bu vadide iddialı olduğunu şöyle dile getirmiştir:

 

Arz-ı hâl elde figân dilde zebân şekve-künân

Geldi bu Gâlib-i divâne gazel-hân olarak            D.g.171,s.345

 

O'na göre eskilerin yazdıklarının üzerinde kendi şiirinden daha güzel şiir incileri nazım ipliğine dizilemez.(D.g.112,s.314) Bizim için, güzellik gelininin duvağını açmak ayıp değildir, çünkü biz şairiz, der.(D.g.126,s.321),.

 

Bütün şairlere meydan okuyan Galib, kendi şiirine diğer şairlerin rakip olamayacağını, onlara meydan okuyarak dile getirir (D.g.301,s.413). Kendi şiiri için şu sıfatları kullanır: “şi'r-i sâf(saf şiir) (D.s.252), gül-i hod-rû (kendi kendine yetişen gül, yaban gülü) (D.s.389), sâkinân-ı arşın ezkârı (Arş meleklerinin zikri) (D.s.172), nazm-ı rengîn( renkli, parlak nazım) (D.s.258,276,328), ferd-i yegâne(alanında eşsiz) (D.s.277), etfâl-i mısra' (mısra çocuğu, taze, yeni mısralar) (D.s.298), âteşîn (ateşli, yakıcı) (D.s.307), sûret-i şîrîn (görünüşü tatlı) (D.s.315), pür-bûy-ı ma'ânî (mana kokuları ile dolu) (D.s.323), hoş-âyende genc (hoşa giden, beğenilen hazine) (D.s.355), evlâd-ı nefes (nefes çocukları, ilham çocukları) (D.g.297,s.411), sühân-ı nâdire (az bulunan şiirler) (D.g.254,s.391), dür (inci) (D.g.112,s.314), bezm-i irfâna sâki (irfan meclisine saki) (D.g.288,s.407), sihr-i beyân (D.s.194), ayn-ı bütûn (nesiller çeşmesi)55, ta'bîr-i abîr (güzel kokulu anlatım, üslûp) (D.g.269), rengîn-beyân (güzel, süslü anlatım, söyleyiş) (D.g.269,s.397).

 

Galib yazdıklarından daha güzel şiir yazılamayacağını iddia eder:

 

Bu gazeldir gül-i rûy-ı seped-i eş'ârım

Komasın Gâilb anın ehl-i kemâl üstüne gül          D.g.197,s.360

 

Galib'in Beğendiği Şairler: Şiirlerinde, özellikle fahriyelerinde Türk ve İranlı bir çok şairin adını zikreden Şeyh Galib, bunlardan bazılarını beğendiğini, bir kısmını da geçtiğini ifade eder. O, Fuzulî (ö.963/1555-56), Hayâlî (ö.964/1557), Şâhidî (ö.957/1550), Fehîm(ö.1058/1648), Neşâtî (1085/1674), Tıflî (ö.), La'lî (ö.1112/1700), Sâbit (1124/1712), Münif (ö.1156/1747), Hanîf (1189/1775), Derviş Niyaz (1208/1793), Reisülküttâb Râşid (1212/1798), Nevres-i Kadîm (ö.1175/1761-62), Hulûs (1220/1805), Vak'anüvis Pertev (1222/1807)Tezkire-i sani Arif (1228/1813), Garibî Ebubekir Çelebi (1210? ) , Hüseyin Raif Çelebi (ö.?), gibi şairlerin manzumelerini tanzir ve tahmis etmiş, onlar için takrizler yazmıştır. Ayrıca Nevayî (ö.906/1501) tarzında bir gazel yazarak bu şaire duyduğu ilgi ve beğeniyi ifade etmiştir. Yine Râmiz'in(ö.1202/1813) bir mısraını bir terci ile tazmin etmiş; Şâkir'in (ö.1252/1836) adını anarak bir müstezâd yazmıştır.56

Galib'n divanında en çok andığı şair, kendisine mahlas veren ünlü Neş'et'tir (ö.1222/1807). Onun için, “kıble-i ehl-i hüner, ârif-i billâh, sırr-ı nihân, Şirâz bülbülü gibi sıfatlar kullanırken şiirini, “metin, âb-ı revân” gibi sıfatlar kullanarak över ve adeta Neş'et'i kıskandığını hissettirip (D.s.98), onun takipçisi olmakla –duyduğu saygıdan ötürü- övünür:

 

Hazret-i Neş'et'e tâ peyrev olunca Galib

Hâme vâdî-i belağatda dahı çok tolanır        D.g.73,s.292

 

Galib'in andığı Türk şairleri Fehîm (D.g.5,s.250), Hamdî (D.g.141,s.329), La'lî(D.g.292,s.409), Fasîh (D.g.191,s.356), Neşâtî (D.g.275,s.401), Münif (D.g.79,s.295), Nâbî (D.g.98,s.305), Hanîf ve Nedîm' (D.g.246,s.387)dir. Galib, Sâbit'(D.g.321,s.425)ten, daha o kalem çomağıyla oynarken, “gûy-ı edâ”yı (üslûp topunu) kaptığını söyler:

 

Sâbit dahı çevgân-ı kalemle gezinirken

Galib yetişip gûy-ı edâyı kapa düşdü

 

Galib'in övgüyle andığı ve “peyrev” olmakla övündüğü Türk şairleri Pertev (D.g.185, s.353, g.286,s.406) ve Rıf'at' (D.g.326,g.23,s.261)tır.

 

Galib İran şairlerinden Hafız( ö.792/1389), Tâlib-i Amulî (ö.1035/1625-26), Kelîm-i Hemedânî (ö.1062/1650-51), Sâib-i Tebrizî (ö.1081/1670-71), ve Şevket-i Buharî (ö.1108/1695-96) gibi şairlere nazireler yazmıştır.57 İran şairlerinden adlarından söz edip beğendikleri ise Tâlib-i Amulî (D.g.319,s.424), Şevket (D.g.235,s.381) tir.

 

Bu bölümü Galib'in şu beyti ile tamamlayalım:

 

Seyr eyle kârın âlem-i âb içre Gâlibin

Zevrak alır sefîne-i şi'r ü gazel verir D.g.84,s.298

 

Evet o, yetiştiği şiir zemininden aldıklarından çok fazlasını vermiştir.

Sonuç olarak, şiire dair görüş ve düşüncelerini tespite çalıştığımız divan şiirimizin bu büyük ustası, içinden geldiği geleneğin son büyük temsilcisi olarak söz hazinesinin bütün imkânlarını kullanarak, söylenmedik söz bırakmamış, adeta söze hatime çekmiş; kendine has özgün, yeni bir lugat ve yeni bir söyleyişle Hind Üslûbunun en güzel örneklerini verdiği büyük bir divan ve ölümsüz bir mesneviyi geleceğe emanet etmiştir:

 

Gencînede resm-i nev gözettim

Ben açtım o genci ben tükettim           HA.s.348

 

Dipnotlar

 

* Prof. Dr. Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

1 Şeyh Galib Divanı, haz. M. Muhsin Kalkışım, Ankara 1994.

2 Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.

3 Talat Sait Halman, “Şeyh Galib ve Divan Şiirinin Değeri”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995, ss.191-192.

4 Metinde Divan D, Hüsn ü Aşk HA ve gazel g ile gösterilmiştir.

5 M.Kaya Bilgegil , Hüsn ü Aşk'ın başında yer alan incelemesinde , Galib'in nasıl bir şairlik tabiatı düşündüğü sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Havz-ı feyz,-zahirî mânâlarıyla- ışığın, aydınlığın, suyun, şarabın, mâdenin, gevherin, mücerredin... sihirli bir telkin sühunetinde yumuşayıp, eriyip birliğe yönelen bir terkip halinde mısrâa sirâyet ettiği, her mısrâda ayrı bir tenazur aynasından içe vuran, yalnız duyguların “âşinâ” çıkabileceği bir şiir pırıltısıdır.”. Hüsn ü aşk, s. XIII.

6 Divan, g.225, s.376

7 Hüsn ü Aşk, s. 38

8 Hüsnü Aşk, s.136-137.

9 Hüsn ü Aşk, s.138.

10 M.Kaya Bilgegil, Şeyh Galib'e göre şiir nedir sorusunu, “Şu halde Galib'e göre şiir, ne önce bulunmuş mazmunlar, ne mustalah tâbirler, ne Arapça ibâre, ne ağdalı edâ, ne belâğat kaidelerine uygunluk, ne mânâca ilgili lafızları bir araya toplayabilme hüneri, ne çehre güzelliğinden bahsetme, ne herkes tarafından beğenilen söz, ne de ehli dışında başkalarına açık bulundurulan tam bedâhettir.” İfadesiyle cevaplandırır. HA, s.XI.

11 HA.s.131.

12 Divan,g.271,s.398.

13 Divan,g.51,s.277.

14 Victoria Holbrook, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı? Galib'in Hayalinde Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, s.137.

15 Victoria Holbrook, a.g.m, s.139.

16 Victoria Holbrook, a.g.m, s.136. Turkish Studies

17 Kudret Altun, “Hüsn ü Aşk'ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî Araştırmalar, İstanbul 2000,S.10.ss.9-18.

18 Galib'in şiirlerindeki renkler başka bir makalenin konusu olacaktır.

19 Yakut kelimesi İslâm dünyasında hat tarihinin önemli merhalelerinden biri olan Yakut Musta'sımî (ö.698/1298)'yi hatırlatacak şekilde tevriyeli kullanılmıştır. Yakut için bkz. M.Nihat Çetin, İslam Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986.s. 352 vd.

20 Divan,g.88,s.300.

21 İskender Pala, “Galib Vardır Şeyh Galib'den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, s.163.

22 Divan,g.151,s.334.

23 Divan, g.123,s.319.

24 Divan, g.147,s.331.

25 Divan, g.307,s.417.

26 Divan, g.43,s.272.

27 Divan, g.255,s.391.

28 Divan, g.102,s.307.

29 Divan, g.203,s.363.

30 Divan, g.172,s.345.

31 Divan, g.35, g.289,s.407; g.177,s.348.

32 Kenan Erdoğan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan Bazı Mazmun ve Remizlerin Niyazî- i Mısrî'de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, Manisa 1997, S.1. s.279.

33 Divan,g.61,s.284, g.47,s.275,.

34 D,g.58,s.282.

35 Sedit Yüksel, Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ankara 1963, s.165.

36 Ali Alparslan, Şeyh Galib, Ankara 1988, s.18.

37 Orhan Okay, “Galib dede'nin Dramı”, Şeyh Galib Kitabı, s.82.

3838 İskender Pala, a.g.e, s.162.

39 D. s.67, g.179,s.350.

40 D. s.82.

41 D. s.84.

42 D. s.89.

43 D. s.91.

44 D. s.96. Yukarıdaki ifadenin iyi anlaşılması için beyti yazıyoruz:

Şâ'irim ammâ hoş-âmedden berîdir meşrebim

Ben mutî'im tab'ımın sultân-ı istiğnâsına

45 D. s.344.

46 D. s.355.

47 D. s.231.

48 D. s.96.

49 D. g.80,s.295.

50 D.sg.99,s.306.

51 D. g.225,s.376.

52 D. s.250, g.209,s.367.

53 D. g.128,s.321.

54 D. s.429.

55 Bu ifadenin geçtiği orijinal beyit şudur:

Gireli halvet-i ma'nâya lafızdan Gâlib Turkish Studies

Bu zuhûrât kamu ayn-ı bütûn oldu bana D.g.7, s.252.

56 Bu konuda bkz.: Sedit Yüksel, a.g.e. s.114, Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Galib Divanından Seçmeler, İstanbul 1971, s. III, Abdülbaki Gölpınarlı, “Şeyh Galib”, İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul 1979, s.464. Turkish Studies

57 Abülbaki Gölpınarlı,a.g.e.s.III. ayrıca İran şairleri için bkz.: E.G.Brown, Tarih-i Edebiyat-ı İran, (Farsçaya tercüme eden Behrâm Mikdadî), C.II, Tahran 1369,.

 

KAYNAKÇA

 

ALPARSLAN, Ali, Şeyh Galib, Ankara 1988

ALTUN, Kudret, “Hüsn ü Aşk'ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî Araştırmalar, İstanbul 2000, S.10.

BİLGEGİL, M.Kaya, “Hüsn ü Aşk'a Dair”, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.

BROWN, E.G., Tarih-i Edebiyat-ı İran, (Farsçaya tercüme eden Behrâm Mikdadî), C.II, Tahran 1369.

ÇETİN, M.Nihat, İslam Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986

ERDOĞAN, Kenan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan Bazı Mazmun ve Remizlerin Niyazî-i Mısrî'de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, S.1, 1997.

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007 Şeyh Galib'in Şiir Anlayışı 465

GÖLPINARLI, Abdülbaki, Şeyh Galib Divanından Seçmeler, İstanbul 1971.

GÖLPINARLI, Abdülbaki, “Şeyh Galib”, İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul 1979.

HOLBROOK, Victoria, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı? Galib'in Hayalinde Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995.

PALA, İskender, “Galib Vardır Şeyh Galib'den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995.

Şeyh Galib Divanı, (haz. M. Muhsin Kalkışım), Ankara 1994.

Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.

YÜKSEL, Sedit, Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ankara 1963.

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007

 

 

 

Makaleler
MEVLANA’NIN ADALET FELSEFESİ  -Dr. Ergin Ergül  (07 Aralık 2017)
NÛR ORDUSU  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2016)
HAZRETİ PEYGAMBERİN YAKINLARI  -Ahmet ŞAHİN  (22 Nisan 2016)
Mevlânâ'ya Göre Evlilik ve Aile  -Prof. Dr. Abdulhakim Yüce  (23 Şubat 2013)
Hz. Mevlâna’nın Eğitim Anlayışı  -Muhammed ACIYAN  (19 Ekim 2012)
Mevlana’nın Şemaili Hakkında Yanılgılar  -Muhammet ACIYAN  (12 Temmuz 2012)
İstanbul'da Mevlevîlik  -Ekrem Işın  (22 Haziran 2012)
Türk Edebiyatında Edebî Tefekkür Anlayışı  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2012)
Şihabüd-din Sühreverdi  -Semâ Âdabı  (07 Ocak 2012)
MESNEVÎ’NİN ÖNSÖZÜ VE DİBACESİ  -Tahir-ül Mevlevî  (06 Ocak 2012)
TAHiR-ÜL MEVLEVÎ, HAYATI VE ESERLERi  -Sadi Aytan  (06 Ocak 2012)
TASAVVUFÎ ŞİİR  -Ahmet ŞAHİN  (03 Ocak 2012)
Mevlevî Müziği ve Sema'  -Hakan Talu  (01 Ocak 2012)
Mevlana Perspektifinden Hukuk Devleti İlkesi  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
Mevlana Perspektifinden Stratejik Düşünce  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE İNSANIN MANEVÎ GÖRÜNÜŞLERİ  -PROF. DR. KERİM ZEMANİ  (13 Aralık 2011)
SONSUZLUK SUSKUNLUĞUMDA SAKLI!  -Hatice Sedef Ergül  (11 Aralık 2011)
SIRR-I MA‘NEVÎ - İnceleme-Metin  -Dr. Ekrem BEKTAŞ  (03 Kasım 2011)
Kur'ân'ın Mânevî Bir Tefsiri Mesnevi  -Doç. Dr. Hüseyin Güllüce  (14 Temmuz 2011)
MEVLANA’DA ÜZÜM  -R. Bahar AKARPINAR  (20 Mayıs 2011)
EHLİYET VE LİYAKAT KAVRAMLARI  -Gülgün YAZICI  (20 Mayıs 2011)
SÜLEYMAN BELHÎ AİLESİ VE SON MEVLEVÎ POSTNİŞÎNLERİ  -Yrd. Doç. Dr. Yusuf ÖZ  (19 Mayıs 2011)
AŞK BAHÇESİNİN İNLEYEN BÜLBÜLÜ: YAMAN DEDE  -Hatice Sedef Ergül  (08 Mayıs 2011)
MİLLÎ SECİYYE  -Ahmet ŞAHİN  (08 Mayıs 2011)
YÂ RESÛLULLAH!..  -Ahmet ŞAHİN  (18 Nisan 2011)
BATI DÜNYASINDA MEVLÂNA ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR  -Prof. Dr. Mehmet AYDIN  (12 Nisan 2011)
MESNEVİ TERCÜMESİNİN MUKADDİMESİ  -Eva de Vitray Meyerovitch (Havva Hanım)  (12 Nisan 2011)
Şems-i Tebrizi'nin Evrensel Mesajları  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Mevlana Öğütlerinin Sosyal Açıdan Önemi  -Kazım ÖZTÜRK  (20 Mart 2011)
MEVLANANIN TEFEKKÜR DÜNYASI  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Hz. MEVLANA'DA ASK  -Dr. Mehmet ÖNDER  (13 Ocak 2011)
MEVLÂNÂ VE DEVLET ERKÂNI  -Can ALPGÜVENÇ  (31 Aralık 2010)
KÂİNÂTIN GÜLÜ’NE  -Ahmet ŞAHİN  (30 Aralık 2010)