Türkistan da Belh Şehrinin tertemiz toprağından, mübarek bir kaynaktan geceleyin berrak ve parlak bir su fışkırdı... Bu su, Türkistan'dan Anadolu'ya doğru bir sel gibi beldeleri, vadileri geçti, bir nur gibi aktı... Nihayet Konya'ya, o şerefli diyara gelince, o sel büyüdü bir nehir oldu. Gün geçtikçe büyüdü, daha büyüdü, en sonunda bir deniz oldu. Bu deniz, git gide dibi, kenarı olmayan bir umman halinde göründü...
Ucu bucağı olmayan bu engin deniz bir gün, ilâhi şiir güzellikleri içinde hak nafhalarının rüzgârlarıyla dalgalanmaya başladı. Bu dalgalarda Tanrının aşk kitabının yazılarını okudukları için görenler hayran oldular (Divan-ı Kebir) adını verdiler.
O rüzgârlar, bu denizden günün birinde nur gibi altı dalgayı birbiri ardı sıra göklere yükseltti. O kadar yükseltti ki, gökleri geçti, ta arşa dayandı. Bu dalgalarda ezeliyet güzelinden vuslet müjdelerinin teranelerini duydukları için mest oldular (Mesnevi) adını verdiler.
Özlü bahar bulutlarıyla hiç durmadan cihana rahmet yağmurları yağdıran, susuz toprakları sulayan ve bu suretle insanlık âlemine yepyeni taze hayat veren, o coşkun feyizli Tanrı denizine de (Mevlâna) dediler.
Mevlâna, bütün manasıyla aşk ve şefkat timsalidir. Sözlerinde, bütün eserlerinde, milliyet farkı gözetmeden, insanları birbirine sevdirmeğe sevk eder ve daima birbirlerine iyilik ettirmeğe teşvik eder. Her sözünde, beşeriyeti gaflet ve cehalet karanlığından kurtarıcı parlak bir saâdet yıldızının ışığı vardır.
Hidmeti mikün beray-ı Girdgâr
Ba kabül-ü redd-i halkanet çi kâr
«Elinden geldiği kadar, Allah için, insanlığa hizmet et, yaptığın hizmeti halkın beğenip kabul veya reddetmesini düşünme» der.
Yüce, meşrebinde, bilhassa kadınlara önemli bir mevki verir. Mesnevi'nin birinci cildinde, Peygamberimizin :
«Kadınlar, akıllı erkeği yenerler, fakat cahil erkek, onları yener» hadisi şerifini şu yolda açıklar:
«Peygamber dedi ki: « Kadınlar, akıllı erkeklere, gönül ehli olanlara ziyadesiyle galip olurlar. Fakat cahiller kadına galebe ederler.»
Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar. Onlarda acımak, lütfetmek, sevmek azdır, tabiatlarında, yaradılışlarında hayvanlık üstündür.
Sevgi ve acıma insanlık vasfıdır. Öfkelenme, şehvet de hayvanlık vasfıdır.
«Kadın Hak nurudur, maşuk değil. Sanki yaratandır, yaratılmış değil.»
Mevlâna, yaradılışındaki yüksek, meziyetlerinden, yüce faziletlerinden bize nasib vermek, sonsuz güzelliklerinden tattırmak için ara sıra kendi makamlarından haber vererek der ki:
«Benim ondan başka işim, ondan başka iş yerim yoktur. Ben söz söylerim, söz söz. Çünkü sözlerimi beğenen, dinleyen o sevgilimdir.
Ben söz söyler dudu kuşu oldum. Çünkü benim şeker iklimim odur. Ben güzel koku koklar bülbül oldum. Çünkü benim gülüm, gül bahçem odur.
Ben meleklerin üstünde kanat çırpar uçarım. Çünkü benim kolum kanadım odur. Başımı göklerden yükseğe, öteye uzatırım. Çünkü benim başım da, sarığımda odur.
Canım ve gönlüm sâkindir, çünkü benim canım ve gönlüm odur. Benim kafilem selâmet içindedir. Çünkü kafilemi yeden önderim odur…
Gül bahçelerine örnek olan altın rengim, onun altın hazinesinin küpüdür. Benim güneş gibi parıldayan, karanlıkları yaran kılıcım da odur.
Cismim evi, neden halkın secde yeri oldu, biliyor musun?
— Gece ve gündüz benim cisim evimi kaplayan, kapı ve duvarları üzerinden ayrılmayan odur, o sevgilimdir de ondan...»
Divan-ı kebirdeki şiirlerinden birinde aşkı şöyle tarif ediyorlar:
«Aşk denilen yüce hakikati, ilm-ü fazilette, defterde, kitap yapraklarında arama, orada yoktur, bulamazsın. Halkın dedikodu ettikleri yol, âşıkların yolu değildir, onların yürüdüğü yol, bambaşkadır,..
Aşk, öyle ilâhî bir ağaçtır ki, kökü, dalları ne yere, ne de arşa dayanır. Aşk ağacının kökü ebedde, dalları ezeldedir.»
Aşktaki yüce makamlarını şöyle anlatıyorlar:
Nihadem pay ber aşkı ki ber uşşâk ser başem
Menem ferzend-i aşk ey can veli piş ezpeder başem
«Ben öyle bir aşka ayak koydum ki, âşıklara baş olurum. A canım! Ben aşkın oğluyum ama babamı geçerim.»
Nazenin-i aşkı, şöyle öğüyorlar:
İn nim şeban kist çü mehtâb reside
Peygamber-i aşkest zi mihrâb reside
«Geceyarısı, mehtâb gibi gelen bu güzel kimdir?
— Aşk Peygamberidir, mihrabdan geliyor...»
Mevlâna diyor ki: «Sözden söyleyenin kokusu gelir. Kur'andan Allah'ın, Hadis-i şeriften Hazret-i Muhammed'in, bizim sözlerimizden de kendi kokumuz gelir.
Buy-ı sıdk u buy-i kizb-i gölgir
Hest peyda der nefes çün mişk-ü sir
«Doğru söz olsun, ahmak aldatan yalan söz olsun, misk ve soğan kokusu gibidir, söyleyenin nefesinden belirir.»
Mevlâna diyor ki:
«Erlik, toprağı altın etmek, cömerdlik, altını toprak mesabesinde kullanmaktır. Biz elhamdülillâh, her ikisinde de pehlivan olduk»
Pişei merdi zi hak amûhtîm
Pehlivan-i aşk u yârı. Ahmedîm
«Erlik sanatını Haktan öğrendik. Aşkın pehlivanıyız ve cenab-ı Ahmed'in sevgilisiyiz.»
Bir gün Mevlâna'nın meclisinde bulunanlardan biri dedi ki :
«Yedi kıraet usulü üzere Kur'an okuyan Ziya-ed din, zemanın Ebu Hafızıdır. Her gece, bir hatim indirir öyle yatar.»
Mevlâna, o adama şu cevabı verdi:
«Kitabullah, dört hısım üzere kurulmuştur: Metin, işaret, letafet-i beyandaki nükte, hakayık.
Metin avâma, işaret havâsa, letafet-i beyandaki nükte Tanrı Velilerine, hakayık Peygamberlere mahsusdur. Demek ki, o adam, hep metinle meşgul olmakla kanaat etmiş, Kur'anın özünden, rumûzundan nasibsiz kalmış.»
Yine Mevlâna diyor ki:
«Ben aşıkların gözü önünde görünen bu cisim değilim. Ben o zevk ve neşeyim ki, âyîn ve erkânımdan, adımı anmaktan ve kelâmımdan müridin içinde tecelli ederim. Allah, aşkına, Allah aşkına, canında o zevki bulunca, ganimet bil ve ni'mete şükret.»
Şems-i Tebrizî Hazretleri diyor ki:
«Mevlâna'nın kıymetini biliniz, hem. ziyadesiyle biliniz. Zira Mevlâna o kadar büyüktür ki, onun hak katındaki nazlı mahbubiyet makamının, ve halvetgâh-ı Muhammedideki tecelli mazhariyetinin, yüce derecesini dünyada değil, ahirette bile hakkıyle takdir edemediler. »
«Ey kâşif-i esrar-ı Huda Mevlâna
Sultan-ı beka, şah-ı fena Mevlâna
Aşk etmededir hazretine böyle hitab:
Mevlây-ı gürüh-ı evliya Mevlâna...»
Mîdhat Baharî Beytur
(Mevlana Güldestesi 1964)