Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Murata'ya göre İslâm düşüncesinde toplumda kadın ve erkeğin rolü:
Prof.Azizan Baharuddin
Kendimize sık sık sorular sorarız, Ben kimim? Nereden geliyorum? Dünya ve everen nasıl meydana geldi? Var oluşun anlamı nedir?
09 Ocak 2008

"Murata'ya göre İslâm düşüncesinde toplumda kadın ve erkeğin rolü: Mutasavvıf gözüyle"


Prof.Azizan Baharuddin
Uygarlık Diyalog  Merkezi Müdürü
  

Kendimize sık sık sorular sorarız, Ben kimim? Nereden geliyorum? Dünya ve everen nasıl meydana geldi? Var oluşun anlamı nedir? Benim ne yapmam ve ne yapmamam gerekiyor?  Bu dünyadaki yaşamım sona erince nereye gideceğim? Bunlar,  evren ve bizim onun içindeki  yerimiz ve rolümüz hakkında sorduğumuz sorulardır. Bu sorulara verdigimiz cevaplar da  dunya gorusumuzun, "welfascaung", sekillenmesinde yardimci olur. Dünya görüşü düşünce biçimimizi ve davranışımızı etkiler 1. Onlar yaşamımızı etkiler. Bu dünya görüşü içinde, bizim kadin-erkek konusu ile ilgili goruslerimiz de yer alir.

Temel olarak, “dişil"in yani kadın"ın anlami,statusu, işlevi ve rolü ile ilgili  bir anlayış yolculuguna cikmak istiyorum.  Kadının manevi öneminin ne olduğunu anlamak istiyorum. Harika konferansınızın ana konusuna bağlı kalmaya çalışarak isliyecegim bu konu sanırım çok büyük önem taşımaktadır, çünkü  hayatın pek çok alanında sürdürdüğümüz yaşam biçiminde   “erkek” ve “dişi” ile ilgili ilkelerin  günümüzdeki uygulamalarinda  hissedilen bir dengesizlik var. Bunun felaket getiren  sonuçları,mesela, sadece kaynakların devamlılığını degil aynı zamanda cinsimizin markasini, ozunu teskil eden insanlığı  da tehdit eden ekolojik krizlerde kendini gosterir.

Kısıtlı zamandan ötürü, bu anlayis-irfan- yolculugunu sadece kisaca sizlerle paylasabilecegim. Fakat şunu söylemek kafi gelir ki, “dünyevi” platformda  konunun pratik faydası varsa da, asil kişisel seviyede bilmek gerekli, çünkü arayici olarak ve de özellikle kadın arayıcı olarak,  Allahın ne istediğini bilme arzusundayız,  ve biz  sadece Ondan dolayi ihtiyaç duymaya/umit etmeye/korkmaya ve asik olmaya çalışıyoruz

Müzakereye zemin teskil etmek uzere, ben bir ilim ve bir din öğrencisi olarak,  kendi geçmiş tecrübelerimden, bunun yanı sıra alimlerin ve tasavvufu uygulayan kişilerin yazılarından istifade edecegim, ozellikle  yazar  Sachiko Murata"nın diger eserlerinin yani sira İslamın  Tao"su  (1992)adli kitabindan ve LLewellyn Vaughan-Lee"nin yine bir cok eserinin yani sira Aşkın Çelişkileri   (1996) adli calismasindan. Kişisel deneyimlerin üzerini önemle vurgulamak isterim, çünkü bildiğiniz gibi,  konuştuğumuz bilgi ve irfan turu  hissedilmeden gerçekte bilinemez, bir başka ifadeyle , idrakın ve kalbin uyum içinde beraber çalışması lazımdir.
 

Dünya görüşümüzün geliştirilmesi ve durumumuzun açıklanması

Günümüzde İslam ve Müslümanlarla ilgili olarak  büyük yanlış anlaşılmalar yüzünden, en azından ve uygarlıklar diyaloğu bağlamında, din tarafından yönlendirilen insanda, dişil varlığa; kadına ozgu özelliklerin (güzellik, nezaket, bütünlük, duyguları anlama (empati)  vs) erkeğe ozgu ozelliklerle (sağduyu, yüreklilik, kuvvet, kararlılık) eşit degere getirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.  Münazaramızla alakalı olarak, açıkça belirtilmesine ve açıklanmasına ihtiyac duyulan anahtar sorular/konular aşağıdakileri içeriyor:

a)      Erkek Kadının  zıddı   olarak nedir?

b)      Batılının, ikisinin arasındaki ilişkiye bakış biçimi tek bir yol mudur? Doğulu ve İslami  görüş bundan ne kadar farkli olabilir?

Bugün belki ihtiyaç duyulan şey disiligin (erkekte ve/veya kadındaki), erkekliğe verilen  aşırı önemi dengelemesi, yani  Schiko Murata tarafından tanımlanan  negatif erkeklik. Kadın ve erkek olarak daha uyumlu biçimde  yaşayabilmemiz için,  gerçeği akıllıca yakalamamız gerekiyor.Iste  hakikat ile uğraşan ilmi ve tecrubeye dayanan bir olusum olarak tanimlanabilen Tasavvuf  bize yardım edebilecektir.
 

Dişilik ve Kadınların  hatalı değerlendirilmesi 

Kendi eseri Cinsiyet ve karakter   de, yazar Otto Weinninger, kadını bilim için tamamen uygunsuz olarak tanımlamakda : “kavram uretemeyen kadın gibi bir varlık muhakeme edemez,karar veremez. Onun aklında öznel ve  nesnel ayrı değildir;  muhakeme etmesi imkansızdır ve dogruyu istemesine, doğruya ulaşmasına imkan yoktur. Hiçbir kadın gerçekte bilime ilgi duymaz,sadece kendisini ve pek çok iyi erkeği,ama kötü psikologları, kandırabilir” 2 .

Yukarıdaki görüş kimseye cok da şaşırtıcı  gelmeyebilir, fakat nasıl meydana cikti ve altında yatan derin felsefi varsayımlar nedir? Tarih bilimcilerine göre,   bu gorus Fransız matematikçi – filozof Rene Descartes tarafından akıl ve cisim arasında yapılan ayırımdan sonra basladi. Descartes'in meşhur ifadesi “Cogito ergo sum”  - "Mademki düşünüyorum o zaman varım”,  batılı erkeklerin kimliklerini bütün organizmalar yerine, sadece akıllarıyla es tutmalarini tesvik etti.. Nükleer Fizikçi Fritjof Capra"nın ifadelerinde “akıl ve cisim arasındaki ayırım, alemin  ayrı nesnelerden oluşan mekanik bir sistem olduğu görüşüne yol acti, bu da daha sonra,birbirleri ile etkilesimlerinden ve ozelliklerinden butun dogal olaylarin tanimlanabilecegi temel maddesel yapi taslarina indirgendi.

Capra,  Dekar"ın doğa ile ilgili golruslerinin daha sonra tum canli organizmalari kapsayacak sekilde genisletildigine ve onlarin farkli parcalardan olusan makinalar gibi algilanmalarina yol actigina far inanir. Bugünki modern bilimin temelinde cogunlukla bu dunyanin mekanik algilanmasi vardir ve modern yaşamin çeşitli safhalarina hala çok guclu etki yapmaya devam etmektedir. Analizler gostermektedir ki, bu algilama irfanda/bilgide parçalanmaya, akademik disiplinlerde  ve hükümet dairelerinde parcalanmaya yol acmis, bunun yanı sıra  dogal cevreyi sinirsiz arastirilabilecek farkli parcalardan olusmus gibi algilamanin da "haklı ve mantıklı"  oldugu iddiasina gerekçe olusturmustur.

Doğayı istismar,  doğa ile beraber tanımlanan kadınların (en azından batı geleneğinde) istismarı ile birlikte devam etti. Doğa, bir çeşit “besleyen, büyüten anne” olarak ayrıca  da  “vahşi ve zaptedilemez bir dişi” olarak addedilmistir.

Ataerkil sisteminde iyi huylu anne imajı “boyun eğen” olarak değişti, ote yandan vahşilik zanı,  kadının erkek tarafından zaptedilmesi, erkegin egemenligi ve kontrolu altina girmesi gerektigi fikrine yol acti. Doğayı işlenebilir ve sömürülebilir mekanik bir yapı gören  Newton biliminin büyümesi  kadının da aynı tarzda ele alınmasına neden oldu. Mamafih,  kadın ve doğanın mitolojik birlikteligi, kadının tarihçesini çevrenin tarihcesine bağlar ve bugün ekoloji ve feminizm arasında özel ilişkinin kaynağı olarak görülur. Bu meyanda tarihçi Carolyn Marchcant  şöyle önerir; “şu andaki çevresel ikilemin kokenlerini ve bilim, teknoloji ve sistemle olan baglantilarini araştırırken, hakikati yasayan bir organizmadan ziyade bir makina gibi algiliyarak bizi doganin ve kadinin uzerinde egemenlik kurmaya iten dunya gorusunu ve bilmi yeniden incelememiz gerekmektedir.” 4 .

Bugün hepimize tanıdık gelen çevre kavramları hakkında yazan ilk kişinin Rachel Carson (1907-1964)isimli bir kadın olduğunu not etmek çok ilginç olacaktır.Carson 1962 de Sakin Bahar'i yazdi. Yazar olarak ünlü olmasına rağmen, Carson aslında profesyonel bir deniz biyologu idi. G.Kass – Simon'un hakli bir sekilde tespit ettigi gibi “tabiatta herşeyin birbirine muhtaç olduğu ve sanayileşmiş faaliyetler aracılığı ile insanların mütemadiyen toprağa kalıcı hasarlar verdiği bakış açısı,  bugün o kadaryaygın bir görüştür ki sürekli  tekrarlanması  adeta sıkıcıdır. Bu nedenle    “Sakin Bahar” (Silent Spring) ilk kez ortaya çıktığında,  modern teknolojinin geri donusumu olmayacak bir biçimde,  cevremizi mahfederek bizi  ortadan kaldıracağı fikri,  duyulmamış devrimci bir düşünce idi; toplumun her kesiminde tartismalara ve müzakerelere sebep olup, hükümette ve sanayide,  konuyla ilgili ihtilaflar ve korkular yaratmisti.

Carson, çevreye yapılan tahribatlarla ilgili, yüzlerce gerçek tebliğe dayalı 55 sayfalık kaynak hazırlamak ve gorusunu 350 sayfada tartismak  zorunda kaldı. O ayrıca çevrenin tahribatına neden olan pek çok biyolojik ve ekolojik ilkeler açıklamak zorunda kaldı. Carson"un   kitabinin en hızlı  etkilerden biri " bir böcek öldürücüsü  DDT nin yasaklanması idi, uzun vadeli sonucu ise dunyayi deyistirmesi oldu.” 5 .

Şimdi daha bir  açıklık kazanmıştır ki, çevrebilim karşıtı (anti ekolojik) davranışlar, aslında duz cizgisel dusunmenin bilimsel metodunun asiri vurgulanmasindan kaynaklanmaktadir.

Eko sistemler,  devirler ve dalgalanmalara dayanan, dinamik bir denge içinde varliklarini surdurebilirler ki bunlar cizgisel olmayan proceslerdir. Capra"nın belirttiği gibi, “belirsiz ekonomik ve teknik büyüme gibi duz cizgisel olgularin – mesela daha belirli bir örnek verecek olursak, çok büyük zaman dilimlerinde radyoaktif atiklarin depolanmasinin – doğal dengeyi bozmasi kaçınılmazdır ve er geç şiddetli bir hasara neden olacaktır. O nedenle modern uygarlıkta akli (entelektüel) gücün, ilmi bilginin ve teknolojik becerilerin gelişimi ile bilgelik, ruhaniyet ve ahlaki degerlerin gelismesi arasinda carpici bir uyumsuzluk vardir" 6..

Kültür analizi üzerine yazarken, Capra gibi yazarların da belirttiği gibi , bu uyumsuzluk yangin ya da insan yapisinin erkeksi tarafinin-rasyonel bilgi, analiz ve genisleme- asiri vurgulanip, yinin veya yapimizin kadinsi tarafinin- sezgisel bilgelik,sentez ve cevresel duyarlilik- ihmal edilmesinden kaynaklanmaktir. Yin\yang terimleri kulturel dengesizligin analizi sirasinda ozellikle faydalidir zira genis bir ekolojik gorus bir sistemler gorusu benimsemektedir. Bu sistemler görüşü, dünyayı  bütün doğal olaylarda  karşılıklı ilişki ve karşılıklı dayanışma içinde görür ve  bu yapi icinde her sistem entergre bir butundur ki bu butunun ozellikleri parcalarininkine indirgenemez.Canli organizmalar,toplumlar ve ekosistemler hep birer sistemdirler.

Capra"ya göre, Yin, küçülebilen herşeye tekabül edebilen, cevap vermeye hazır ve muhafazakardır,  oysa ki “Yang”  genisleyebilen, saldırgan olan ve isteyen  herşeyi içerir. Çin kültüründe, “Dişil” ve “Eril”  bizatihi, iyi ve kötü hangisidir şeklinde hiçbir zaman ilişkilendirilmemiştir, İyi olan “Dişil” ya da  “Eril” değil  ikisinin arasındaki kuvvetli/dinamik olan dengedir; kötü ve zarar verici olan ise dengesizliktir.

Aynı remizle, kadın ve erkeğe ait özelliklerden bahsederken amacımız hiç bir zaman birinin diğerinden daha üstün olduğunu söylemek değildir. Vurgulamak istediğimiz, her birinin diğerini tamamladığı, biri olmadan diğerinin eksik olacağıdır.

Bu nedenle, her erkek ve kadının toplam kişiliği, statik (durağan) bir varlık değildir. Bilakis  kişilik, kadına ve erkeğe ait unsurlar arasındaki karşılıklı etkileşim sonucu oluşmuş kuvvetli/dinamik bir hadisedir. İnsan tabiatına ait bu bakış açısı, tüm erkeklerin sadece erkeksi ve tüm kadınların sadece dişil (kadınsı) olması gereken katı bir düzen kurmuş olan pederşahi  (Capra"nın inandığı batılı/modern toplumların olması gereken) toplumla keskin bir zıddiyet içindedir. Böyle bir durum, erkeğe, “tüm önde giden rolleri ve çoğu toplumsal imtiyazları vererek bu terimlerin manalarını da çarpıtmıştır 7.

Batı kültüründe kadın geleneksel olarak pasif ve alıcı, erkek de aktif ve yaratıcı olarak tasvir edilmiştir., Aristo"nun cinsiyet teorisine kadar giden bu tasvir yüzyıllar boyu kadını erkeğe göre önemsiz ve zelil bir rolde tutmak için bilimsel bir rasyonel olarak kullanılmıştır. Schimmel"e göre dini alanda,  özellikle zahitler ve mistikler içinde kadınlar hakkında kullanılan çoğu hürmetsiz ifadeler, Arapça"da ruh (nefs) kelimesinin sure 2/53"e göre dişil isim olması ve genellikle nefs-i emmare “emreden,kotuluge goturen nefis” olarak anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışta nefis, inatçı, karşı koyan bir at ya da deve, siyah bir köpek, bir yılan ve veya itaat etmeyen bir kadın suretinde temsil edilmiştir. Schimmel açıklamasında, nefsin ayrıca, Arapça"da yine dişil isim olan maddi dünyayı da sembolize ettiğini belirtir 8.

Ancak, hem erkek hem kadının nefsi emmareye  sahip olduğu hakikatinin üstünde, kadın genel olarak nefis ile özdeşleştirilmiş olsa dahi, Kuran"daki Züleyha hikayesinde anlatıldığı gibi  nefsin bir çok seviyesi olduğunu hatırlamalıyız.

Bildiğimiz gibi Züleyha, erkek güzelliğinin mükemmel örneği olan Yusuf"a olan  aşkıyla tükenmişti  Ancak nefsi levvame ya da kendini elestiren ruh (75:2) seviyesine çıkmak için uzun sure çektiği acı ile kendini saflaştırdı ve ne zaman ki nefsi mutmainne ya da, huzurlu ruh (89:27)seviyesine eristi o zaman sevgilisiyle birleşebildi 9 .

Bu nedenle, dişi ruh ya da nefis benzetmesinin hakiki rolünün, Murata"nın dikkatimizi çektiği gibi, bilgelik ilmini anlayarak teslimiyet yoluyla  zayıf melekelerin (istidat)  terbiyesi demek olan manevi yolun mucizesini anlatmak  olduğunu görebiliriz.

Dişilligi daha derinlemesine anlamak için, Vaughan-Lee  Aşkın Celişkileri adli eserinde, manevi yolculuğun da dişil ve eril ozelliklerinin olduğunu söylüyor. Eril boyut, cokluktan birliye giden yoldur ki yuzumuzu ortulerin altındaki hayalden cevirip, bizi, sekilsiz gerçeği aramaya,  döngümüzü tamamlayıp, Onu yaratilistaki zuhurundan bilmeye yoneltir. 10 .

Ote yandan, yolun  dişil boyutunda o her zaman mevcuttur. Dişil, yaratılışın sırrını saklar ki, yaratan ve Onun dünyası aşkta birleşsin.Oyleyse yolun dişil boyutu bu icgudusel aski da bu içgüdüyle aşkı veya askla irtibati şuurlu bir şekilde ortaya çıkarandir.

Dişil için döngü her zaman tamamdir çünkü dişilin doğası her zaman butundur. Onun vazifesi, aşkın çarkını ve kendi doğal bütünlüğünü, içgüdü dünyasından bilinç alanına taşımaktır.  

Bununla birlikte, "gerçek"/ diğer/ maddeci dünya/ zaman/ ve mekana bagli sınırlamalar' bolunmeler ve ikilikler içerir. Dişil her zaman içgüdüsel butunlugunun bozulmasindan korkar ve acısını çeker. Tasavvuf  geleneğine göre,    dişilin idrakı  ve ruhu icinde ayrilik yoktur,  sadece  yaşamın ve aşkın birliğinin kutsalligi vardir ancak dış dünya sürekli olarak onu (dişili) ayrılık acısıyla yüzleştirir 11.

Vaughan-Lee, ilaveten, idrakin kendisinin, ayrılığı gerektirdiğini açıklıyor: subje ve obje  arasındaki ayirim gibi Yalnız nefsin yüksek idrak derecesinde ikilik yoktur. Bilen ve bilgi birdir. Bu ikinci hal, ebedi mucadelemizin amacıdır.

Ancak, idrakin üstünlüğüne ulaşabilmek için, dişil  erkeğin (akılın) delip geçici gücüyle ruhun içgüdüsel bütünlüğünü bozmasına ihtiyaç duyar , ve ezeli bütünlüğün parçalanması, nefsin daha farklı ve yüksek mertebede yeniden doğması için gerekli bir şarttır 12.

Dişil, yani ruh yolunun karsiti olan  ve Murata"nın akıl yolu dediği eril  yol,  arayanı seklin illuzyonlarindan uzaklaştırıp, biçimsiz gerçeğe goturur ki buradan nefis iç ve dış dünyayla kucaklaşma ozelligine sahip olan yeni bir idrak ile döner. Diğer bir deyişle, ikilik ve ayrilik örtülerinin altında olan birlik  ortaya çıkar, keşfedilir13  
Tüm yaşamın  birliği olan disil (ruh) bu nedenle,  büyük ana olarak bilinir. Bu ozelligin doğaninkine olan benzerliğiyle önceden açıklanmıştır. Fakat tüm yaşamın bu buyuk akışı kendi birliğini bilmez. Bilindiği gibi, sadece insanlarda var olan idrakin eril boyutu disili ikilikle yuzlestirirki bu, dişile vermiş olduğu acıya rağmen,  üstün idrakin esasını içinde barındırmaktadır. Akıl ve ruhun "evlilik" süreci, ya da Murata'ya göre evrensel evliliği; Vaughn-Lee tarafından aşağıdaki paragrafta ifade edilmiştir14.

Hem erkek hem de kadında ikisi de disil ve eril ozellikler vardir ve bu bizim manevi yolumuza yansır. Her birimizde  disil ve eril farklı derecelerde vurgulanmıştır. Ayrıca toplu sartlandirma doğal meylimizi gölgede birakabilir. Bazı kadınlar için eril bir tarzda arastirmaya odaklanmak, herseyi kucaklayan disil olmaya nazaran daha kolaydır. Hiclik ideali yasamin kutsal dogasindaki  içgüdüsel  farkındaliktan daha kolaydır. Erilin yani  aklın vurgulanmasi kültürel sartlanma, dişilin yani ruhun yaralanması, ya da ruhun derin oryantasyonu  sonucu oluşabilir. Eril ve disi icin fiziksel spektrumda nasil farklılıklar bulunmakta ise, arayanın yönelimi sadece cinsel rol almayla sınırlı değildir. Hayatın yaratıcı dansıyla ahenk içinde olan erkekler vardır ve Onun tecellilerinin esrarengiz guzelligi içinde kolayca sevgiliyi bulabilirler. Bir ressam bu manevi mizaca sahip olabilir ve isine teslim olarak sevdiğine yakınlaşır.

Kalbin içinde ayırılik olmamadigi gibi, diyebiliriz ki, eril ve disilin evliliği kalpte yer alır. Aşk limitsiz bir okyanus olarak kutsal kollarıyla herşeyi içeren disildir.
 

Dahil etme  ve Haric tutma

Dişil ve Eril dahil etme ve haric tutnayla paralellik gosterir. Ve arayan bu meziyetlerin ikisine de ihtiyaç duymaktadır. Birleşmenin de ayrıligin da hikmeti vardır. Doğruluk yolunda feragat etmek bile bir sınırlama olabilir, "Terki terketmek de bir terktir" de  söylendiği gibi. Dünyada olmak ama dünyadan olmamanın anlamı, bizim dünyayı tüm karışıklıkları ve ihtişamlarıyla, ıstırap verici kıskançlık ve sefaletleriyle kabul etmemiz gerektiğidir. Kalbimizi yaşama açmak demek, bizim ikilikle veya aykırılıklarla sınırlanmadığımız demektir.

Bizler, kalbimizi tüm zıtlıkların içinde esas birliğin bulunduğu kendimizin yuvası yapmak için, savaşmalıyız 15 .

Derine inersek, anlamalıyız ki, çokluk  birliği yansıtır ve birlik yani tevhid kendisini çoklukla asikar eder. Eğer biz coklugun keramrtini inkar edersek, biz Hakkın bir oldugunu gosteren  hayatı inkar etmiş oluruz. Şunu idrak etmeliyiz ki, biz sadece onun güzelliğinin bir aynası değil aynı zamanda onun güzelliğinin bir parçasıyız. Biz kendimizde yaratılışın gizemini de taşıyoruz, var oluşu zuhura getiren sır, yaratılışın tam ifadesi olan “Kun”  yani “Ol” emridir 16 .

Çocuklarına ihtimam gösterirken, dişil, haric tutulmanin tehlikesini bilir. Hayatın kutsallığı onun bütünlüğüne bağlıdır (çünkü herşey O demektir). Gerçek terkediş dünyadan vazgeçiş değildir fakat  BEN"liğin terkedilişidir.  Bununla birlikte benlik dış dünyanın içine o kadar gömülmüştür ki, kendimizi benlik kalıbından serbest bırakma yolunda, mal mülk sahiplenme ve diğer kazanımlar,  dünyadan yüz çevirmeyi çok zor bir süreç haline sokmaktadır. Şimdi, biz cihadın gerçek manasını ve belki de  namaz gibi rituellerin amac ve faydalarını görüyoruz. Eğer bireysel kimligimiz önemli bir makam, veya güzel bir ev gibi dış koşullara bağlıysa, biz bu sınırlamalarla hapsolunmuşuzdur. Eğer kendimizdeki cevheri  tanımlamak için gerçeğe doğru bir arayış içinde isek ve dunyevi cabalarimizda vahdet fikriyle hareket edebilmek istiyorsak bağlarımızı kesmemiz gerekir. Terkedişin kökeni, nefsin birlige dahil edilmesi ki tüm benliğimizi geride bırakıp, hadiste belirtildiği gibi  ""ölmeden önce ölmeyi" gerektirir. Bizler hayatımızin kisitlamalarini, boş ve aldatıcı dünyayi görmek için kendimizi eğitmeliyiz. Nefis tarafından kucaklanmak, yaradilisin engellerinden kurtulup sonsuzluk ve ozde hiclik boyutuna gectik. Biz kendimizle olan sınırlarımızı eritirken aşkın sıcaklığına nasıl ihtiyaç duyuyorsak,  hayatımızdaki bağlarımızdan kurtulmak için de aşkın kılıcına ihtiyacımız vardır. Bu aşk ve sıcaklık bizim dişil dünyamızda zaten bulunmaktadır ve biz Allahın içimizde olusunu hissedebilelim.

Bu arada Vaughn Lee"nin dediği gibi, biz anlamaliyiz ki nefes alıp verme gibi buzusme ve genleşme hareket ve değişimin devam edegelen sürecidir. Lee, bir noktaya odaklanıp dikkatimizi bir noktada toplamamiz gereken anlar olduğunu, ancak kalbin farklı tecrübeleri içine alacak genişleme dönemlerinin de olduğunu belirtiyor. Bu kendimizin farklı yüzlerimizin ve sevgilimizin idrakine vardığımız anda olmaktadır. Bizim tek bir safhada mesela bir erkeksi dinamik olan küçülme veya dişil ozellik olan  genişleme aşamasında  takılip kalmamamız lazım. Hepsinin bir zamanı ve hikmeti vardır ve sonra da tersine döner. Burada Nefsimizin rehberliğine ihtiyacımız vardır.  Biz sadece belirli bir manevi dinamige bağlı kalmamız konusunda uyarildik. Her birimize i yolun farklı bir cephesi daha kolay ve daha cekici gelir. Bazı arayanlar, terketmenin erkeksi enerjisini daha çekici bulabilirlerken, Dişilin dahil olma çabası kirilganlik hissine yol acabilir. Diğerleri belki de  doğal olarak  dişil yaklasima yatkin olup, haricte tutmanin gücüyle basa cikmakta zorlanabilir. 17
 

Erkekle kadın arasındaki  erillik ve dişillik acisindan olusan  farklar.

Hepimizde eril ve dişil niteliklerin olmasına rağmen, biz erkek ve kadınlar, fiziksel, psikolojik ve manevi hislerimiz acisindan farklı yaratilmisizdir. Kendi vücudundaa yeni bir hayati hisseden bir kadın, hayatın manevi hakikati hakkında içgüdüsel bir anlayış içindedir. O bu bilgileri doğumunda, kendi manevi ve fiziksel merkezindeki Allahın yaratıcı gücünden alır. Diğer bir taraftan, Erkek, bu bilgiyi elde etmek için çok çalışmak zorundadır ve bu şekilde olmak için, içgüdüsel gücünün şeklini değiştirerek onu Allahın iradesine  teslim etmek zorundadır. Bu yüzden, görebiliriz ki, bir kadının içgüdüsel doğası, her zaman hayatın manevi hakikatiyle bağlantı halindedir, ancak, erkeğin içgüdüsel gücü onun ilahi potansiyelinin farkına varması için dönüşüm geçirmek zorundadır. Kadının doğal benliğinde, kadın her zaman mübarek merkezdedir ancak bir erkek kendi manevi doğasını keşfedici kahramanca bir yolculuk yapmak zorundadır.

Kadınlar, içgüdüsel olarak hayatın bütünlüğünün farkında olmasına rağmen, dış bağlardan ayrılmakta zorlanırlar. Genellikle, erkek için ayrılmak ve görünmez hedeflere odaklanmak daha kolaydır. Bir kadin mursit bu durumu söyle anlatıyor:

"Kadınlar çocuklara sahip oldukları için, bu dünyanın gereçleri onlar için erkeklere olduğundan daha önemlidir. Bizim sıcaklığa ve güvenliğe ihtiyacımız vardır. Bir kadın için, ev, sıcaklık, güvenlik, sevgi, erkeklere olduğundan çok daha önem arz eder. Hindistan'da görürsünüz ki kadın sannyasinden (munzevi) daha fazla erkek sannyasin vardır. Bir kadın için dünyayı terk etmek çok daha zordur. Biz kadınlar icin manevi hayata uyum saglamak erkekler icin oldugundan daha kolaydır ama terk etmesi erkeğe göre çok daha zordur. Bir kadın için, dünyadan ayrılmak hayatın herseyi icine dahil eden yapisindan uzaklasmanin verdigi aciya yol acar. Bu yuce anna herşeyi kucaklamasina rağmen, çocuklarının bilinçsiz kalmasini ve kendisine kulluk yaparak baglanmasini ister.......(Ancak) arayan Allahtan baska hiç kimseye başını eğmez. Ayrılış, kişinin yaratılıştaki rahatsızlıklarından azad edilirken, aynı zamanda onun manevi yapisina deger vermektir. 18 

 Bununla birlikte son olarak, tüm gerçek öğretmenlerin bize söyleyeceği gibi, idrak, kısıtlamaların acısını içinde taşır.  Şuursuzlugun tabiati sınırsızdır ve tanımlanmamıştır. Şuursuzluk okyanusunun sınırları ve farklılıkları yoktur. Tüm bu  savaşa rağmen, sonunda yolcu bilemeyecegini bilir, ve Vaughn Lee"nin bize hatırlattığı gibi, bizler büyük Sıddık Hz. Ebu Bekir gibi dua etmeliyiz; “Sukurler olsun o Allah'a ki yarattiklarina O'nu bilmedeki aczleri disinda kendisiyle ilgili bilgi edinme yolu göstermemistir.” Bu dünyada onun kulu ve hizmetkari olarak devamli Onun arzusu dahilinde yasamak icin hem aklımızla hem de  kalbimizle  ona ait oldugumuzu bilmemiz gerekir. Onu bilmek yalnız ondan dolayi ve onunla olur, gerçek hizmetkar olmanin  yüksek serefiyle ve  tamamen onunla yok olunarak.19.  
 

Eril

Kadın olarak konuşup, belki diyebiliriz ki, bilgi ve dişil"i anlamak ancak aynı zamanda Eril'in önemini  anlayarak tamamlanabilir. Yalnız böyle yaptığımız zaman, biz  ikisi arasındaki dengeyi nihai olarak sağlamış oluruz. Pratik anlamda, bizim ahlaki degerler seklinde dunyaya sundugumuz bu dengedir ki medeniyetleri birbirine baglar, ve bunu tüm kainata uyguladığımız zaman da ahlak bizi ekolojik krizlerden koruyan güç olur.

Bu bağlamda,  Arapça'da, etigin ilmi olrak kullanılan "Ahlak" kelimesi, iyi ya da kötü "karekter özelliği" anlamına gelen Khuluq "dan türetilmiş.  Ovguye değer karakterler, nefsin aydinlanmis tarafına( ruh veya akıl) aittir ve suclanan karanlik taraf ise  (nur eksikliği anlamındadır), genellikle feminen (dişil) ruh ile ilişkilendirilmiştir 20. Yeniden vurgulanması gereken şey sadece şükre değer ve gerekli özelliklerin ne oldugu değil, bunlarin kadin ve erkekte varolan dişil ve eril tarafların ayrilmaz bir parcasi olduklaridir. Bu sadece kendimizin Ying ve Yang vechelerimizi dengeleyerek tam itidale (adalet kelimesiyle ayni kokten gelmistir ve herşeyi doğru bir şekilde yerli yerine yerleştirmek anlamına gelir) ulasılır. Kendinde dengenin kurulumu,  (erkek ve kadın) toplumda adaletin kurulmasına tekabül eder.

Dişiliğin genel özelliklerini tarif ettiğimiz gibi,erilligin özelliklerini aşağıda veriyoruz ki hiç birimiz bu özelliklere kadının da ihtiyacı olduğunu inkar etmeyecektir.

Bu özellikler şövalyelik özellikleridir ve şunlardan oluşmaktadır:21

-Yasal olmayan şeylerden uzak durmak

-davranışlarda iffet

-biraz sanat ya da ticaretle uğraşmak

-birisinin açık açık yapmaktan utanacağı  bir işi gizli yapmaktan geri durmak

-tasvip edilen davranışları yapmayı alışkanlık haline getirmek

-gayrimeşru olandan kaçınmak

-ruhu, kirli ve ayıplı fiillerden muhafaza etmek

-güzel davranışlar, dili hıfz etmek

- tamahtan kaçınmak

-iyi davranışlarda sebat etmek

-güzel ahlak
 

Erlik  cömertlik, hürriyetperverlik ve asil kalplilik manasına  gelen fütüvvet"le de ilişkilidir.
Son olarak, aşkla ilgili olarak sıklıkla yaşadığımız şaşkınlıkla ilgili olarak Murata bize şunu hatırlatıyor: Onunla ilgili deneyimimiz ne olursa olsun, ondan hiç vazgeçmemeliyiz. Jami"nin şu sözünü naklediyor: 

“Yüzlerce şey deneyebilirsiniz ama aşk yalnız başına sizi kendinizden kurtarır. Bu nedenle, hiç bir dünyevi şekil için aşktan kaçma- çünkü o, en ulu hakikat için hazırlıktır ” 22 .

Ancak, Allah"la olan ilişkimizi hiç bir zaman insanla olan ilişkimizle karıştırmamalıyız. Kanunlaştırsak da  veya içten kontrol altına alsak da, anlamalıyız ki kalpler, irade ettiğimiz ya da içimizde var olan her aşk ilişkisinde bizim gerçekten aşık olduğumuzun O (Allah) olduğu tasavvufi hakikatini ve en derin tutkularımızı' insani ilişkilerin maddi dünyasına yöneltmenin bizim için sadece çok kolay olduğunu idrak eder.

Aynı remizle, “kıskançlık” (ghayra) ve “diğer” (ghayr), kadın-erkek/karı-koca ilişkisinde hem biçim hem de anlam olarak sıkı bir ilişki  içindedir. Kıskançlık, Murata"ya gore, bütün “diğer” lere arkasını dönmek ve garazsız bir dikkatle Allah"ı hedeflemektir. Çünkü Allah, kendi yerine tapılacak hiç bir “diğer” istememektedir. Kıskançlıkta sebat etmek veya başkalarını reddetmek, şirke engel olur, tevhidi 23 tesis eder. O halde, insan boyutunda gerçekleşenlerin nasıl manevi anlamlar taşıdığını yine görüyoruz.
 

Sonuç

Erkek-kadın ayrılığını incelerken, müslümanlar, sembol ile sembolize edilen arasındaki farkı , veya cisim ile o cisimde tecessüm etmis niteliği ayırmalıdır. Konumuzun ana amacı , dişi ve erkek özellikleri  ile bu özellikleri erkek ve kadın olarak nasıl elde etmemiz gerektiğini ve bu elde edişin  neden ve nasıllarını anlamaktır.
Son olarak, tartıştığımız konunun halifelikle de alakası vardır. Çoğu  zaman İslam"ın bize insanların Allah"ın dünyada/bu hayatta halifesi olduğunu söylediğini duyarsınız. Bu nedenle, çevreyi (fiziksel, ahlaki, politik) kontrol etme hakları vardır. Ama bu, halifeliğin, şu an içinde bulunduğumuz durum olmayıp amaç olduğu hakikatini göz ardı etmektir. Murata bize hatırlatır 24.

Teknolojinin çevreyi ve bizim yaşantılarımızı değiştirmek üzere kullanılması şeklinde gördüğümüz halifeliğin gerçek olmayan şekline karşılık, gerçek halifelik, tamamiyle Allah"a itaate dayanır ve kulun kişisel arzusundan dolayı değil kişisel arzuya rağmen ulaşılır. Sen ve ben ,erkek ve kadın eğer egolarımız teslimiyete dönüşmediyse, Allah"ın halifesi olmayı isteyemeyiz. Teslimiyet ve hilafet kulluktur ki bunun yokluğunda bugün gördüklerimizle kalırız, yani, çevrenin (ve kadının) ırzına geçilmesi ve insanların kulluk ve huzura ulaşmasına yardımcı olan değerler ve kurumların yok edilmesi.

 Murata şu hadisi naklettiğinde  konuyu bugün bizim için özetlemis oluyor : “Son saatin belirtileri arasında ilmin yok olması, kayıtsızlığın yerleşmesi, gayrimeşru ilişkilerin hükum sürmesi,..kadınların sayısının artması, öyle ki her 50 elli kadına bakacak bir erkek olması”(Buhari ve Muslim, dünyanın sonunda kadın ve erkeğin durumu hakkında) Bir başka deyişle, bugün problem erkek ve kadının eşit olmaması durumu değil, fakat daha az hakiki kadın ve hakiki erkeğin kaldığıdır. Çoğumuzun ruhları (dişi) Allah"la ve dolayısıyla da kendileriyle, başkalarıyla ve çevreyle huzur bulmuş değildir. Gördüğümüz gibi, bu huzurun bir kısmı, dişi ve erkek olmanın doğru manasını anlamaya bağlıdır.
 
 
 

Makaleler
MEVLANA’NIN ADALET FELSEFESİ  -Dr. Ergin Ergül  (07 Aralık 2017)
NÛR ORDUSU  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2016)
HAZRETİ PEYGAMBERİN YAKINLARI  -Ahmet ŞAHİN  (22 Nisan 2016)
Mevlânâ'ya Göre Evlilik ve Aile  -Prof. Dr. Abdulhakim Yüce  (23 Şubat 2013)
Hz. Mevlâna’nın Eğitim Anlayışı  -Muhammed ACIYAN  (19 Ekim 2012)
Mevlana’nın Şemaili Hakkında Yanılgılar  -Muhammet ACIYAN  (12 Temmuz 2012)
İstanbul'da Mevlevîlik  -Ekrem Işın  (22 Haziran 2012)
Türk Edebiyatında Edebî Tefekkür Anlayışı  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2012)
Şihabüd-din Sühreverdi  -Semâ Âdabı  (07 Ocak 2012)
MESNEVÎ’NİN ÖNSÖZÜ VE DİBACESİ  -Tahir-ül Mevlevî  (06 Ocak 2012)
TAHiR-ÜL MEVLEVÎ, HAYATI VE ESERLERi  -Sadi Aytan  (06 Ocak 2012)
TASAVVUFÎ ŞİİR  -Ahmet ŞAHİN  (03 Ocak 2012)
Mevlevî Müziği ve Sema'  -Hakan Talu  (01 Ocak 2012)
Mevlana Perspektifinden Hukuk Devleti İlkesi  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
Mevlana Perspektifinden Stratejik Düşünce  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE İNSANIN MANEVÎ GÖRÜNÜŞLERİ  -PROF. DR. KERİM ZEMANİ  (13 Aralık 2011)
SONSUZLUK SUSKUNLUĞUMDA SAKLI!  -Hatice Sedef Ergül  (11 Aralık 2011)
SIRR-I MA‘NEVÎ - İnceleme-Metin  -Dr. Ekrem BEKTAŞ  (03 Kasım 2011)
Kur'ân'ın Mânevî Bir Tefsiri Mesnevi  -Doç. Dr. Hüseyin Güllüce  (14 Temmuz 2011)
MEVLANA’DA ÜZÜM  -R. Bahar AKARPINAR  (20 Mayıs 2011)
EHLİYET VE LİYAKAT KAVRAMLARI  -Gülgün YAZICI  (20 Mayıs 2011)
SÜLEYMAN BELHÎ AİLESİ VE SON MEVLEVÎ POSTNİŞÎNLERİ  -Yrd. Doç. Dr. Yusuf ÖZ  (19 Mayıs 2011)
AŞK BAHÇESİNİN İNLEYEN BÜLBÜLÜ: YAMAN DEDE  -Hatice Sedef Ergül  (08 Mayıs 2011)
MİLLÎ SECİYYE  -Ahmet ŞAHİN  (08 Mayıs 2011)
YÂ RESÛLULLAH!..  -Ahmet ŞAHİN  (18 Nisan 2011)
BATI DÜNYASINDA MEVLÂNA ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR  -Prof. Dr. Mehmet AYDIN  (12 Nisan 2011)
MESNEVİ TERCÜMESİNİN MUKADDİMESİ  -Eva de Vitray Meyerovitch (Havva Hanım)  (12 Nisan 2011)
Şems-i Tebrizi'nin Evrensel Mesajları  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Mevlana Öğütlerinin Sosyal Açıdan Önemi  -Kazım ÖZTÜRK  (20 Mart 2011)
MEVLANANIN TEFEKKÜR DÜNYASI  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Hz. MEVLANA'DA ASK  -Dr. Mehmet ÖNDER  (13 Ocak 2011)
MEVLÂNÂ VE DEVLET ERKÂNI  -Can ALPGÜVENÇ  (31 Aralık 2010)
KÂİNÂTIN GÜLÜ’NE  -Ahmet ŞAHİN  (30 Aralık 2010)