2007 Mevlâna Yılı Son Bulurken
UNESCO tarafından ilan edilen Mevlâna'nın 800. doğum yılının son günlerindeyiz. Yıl boyu yapılan faaliyetlerle Mevlâna'yı dünyaya ve insanımıza tanıtabildik mi? Hepsinden önemlisi, onun yaşantısı ve eserleri ile insanlığa hayat veren mesajlarını, dünyaya ve topluma benimsete bildik mi? Son birkaç aydan beri de toplum, sınır dışı operasyona odaklandı. Geçenlerde, Prens Chars'ın Konya'ya gelmesi ve konuşması kamu oyunda bir hayli dikkat çekti.
Yurt içinde ve yurt dışında, bol sema gösterili bir yıl geçirdik gibi geliyor bana. Biraz da yayın, sergi afiş vs.
Maalesef günümüz insanı, özden ziyade şekle önem veriyor. Asırlar var ki, İslâm'ın da özünden ziyade şekline sarıldık. İslâm âlemi bunun için bu duruma geldi.
“Ben Kur'an'ın kulu-kölesi, Hz. Muhammed'in yolunun tozuyum” diyen Hz. Mevlâna'nın mesajlarının kaynağı açıkça Kur'an ve sünnettir. Mevlâna'da bunun dışında bir şeyler aramak, onu anlamamak demektir.
Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan da isabetli bir tespitle, “Mevlâna'da hakiki Müslümanlık belâğatın en yüksek derecesi ile ifade edilmiştir. Ve bu Müslümanlık şeklin değil, mânânın Müslümanlığıdır.” der. İşte insanlarımızın hatta bütün insanlığın anlamakta zorlandığı nokta da burasıdır.
Günümüzde Batı insanı, tatminsizlikten kaynaklanan büyük bir arayış içerisinde. Mevlâna'ya koşması ondan. Fakat esas kaynaktan mahrum olduğu için, onu anlamakta daha çok zorlanıyor.
Yine Ali Nihat Tarlan'ın ifadesiyle , “… Şark Mevlâna'yı kâfi derecede tanıyamamıştır. Ve bunda mazurdur. Çünkü Mevlâna, beşerin görüş hudutlarını aşan bir irtifadadır.” (1)
Mevlâna İslâm âleminde ender yetişen tasavvuf erbabından birisidir. Toplumun bir asra yakın bir zamandan beri, tasavvufî hayattan tamamen uzaklaşmış olması, kanaatimizce onu, anlamayı daha da zorlaştırıyor.
Mevlâna'yı anlatırken, onun hayat bahşeden mesajlarını insanların hayatında tatbik edilebilir şekle sokamamışsak, onu gerçek veçhesiyle anlatmış olamayız. Oysa onun mesajlarını hayatımıza geçirmeye o kadar muhtacız ki…
Bu gün ülkemizde, tavuk boğazlanır gibi, insan boğazlanıyor. Mal, can ve namus emniyeti büyük çapta zedelendi. Hak ve hukuk mefhumu tamamen ortadan kalktı.
Hoca, öğretmen olalıdan beri, şöyle talebesinin yavaşça kulağını çekip, onu uyaramıyor artık. İlköğretim okullarında bile öğretmenler, sükûneti temin edememekten şikâyetçi. Yapılan araştırmalara göre her gün, yüzlerce öğretmen, öğrencileri tarafından sözlü veya fiilî şiddete maruz kalıyor. “Bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum” anlayışına ne oldu? Çocuklarımız neden bu hâle geldi?
Toplumda bulunması gereken vefa, sevgi, saygı, nezaket, merhamet ve şefkat gibi mefhumlar, âdeta sözlüklerde kaldı.
Konya'da âcil servise günde 8 bin ihbar geliyormuş. Bunun sadece 150 küsuru gerçek çıkıyormuş. Hayatî bir meselede bunu bizim çocuklarımız, gençlerimiz ve insanımız yapıyor. Gençler, devlet ve vatandaşın malına zarar vermekten âdeta marazî bir zevk alıyor. Bunlar korkunç şeyler.
Bir de Mevlâna'nın mesajlarına, tasavvufun geliştirdiği edep ve erkâna bakalım.
Bir gün Mevlâna hamama gitmiş, girmesi ile çıkması bir olmuş. Müritleri niye hamamdan erken çıktığını sorunca Hazret-i Pîr şu cevabı vermiş:
-Hamamcı, ben içeri girince, havuz başında oturan birisi kaldırıp bana yer açtı. Bundan büyük utanç duydum. Bu sıkıntının verdiği hararete dayanamadım, onun için erken çıktım.
Başka bir gün Hz. Mevlâna dostlarıyla birlikte sema yaparken aralarına bir de sarhoş katılmış. O da çevresindekilere çarpa çarpa, sema yapmaya başlamış. Müritleri bu sarhoşu hemen oradan uzaklaştırmışlar. Bunu gören Hz. Mevlâna müritlerine çıkışmış, “İçkiyi içen başkası, ama sarhoşluğu siz yapıyorsunuz.” buyurmuşlar. Yani sarhoşa bile tahammül ve anlayış.
Mevlevî mensupları yemek yerken bir can, el bağlamış vaziyette dervişânın hizmetini görmek için ayakta hazır bekler. Su için, yüzüne bakıvermek yeterlidir. Su isteyen, suyunu içinceye kadar hemen kaşıklar sofraya konur ve beklenir. Birkaç kaşık çorba ile de olsa, arkadaşlarının hakkına tecavüz etmek istemezler. İslâm'da ve tasavvufta. kul hakkı, bu kadar önemlidir.
Yine Mevlevîlerde “Görüşme” diye bir olay vardır. Bir Mevlevî kullandığı bir eşyayı yerine koyarken, onu dudaklarına götürür ve öper gibi yaptıktan sonra yerine koyar. Bu eşyaya gösteriler saygının bir ifadesidir. Nebâtât, hayvânât ve insana gösterilen saygı ve sevgiyi siz düşünün.
Tasavvuf bir bütündür. Yollar, tarikatlar ayrı da olsa uygulama hep aynıdır. Çünkü kaynak birdir.
Son devrin büyük mutasavvıflarından Fatih Türbedârı Âmiş Efendi, bir müntesibiyle yolda giderken, yanındaki yolda gördüğü bir taşı, insanlara eza vermesin diye, ayağıyla kenara itivermiş. Bunu hoş görmeyen Âmiş Efendi, “Yer taban, gök tavan, arası hep ıhvan” buyurmuş. Yani bütün canlı-cansız varlığa insan ve ıhvan muamelesi.
Bu anlayışla, yukarıda bahsettiğimiz hâlimizi bir mukayese edin, ne durumda olduğumuz ve Hazret-i Pir'in mesajlarına ne kadar muhtaç bulunduğumuz hemen anlaşılıverir.
Yılın gerektiği kadar iyi değerlendirilemediği konusunda kimseyi suçlamak istemiyorum. Esas toplum olarak da bu yüce mesajları almaya hazır olmadığımızın altını çizmek istiyorum.
Vaz geçecek değiliz. Mevlâna yılı bitse de, onu anlamaya ve anlatmaya, onun hayat bahşeden mesajlarını insanlara ulaştırmaya devam etmeliyiz.
Bir gün gelecek mutlaka insanlık Hz. Mevlâna'yı ve İslâm'ı aslî veçhesiyle keşfedecektir. İnsanlığın başka kurtuluş yolu yoktur.
1. Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Şerh-i Mesnevî (Tahirü' l Mevlevî), takriz yazısı, 1/3.