Kütahya ve Mevlevîlik
-Nuri ERBAY-
Her kültür ve medeniyetin belirli bir şehir anlayışı vardır. Şehir, kültürün yaşaması ve yaşatılması için önemli bir unsurdur. Anadolu coğrafyasında en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Kütahya, Selçuklu, Germiyanoğlu ve Osmanlı dönemlerinde bilim, kültür ve san'atın gelişmesine önemli derecede hizmet etmiştir.
Germiyan ailesinden Süleyman Şah ve Sultan Veled'in torunu Devlet Hatun'un Yıldırım Bâyezid ile evliliği sırasında, Kütahya, Germiyanoğulları tarafından Osmanlı'ya çeyiz olarak verilir. Bu durumun, Osmanlı devlet ve toplum hayatında mühim tesirleri görülür. Bu tesirlere misal olarak, Sultan Mehmed'e, “Çelebi” unvanının verilmesi ya da Fatih Sultan Mehmet'ten sonra, tahta geçen sultanların kılıç kuşanma törenlerinde Mevlevî büyüklerinin hazır bulunarak kılıç kuşatma merâsimine bizzat nezâret etmiş olmaları gösterilebilir.
Sultan Veled, kızı Mutahhara Hatun'u Germiyanoğlu Süleyman Şah (ö.1387) ile evlendirmiştir. Mevlevî, Osmanoğulları ve Germiyanoğulları'na ait kaynaklarda bu evlilik ve kişilerle ilgili, birbirini tarih açısından tamamlayan bilgiler bulunmamakla birlikte böyle bir izdivâcın varlığı da inkâr edilemez.
Anadolu'nun bir çok şehrine halifeler gönderen Sultan Veled'in, Hz. Mevlânâ gibi bir mutasavvıfın ortaya koyduğu vahdet telakkîlerini ve fikriyâtını, rahatlıkla kabul edebilecek bir altyapıya sahip olan ve kızı Mutahhara Hatun'un da yaşadığı bu beldeyi göz ardı etmesi düşünülemez.
Sultan Veled'in Farsça Divan'ında (Divân-ı Sultan Veled, neş: F. Nâfiz Uzluk, İstanbul, 1941, s.550) Kütahya'nın insanını ve tabiî güzelliklerini methettiği bir gazeli vardır.
Bu gazele dayanarak, Sultan Veled'in Germiyan Beyliği döneminde Mevlevîliği yaymak maksadıyla Kütahya'ya geldiği de söylenebilir.
“Ne-bâşed hem-çü Kûtâhiyye şehri
Hunuk ânkes ki der vey nişest şehrî”
Mısraları ile başlayan gazelin anlamını günümüz Türkçesi ile vermeye çalışalım:
Kütahya gibi bir şehir olmaz.
Ne mutlu Kütahya'da bir ay oturana.
Talihi olup da iki ay oturacak olan birisi, ondan hesapsız istifâde eder.
Kütahya, bir güneş gibidir. Her tarafı yüzdür ve o yüzün, karanlığı yoktur.
Güzellikte cennete benzer. Yâ Rab! Ona eziyet, sıkıntı ve kahır gösterme.
Hiç, kusursuz bir güzele zehirli bir şerbet içirilir mi?
Onun her köşesi bir bağ ve bahçedir. Her tarafından pınarlar ve nehir akmaktadır.
Onun, duvar içine alınmış, muhafaza olunmuş güzel bir kalesi vardır.
Onun gibi, dünyada hiçbir şehir görülmemiştir.
Böyle güzel şehre, bin Herat ve bin Merv fedâ olsun.
Sultan Veled de, onun güzelliği belli olunca herkesin yanında onun övgüsünü açıkça söylemektedir.
Kütahya'da XIV. yüzyılın ortalarında, Celâleddin Ergun Çelebi'nin şeyhliğinde Kütahya Mevlevîhânesi kurulmuştur. Erguniyye Mevlevihânesi olarak da bilinen Kütahya Mevlevîhânesi, Mevlevîliğin Osmanlı coğrafyasında hızla yayılmasında önemli bir yere sahiptir. Ergun Çelebi, Mevlânâ'nın üçüncü göbekten torunudur. Esrar Dede'nin Tezkire-i Şuarâ-i Mevlevîyye ve Sakıp Dede'nin Sefine-i Nefise-i Mevlevîyye adlı eserlerinde kendisi hakkında geniş bilgi yer alan Celâleddin Ergun Çelebi, Sultan Veled'in kızı Mutahhara Hatun ile Germiyan Beyliği'nin kurucusu Yakub Bey'in torunu İlyas Paşa'nın oğludur. Nesli bir yandan Mevlânâ'ya, bir yandan da Germiyan Beyliği'ne dayanmaktadır.
Celâleddin Ergun Çelebi, 700/1301 yılında doğmuş ve 730/1330 senesinde, Kütahya Mevlevîhanesi postnişini olmuştur.
Çevresinde, alçakgönüllülüğü ve gönülleri fetheden mizâcı ile tebarüz eden Celâleddin Ergun Çelebi'nin bu vasıfları, Orta Asya ülkelerine kadar yayılmış, İshak Fakîh, Şeyh Ahî Erbasan, Ahî Evren ve Ahî İzzeddin gibi kimseleri Kütahya'ya çekmiş ve ondan feyz almalarını sağlamıştır. Hatta bu kişiler O'na, kabirlerinin Ergun Çelebi'nin türbesine yakın olmasını da vasiyet edecek kadar hayranlık ve muhabbet duymuşlardır.
Celâleddin Ergun Çelebi'nin, İşaretü'l-Beşere ve Gencnâme isminde iki manzum eseri bulunmaktadır. Ayrıca Arapça ve Farsça tasavvufî vecizeler hükmünde olan kırk kadar sözü de Mustafa Sâkıb Dede tarafından toplanıp şerh edilmiştir. İşaretü'l-Beşere, Mevlevî mukabelelerindeki Sultan Veled devrinden, selam rumuzlarından, insan-ı kâmilin, şeyh ve mürşidin özelliklerinden bahseden bir eserdir.
Kırk beyitten oluşan ve mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan Gencnâme'nin ilk beyti şöyledir:
Nedür ol genc-i pinhân kim hemîşe kubbesi devvâr
Zemînin eylemiş yek-nokta üzre dest-i hikmet-kâr
Hikmetli bir elin, zeminini bir nokta kıldığı o gizli hazine nedir? (ki) her zaman kubbesi dönüp durmaktadır.
Celâleddin Ergun Çelebi, hizmetini, Kütahya fâtihi Hazar Dinarî'nin, Ulu Camii yakınında yaptırdığı mescidde başlatmış ve vefâtında da buraya defnedilmesini vasiyet etmiştir. Günümüzde, “Dönenler” adı da verilen Mevlevîhane, Eydemir Hamamı'nın yanında ve Ulu Camiî'nin doğu tarafında yer almaktadır. Ergun Çelebi'nin buradaki görevine, ölüm tarihi olan 775 / 1374 yılına kadar devam ettiği bilinmektedir.
Tezkire-i Şuârâ-yı Mevleviyye'de ( Esrar Dede, Tezkire-i Şuara-i Mevleviyye, İnceleme-Metin, Haz. İlhan Genç, Ankara, 2000, s. 96 -105) Ergun Çelebi'nin ölümüne şu beyitlerle tarih düşürülmüştür:
Hazreti Sultân Ergûn-ı Velî
Bezm-i vasl-ı asla itdi hoş-hırâm
Ya'ni zâhirde bütûnı gösterüp
Kıldı bâtında zuhûra ihtimâm
Pes lisânü'l-gayb târihin didi
Rabbihi'l-Mevlâ dâ'î dâru's-selâm
Hazar Dinârî Mescidi, Erguniyye Mevlevîhânesi'nin çekirdeği olarak kabul edilmektedir. Eski Hazar Dinârî Mescidi'nin içinde, Ergûn Çelebi ve yakınlarına ait olduğu bilinen on dört sanduka, batısında da hazire yer almaktadır. Şu an türbe olan bu mescidin bânisi Hazar Dinârî'nin, Kütahya'da Hıdırlık, Balıklı ve Saâdeddin Camiî'lerini yaptırdığı da bilinmektedir.
Bu mescidin doğusuna, bugünkü Mevlevîhâne inşa edilmiştir. XIV. yüzyıl ortalarında yapılan Mevlevîhâne, 1812, 1841, 1959 ve 2004 yıllarında tamir görerek bugünkü şeklini almıştır. Mevlevîhâne'nin güney tarafında, önceleri mutfak, derviş hücreleri, meşruta ve diğer birimler bulunuyordu. Mutfak önündeki alanda bulunan yedi katlı, sanatlı olan çeşmenin yerinde, şimdi bir şadırvan vardır. Kütahya Mevlevîhânesi, 1959'da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, aslına sadık kalınarak restore ettirilmiştir.
Erken dönem Mevlevîhânelerinin önem taşıyan eserlerinden olan Kütahya Mevlevîhânesi, 1925'ten sonra, depo vb. olarak kullanılmış ve ancak 1959 yılında gördüğü tamirattan sonra hizmet verebilen bir cami haline getirilebilmiştir. Kütahya Mevlevîhânesi'nin etrafındaki bölümler, daha sonraki zamanlarda yıkılmıştır. Bugün, batısında hazire ve güneyinde de kesme taştan inşa edilmiş aşevi kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde, hazirenin batısında kalan bir çeşme ve çeşmenin yanına da maalesef bir yeraltı tuvaleti yapılmıştır. Ayrıca halen park olan dedegân evlerinin bulunduğu bölüme, ahşap portatif dükkânlar kurulmuştur.
Giriş kapısının üstünde bulunan, “Yâ Hazreti Ergûn” yazılı çini levha, Halil Mahir tarafından kaleme alınmıştır. Daha üstte bulunan “Yâ Hazreti Mevlânâ yazısı Çinici Ahmet Şahin'e aittir.
Mevlevîhâne'nin ortasında bulunan dâire şeklindeki alan, semâ merâsimlerinin yapıldığı meydandır. Semâhâne alanını çevreleyen iki bölüm, derviş ve Mevlevî muhibleri için, seyir mekânı olarak yapılmıştır. Cumhur kapısının sağından, üst kata çıkan merdivenlerde mutribân mahfili bulunmaktadır. Daha üstteki kısımlar da, kadınların sema merasimlerini seyredebilmeleri için inşâ edilmiştir. Dışarıdan buraya ayrıca merdiven vardır.
Semâ alanının çevresindeki sekiz direk üzerinde, Mevlevi sikkeleri, “Muhammed Celâleddin Rûmî Kuddise sırruhû Yâ Hazreti Mevlânâ”, Ashab-ı Kehf ve Kıtmir yazıları mevcuttur. Kubbe kasnağında, Ayete'l-kürsî ve devamında “Lâ ikrâhe fi-ddin” âyeti ile hattın ketebesi Ahmed Mahir Tekfurdağızâde Kütahyavî 1254/1838-1839 yazılıdır.
Kubbede ise, Allah, Muhammed, Dört Halife, Hz. Hasan ve Hüseyin'in isimleriyle ihlâs suresi yazılıdır. Kubbe direkleri arasındaki kuşakta Türkçe bir rubâî ve altı beyitten müteşekkil Farsça bir şiir, sekiz defa tekrar edilmiştir:
Ey kâşif-i esrâr-ı Hüdâ Mevlânâ
Sultân-ı bekâ şâh-ı fenâ Mevlânâ
Aşk itmededür hazrete böyle hitâb
Mevlâ-yı gürûh-ı evliyâ Mevlânâ
Ey ilahi sırların keşfedicisi Mevlânâ!
Bekâ yurdunun sultanı, fenâ mülkünün şâhı Mevlânâ
Aşk, sana böyle hitap etmektedir.
Ey evliyâ topluluğunun Mevlâsı Mevlânâ
Farsça beyitlerin günümüz Türkçesi ile anlamı şöyledir:
Bilir misin semâ nedir? Belâ (evet) sesini işitmek
Hakk'a ulaşıp kendini kendinden almaktır.
Bilir misin semâ nedir? Varlıktan habersiz olmak
Mutlak fânilik içinde, ebedîlik zevkini tatmaktır.
Bilir misin semâ nedir? Yakûb'un derdine devâyı,
Yûsuf'un gömleğinin kokusunda bulmaktır.
Bilir misin semâ nedir? Semâ, Musa'nın âsâsı gibidir.
Firavun'un bütün sihirlerini, zamanla kendine çekmektir.
Bilir misin? “Benim, Allah ile hususi bir ânım vardır.”
Sözünün sırrına mekânsız ve aracı olmadan ermektir.
Bilir misin semâ nedir? Şems-i Tebrizî misâli,
Gönül gözünü açarak mukaddes nurları görmektir.
Türkçe rubâî ve ilk Farsça beyit hâriç olmak üzere geriye kalan beş beytin, İstanbul Yenikapı Mevlevîhânesi'nde de levhâlar halinde bulunduğu bilinmektedir. Ancak Yenikapı Mevlevîhânesi'ndeki bu levhâlar 5 Eylül 1961 akşamı çıkan yangında kaybolmuştur.
Erguniyye Mevlevîhanesi'nin tamir kitabelerinden 1812 ve 1841 yıllarında tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Dört beyitten meydan gelen birinci tamir kitabesi şöyledir.
1. Fürûğ-ı Şems ü himmet Mevlânâ Hâlet Efendi kim
Tecellî-bahş-ı ta'mîr oldu bu dergâh-ı pür-hûne
2. Olup bu bâbdan girdikte mûtû sırrına mazhar
Nazar kıl haşr ü neşre tut kulağın nağme-i sûra
3. Dem-â-dem dinle gel yâhû kudûmû mutribi nâyı
Semâ et dilde tevhîd-i ilâhi belde tennûre
4. Makâm-ı evcden âyini okurlar Kudsiyâ târih
Hele bu Mevlevî dergâhı döndü beyt-i mâmûre
H. 1227/ M.1812
Halet Efendi, Mevlânâ ve Şems'in himmetleriyle bu mekânı güzel bir şekilde tamir etti. İnsan, kapıdan girdiği zaman, burada ölmeden önce ölmek sırrına mazhar oluyor. Hesaba çekileceğin günü düşün ve Sûr'un sesine şimdiden kulak ver. Daima kudüm ve ney çalanları dinle. Beline tennure giy ve tevhid söyleyerek semâ et. Burada âyinler okunmaktadır. Tarih beyti: Bu Mevlevî dergâhı, yaşanabilecek güzel bir ev haline geldi.
Kütahya Erguniyye Mevlevîhânesi'nin İkinci tamir kitâbesi de şöyledir:
1. Kutb-ı âlem gavs-i a'zam pâdişâh-ı muhterem
Şâh-ı Mansûru'l-âlem şevketlü Han Abdülmecîd
Câlis-i evreng-i şevket ol Şâh-ı mâlik-i nikâb
Cûd-ı lutfuyle eder şâhân-ı âfâk-ı abîd
2. Ol şehinşâh-ı selîmü'l- kâlb âdil meşrebin
Çekdi nev- tedbîr adlî, zulme bir ser-sedîd
Kıldı tazîmât ile ma'mûr mülk-i milleti
Buldu dünyâ intizam hâli bir vefk-i ümîd
3. Âlemi kıldıkca i'mâr ol şehinşâh-ı güzîn
Hak Taâlâ ömrüni ikbâlini kılsın medîd
Eyleyüp ervâh-ı ehllullah'a kasmed-ihtirâm
Bir sürü dergâhların tecdîd kıldı bir mezîd
4. İşte ezcümle Kütahya Mevlevî Dergâhının
Tarh-ı dürr-i semende letâfet gün gibi oldu bedîd
Şâd olur Ruh-ı Cenâb-ı Mevlevî ol şâhdan
Böyle bir dürr ki kılındı ahd-ı lutfûnda cedîd
5. Buldı Kütahya zihî bu dergâhı zîb ile tâm
Mısra-ı zîbâsı oldu tâm tarîk-i müfîd
Resm-i diğerde dedim târîh-i bâlâsın Azîz
Kıldı pâk îcâd bu dergâhı Han Abdülmecîd
H. 1257/ M.1841
Âlimlerin kutbu, yardımcısı olan değerli kişi Sultan Abdülmecîd, tahta oturduğu zaman kötülükleri ortadan kaldırdı. Muhtaçlara cömertçe yardım etti. O şahların şahı, yumuşak kalpli adaletli sultan, milletin mülkünü imar etti. Ümit edilenden daha çok ülkeye hizmet etti. Hayırlı hizmetlerine devam ettiği sürece, Allah, Onun sultanlığını ve ömrünü uzatsın. Sultan Abdülmecîd Han, Allah dostlarının hatırlarını sayıp çok sayıdaki dergâha bir yenisini daha eklemiş oldu. Kütahya Mevlevi Dergâhı incilerle süslenerek güneş gibi ortaya çıktı. Mevlevî büyüklerinin ruhu şâd olsun. Kütahya, Abdülmecîd Han sayesinde, çok süslü, şâhane bir Mevlevi mekanına kavuştu.
Mevlevîhânenin bir diğer farklı özelliği de Semâhâne'nin tam ortasında, bir kuyu bulunmasıdır. Bu kuyudan çıkarılan su, halk arasında şifâlı kabul edilir. Mevlevihânenin kapalı olduğu yıllarda suyun çekildiği ve cami olarak ibadete açıldığı yıllarda da tekrar akmaya başladığı anlatılmaktadır
Caminin giriş kapısının dış üst tarafındaki camlı bölüm, minare olmadığı için ezan okuma yeri olarak düşünülmüştür.
“Mevlevihâne Kütüphanesi'nin Kütahya'daki medrese ve tekke kütüphaneleri içinde önemli bir yeri vardır. Konya Mevlânâ Müze Arşivindeki (KMMA) bir belgeye göre 1277/1861 tarihinde buraya Kütahya'daki Mevlevîhâne kütüphanesi kitaplarının bir listesi Hasan Ulvî Dede tarafından verilmiştir. Bu belgeye göre bu kitapların bir kısmı Mustafa Sâkıb Dede ve evlatları; bazıları Küçük Arif Çelebi ve evlatları; bazıları da Kütahya vali ve paşaları tarafından temin edilmiştir. Bu belgede kitapların, mütalâa edilmek ve dışarıya çıkarılmamak şartıyla kütüphaneye bağışlandığı; 276 kitabın hepsinin mevcut olup muhâfaza altında olduğu belirtilmiştir. Kitapların bir kısmı sonradan Kütahya Vahit Paşa Kütüphanesine devredilmiştir. Çoğunluğu bu kütüphanede 1377-1661 demirbaş numaraları arasında kayıtlıdır. Bunların dışında şahısların elinde kütüphaneye âit kitaplar mevcuttur, bazıları da satılmıştır.
Mevlevîhâne vakıfları Ergun Çelebi'den önce kurulmaya başlanmış, son asra kadar da desteklenmiş ve gelişmiştir. Germiyan Beyi II. Yakub Bey tarafından, vakıflarından Mevlevîhâne için ayrılan 5000 kuruş nakit, vakfın diğer gelirlerine eşittir. .”(Abdurrahman DOĞAN, Erguniyye Mevlevihânesi, Sır Yayıncılık ve Kütahya Belediyesi, s.40-46, İstanbul, 2006)”
Genel olarak tanıtılmaya gayret edilen Erguniyye Mevlevîhanesi'den yetişen ve hizmet veren Mevlevî şeyhlerinden bazılarını da kısaca tanıtmak istiyoruz. Kütahya Mevlevîhânesi şeyhi ve “Sefine” müellifi Mustafa Sakıp Dede, Mevlevîlik ve divan edebiyatı açısından önemli bir isimdir. Mustafa Sâkıb Dede, XVIII. asrın başlarında, kırk sekiz yıl Erguniyye Mevlevîhanesi'ni idare etmiş, Kütahya'da Mevlevîliğin inkişâfında mühim hizmetleri olmuştur. Mustafa Sakıp dede'nin “hizmet” redifli kasidesi çok meşhûrdur. Bu kasidenin bir beyti şöyledir:
Gelmez kişinin rütbesine şemme-i noksân
Mâlen bedenen itmeden ahbâbına hizmet
Malen ve bedenen ahbabına hizmet etmek, kişinin rütbesine pek az bir noksan bile vermez.
Mevlevî kültür tarihinde önemli bir isim de Kütahyalı Ebubekir Dede'dir. Kütahya Mevlevîhanesi'nden yetişerek Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini olmuştur. Ailenin buradaki hizmeti, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar (180 sene) devam etmiştir. Ailenin bir başka kolu da Galata Mevlevîhânesi'nde hizmet etmiştir.
Yenikapı Mevlevîhanesi'nde takriben otuz sene postnişinlik yapan Ebubekir Dede'nin en büyük oğlu Ali Nutkî Dede, özellikle Şeyh Gâlib'in yetişmesinde etkili olmuş bir isimdir. Ali Nutkî Dede, babası Ebubekir Dede'nin 1175 yılında vefâtı üzerine, Konya'da bulunan Ebubekir İbn-i Arif Çelebi'nin tasdikıyle, daha on üç yaşında iken, Yenikapı Mevlevîhanesi'nde neyzenbaşılık gibi önemli vazifeler üstlenmiştir.
Ebubekir Dede'nin ortanca oğlu olan Abdulbâki Nâsır Dede, 1804 yılında Ali Nutkî Dede'nin vefatıyla Yenikapı Mevlevîhanesi'nde önce neyzen başı daha sonra da şeyh olmuştur. 1765-1821 yılları arasında yaşayan Nâsır Dede, en başta Isfahan ve Acembûselik makamlarında bestelediği iki büyük Mevlevî ayini ile tanınmıştır. Kendisi daha ziyade matematik ile mûsıkî arasındaki ilişkileri çok araştırmış ve bu konuda o devrin otoritesi sayılmıştır. “Tedkik ve Tahkik”, “Tahrîriye” gibi mûsıkî risaleleri yazmıştır. Ayrıca bir Türk notasının da mucididir. III. Selim'e ait Sûzidilâra Âyinle diğer pek çok eseri, bu tarz nota ile yazarak, adı geçen risâleye ekleyerek padişaha sunmuştur. “Şerh-i Şâhidi”, “Terceme-i Menâkıb-ı Ârifîn” ve “Divan-ı Eş'ar” adlı eserleri de mevcuttur.
Mûsıkî tarihimize Künhî Dede adıyla geçen bir diğer Kütahyalı üstâd ise Abdurrahim Dede Efendi'dir. Meşhur Tezkere sâhibi Evrâr Dede ile aynı asırda yaşamıştır. Ebubekir Dede'nin üçüncü oğludur. Sağlığında ikinci Farâbî olarak şöhret bulmuştur. Aynı Mevlevîhânenin kudümzenbaşısı olarak yıllarca hizmet veren Künhî Dede, edebiyat sahasında da eserler vermiştir. Galata Mevlevîhânesi'nde Kudümzenbaşılık yapan meşhur mûsıkî âlimi ve bestekâr Derviş Mehmed ile Musâhip Seyyid Ahmed Dede'yi yetiştiren yine Abdurrahim Dede'dir.
Abdürrahim Dede'nin kardeşinin oğlu Recep Hüseyin Hüsnü Dede, dokuz senelik şeyhliğini takiben 1830 yılında vefât edince, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhliğine Abdürrahim Dede geçmiş ve iki yıl bu vazifede kalarak 1832 senesinde göçüp gitmiştir.
Abdülbâki Nâsır Dede'nin küçük oğlu Osman Selahaddin Dede sonra da Mehmed Celâleddin Dede şeyh olmuştur. Mehmed Celâleddin Efendi, Tahirü'l- Mevlevî'nin hocasıdır.
Kütahya Mevlevîhânesi ile ilgili ismi zikredilmesi gereken iki önemli hanım ise Hacı Fatma ve Kâmile Hanımlardır.
Fatma Hanım, kısa süren bir evlilik sonrası tekrar evlenmemiş ve bütün hayatını hizmete adamıştır. Kendisi “ümmü'l-fukârâ” olarak anılmıştır. Aynı zamanda şâir olan Fatma Hanım'ın bir divânının var olduğu bilinmektedir. Ancak bu esere şimdiye kadar rastlanamamıştır. Fatma Hanım'ın divânı hakkında Mustafa Nuri Dede, Said Hemdem Çelebi'nin Kütahya'ya geldiği yıllarda eserin çoğaltılmak üzere Konya'ya götürüldüğü ve geri gelmediği bilgisini verir.
Sultan Divânî yakaza halinde, Mustafa Sakıb Dede'nin Kütahya'ya geleceğini bildirmiş, Fatma Hanım müşâhadesinde kendisine gösterilen bu gencin Mustafa Sâkıb Dede olduğunu anlamış ve böylece Mustafa Sâkıb Dede kırk sekiz yıl sürecek şeyhlik vazifesine Fatma Hanım'ın himmetleriyle başlamıştır. Ayrıca Fatma Hanım, Mustafa Sâkıb Dede'yi terbiyesi altında bulunan (Hüseyin Çelebi'nin kızı) Havva Hanım ile evlendirmiştir. 1122/1710 yılında vefât eden Fatma Hanım'ın kabri, Mevlevîhâne türbesindedir. Mustafa Sâkıb Dede, Sefine'de Fatma Hanım'ın iki şiirine yer vermiş ayrıca Fatma Hanım'ın vefâtıyla ilgili olarak da bir şiir yazmıştır
Kâmile Hanım ise Küçük Ârif Çelebi'nin kızıdır ve ilk Mesnevîhân kadınlardandır. Kütahya'da yüzü örtülü olduğu halde mesnevîhânlık görevini ifâ etmiştir. Bu yıllarda Kütahya Mevlevîhânesi'nin başında bilinen belli bir şeyh de yoktur. Mustafa Sâkıb Dede'nin, iffetinden, edebinden, fakirlere hizmetinden özellikle bahsettiği Kâmile Hanım'ın kabri de Ergûniyye Türbesi'ndedir.
Mevlevî kültür tarihinde önemli bir isim de Kütahyalı Ebubekir Dede'dir. Kütahya Mevlevîhanesi'nden yetişerek Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini olmuştur. Ailenin buradaki hizmeti, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar (180 sene) devam etmiştir. Ailenin bir başka kolu da Galata Mevlevîhânesi'nde hizmet etmiştir.
Yenikapı Mevlevîhanesi'nde takriben otuz sene postnişinlik yapan Ebubekir Dede'nin en büyük oğlu Ali Nutkî Dede, özellikle Şeyh Gâlib'in yetişmesinde etkili olmuş bir isimdir. Ali Nutkî Dede, babası Ebubekir Dede'nin 1175 yılında vefâtı üzerine, Konya'da bulunan Ebubekir İbn-i Arif Çelebi'nin tasdikıyle, daha on üç yaşında iken, Yenikapı Mevlevîhanesi'nde neyzenbaşılık gibi önemli vazifeler üstlenmiştir.
Ebubekir Dede'nin ortanca oğlu olan Abdulbâki Nâsır Dede, 1804 yılında Ali Nutkî Dede'nin vefatıyla Yenikapı Mevlevîhanesi'nde önce neyzen başı daha sonra da şeyh olmuştur. 1765-1821 yılları arasında yaşayan Nâsır Dede, en başta Isfahan ve Acembûselik makamlarında bestelediği iki büyük Mevlevî ayini ile tanınmıştır. Kendisi daha ziyade matematik ile mûsıkî arasındaki ilişkileri çok araştırmış ve bu konuda o devrin otoritesi sayılmıştır. “Tedkik ve Tahkik”, “Tahrîriye” gibi mûsıkî risaleleri yazmıştır. Ayrıca bir Türk notasının da mucididir. III. Selim'e ait Sûzidilâra Âyinle diğer pek çok eseri, bu tarz nota ile yazarak, adı geçen risâleye ekleyerek padişaha sunmuştur. “Şerh-i Şâhidi”, “Terceme-i Menâkıb-ı Ârifîn” ve “Divan-ı Eş'ar” adlı eserleri de mevcuttur.
Mûsıkî tarihimize Künhî Dede adıyla geçen bir diğer Kütahyalı üstâd ise Abdurrahim Dede Efendi'dir. Meşhur Tezkere sâhibi Evrâr Dede ile aynı asırda yaşamıştır. Ebubekir Dede'nin üçüncü oğludur. Sağlığında ikinci Farâbî olarak şöhret bulmuştur. Aynı Mevlevîhânenin kudümzenbaşısı olarak yıllarca hizmet veren Künhî Dede, edebiyat sahasında da eserler vermiştir. Galata Mevlevîhânesi'nde Kudümzenbaşılık yapan meşhur mûsıkî âlimi ve bestekâr Derviş Mehmed ile Musâhip Seyyid Ahmed Dede'yi yetiştiren yine Abdurrahim Dede'dir.
Abdürrahim Dede'nin kardeşinin oğlu Recep Hüseyin Hüsnü Dede, dokuz senelik şeyhliğini takiben 1830 yılında vefât edince, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhliğine Abdürrahim Dede geçmiş ve iki yıl bu vazifede kalarak 1832 senesinde göçüp gitmiştir.
Abdülbâki Nâsır Dede'nin küçük oğlu Osman Selahaddin Dede sonra da Mehmed Celâleddin Dede şeyh olmuştur. Mehmed Celâleddin Efendi, Tahirü'l- Mevlevî'nin hocasıdır.
Kütahya Mevlevîhânesi ile ilgili ismi zikredilmesi gereken iki önemli hanım ise Hacı Fatma ve Kâmile Hanımlardır.
Fatma Hanım, kısa süren bir evlilik sonrası tekrar evlenmemiş ve bütün hayatını hizmete adamıştır. Kendisi “ümmü'l-fukârâ” olarak anılmıştır. Aynı zamanda şâir olan Fatma Hanım'ın bir divânının var olduğu bilinmektedir. Ancak bu esere şimdiye kadar rastlanamamıştır. Fatma Hanım'ın divânı hakkında Mustafa Nuri Dede, Said Hemdem Çelebi'nin Kütahya'ya geldiği yıllarda eserin çoğaltılmak üzere Konya'ya götürüldüğü ve geri gelmediği bilgisini verir.
Sultan Divânî yakaza halinde, Mustafa Sakıb Dede'nin Kütahya'ya geleceğini bildirmiş, Fatma Hanım müşâhadesinde kendisine gösterilen bu gencin Mustafa Sâkıb Dede olduğunu anlamış ve böylece Mustafa Sâkıb Dede kırk sekiz yıl sürecek şeyhlik vazifesine Fatma Hanım'ın himmetleriyle başlamıştır. Ayrıca Fatma Hanım, Mustafa Sâkıb Dede'yi terbiyesi altında bulunan (Hüseyin Çelebi'nin kızı) Havva Hanım ile evlendirmiştir. 1122/1710 yılında vefât eden Fatma Hanım'ın kabri, Mevlevîhâne türbesindedir. Mustafa Sâkıb Dede, Sefine'de Fatma Hanım'ın iki şiirine yer vermiş ayrıca Fatma Hanım'ın vefâtıyla ilgili olarak da bir şiir yazmıştır
Kâmile Hanım ise Küçük Ârif Çelebi'nin kızıdır ve ilk Mesnevîhân kadınlardandır. Kütahya'da yüzü örtülü olduğu halde mesnevîhânlık görevini ifâ etmiştir. Bu yıllarda Kütahya Mevlevîhânesi'nin başında bilinen belli bir şeyh de yoktur. Mustafa Sâkıb Dede'nin, iffetinden, edebinden, fakirlere hizmetinden özellikle bahsettiği Kâmile Hanım'ın kabri de Ergûniyye Türbesi'ndedir.
Kümaksad