XVIII. YÜZYILDA MEVLANA ve MESNEVİ ÜZERİNE YAZILMIŞ BİR ESER ÜZERİNE NOTLAR
Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn "Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn" :
Ambarcı-zâde "Ambarcı-zâde" Derviş "Ambarcı-zâde Derviş" Ali
Şener DEMİREL[1]
Özet/Giriş
Mevlânâ'nın adıyla özdeşleşen ve O'nun en önemli esernlerinden biri olan Mesnevî, yazıldığı günden bu güne üzerinde en çok durulan, okunan, çevirisi ve şerhi yapılan edebî eserlerin başında gelir. Başta Türk edebiyatı olmak üzere dünyanın birçok yerinde ve dilinde Mesnevî'nin tercüme ve şerhlerine rastlamak mümkündür.
Geçmişten günümüze Türk edebiyatında Mesnevî üzerine yapılan çalışmaları iki ana grupta toplamak mümkündür: Tercüme ve şerh. Bu iki konu yüzyıllar içinde hızını ve önemini kaybettirmeden günümüze kadar gelmiş ve bir yandan köklü bir geleneğin bir yandan da buna bağlı olarak bazı ilmî çevrelerde bir Mesnevî edebiyatının doğmasına vesile olmuştur.
Bu bildiride tanıtılmaya çalışılacak olan eser, XVII. Yüzyıl sonları ile XVIII. Yüzyıl başlarında çoğunlukla Ambarcı-zâde(Ambarî-zâde) Ali olarak anılan İmam Derviş Ali tarafından kaleme alınmış olan Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn adlı eserdir. Bu çerçevede önce çeşitli kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında şârihin hayatı ve eserleri verilecek, sonra da genelde bildiriye konu olan eser, özelde ise eserin önemli bir bölümünü içeren ilk 18 beyit çeşitli yönleriyle tanıtılacaktır.
1.Ambarcı-zâde Derviş Ali; Hayatı ve Eserleri
Ambarcı-zâde Derviş Ali "Ambarcı-zâde" , İstanbul "İstanbul" 'da doğmuştur. Asıl adı Ali olan Ambarcı-zâde'nin Mevlevî tarikatinden olan babası ambarcılıkla uğraştığı için kendisi daha çok Ambarî-zâde/Ambarcı-zâde olarak tanınmıştır. Hayatı ile ilgili çok az bilgi vardır. Söz konusu bilgilerin çoğu hattatlıkla ilgili kaynaklarda bulunmaktadır ve ne yazık ki yetersizdir. Ayrıca hat tarihi ile ilgili kitaplarda Büyük Derviş Ali'den ayırmak için Mevlevî Derviş Ali, Küçük Derviş Ali, Derviş Aliyy-i Sâni, (İkinci Derviş Ali) bazen de İmam Derviş Ali ve Ambarî-zâde lâkapları ile anılmış olduğunu belirtmek gerekir.
Ambarcı-zâde Derviş Ali, sülüs ve nesih yazılarını Ağakapılı İsmail Efendi'den öğrenip icazet almakla beraber, XVII. Yüzyılın ünlü hattatı Hafız Osman'dan ders almış olduğundan hat ve hattatlıkla ile ilgili kaynaklarda Hafız Osman okuluna bağlı olduğu kayıtlıdır. Sultanhamam-Marpuççular semtinde yenilenmiş haliyle Marpuççular Camii adı altında ibadete açık olan ve Alacamescid diye de bilinen Çelebioğlu Mescidi'nde imamlık yapmış, bundan dolayı bazı kaynaklarda İmam Ali olarak da anılmıştır.
Aynı zamanda Mevlevî de olan Ambarcı-zâde Derviş Ali H.1127/M.1715'te vefat etmiş, mezarı Karacaahmet Mezarlığı yakınındaki Miskinler Tekkesi yakınına defnedilmiştir.[2]
Ambarcı-zâde birçok mushaf, en'am ve evrad-ı şerife yazmıştır ki bunlardan günümüze kalanların büyük bir çoğunluğu kıta ve murakka türündedir.[3]
Ambarcı-zâde'nin yetiştirdiği ünlü hattatlar arasında İsmail Zühdî Ağa, İsmail İbn-i Ali, Seyyid Muhammed ve aynı zamanda damadı olan Hüseyin Hablî bulunmaktadır (Derman, 1994: 192; Kınlı, 2007).
Ambarcı-zâde'nin hat sanatıyla ilgili eserlerinin dışında bir diğer önemli ve bizi ilgilendiren eseri Hz.Mevlânâ'nın hayatı üzerine kurgulanmış olan ancak içinde Mesnevî'nin ilk 18 beytinin şerhi de yer alan Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn "Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn" adlı eseridir. [4]
Hat sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Ambarcı-zâde Derviş Ali'nin doğal olarak eserlerinin büyük bir çoğunluğunu hatlar oluşturmakta, bunlar da ya kıta ya da murakka türündendir.
2. Eserleri: Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn
Kaynaklarda daha çok Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn diye geçen ancak Ambarcı-zâde Derviş Ali'nin kendi ifadesiyle Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn "Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn" Hazret-i Mevlânâ'nın hayatı ve Mesnevî'nin ilk onsekiz beytinin şerhini içeren bir eserdir. Eser bu haliyle bir nevi “Menâkıb-nâme” özelliği taşımaktadır ki, zaten eserin zahriyyesinde/iç kapağında (1a) “Menâkıb-ı Evliyâ-i Tezkire” yazmasının nedeni de bu olsa gerek. Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn adlı eser Süleymaniye Kütüphanesi, Hekim Ali Paşa, No:711'de kayıtlıdır. Eser 121 varaktan oluşmaktadır. Her sayfasında 15 satır bulunan eserde âyet ve hadisler ile madde/makale başları ve başlıkları kırmızı ve mavi renkte yazılmıştır.
Eserin bazı varaklarında der-kenarda bilgiler yer almaktadır. Ayrıca Mesnevî'den yapılan atıflar da bir çerçeve içinde verilmiştir.
2.1. Eserin Adı ve Yazılma Sebebi
Eserin adı 1b'deki ser-levhada Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn olarak yazılmıştır. Ambarcı-zâde, 10a'da eserin adını neden Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn koyduğunu açıklar ve şöyle söyler: “… ve bunlardan gayrı bî-hadd ü bî-şümâr erbâb-ı irfânın ve ashâb-ı vicdânın kelimât-ı şeriflerine mütâla'a idüp 'alâ-kadri't-tâka istihrâcına kâdir olduğum ma'ârifi bir yere derc itmekde niçe ömr harc idüp Mesnevî-i şerîfin evvelinden on sekiz beyt şerh idüp ahvâl-i Mevlânâyı beyân eyledüm. Ve kitâbun nâmını işâret-i pür Rabbânî ve beşâret-i mervizdânı ile Terceme-i Esrâru'l-'Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn, virdüm.”
Ambarcı-zâde 7b-10a arasında Fâtihatü'l-ebvâb, Der-Sebeb-i Te'lîf-i Kitâb başlığı altında ve aynı zamanda sanatkârâne bir dil ve üslup kullanarak “Çün bu mukaddime-i mümehhid oldı, bundan sonra tevfîk-i mülkü'l-vehhâb ile sebeb-i te'lîf-i kitâb beyânına şürû' idelüm.” dedikten sonra eserini yazma nedenini açıklar.
Mesnevî'yi tefsîr-i keşşâf-ı-ı esrâr-ı Kur'an(8a) olarak niteleyen Ambarcı-zâde Mesnevî'nin Farsça yazıldığını, bundan dolayı dervişler tarafından yeterince anlaşılamadığını bundan dolayı Mesnevî'yi baştan sona Türkçe'ye tercüme ettiğini, buna ilave olarak Mevlevî dervişlerin Mevlânâ'nın hayatını daha iyi öğrenmeleri için bir menakıp niteliğinde Mevvlânâ'nın hayatını yazdığını belirtir
2.2. Eserin Muhtevası
Yazar daha sonra eserinin muhtevası hakkında bilgiler verir ve “Ve bu kitâbın binâsını mütâla'a iden 'âriflere bulması âsân olsun içün bir temhîd, üç mukaddeme, on iki makale üzere eyledüm” dedikten sonra, önce mukaddemelerde, daha sonra da oniki makalede üzerinde duracağı konuları açıklar. Buna göre:
Mukaddeme-i evvel: Hazret-i Monlâ kitâbının evvelini 'bi'şnev' emriyle ibtidâ itmekden murâd-ı şerîfleri nedür, anı bildürür.
Mukaddeme-i Düvüm: Mesnevî-i şerîfden on sekiz beyt-i şerîfin gavâmız-ı esrârı beyânındadır.
Mukaddeme-i Suvum: Mesnevî-i Ma'nevînin sebeb-i te'lifi ne minvâl üzere olmuşdır anı bildürür.
Makale-i evvel: Hazret-i Resûl-i Ekrem S.A.V. Mi'râc- 'âlîde Hazret-i Monlânın kuddise sırrıhu, …. mübarekin ve şükr-âvîzin müşâhede idüp Hazret-i Sıddîk-ı Ekbere radiyallahu 'anha haber virmesinin beyânındadur.
Makale-i düvüm: Ol sultânun hasb ü nesebi ve ism ü lakabı ve ba'zı ahvâli beyânındadır.
Makale-i süvüm: Bahâ-i Veled Hazretleri ne keyfiyetle sultânu'l-'ulemâ mülakkab oldu ve diyâr-ı Belh'den ne vechile hicret itdi ve Hazret-i Monlâ ol vakt ne minvâl üzere idi, anı bildürür.
Makâle-i çehârüm: Hazret-i Monlâ”nın peder-i 'azîzleri ahirete nakl itdükde ahvâli ne minvâl üzere olmışdur, anı bildürür.
Makâle-i pençüm: Hazret-i Şemsü'd-dîn-i Tebrîzî'nün ahvâl-i tufuliyyeti, rüculiyyet 'âlemine dek niçe olmışdur ve ne vechile'azm-i diyâr-ı yâr itmişdür, anı bildürür.
Makâle-i şeştüm: Kur'ân sa'disin ya'ni Hazret-i Şemsü'd-dîn-i Tebrîzî Hazret-i Monlâ ile cem' olmasınun beyânundadır.
Makâle-i heftüm: Husûdân-ı bî-sûd vâsıtasıyla Kur'ân sa'dîn bir iki kere ayrılup yine cem' olmasınun beyânundadır.
Makâle-i heştüm: Ba'zı kimse Hazret-i Şemsü'd-dînün katline kasd idüp vücûd-ı şerîfleri nâ-peydâ oldukda hâl ne minvâl olmışdur, anı bildürür.
Makâle-i nühüm: Ol sultânun silsile-i tarîkatları ne vechiledür, anı bildürür.
Makâle-i dehüm: Ol sâhib-i 'izzet sa'âdetle âhirete nakl itdükde ahibbâsına vasiyyetleri ve kendinün ahvâl-i şerîfleri ne minvâl üzere olmışdur, anı bildürür.
Makâle-i yâzdehüm: Ol sâhib-i 'izzet sa'âdetle sefer itdükden sonra âyîn ve erkân ve semâ' ve vird-i şerîfleri nedür, anı bildürür.
Makâle-i düvâzdehüm: Hatm-i kitâb ve Resûl-i Ekrem S.A.V. dahi nübüvvetle müşerref oldukdan sonra hâl-i şerîfleri ne minvâl üzere olmışdur ve ba'zı kavâid beyânındadur.
Ve bu makâlât-ı sevk-engîz ve kelimât-ı şehr-âmîze nâzir olan ashâb-ı safâ ve erbâb-ı vefâdan mercûd mutasarra'dur ki, bu bende-i derviş-endîşi, merhamet-birle yâd u gam-gîn ve dilini şâd idüp hayr-du'âdan ferâmûş itmeyeler.
Et-Temhîd: Men 'arefe nefsehu fekad 'arefe Rabbehu” sırrınun ba'zı esrârı beyânundadur. Ashâb-ı 'irfâna ve erbâb-ı vicdâna ma'lûmdur ki, muhakkikîn “küntü kenzen mahfıyyen fe-ahbebtü en u'refe fehalaktu'l-halke le-'urefe”, tefsirinde şöyle tahkîk itmişlerdür ki, Hak Celle ve 'Alânun irâdet-i ezelliyesi bir cevher halk itdi, ana cevher-i evvel deyü nâm virdiler. Andan 'âlem-i ervâhı ve 'âlem-i ecsâmı halk itdi, ervâh enbiyâ ve evliyâ mü'minîn ve zâhidin ve kâfirîn ilâ ahirihi.. aksâm üzeredür. Rûh-ı insânî, rûh-ı hayvânî, rûh-ı nebâtî. Ve 'âlem-i eflâk u encümi ve 'âlem-i 'anâsır ve tabâyi' ve mevâlid-i selâse murdâd hayvânât ve nebâtât ve ma'âdendür. Bu cümle-i cevher evvelden halk itdi. Nitekim dimişlerdür….
Eserin 12a-29a arasında çok çeşitli konularda açıklamalarda bulunan yazar, 29a'da Mukaddeme-i Dühüm, başlığı altında şu bilgileri vermiştir:
Mesnevî-i şerîfden on sekiz beyt-i latîfün şerhi beyânundadır. Der Bahr-i Remel Müseddes-i Mahfûz.
Misâl: Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilât
Cehl-i zülûmâtest ü 'ilm-i âb-ı hayât
Bi'şnev în ney çün şikâyet mîkuned
Ez cüdâyîhâ hikâyet mîkuned…
denildikten sonra 29a-63a varakları arasında ilk 18 beytin şerhi yapılmıştır.
2.3. İlk 18 Beyit Üzerine Bazı Notlar
Ambarcı-zâde, şerhinde, kendinden önceki Mesnevî şerhlerini çok iyi bir şekilde gözden geçirmiş, Surûrî'nin ve İlmî Dede'nin şerhleri başta olmak üzere birçok şerhten alıntılar yapmıştır. Belki söz konusu alıntıların etkisinden olacak, Ambarcı-zâde'nin şerhinde Sururî, İlmî Dede ve Ankaravî gibi şârihlerin izleri görülmektedir. Bununla birlikte şârihin eserinde izlediği yol, ortaya koyduğu açıklamalar ve bu açıklamaları desteklemek amacıyla yaptığı iktibaslar, yukarıda adları anılan şârihlerin şerhlerinden çok geride kalmadığını göstermektedir. Özellikle bazı konuların açıklanmasında tasavvufî konulara atıfta bulunması ve şerhini bu minval üzere gerçekleştirmesi şerh geleneği açısından oldukça dikkate değer bir konudur. Bu nedenle Ambarcı-zâde'nin Mesnevî'nin ilk 18 beytinin şerhini de içeren eseri, her ne kadar ilk 18 beyitle sınırlı olsa ve yer yer Surûrî, İlmî Dede ve İsmail Ankaravî şerhlerinin izlerini taşısa da içeriği itibariyle bütün Mesnevî şerhleri içinde dikkate değer şerhlerden biri olarak kabul edilebilir.
"Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn"
Buraya kadar yapılan tespit, değerlendirme ve açıklamalardan sonra Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn "Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn" adlı eserin ilk 18 beytin şerhini içeren kısmında dikkat çeken bazı hususlar ilk beyit bağlamında ve kelime ve ekler(biçim) ile bazı kelimelerden nelerin anlatılmaya çalışıldığı (içerik) iki başlık altında ortaya konulacaktır.
2.3. 1. Biçim Açısından Değerlendirme
Biçimsel açıdan değerlendirmeden maksat, şârihin beyitlerdeki ek ve kelimelerle ilgili tercihleridir. Bu bağlamda Ambarcı-zâde'nin Mesnevî'nin ilk beytindeki ek ve kelime tercihleri şöyledir:
2.3. 1.1. Ez/în
Şârih bu hususta kendisinden önceki şârihlerden Surûrî, Şem'î, Ankaravî, Bosnavî, Sabuhî Dede ve Sarı Abdullah Efendi gibi tercihini “în”den yana kullanmıştır. Yaptığımız bir araştırmada tespit ettiğimiz 30 Türkçe şerhin 25'inde “în”, 5'inde ise “ez” tercih edilmiştir (Demirel, 2005:110).
Ambarcı-zâde, beytin şerhini yaparken bu noktaya da temas eder ve neden “ez” değil de “în”i kullandığını açıklamaya çalışır:
'Ve ba'zı muhakkikîn risâlelerinde tahkîk etmişlerdir ki, bizim i'timâdımız oldu, Hz. Hüsameddîn "Hüsameddîn" lisânından nakl-i sahîh ü nüsha-i sahîhe ile ki “bişnev în ney”dür'. diyerek Hüsameddin Çelebi'den doğru bir şekilde nakledilenin “în” olduğunu belirtir.
Şârih, “ez” konusunda da açıklamalarda bulunur ve “Ve ba'zılar “bişnev ez ney”der ve neyden murâd, zâhir kamışdır, derler. Ve ol vakt ma'nâ işit çünkü şikâyet ede durur sûret-i şikâyetde ayrılıklardan hikâyet ede durur.” diyerek “ez” tercihinde ney'den kastedilenin farklı bir unsur, kamış olacağını ileri sürer.
2.3. 1. 2. Şikâyet/hikâyet
Mesnevî şerhlerinde dikkate değer hususların en başında ilk beyitteki şikâyet/hikâyet gelir ve bu kelimelerinin bulunduğu yer ile ilgili tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Ambarcı-zâde, kendisinden önceki şârihlerin çoğu gibi (örn. Bosnavî, Sivasî, Ankaravî, Sarı Abuddah, Hacı Pirî, Muinî ve Sururî) tercihini “şikâyet”ten yana kullanmıştır. Şârih tercihini öncelikle Hüsameddin Çelebi'nin bu şekilde nakletmiş olduğuna bağlar ve Mevlânâ'nın bir başka beytinde de şikâyet kelimesinin önce kullanılmış olduğuna atıfta bulunur:
“Şikâyet hikâyetden mukaddemdir ve kendiler dahi işâret edip buyurur: Mesnevî "Mesnevî",
من ز جان جان شکایت میکند
[5] من نیم شاکی روایت میکند
2.3. 1.2. İçerik Açısından Değerlendirme
Ambarcı-zâde yukarıda belirtildiği üzere bazı kelimelerin tercihi ve gramer yapı ve anlamları üzerindu durduktan sonra, beyitte öne çıkan kelime veya kelime gruplarından murat edileni sorgulamaya başlar. Bu süreç, kimi zaman tamamen kendi bilgi birikimi ile, kimi zaman da çeşitli kaynaklara atıfta bulunmak suretiyle gerçekleşmiştir. Örneğin ilk beyitte üzerinde durulan kelimelerin başında “ney” gelir. Kuşkusuz “ney” sadece ilk beytin değil, bir yönüyle ilk 18 beytin bir yönüyle de bütün bir Mesnevî'nin özü durumundadır. Zaten şârihibu durumu bir yerde net bir şekilde ortaya koymaktadır:
Ve metâlib-i cemî'-i kitâb olan fâzılân-ı tedkîk ü vâsılân-ı muhakkık buyurmuşlardır ki esrâr-ı Kur'ân "Kur'ân" bâ-i bi'smi'llâhda nice münderic ise ma'ârif-i menâzil dahi bu beyt-i şerîfde mündericdir.
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere şârih Kur'an-ı Kerîm'in sırrı nasıl ki “Bismillah'ın “Bâ”sında saklı ise, Mesnevî'de dile getirilen bütün düşünceler bu beyitte bulunmaktadır:
Bu değerlendirmeden sonra esas konuya dönülecek olunursa eğer, şârih önce “ney” kelimesi üzerinde durur ve “ney”i bir sembolik/metaforik değer olarak kabul edip, onunla nelerin kastedilmiş olabileciğini dile getirmeye çalışır.
1. Mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmel: Ambarcı-zâde'nin ney ile ilişkilendirdiği ilk unsur mürşid-i kâmil ve pîr-i mükemmeldir. Söz konusu benzetmeler hemen hemen çoğu şârih için de geçerlidir. Şârih ney ile mürşid-i kâmil ve pîr-i mükemmel arasında ilgi kurduktan sonra, insan-ı kâmilin nasıl bir varlık olduğuna da açıklık getirir:
Ve neyden murâd, mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmeldir ki, makâm-ı nefy-i vücûd-ı beşeriyyet ve ref''-i kuyûd-ı enâniyyetde ifnâ-yı vücûd âteş-i mürşid-i kâmil ney gibidir.
2. Ney-zen elindeki ney: Ambarcı-zâde'nin ikinci benzetmesi mürşid-i kâmil eksenlidir ve, Yâhûd mürşid-i kâmil nây-zenin tasarrufunda olan ney-i tehî gibidir. diyerek mürşid-i kâmili neyzenin kontrolünde olan boş ney olarak değerlendirir. Mürşid-i Kâmil sembolüne bütün şerhlerde rastlamak mümkündür. Örneğin Şem'î Şem'ullah “Neyden murâd, mürşid-i kâmildir ki gerçi zâhiren halkla musâhebet edip onu ve bunu hikâyet eyler. Lâkin derûn-ı pür-sûzı bir nefes vatan-ı aslî yâdından ve 'âlem-i ezelîde olan ittihâdından fârig ü 'âkil değildir.”(4a) ; İlmî Dede “Neyden murâd, vücûd-ı insân-ı kâmildir ki derûnu gibi gıll u gışdan pâk u mücellâ olup” ve Ankaravî de Evvelâ sûfî-i sâfî ve 'âşık-ı vâfî derûnu mâ-sivâdan hâlî ve nefha-i Hak "Hak" ile mâlî olan mürşid-i âlîden isti'âre ola. Zîrâ neyin insân-ı kâmile sûretâ ve lafzen ve zâten münâsebet-i tâmme vü müşâbehet-i 'âmmesi vardır.”(23) diyerek neyin mürşid-i(insan-ı) kâmile teşbih edildiğini dile getirirler.
3. Kâtib elindeki kalem: Ambarcı-zâdenin ney ile ilişkilendirdiği bir başka unsur kâtip elindeki kalemdir. Şârih bu benzetmenin akabinde kalemin de ne amaçla kullanıldığını açıklar ve dahası bir hadis-i şerife göndermede bulunur:
Yâ kâtib elinde kalem menzilesindedir ki vâsıta-ı ta'lîm olmuşdur. Nitekim erbâb-ı işâret bu âyet-i kerîmeden kavluhu Te'âlâ [6] اقراو ربك الاكرم للذى علّم با لقلم علم الانسان ما لم يعلم bu ma'nâyı fehm ederler ki, vâsıta-ı sırr-ı mektûm ve râbıta-i ta'lîm-i cemî'-i 'ulûm kalem vücûd-ı Muhammedî "Muhammedî"'dir. Ve Resûl-i Ekrem "Resûl-i Ekrem" (s.a.v) hem bu ma'nâyı işâret edip buyurur: Eğer kalem olmayaydı dînin kıyâmı olmazdı ve salâh-ı 'ayş yüz göstermez idi.
4. Hz. Muhammed'in İsmi: Ambarcı-zâde dördüncü olarak irfan sahibi kişilerin muamma yoluyla ney ile Hz. Muhammed'in ismi arasında ilgi kurduğunu belirtir:
Ve ehl-i 'irfândan ba'zı neyden mu'ammâ tarîkıyla ism-i Muhammed "Muhammed" istihrâc etmişler, hisâb-ı cümel-i ebced üzere. Meselâ nûn elli ve yâ on; elli ile on altmış olur, sîn dahi altmış olur. Ve sînden murâd, erbâb-ı müfessirîn Muhammed'dir demişlerdir. Yâ-sin "Yâ-sin", yâ Muhammed demekdir. Bu takdîrce işit Muhammed'den demekdir.و اذا قراً القرآن فا ستمعواله وانصّوا [7] âyet-i kerîmesi işâretiyle. Ammâ “bişnev în ney” olduğu vakit işit bu Muhammed'i demek olur. Kavluhu Te'âlâ اقرأبا سم ربك الزي خلق خلق الانسان من علق [8] hasebince. Bu takrîr (30b) üzere Hz. Monlâ halîfe-i Resûl-i Ekrem "Resûl-i Ekrem" olur. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v) halîfe-i Hudâ "Hudâ"'dır.
2.3.3. Etkilenmeler
Ambarcı-zâde şerhinde bariz bir şekilde kimi şârihlerin etkilerini görmek mümkündür. Söz konusu şârihlerin başında Sururî ve İlmî Dede gelmektedir.
Örneğin birinci beytin şerhi sırasında Ambarcı-zâde'nin kullandığı bazı ifadeler ve yaptığı atıflar Sururî şerhinde de yer almaktadır:
Surûrî [9]
Neyden murat, mürşid-i kâmil ve pir-i mükemmeldir. Beşeriyyetin varlığını nefyetme ve benlik kayıtlarını kaldırmak makamında ney gibidir. Öyle ki ney boştur ve neyi çalanın tasarrufundadır. Yahut talim vasıtasında olan kâtibin elindeki kalem yerindedir. Nitekim irşad erbabı bu âyet-i kerîmeden; [10] اقراو ربك الاكرمللزى علّم با لقلم علم الانسان ما لم يعلم gizli sırrın zuhuru vasıtası ve Muhammed "Muhammed"'in varlık kaleminin tüm bilgilerini öğretme aracı diye anarlar. Resûlullâh "Resûlullâh" (s.a.v.) şöyle dedi: [11]لو لا القلم لما قام الزين ولا صلح العيش” İlk hadîslerden olduğu söylenen dört hadîs arasında her birinin diğerine muhalif olduğu görülür. Zira اوّل ما خلق الله العقل[12] اوّ ل ما خلق الله القلم [13] اوّل ما خلق ا لله روحي[14] اوّل ما خلق ا لله نوري [15] muvaffakiyetle bu ince mes'ele ortaya çıkar. Yani bu hadislerle zikredilen dört şey bizzatihi birdir, itibarî olarak ayrıdırlar. Makul olan idrake akıl derler, itibarî olarak gizli sırrın ortaya çıkma vasıtasına kalem derler. Hayat bağışlayanı ifade için ruh derler. Işık vereni farz ederek, nûr derler.
Ambarcı-zâde
Ve neyden murâd, mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmeldir ki, makâm-ı nefy-i vücûd-ı beşeriyyet ve ref''-i kuyûd-ı enâniyyetde ifnâ-yı vücûd âteş-i mürşid-i kâmil ney gibidir. Yâhûd mürşid-i kâmil nây-zenin tasarrufunda olan ney-i tehî gibidir. Yâ kâtib elinde kalem menzilesindedir ki vâsıta-ı ta'lîm olmuşdur. Nitekim erbâb-ı işâret bu âyet-i kerîmeden kavluhu Te'âlâ [16] اقراو ربك الاكرم للذى علّم با لقلم علم الانسان ما لم يعلم bu ma'nâyı fehm ederler ki, vâsıta-ı sırr-ı mektûm ve râbıta-i ta'lîm-i cemî'-i 'ulûm kalem vücûd-ı Muhammedî "Muhammedî"'dir. Ve Resûl-i Ekrem "Resûl-i Ekrem" (s.a.v) hem bu ma'nâyı işâret edip buyurur: Eğer kalem olmayaydı dînin kıyâmı olmazdı ve salâh-ı 'ayş yüz göstermez idi. Kemâ kâle 'aleyhi's-selâm [17] لولا القلم لما قام الدين و لما صلح العيش ve bu dört hadîs-i şerîfin tahkîkinde muhaddisîn-i ehâdîs-i evâil derler ki her biri birine muhâlif görünür:اوّل ما خلق الله العقل [18] اوّ ل ما خلق ا لله القلم [19] اوّل ما خلق ا لله روحي [20] اوّل ما خلق ا لله نوري [21] hem bu nükte zâhir eder. (30a) Ya'ni bu dört nükte ki bu ehâdîs-i şerîfde zikr olunur, bi'z-zât vâhid ve bi'l-i'tibâr muğâyirlerdir. Erbâb-ı işârât idrâk-ı ma'kûlât i'tibâriyle 'akl derler. Vâsıta-i sırr-ı mektûm i'tibâriyle kalem derler ve hayât-bahş olduğu i'tibâriyle rûh derler ve rûşenâlık verdiği i'tibârıyla nûr derler.
İlmî Dede
Lâ-cerem beşeriyyet sebebiyle hak "Hak" iken bâtıl oldular, ne'üzübi'llâh. Ve bir dahi budur ki, ney iki harfdir biri nûn ve biri yâ'dır. Cümel-i kebîr hisâbınca altmışdır. Ve Hz. Resûl-i Ekrem "Hz. Resûl-i Ekrem"'in (s.a.v.) ism-i şerîfleridir ki Kur'ân "Kur'ân"-ı 'Azîm'de Hak celle ve 'alâ Yâ-sin "Yâ-sin" demişdir. Yâ harf-i nidâdır. Yâ Muhammed "Muhammed", demek olur. Pes Hz. Sultan buyurur ki, işit neyden ki Muhammed Resûlullâhdır nice şikâyet eyler, ayrılıklardan hikâyet eyler.
Ambarcı-zâde
Ve ehl-i 'irfândan ba'zı neyden mu'ammâ tarîkıyla ism-i Muhammed "Muhammed" istihrâc etmişler, hisâb-ı cümel-i ebced üzere. Meselâ nûn elli ve yâ on; elli ile on altmış olur, sîn dahi altmış olur. Ve sînden murâd, erbâb-ı müfessirîn Muhammed'dir demişlerdir. Yâ-sin "Yâ-sin", yâ Muhammed demekdir. Bu takdîrce işit Muhammed'den demekdir.و اذا قراً القرآن فا ستمعواله وانصّوا [22] âyet-i kerîmesi işâretiyle. Ammâ “bişnev în ney” olduğu vakit işit bu Muhammed'i demek olur. Kavluhu Te'âlâ اقرأبا سم ربك الزي خلق خلق الانسان من علق [23] hasebince.
2.3. 4. Şerhte Yararlanılan Kaynaklar
Ambarcı-zâde ilk 18 beytin şerhinde Sururî, İlmî Dede gibi şârihlerin etkisinde kalmanın yanında birçok kaynağa da başvurmuş, şerhini söz konusu atıflarla sağlam bir zemin üzerine oturtmaya çalışmıştır. Bu bağlamda başta Kur'ân-ı Kerîm olmak üzere hadis-i kudsî ve hadis-i şerifler gibi dini kaynaklar; Mevlânâ, Hafız ve Şeyh Sa'di gibi şahsiyetlerin eserleri; Abdülkerim b. Şeyh Sinan'ın Âyîne-i Âlem-nümâ ve Ahmed-i Hamedânî'nin Mirsadü'l-İbâd gibi eserleri ve en son olarak da Nimetullah ve Halimi lügatlerinden yararlanılmıştır. Söz konusu eserlerin içinde hiç kuşkusuz en ön plana çıkanlar Kur'ân-ı Kerim ve Mevlânâ'nın Mesnevî'sidir. Özellikle Mesnevî'den yapılan alıntılar, ilk 18 beytin şerhi için dikkate değer bir nitelik ve nicelikte karşımıza çıkmaktadır.
2.3.5. Şerhte İzlenen Usül
Şerhine Farsça beyitteki kelime ve edatların hem sözlük hem de beyitteki anlamları üzerinde uzun uzun durarak başlayan şârih, daha sonra beyitte yer alan anahtar kelimelerden nelerin murat edildiği üzerinde ayrıntılı bir şekilde durur. Bu arada şerhte parçadan bütüne/tümevarım metodunun kullanıldığını da söylemek de fayda vardır. Bu bağlamda ilk beyitteki şerh usülü şöyledir:
a. Önce metni verir:
بشنو این نی چون شکایت میکند
از جداییها حکایت میکند
b. Sonra metin/beyitte geçen bazı kelime eklerin gramer bilgilerini verir:
Lafz-ı çün bu mahalde işbâ' ile keyf ma'nâsınadır ve mî-kuned muzâri'dir, hâl ma'nâsına. Zîrâ lafz-ı mî, ve hemî edât-ı hâldir. Muzârî'in evveline dâhil olsa hâle tahsîs eder, mâziye dâhil olsa hikâyet-i hâl-i mâzî olur. Meselâ mî-kuned şimdiki hâlde eyleyi dürür.
c. Daha sonra metin/beyitte geçen ve metnin anahtar kelimesi durumundaki kelimelerden nelerin murat edildiği ortaya konulur ve sonunda da parçadan bütüne gidilerek şerh gerçekleştirir. Bu süreçte yer yer dini-tasavvufî-edebî kaynaklara atıflarda bulunarak şerhini sağlam temeller üstüne kurmaya çalışır:
Ve neyden murâd, mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmeldir ki, makâm-ı nefy-i vücûd-ı beşeriyyet ve ref''-i kuyûd-ı enâniyyetde ifnâ-yı vücûd âteş-i mürşid-i kâmil ney gibidir. Yâhûd mürşid-i kâmil nây-zenin tasarrufunda olan ney-i tehî gibidir. Yâ kâtib elinde kalem menzilesindedir ki vâsıta ta'lîm olmuşdur. Nitekim erbâb-ı işâret bu âyet-i kerîmeden kavluhu Te'âlâ [24] اقراو ربك الاكرم للذى علّم با لقلم علم الانسان ما لم يعلم bu ma'nâyı fehm ederler ki, vâsıta-ı sırr-ı mektûm ve râbıta-i ta'lîm-i cemî'-i 'ulûm kalem vücûd-ı Muhammedî "Muhammedî"'dir. Ve Resûl-i Ekrem "Resûl-i Ekrem" (s.a.v) hem bu ma'nâyı işâret edip buyurur: Eğer kalem olmayaydı dînin kıyâmı olmazdı ve salâh-ı 'ayş yüz göstermez idi. Kemâ kâle 'aleyhi's-selâm [25] لولا القلم لما قام الدين و لما صلح العيش ve bu dört hadîs-i şerîfin tahkîkinde muhaddisîn-i ehâdîs-i evâil derler ki her biri birine muhâlif görünür:
اوّل ما خلق الله العقل [26] اوّ ل ما خلق ا لله القلم [27] اوّل ما خلق ا لله روحي [28] اوّل ما خلق ا لله نوري [29] hem bu nükte zâhir eder. (30a) Ya'ni bu dört nükte ki bu ehâdîs-i şerîfde zikr olunur, bi'z-zât vâhid ve bi'l-i'tibâr muğâyirlerdir. Erbâb-ı işârât idrâk-ı ma'kûlât i'tibâriyle 'akl derler. Vâsıta-i sırr-ı mektûm i'tibâriyle kalem derler ve hayât-bahş olduğu i'tibâriyle rûh derler ve rûşenâlık verdiği i'tibârıyla nûr derler. Ve bu mukarrerdir ki nâyda negamât u elhândan ne zuhûr ederse nây-zenindir ونفحت فيه من روحي [30] mûcebince ve nâyda ve vâzda surâh var ise ona mukâbil vücûd-ı insânda beş hiss-i zâhir ü beş his-i bâtın kuvvet-i nazariye ve kuvve-i 'ameliyye vardır. Bu takdîrce Hz. Monlâ "Hz. Monlâ" vücûd-ı şerîflerini nâya teşbîh etseler ba'îd değildir. Ve ehl-i 'irfândan ba'zı neyden mu'ammâ tarîkıyla ism-i Muhammed "Muhammed" istihrâc etmişler, hisâb-ı cümel-i ebced üzere. Meselâ nûn elli ve yâ on; elli ile on altmış olur, sîn dahi altmış olur. Ve sînden murâd, erbâb-ı müfessirîn Muhammed'dir, demişlerdir. Yâ-sin "Yâ-sin", yâ Muhammed demekdir. Bu takdîrce işit Muhammed'den demekdir.و اذا قراً القرآن فا ستمعواله وانصّوا [31] âyet-i kerîmesi işâretiyle. Ammâ “bişnev în ney” olduğu vakit işit bu Muhammed'i demek olur. Kavluhu Te'âlâ اقرأبا سم ربك الزي خلق خلق الانسان من علق [32] hasebince. Bu takrîr (30b) üzere Hz. Monlâ halîfe-i Resûl-i Ekrem "Resûl-i Ekrem" olur. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v) halîfe-i Hudâ "Hudâ"'dır. Bu ma'nâyı beyân için Hz. Monlâ buyurur: Mesnevî "Mesnevî",
چون خدا اندر نیابد در عیان
نایب حقند این پیغامبران
نی غلط کفتیم نایب با منسوب
کر دو پزاری فسیح اید نه حوب[33]
Rabbü'l-'İzzet "Rabbü'l-'İzzet" pertev-i âfitâb-ı cemâl ü nûr-ı mezâhir-i kemâline hakîkat Resûl-i Ekremi halîfe edinip bu 'âlem-i şehâdete irsâl etdikde, sordu ki kavluhu Te'âlâ من يطع الرّسول فقد اطاع الله [34] bu takdîrce 'ulemâ-i ümmeti ke'enbiyâ-yı İsrâ'îl "İsrâ'îl" Resûl-i 'İzzet evliyâlarını ümmetine da'vet için gönderdikde buyurdu ki: [35]من اذا وليّا فقد اذا ني و من اذاني فقد اذي الله sadaka Resûlu'llah bu mukaddeme mukarrer oldukdan sonra gûş-ı cân ile işit ey tâlib-i 'âşık u mürîd-i sâdık çün mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmel me'mûrdur. Bidâyet-i fıtratdan ki, mebde'-i evveldir. Yâhûd işit bu neydir ve ney mâ-sivâdan tehî ve enâniyyet 'ukdelerinden pâk olup cânib-i nâyîden be-tarîk bî-yantiku sârî vü cârî olmuşdur, bu sûret-i şikâyetde hikâyetdir. Menâzil-i lâ-ta'ayyünden terevvüh-i havâtır (31a) ve teserrûh-ı serâyir için insân-ı kâmil [36] حب الوطن من الايمان mûcebi ile her gâh ki vücûd-ı imkândan mülâhaza-i 'âlem-i Lâhût "Lâhût" ede. Garîk-i bahr-ı firâk ve harîk-i nâr-ı iştiyâk olup galebe-i hâlden lisân-ı kâl ile sûret-i şîkâyetde tâliblere ol menâzil ü merâhile ve hazarât-ı hamse-i Rabbâniyeden ki, murâd 'âlem-i Lâhût u harem-i Nâsût müsebbih-i Melekût mukaddes-i Ceberût, ya'ni Ka'be "Ka'be"-i ervâhdan deyr-i eşbâha geldiğin beyâna getirip hikâyet eder. Bu dâ'î üstâdımızdan istimâ'ımızdır. Ve ba'zı muhakkikîn risâlelerinde tahkîk etmişlerdir ki, bizim i'timâdımız oldu, Hz. Hüsameddîn "Hüsameddîn" lisânından nakl-i sahîh ü nüsha-i sahîhe ile ki “bişnev în ney”dür. Şikâyet hikâyetden mukaddemdir ve kendiler dahi işâret edip buyurur: Mesnevî "Mesnevî",
من ز جان جان شکایت میکند
[37] من نیم شاکی روایت میکند
Ve metâlib-i cemî'-i kitâb olan fâzılân-ı tedkîk ü vâsılân-ı muhakkık buyurmuşlardır ki esrâr-ı Kur'ân "Kur'ân" bâ-i bi'smi'llâhda nice münderic ise ma'ârif-i menâzil dahi bu beyt-i şerîfde mündericdir. Ve ba'zı 'ârifler, çün şart içindir derler ol vakt ma'nâ-yı şerîf işit bu neyi, çünkü (31b) şikâyet eder ve el ân sâhib-i sadr-ı Mesnevî "Mesnevî"-hân 'Abdülkerîm b. Şeyh Sinân "Mesnevî-hân 'Abdülkerîm b. Şeyh Sinân" hazretleri sellemu'llâhi Te'âlâ “çün misl ma'nâsınadır” diye buyurdular. Ol vakt ma'nâ-yı latîfi işit bu neyi şikâyet eder gibi ayrılıklardan ya'ni lâ-ta'ayyün 'âleminden ki, murâd menâzil-i mebde' vü ma'âddır hikâyet ede durur ve Hz. Câmî "Hz. Câmî" rahmetu'llâhi 'aleyh neyden murâd, mürşid-i kâmil ü pîr-i mükemmel olduğun işâret edip buyurur:
کیست نی انکس که گوید دم بدم
من نیم جز موج دریا ی قدم
از وجود خود جو نی گشتم تهی
نیست ز غیر خدایم آکهی
آر میدم با حق و از خود رمید
آن و هم بیرون که حق بر من دمیم
هر که دور افتاد با بخت نژند
می کنم آکا هش از بانک بلند
فانی از خویشم من و باقی بحق
شد لباس هسیم یکپاره شق
یالب دمساز خویشم کرد جفت
من نیارم بر لب الاّ انچه کفت
باید از بانکم کلام حق ظهور
خواه فران خواه انجیل و زبور[38]
Ve ba'zılar “bişnev ez ney”der ve neyden murâd, zâhir kamışdır, derler. Ve ol vakt ma'nâ işit çünkü şikâyet ede durur sûret-i şikâyetde ayrılıklardan hikâyet ede durur. Hikâyet budur ki ben zâr u giryân bir zamân idi ehl-i seyf ü kalem (32a) ve sâhib-i livâ vü 'alem olup Hızır "Hızır"vâr sebz-câme ve 'alî-sıfat 'imâme ile seyrângâhım sevâhil-i Fırat "Fırat" u cevlângâhım menba'-ı âb-ı hayât idi. Bu makâmda her nefes şâd u her dem gamdan âzâd olup bâd-ı Mesîh "Mesîh"âsânın dem-i rûh-efzâsıyla zinde idim. Ne gönlümde âteş-i gam ne sînemde dâğ-ı elem var idi. Gurûrumdan niçe mey suver-ı zemîne ve sürûrumdan kelâmımı çarh-ı berîne irgürmüş idim. Dem-be-dem e'imme-i mülk ü cemâ'at-ı câmi'-i fülk ile saf saf neyistânda, ol kıble-i dil ü cân ve mihrâb-ı zemîn ü zamân olan Pâdişâh-ı lâ-yezâle bî-lisân u zebân bî-harf ü beyân terennüm-i bî-nidâ ve tekellüm-i bî-sıyt u sadâ ile saf saf ve taraf taraf kıyâm u ku'ûd ve rük'û u sücûd edip tesbîh ü tehlîl eder idim. Her dem âyîne-i âbda 'ömr-i güzerânın nakş u sûretin gözleyip seyr-i zamânın sür'atine nigerân iken nâ-gâh beyt,
SONUÇ
Sonuç olarak, çok köklü bir geçmişe sahip olan Mevlânâ ve Mesnevî'si üzerine yapılan çalışmalar süreci Ambarcı-zâde Derviş Ali'nin Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn adlı eseriyle dikkate değer bir zenginlik kazanır. Eser her ne kadar ikinci üçüncü ellerden bir takım bilgileri içerse de XVII. Yüzyıl sonu ile XVIII. Yüzyıl başlarında kendi içinde bir bütünlük taşıyan konuları ihtiva etmesi ve bugünlere aktarması açısından dikkate değerdir. Eserin müellifi olan Ambarcı-zâde'nin bir Mevlevî olması ve bir Mevlevî olarak yetişme süreci içinde karşılaştığı eksiklikleri böyle bir eser meydana getirerek kendisinden sonra gelenlere bir başucu kitabı olarak bırakması, eserin önemini ortaya koyan bir yaklaşımdır. Ayrıca müellifin özellikle Mesnevî'nin ilk 18 beytinin şerhinde kullandığı dil, üslup ile yaptığı tasavvuf eksenli açıklamalar, Mesnevî şerhi geleneğine hatırı sayılır bir katkı sağlamıştır, diyebiliriz.
KAYNAKÇA
Ambarcı-zâde Derviş Ali b. İsmail, Terceme-i Esrârü'l-Ârifîn ve Sirâcü't-Tâlibîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa, No:711
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C.1, Ana Yayıncılık A.Ş. ve Encyclopaedıa Brıtannıca, Inc. İşbirliği Yay. , İstanbul "İstanbul" 1993. s.382.
Baştürk, Orhan "Orhan Baştürk" ; Surûrî'nin Mesnevî "Mesnevî" Şerhi (Tanıtım-İndeks-Tenkitli Metin vr.1b-40a) Basılmamış Yüksek Lisans Tezi Selçuk "Selçuk" Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Fars Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, Konya "Konya" , 1997)
Demirel, Şener; Dinle Neyden, Mesnevi'nin İlk 18 Beytinin Türkçe Şerhleri, Manas Yayıncılık, Elazığ, 2009
Derman, M.Uğur; Derviş Ali, İmam maddesi, İslâm Ansiklopedisi C.9, İstanbul 1994, s.192
Derman, M.Uğur; "Türk Hat Sanatı", Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ank. 1993, s.389
Mirza Habib Efendi, Hat ve Hattâtân, Haz.Süleyman Kınlı, Hat ve Hattâtân'da Osmanlı Hattatları, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, İstanbul, 2007
[1] Doç.Dr., Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, sdemirel@firat.edu.tr
[2] Mirza Habib Efendi, Hat ve Hattâtân, Haz.Süleyman Kınlı, Hat ve Hattâtân'da Osmanlı Hattatları, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, İstanbul, 2007
M.Uğur Derman, Derviş Ali, imam maddesi, İslâm Ansiklopedisi C.9, İstanbul 1994, s.192
[3] Kıt'alar; "Orta boyda bir kitap ebâdında kâğıtlar üzerine yazılan yazılardır. Kıt'a tek yazı çeşidi (meselâ nesih) ile olduğu gibi, ikili (sülüs-nesih, muhakkak reyhânî, tev'kî-rıka') ve hatta üçlü (sülüs-nesih-muhakkak ) yazı çeşidi ile de yazılabilir. Türklerde en gözde olan sülüs-nesih kıt'alardır. Ayrıca ta'lîk hattı ile de, dört satırlık düz veya mâil kıt'alar da çokça yazılmıştır. Meşk olarak talebeye verilen yazılar ile hattatların ellerinin durmaması için yazdıkları ve içinde güzeli arama temrini yaptıkları karalamalar da hep kıt'a eb'âdında olmuştur. Kıt'aların, husûsi bir tarzda mukavvaya yapıştırılıp çevrelerinin tezhip veya ebrû ile bezenmesinden sonra, klâsik tarzda ciltlenmesiyle hazırlanan yazı albümlerine murakka' denir." Derman, M.Uğur; "Türk Hat Sanatı", Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ank. 1993, s.389
[4] Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C.1, Ana Yayıncılık A.Ş. ve Encyclopaedıa Brıtannıca, Inc. İşbirliği Yay. , İstanbul "İstanbul" 1993. s.382.
[5] Ben canın canından şikâyet etmedeyim; ama gerçekte şikâyetçi değilim, rivâyet etmedeyim ancak.
[6] Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak, 96.3-4-5.)
[7] Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun (A'raf, 7.204)
[8] Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (Alak, 96.1-2)
[9] Orhan Baştürk "Orhan Baştürk" ; Surûrî'nin Mesnevî "Mesnevî" Şerhi (Tanıtım-İndeks-Tenkitli Metin vr.1b-40a) Basılmamış Yüksek Lisans Tezi Selçuk "Selçuk" Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Fars Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, Konya "Konya" , 1997)
[10] Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (A'lak, 96.3-4-5.)
[11] Kalem olmasaydı din devam etmez, hayatın düzeni bozulurdu. (Hadîs-i Şerîf; Mahmud Ahmed Nede, Luğatu'l-Kur'ânu'l-Kerîm Fî Cüz-i Amme, s. 749, Beyrut 1981, Daru'n-Nahdatu'l – Arabiyye.
http://www.kubacami.org/konular/akademi/alak_tefsir/21_kalemin_onemi.htm#_ftn9,
04.04.2005)
[12] Allah "Allah" önce aklı yarattı. (Hadîs-i Şerîf; Buharî, Bed'ul-Halk 1; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, C.I, 265) (Ebû Nuaym'ın Hz. Âişe'den zayıf bir isnadla rivayet ettiği mevzu bir hadîstir. Yıldırım, 2000:101-102)
[13] Allah "Allah" önce kalemi yarattı. (Hadîs-i Şerîf; Tirmizî, Kader, 17/2155; Ebû Dâvud, Kitabu's- Sünen, No: 4700.)
[14] Allah "Allah" önce ruhu yarattı. (Hadîs-i Şerîf) (Ahmed b. Hanbel, Hâkim, İbn Hibbân tarafından rivayet edilen hadise ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Yıldırım, 2000:125)
[15] Allah "Allah" önce nuru yarattı. (Hadîs-i Şerîf; Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, I, 311) (Ahmed b. Hanbel, Hâkim, İbn Hibbân tarafından rivayet edilen hadise ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Yıldırım, 2000:125)
[16] Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak, 96.3-4-5.)
[17] Kalem olmasaydı din devam etmez, hayatın düzeni bozulurdu. (Hadîs-i Şerîf, Mahmud Ahmed Nede, Luğatu'l-Kur'anu'l-Kerîm Fî Cüz-i Amme, s. 749, Beyrut 1981, Daru'n-Nahdatu'l - Arabiyye)
[18] Allah "Allah" önce aklı yarattı.(Hadîs-i Şerîf, Buharî, Bedu'l-Halk 1; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, C.I, 265)
[19] Allah "Allah" önce kalemi yarattı. (Hadîs-i Şerîf, Tirmizî, Kader, 17/2155; Ebû Dâvud, Kitabu's- Sünen, Hadis No: 4700)
[20] Allah "Allah" önce ruhu yarattı. (Hadîs-i Şerîf)
[21] Allah "Allah" önce nuru yarattı. (Hadîs-i Şerîf, Aclûnî, Keşful-Hafâ, I, 311)
[22] Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun (A'raf, 7.204)
[23] Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (Alak, 96.1-2)
[24] Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak, 96.3-4-5.)
[25] Kalem olmasaydı din devam etmez, hayatın düzeni bozulurdu. (Hadîs-i Şerîf, Mahmud Ahmed Nede, Luğatu'l-Kur'anu'l-Kerîm Fî Cüz-i Amme, s. 749, Beyrut 1981, Daru'n-Nahdatu'l - Arabiyye)
[26] Allah "Allah" önce aklı yarattı.(Hadîs-i Şerîf, Buharî, Bedu'l-Halk 1; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, C.I, 265)
[27] Allah "Allah" önce kalemi yarattı. (Hadîs-i Şerîf, Tirmizî, Kader, 17/2155; Ebû Dâvud, Kitabu's- Sünen, Hadis No: 4700)
[28] Allah "Allah" önce ruhu yarattı. (Hadîs-i Şerîf)
[29] Allah "Allah" önce nuru yarattı. (Hadîs-i Şerîf, Aclûnî, Keşful-Hafâ, I, 311)
[30] Ona ruhundan üfürdüğü zaman. (İsrâ "İsrâ", 15.29)
[31] Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun (A'raf, 7.204)
[32] Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (Alak, 96.1-2)
[33] Allah "Allah" açıkça görülmediğinden, bu peygamberler Hakk'ın vekilidirler. Hayır yanlış söyledik bağlı vekiller, eğer iki…
[34] Kim Resûl'e itaat ederse Allah "Allah"'a itaat etmiş olur. (Nisâ, 4.80)
[35] Kim bir veliyi incitirse, beni incitmiş olur; kim beni incitirse Allah "Allah"'ı incitmiş olur. (Hadîs-i Şerîf, Buhari, Rikak 38.)
[36] Vatan sevgisi imandandır. (Hadîs-i Şerîf, Aclûnî, Keşfü'l- Hafâ, I, 345.)
[37] Ben canın canından şikâyet etmedeyim; ama gerçekte şikâyetçi değilim, rivâyet etmedeyim ancak.
[38] Kimse değil o kimse ki an be an der, ben kıdem denizinin dalgasından başka bir şey değilim.
Ney gibi kendi vücudumdan boşaldım; Allah "Allah"'ımdan başka benden haberdar olan yok.
Hak "Hak" ile dinlendim, kendimden kaçtım, O ve dışarıda olan ki Allah "Allah" benimledir
Kederli bahtla uzak düşen herkesi, yüksek sesle uyarıyorum
Kendimden geçiciyim, Allah "Allah"'a kalıcıyım, varlık elbisem baş başa yırtıldı.
Arkadaşımın dudağıyla çift yaptı, ben o dudağın söylediğinden başkasını dile getirmem.
Sözümden Hakk'ın kelâmı zuhur etmeli. İster Kur'ân, ister İncîl, ister Zebûr olsun.