Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Ken’ân (Rifâî) in Kadın Anlayışı ve Sâmiha Ayverdi
Dr. F. Cangüzel Güner Zülfikar
İnsanları seveceksin, senin içinde tükenmez af, merhamet ve müsamaha hazineleri var.
09 Ocak 2008

Çağdaş Mutasavvıf Ken"ân (Rifâî) Büyükaksoy"un Kadın Anlayışı ve Sâmiha Ayverdi

 

 

Dr. F. Cangüzel Güner Zülfikar

Kuzey Carolina Üniversitesi, Chapel Hill, Dinî Araştırmalar Bölümü

Ziyaretçi Öğretim Görevlisi

 

İnsanları seveceksin, senin içinde tükenmez af, merhamet ve müsamaha hazineleri var. Onun için yalnız insanları değil, bütün mahlûkatı aynı yorulmaz hız ve aynı tükenmez iştiyakla seveceksin. Sende mevcut cevherleri cömertçe harcamalısın. İnsanları insanlara iştirâk ederek, hatâlarında ve sevaplarında onlarla bir olarak seveceksin. Doğumları ile çoğalıp ölümleri ile eksilecek kadar onlardan olacaksın. Senin bir insan olarak vazifen, insanların yüzünü müşterek, samimî bir gayeye, bir ideale çevirmektir ve bunun bir çok yolları vardır. Fakat en kestirme, en güzel, en büyük yol aşk ve iman yoludur. Hudutsuz bir insanlık aşkı...beşeriyetin tek selâmet kapısı her zaman budur. İnsan kemâle, beşerîlikten ulûhîliğe, kısacası Allah"a ancak ve ancak bu yoldan ulaşır. [1]

Hatice Cenân Sultan

 

 

Hazırlığımızın yazıya geçirilmesi ve sunulabilmesi; öncelikle hatıraları önünde hürmetle eğildiğim, aralarından göçmüş olanları rahmet niyazlarıyla andığım, hayatta olanlarına sağlık ve afiyet duaları gönderdiğim kadınlar sayesinde olabilmiştir. Araştırmalarıma ilk olarak 2001 senesinin Aralık ayında Amerika"da Chapel Hill şehrinde başladım ve kimi zaman ara vererek, halen devam etmekteyim.

Osmanlı Devletinin Mutlakıyet ve II. Meşrutiyet devirleriyle, Balkan Harbini, I. Dünya Savaşını, Kurtuluş Savaşını ve neticesinde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti dönemlerini yaşamış ve yaşadığı her dönemin şartlarına imanının belirtisi bir huzur ve kolaylıkla uyabilmiş bir öğretici ve eğitici mutasavvıfın, kadın anlayışını dile getirmek üzere huzurunuzdayım.

Kendisi hakkında yazılmış olan birincil kaynakların başında öğrencisi olan dört kadın yazarın hocalarına dair görüşleri, hatıraları ve hocalarının sohbetlerinden yaptıkları derlemeleri gelmektedir. Tarihçi olarak her araştırmada olduğu gibi önceliği birincil kaynaklara vermek ve oradan elde ettiğim bilgi ile sorularıma cevap aramam zaten beklenendir. Yalnız bu noktada daha ilk kaynağın yayına hazırlayıcılarının kadın olması bile sorularımın cevabını bulmama ışık tutan bir faktör oluşturmuştur. Hakikati arayan beynim ve gönlüm, bitmeyen sorularım, okuduklarımla bir arada ele alınınca Kenan Rifâî"nin sanki yeryüzünde sevgi, huzur, barış ve özellikle de ahenk içinde yaşamak ve bu yaşam biçimine örnek olmak üzere gönderildiğini bana düşündürtmüştür.

Kendilerinin kısaca hayat hikâyesi ile başlayıp daha sonra kadın anlayışını belirten çeşitli mahiyette notlardan derlemelerle, öğrencilerinden bahsederek anlatabileceğim bu üstün anlayışı örnekleri ile vermeye çalışacağım.

Kenan Rifâî Hazretleri 1867"de Selânik"de doğmuştur. Babası Filibeli Hacı Hasan Beyefendi, annesi Hatice Cenan hanımefendidir. Doğduğu dönem, Osmanlı Devletinde azınlıkların isyanlarının ortalığı ateşe verdiği savaş günlerinin habercisidir. Devlet idaresi savaşlarda yaşanan kayıplara çare olarak düşündükleri Batılılaşma hareketlerine Tanzimatla başlamıştır. Balkanlardaki huzursuzluk artınca ailesi İstanbul"a göç etmeye karar verir. Eğitimini Galatasaray Sultânî"sinde tamamlar, eğitim kadroları arasında ilk görevine Balıkesir"de başlar. Mânevî eğitimini annesinden alır. Annesinin mürşidi Filibeli Ethem Şah onun da mürşididir. Balıkesir"de “Muktezâ-yı Hayat” isimli kitabını yazar. Camille Flammarion"un “Dünyanın İnkılâbı” adlı eserini Türkçeye çevirir.[2] Balıkesir"den Adana"ya, Adana"dan Manastır"a tayini çıkar. Manastır"da Maarif Müdürlüğü görevindedir. Oradan taltif ile Üsküb"e Kosova Vilayeti Maarif Müdürlüğüne getirilir. Oradan Trabzon"a ve daha sonra da İstanbul"a Nümune-i Terakki Müdürlüğüne tayin edilir. Ardından aldığı mânevî bir işaret üzerine Medine"ye tayinini ister. Orada “İdâdî-i Hamîdî” müdürlüğüne getirilir. Medine"de kendisine Şeyh Hamza Rifâî tarafından icâzet verilir. Burada Türk"lere Arapça, Araplara Türkçe öğretmek için bir kılavuz kitap hazırlar. Güfte ve besteleri kendisine ait olan bir çok ilahi üzerinde çalışır. Derken İstanbul Erkek Mektebi Fransızca hocalığına ve iki ayrı göreve daha getirilir. Sonra tekrar Medine"ye ziyarete gider. Döndüğünde Fener Rum Lisesinde hocalığa devam eder.

İstanbul"da konağının bahçesinde kendi imkânları ile inşâ ettirdiği Ümm-ü Ken"an dergâhında mesnevi dersleri, sohbetler ve zikir âyinleri icra edilir. Kendilerine dair bu çok kısa biografik bilgiden sonra şimdi Kenan Rifâî"nin eserleri üzerinde durarak bu çağdaş mutasavvıfın kadın anlayışını anlamak için gayret edeceğim.

Kendisinin eğitim-öğretim konularında çok başarılı bir öğretici ve idareci olduğu, kısaca verdiğim özgeçmiş bilgisinden kolaylıkla anlaşılabilir. Buna ilâve olarak eserleri olan insanlar incelendiğinde, onun ne gibi değişiklik ve yeniliklerle eğitim-öğretim uygulamalarına devam ettiği daha iyi anlaşılır. Öncelikle alışılagelmiş sınırlandırmaları ortadan kaldırmış, kadınların kendi tahsillerini tamamlamalarının üzerinde durmuştur. Bu çok önemli bir değişiklik olarak belirir. İslâm dinini yorumlarken meselâ peygamberin “İlim Çin"de bile olsa alınız!” veya “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz!” hadisleri yahut Hz. Ali"nin “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum!” sözlerinin herkese hitap ettiğinin üzerinde durmuştur. Kadının sosyal hayatta yerinin hemen hiç olmadığı dönemde yetişen öğrencilerinin sosyal hayatta çok aktif roller aldığını görüyoruz. Bunlara dair örnekleri vereceğim.

Onun getirdiği en önemli yenilik eğitim-öğretim almak ve meslek sahibi olmaktır, denilebilir. Çünkü kendisinin etrafında nice asil ve üst ekonomik grup üyesi ailelere mensup kadınlar, yaşanan savaşların getirdiği ekonomik ve sosyal krizlerle bir şekilde mevcut statülerinden olunca hiç yüksünmeden ve herhangi bir şikâyet belirtisi göstermeden tam tersi şükürle derhal kollarını sıvayarak görev başına geçmişlerdir. Bunlardan en çok bilinen örnek olan Nazlı hanımefendidir, Evrenos-zâdelerdendir ve ilkokul öğretmenidir. Bu öğretmenin evinde bayram yemekleri öğrencileri için kazanlarla kaynar. Nazlı hanımın maddî imkânları bu ikramları yapmaya yetecek gibi olmasa da o özellikle fakir çocukların tepeden tırnağa üstlerini giydirir, karınlarını doyurur. Bu çocuklar toplumda öz güvenle çalışan, etraflarına yararları olan insanlar haline gelirler.[3]

Kenan Rifâî"nin kadınların sosyal hayattaki rollerinin değişmesine dair yaklaşımını, tasavvufun ilkelerinden “bâtın zâhirle bağlantıdadır” ile okumak ve yorumlamak da mümkündür.

Onun Medine"de başarılı öğrencilere kitap dağıtımı töreni sırasında,[4] öğrencilerine kendisinin yazdığı ve bestelediği ilahileri okutması her vesile ile öğretmek için uyguladığı çeşitli yöntemler arasındadır. Gün gelir piyano ile ilahi besteler. Bunlar onun yenilikçiliğinin, yaşadığı çağın icablarını önceden görerek; gereken uyarlamaların yapılması için aldığı tedbirlerdendir. Değişen dünya şartlarında mânâsını ve özünü kollayarak; eline geçen her vasıtayı gayesine hizmette kullanmaktan asla yılmamıştır. “Bildiğinizi kendinize saklamayın, öğretmek cihetiyle kıskanç, öğrenmek cihetiyle ihmalkâr olmayın. Bildiğini kendine saklayan kimse beşeriyet için bir ayıp teşkil eder, öğrenin ve öğretin.”[5] dediği öğrencileri hocalarının bilimsel gelişmeleri, teknik buluşları, felsefî ve estetik akımları yakından takib ettiğini yazarlar.[6] Kenan Rifâî iki şeye özellikle çok önem vermiştir: “Bizzat yaşayarak öğretmek ve severek öğretmek.[7] Bir gün öğrencilerine sorar: “Çocuklar! Ben gıybet ediyor muyum? Ediyorsam siz de edin. Ben yalan söylüyor muyum? Söylüyorsam siz de söyleyin. Ben kalb kırıyor muyum? Kırıyorsam siz de kırın. Ben kin tutuyor, kibrediyor, hased eyliyor muyum? Yapıyorsam size de bol bol izin! Ama beni hocanız bilmişseniz bende olmayan hasletlerin herhangi birinde konuklamak üstünüzdeki mânevî hakkımı reddetmek olmaz mı?[8]

Öğrencilerinden Sâmiha Ayverdi ve Nezihe Araz hanımefendiler; “Bu idealist terbiyeci, sevinç kadar acının, neş"e kadar kederin, hayat muammasını hecelemek için önümüze konan müstesna fırsatlar olduğunu da biliyordu. Nasıl bilememiş olabilir ki bizzat kendisi –daha evvelki fasıllarda da belirttiğimiz gibi—yeryüzünün muzdarip adamıydı. O ızdırabın, bir keyfiyeti olgunlaştırıp kemâle getirdiğini kabul ettiği için; yazın sıcağı kadar kışın soğuğuna da ihtiyacı olan nebata acımayı nasıl hatırından geçirmiyorsa, beşerin olgunlaşmasında rol almış olan acılara da bir dost muamelesi ediyordu.[9]” diyerek hocalarının öğretim ve eğitim yöntemlerine dair belirgin örnek verirler. Kenan Rifâî hazretleri ile ilgili yine bu iki öğrencisi; “insanoğlundaki tecessüs melekesinin istihale ve harekete tâbi olan hakikati kendi zihnî ve hissî imkânları ile araştırmaktan hoşlandığını da takdir etmiş, bu yüzden de hiç kimseye doğrudan doğruya “inan!” dememiş, “düşün!” diyerek bir tefekkür silsilesinden sonra inanıp inanmamayı yine düşünücünün hükmüne bırakmıştır.”[10] ifadesiyle eğitim anlayışını özetlemişlerdir.

İkinci Dünya Savaşı günlerinde bir akşam, radyoda çeşitli istasyonlarda dolaşıp, haberleri dinledikten sonra üzülerek şunları söylemiş olduğunu yine Ken"an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık isimli eserden okuyalım:

Kur"an insanları sevip onlara hayır ve iyilikte bulunmak ve adl ü ihsan ile muamele etmek lâzım geldiğini, peygamberler de insanların, Allah"ın ailesi olduğunu ve onlara şefkat ve merhamet edenlerin Allah indinde makbûl olduğunu beyan ediyor.

Halbuki şimdi, radyo düğmesini çevirdiğim zaman, her istasyonun düşman memleketine yapılan hücumları ve yapılan tahribatı sayıp döktüğünü duyuyorum. Roma, Filistin, Mısır, Londra ,ilh.. hep o! Sonra da bize bir şey olmadı, kayıbımız yok, diye iftihar ediyorlar. XX. Asırda insanlık için bu ne elîm bir netice! Bu hesapça dost kalmamış. O halde dost kim?

sorusunu sormuştur.[11] Bu sözlerinin yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaş ve zulümler kadar günümüz şartlarına da uygunluğuna dikkat etmek gerekir.

Kadın erkek arasında mânevî terbiye/mânevî eğitim konusunda da ayırım gözetmemiştir. Kendisiyle tanışmadan önce, evden yanında lalası, dadısı, her şeyi hazır olmadan merasimle çıkmayan, çok saygın bir aristokrat ailenin kızı olan Semiha Cemâl hanımefendi,[12] Kenan Rifâî"nin öğretim ve eğitimi ile tasavvufun ilk adımlarından addedilen peygamberin hadisi icabı “mute ente kable mutu” yani “ölmeden evvel ölmek” sırrına eriştirilince, hocasının gösterdiği istikamette çok çalışarak, önce okulundan mezun olmuş, sonra da Felsefe öğretimini tamamlamıştır. 36 yaşında bu dünyadan göçerken arkasında yazılarından derlenmiş Gül Demeti isimli kitabı ve Türkçemize kazandırdığı Eflâtun külliyatı, Mark Orel ve Epiktet ile beraber yetiştirdiği bir çok öğrencisi kalmıştır.

Semiha Cemâl hanım hocasının kadın anlayışını şöylece özetler: “Kadında dahi muayyen bir heykel-i hüsn ü hayal, onun için mevcut değildir. Kadın, mazhar-ı aşktır, diye onu tebcil eder.[13] Semiha Cemâl hanımefendinin açıkladığı bu bakış açısı bizim için çok mukaddes ve azizdir. Acaba biz bugün bu anlayışı kavrayabilir miyiz? Materyalist ve sömürgeci mevcut düzenin, sanayileşmenin tekdüze ve acımasız çarkının dişlileri arasında giderek bir ticaret metaı gibi takdim edilen kadın bedeni ve reklâm dünyasının yoz bir biçimde cinselliği ön planda sunan günümüz bakış açısına bu engin hürmet dolu bakışı nasıl anlatabiliriz? Öncelikle kendimiz nasıl anlayacağız? Kadını basit, bayağı ve anlık zevklerin oyuncağı olarak görmediği gibi ona gösterdiği saygı kadının varlığında ortaya çıkan aşk içindir. İslâm tasavvufunun, yaradılışın gayesini aşk olarak açıkladığı düşünülecek olursa, onun bütün inandığı prensipleri her nefes yaşayan bir hoca, bir yol gösteren olduğu da açıktır.

Bu konularda yine öğrencilerinin yazdıklarına müracaat edince şu satırları okuyoruz: “Görülüyor ki o, hakiki aşk problemini vazederken ne dünyevî ve fizik aşkı inkâr edip küçümsüyor, ne de insanları devamlı bir vecd ve istiğrâk âleminde tutarak insiyaklarını zihnî bir tecrübe plânında hapsetmek istiyordu. Kenan Rifâî, cinsî insiyakın rûhîleşme plânında ve içtimâîleşme yolları ile tahavvül ve istihale ederek, yani bir keyfiyet değişikliği geçirip yükselerek ulvî bir bütün halinde mükemmelliğe sevk edilebileceğine inanıyordu. Esasen insan psikolojisinde yaptırmak istediği şuurlu süblimasyon ameliyesi de buna dayanmaktadır.” [14]

En genç yaşlarından beri kadınlar ve kadınlık hakkında, onları küçülten, onlarda nakîse görmeye mütemayil herhangi bir fikre verdiği cevap hemen hiç değişmiyor:Dokunmayın benim kadınlarıma, beni bir kadın dünyaya getirdi, ben onlara söz söyletmem. (...)” 1942 senesinde önünden geçerken uğradığımız “Andifonia”kilisesinde bizleri mukaddes hücreye sokmadıkları ve sebebini de “kadınlar günahlı oldukları için bu hücreye giremezler” diye izah ettikleri zaman bu hadiseyi bir platform yaparak kendisinin ve İslâmiyetin kadın meselesini ele alış tarzını eve gelir gelmez şöyle dikte etmişti:

Asırlar boyunca kadın için neler söylendi, neler yazıldı, ne kanlı maceralara girişildi. Onun adı kâh hudutsuz ihtiraslara vasıta edildi, kâh faziletin eline bir bayrak olarak verildi. Fakat İslâmiyet kadar hiç bir zihniyet, hiç bir felsefe ona bâhâ biçemedi, hakiki mevkiini veremedi.

Zaman ve menfaatler İslâmiyetin kadın telâkkisini ne kadar tahrif ederse etsin, onun bu husustaki görüşü inkâr kabûl etmez.

Zira en büyük delili Kur"an-ı Kerim"dedir. Orada hitaplar “mü"minin ve mü"minât, sâlihin ve sâlihat” diye tefriksiz yapılmış ve mü"mine ve sâliha kadınlar mü"min ve sâlih erkeklerden ayrılmamıştır. İslâmiyetin ilk zamanlarında kadın içtimâî hayatın her safhasında erkekle beraber yer almakta, hatta gazalara bile fiilen iştirâk etmekte idi.

“Bana dünyanızdan kadınlar, güzel kokular sevdirildi ve nûr-ı dîdem salatdır” diyerek sevdiği şeylerin başında kadını sayan Peygamberimiz, onun içtimâî hayattaki yerini “kadın erkeğin yarısıdır” diye sarahaten ve kat"î olarak, tayin etmiştir.

Acaba İslâmiyetin kadına verdiği bu değer nereden geliyor? İslâmiyet Hakkın yaratıcı kuvvetini taşıması ve hayatı idâmede oynadığı rol bakımından kadına, has bir değer vermiştir. Bu değeri Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade etmiştir:

“Pertev-î Hakkest an mâşuk nî

Hâlıkest an gûyyâ mahlûk nî”

Onun kadını (mahlûk değildir, sanki Hâlik"tir) diye kabûl edişi, hayatın ve âlemlerin mânâsı olan yaratıcı kudreti bizzat şahsında temsil etmesinden dolayıdır.

Görülüyor ki İslâmiyet, kadını, içtimâî hayatta bir süs, bir lüks metâı olarak değil de iş ve hayat arkadaşı diye nazar-ı itibare aldığı gibi, cinsiyeti bakımından da sadece bir zevk âleti olarak görmüyor, onda Hakkın, yaratıcı kudretinin bir numûnesini müşahede ediyor. Yine Hazret-i Mevlânâ:

“Gûyyâ Hak tâft ez perdeî rakîk” (Sanki bir ince perdeden Hak tecellî etmiştir.) diyor.

Esasen Peygamberimizin “bana dünyanızdan kadınlar sevdirildi” sözü de böyle bir felsefenin mahsulüdür. Bu sözü Muhiddin-i Arabî şöyle izah ediyor: “Resûlullah nisaya muhabbet ederek onların vücudu aynasında Hakkı kemâli ile müşahede etmiştir.” Zira İbnil Farit"in de dediği gibi: “Her güzelin hüsnü Allah"ın cemâlinden müsteardır.” Şu halde erkeğin kadına muhabbeti bir bakıma Allah"ın cemâline vuslatı talepten ibarettir. Fakat şüphesiz ki böyle bir düşünce muayyen bir seviyenin ve mânevî terbiyenin mahsulüdür. Kadını sadece cinsî zevk ve şehvetlerin bir tatmin âleti saymak bu yüzden de günahlı görmek basit ve iptidâî bir zihniyetin eseri olduğu gibi, mahbûb-ı hakikînin aslına, hakîkatine varmak için bir vasıta, bir köprü bilmek ve ona göre hürmet etmek olgun bir görüşün ifadesidir ki bu da İslâmiyette ifadesini bulmuştur.”[15]

Gelişen ve değişen dünya şartları derken onun üç farklı yönetim döneminde yaşadığını hatırlamak gerekir. Mutlakiyet, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet. Her dönemin kendisine göre özellikleri vardır. Her dönemde toplumun ahlâkî, kültürel ve sosyal değerler bütünlüğünde çok hızlı ve köklü değişimler yaşanmıştır. Bu değişiklikler içerisinde o her zaman kadına verdiği saygı ve gösterdiği özenle özde aynı ve fakat biçimde farklı ve yeni uygulamaları başlatmıştır.

Peygamber efendimize Kur"andaki emirlerin sadece erkeklere mi ait olduğunu soran kadınların soruları üzerine, Kur"an-ı Kerim"de Ahzab sûresinde şöyle bir cevap verilmiştir: “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah"ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Kur"an 33: 35)[16] İslâmiyetin mukaddes kitabında kadın ve erkeğin her türlü sorumlulukta eşitliğine dair verilebilecek en güzel örneklerden biri bu âyet-i kerimedir. Kenan Rifâî hazretlerinin de sohbetlerinde ve günlük hayatta üzerinde en çok durduğu mesele budur: Kadının ve erkeğin insan olmak yolunda üzerlerindeki mükellefiyetin eşit oluşu.

Dinin esaslarında sağlam duran ve sosyal yapıda ortaya çıkan yenilikleri benimseyen bu çağdaş mürşid, kadınların sosyal hayatta da Kur"an"daki hitaba uygun eşitlikte sorumluluk almaları için çalışmıştır. İlkeleri aynı fakat uygulamalarında değişiklik söz konusudur. Cemiyetin ihtiyaçları doğrultusunda çalışma hayatında aktif olan bir çok kadının eğitimlerinde rol sahibi olmuştur. Onun çok farklı alt yapılardan ve kültürlerden öğrencileri olmuştur. Bunlar genellikle tahsilli, diller bilen aydın kadınlardır. Semiha Cemâl, Sâmiha Ayverdi, Safiye Erol, Sofı Huri, Nezihe Araz, Meşkûre Sargut, Müjgân Cumbur hanımefendiler eserleriyle çağımızın mümtaz kadın örnekleri arasındadırlar. Bu kadınların hepsinde tesbit edebildiğimiz ortak özellik, onların yazar oluşlarıdır. Onların tek tek eserlerini saymak dahi bu tebliğ metnini çoktan dolduracağı için buraya kaydedemeden geçiyorum.

Bu toplantının tertip gayesi Kenan Rifâî hazretlerinin öğrencisi Sâmiha Ayverdi"yi 100. doğum yıl dönümünde anmaktır. Çok küçük yaşta çok şükür, kendisini tanımak bahtiyarlığına eriştiğim Sâmiha Ayverdi hanımefendinin bende bıraktığı en önemli iz, daima ve sonsuz bir “tevazu” ile kendini hiç ön plana çıkartmadan çalışması olmuştur. Hancı isimli eserinde “Ben, ustamın hazînesinde bir kara mangırım. Ama o, bu kara, bu kırık mangırcığı, kor gibi altınlar arasından çekip, pey sürerek hazînesinde yer verdi. Üstelik: Seni kendim için, beni âleme söyleyip bildirmen için seçip aldım, dedi.” diyerek kendisini ve hocasını harika bir Türkçe ile tanımlar. Hocasının kendisine verdiği ilham ve teşvik ile o; bu güzel ülkede çevre bilinci, hava kirliliği gibi konular henüz gündeme gelmediği zamanlarda, tek başına yılmadan Fatih, Fevzi Paşa Caddesinde kesilen ağaçların yerine kendi cebinden ödediği paralarla aldığı fidanları dikerek, onların sulanması için hiç üşenmeden, caddenin iki tarafındaki dükkân sahiplerine gidip “size susuz birisi gelse su verir misiniz?” diye sormak suretiyle, onların gönüllerine hitap ederek, bu dikilen ağaçlara ilk yaz her gün birer kova su verilmesi için tek başına sivil hareket oluşturmuştur.

Onun ben bir Müslüman, Türk, kadın, yazarım diyerek sadece kitaplarını yazıp köşesine çekildiğini hiç görmedim. Tersine söz konusu kimliğini dile getirerek eline geçen her fırsatta bu kimliğin gereği, hocamın yaşayarak bana öğrettiği ahlâkın icabı budur diyerek, gayrette ve çok çalışmakta olduğunu gördüm. Hiç bir zaman “ben” dememiştir. Ülke için, İslâm âlemi için ve hatta dünya ve insanlık için gördüğü gerek üzerine hemen bütün yetkili siyasî kadrolara, bürokrasideki ileri gelenlere, devlette, özel sektörde, gazete köşe yazarlarına, dikkatini çekmek istediği herkese o konu hakkında mektuplar yazmış, mektubunun arkasını araştırmıştır.

Yaşananlardan haberdar olmak maksadıyla, en azından bir günlük gazete okumak onun için her aydının yapması gereken normal bir haldir. Bunu etrafındaki herkese telkin etmiştir. Lüzum gördüğü takdirde derhal işittiği haberlerin aslını araştırarak onlarla ilgili gerekli tedbirleri almakta asla gecikmezdi. Yazdığı tasavvuf romanlarını, sonradan daha çok hatıra, tarih ve eğitim ağırlıklı kitaplar takib etmiştir. 1400. Hicrî yıla girerken adeta dişi bir arslan gibi kükreyerek bütün İslâm âleminin ileri gelenlerine hitaben mektuplar hazırlar, bir kitap yazar ve adeta haykırarak: Kölelikten Efendiliğe diye seslenir. Batılı güçlerin sömürgeciliğine karşı, yetsin artık bu kulluk ve kölelik hali diye can feryad bağırır. İslâm âleminin liderleri bu İngilizce ve Arapça basılan kitapları kendilerine hitaben yazılmış mektupları alınca ne yapmışlardır? Bilemiyorum. Ondan ziyade günümüz şartlarında İslâm dininin temsilcileri olan biz Müslümanların, bundan yaklaşık çeyrek asır kadar önce onun yaptığı çağrıyı duyup duymadığımızı düşünüyorum. O da hocası gibi devamlı değişen zahir şartlara kendisini uyarlayarak, yenilemiş ve yenilenmiş, kendisine ve cemiyete yeni istikametler çizmiştir. Onun bu yenilikçiliği hocasından gelir. Çünkü kendisi böyle anlatır. Hem kitaplarında hem sohbetlerinde hocamız bize tasavvuf ilkelerini yaşayarak anlatmıştır, der.

Sâmiha hanımefendi, ağabeyi Ekrem beyefendi ve onun eşi İlhan hanımefendi ile beraber, giderek kaybolmaya yüz tutmuş Türk-İslâm kültürünün el sanatları ve müziği gibi konulara özen gösterip bu eserleri koruyarak insanlığa hizmet vermek üzere Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfını kurmuşlardır. Bu aydınlık ocaktan yetişen öğrenciler, bugün dünyanın çeşitli yerlerinde eserleriyle sergiler açmakta, konferanslar-dersler verip insanlığa bu ata yâdigârı güzellikleri göstermektedirler. Bu üçlünün geniş ufukları kucaklayan iman, ahlâk ve aşk anlayışları Kenan Rifâî"nin elinde mayalanmış ve şekillenmiştir.

Sâmiha Ayverdi"nin hizmetleri sebebiyle “Vakıf sultan”[17], “Vakıf Ana”[18] veya “Vatan annesi”[19] gibi hitaplarla anıldığını tesbit ettik.

Hocası Kenan Rifâî, Sâmiha Ayverdi"nin annesine “Sâmiha"ya dikkat ediniz; onun tesiri bir asır değil yüzlerce asır sürecektir ve o kitaplarıyla dergâh açacak, dünya durdukça gönülleri uyandırmaya devam edecektir.” demişlerdir. Bazı kere araştırmacı olarak da sorulabilecek soruların cevapları kendiliğinden gelince susmak ve sessizlik içinde bu hali dinlemek, kabil olduğunca, kabımız el verdiğince o anı terennüme bakmakta hayır vardır, diyorum.

İlhan Ayverdi hanımefendi, “Kesintisiz devam eden irşad” başlıklı yazısında, Ken"an Rifâî Hazretlerinin bir gün yakınlarına: “Benim sizin dahi yüzlerini görmediğiniz nice evlâdlarım var” dediğini yazar. “Etrafındakileri ömür boyu mânevî rızıkla besleyen aziz hocamız, tasarrufunu ve irşâd vazifesini, yüzlerini görmediğimiz evlâdları içinde kesintisiz devam ettirmiştir.” diyerek devam eder. Sonra da “Sâmiha Anne"nin dediği gibi: "Çok şükür, çok şükür... Miyânemizde bir keremli Dost var. Toprağın üstünde de olsa, altında da olsa, her zaman rehber, her zaman yâr-ı vefâdar...” diye İsmet Binark beyefendinin yayına hazırladığı Dost Kapısı isimli kitabın takdim yazısını tamamlar.[20]

Kenan Rifâî hazretlerinin, kızları Kâinat hanımefendiye 30 Nisan 1945"te yazdıkları mektupta, “Sen sakın bir şeye sıkılma. Biliyorsun ya, saadetin anahtarı hâdisatı olduğu gibi kabul etmektir. Hâlik"ına ve hâline olduğu gibi şükretmektir, benim melek kızım.”[21] sözleri onun dünya anlayışını ve kadına da erkeğe de bakışını özetleyen hitabıdır.

Nezihe Araz hanımefendi kendilerinin vefatının 2. senesinde yazdığı yazıda hocasına şöyle seslenir: “Kimdir bu fedâi ki günahlarımızdan bizim yerimize mahçup olur, inkârlarımızın çilesini çeker, hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek için bütün dertlerimizi yüklenir...[22]Aşk ve îmân... İşte senin hayat felsefenin iki temel taşı!.. Hak"la halkı birlemek, Hakk"ı halkta görmek, halkı Hak diye sevmek. Fakat biz, senin ihlâslı sesine hâlâ niçin lâzım geldiği kadar kulak vermiyoruz?..”[23]

Safiye Erol hanımefendi, hocasıyla ilgili bize şu bilgiyi vermektedir: “Hocam Kenan Rifâî derdi ki: “Bir kötü itiyadı sökmek, sıra dağları devirmekten daha güçtür.” Bu sebepten hocam, talebelerine iyi itiyatlar vermek sistemini takip ederdi. İyi itiyatları sık zer"ederek kötülerine yer bırakmazdı. Bunların gümrah bereketi zemini kavrayınca kötü itiyatların durumu zaten müşkül safhaya giriyor. Ekseri imkânsızlaşıyordu. Hocamın ısrarla telkin ettiği esaslardan biri de yapılmaması lâzım gelen şeylerden sakınıldığı kadar, yapılması lâzım gelen şeyleri lâzım gelen tarzda, vaktini geçirmeden mutlaka yapmaktı.”[24] Felsefe doktorluğu ünvanını Almanya"da kazanmış olan Safiye Erol bir yazısında “Uluların kelâmını dilde, zihinde, gönülde dolaştırmak bile insanı sorumlu kılıyor.” demiştir.[25] Safiye Erol hocasından öğrendiklerini aktarırken tahsilinin ona kazandırdığı engin düşünce ve felsefe ufuklarında rahatça gezinir. Doğu ve Batı filozoflarından bahseder. Karşılaştırmalar yapar. Sonunda hocasını anlatır. Onun zengin tasvirlerinden oluşan üç kısımlık etüdünde “Mürşid-i Agâh” isimli felsefî yazısında hocasından öğrendiklerini aktarırken “Sabır, pasif bir tahammül değil, Müslümanlığın etik değerlerinden kopan aktif bir nurdur.” demektedir. Safiye Erol:

Osmanlı İmparatorluğu dağıldı, fakat Türkiye Cumhuriyeti ve Türk an"anesi bâkidir. Devlet lâik oldu, fakat İslâmiyet altıncı hissin bile erişemeyeceği sır ve ihtişamiyle vicdanlar tahtındadır. Tarikatlar tasfiyeye uğradı; fakat tasavvuf, çağdaş üslûplardan geçerek Türk fikir ve san"at hayatını feyizlendirecektir.” dedikten sonra şöyle devam eder:

“Hocam Kenan Rifâî... mistik adam, sırrı görmüş, sırrı yaşamış, sırra katılmış adam.

Sırrı beşer plânına çıkarmış, hikmete çevirmiş, cemiyete zerk etmiş insan... hakîm adam.

Bütün yaptıklarını din-i mübin dairesinde yapan büyük İslâm şeyhi, halkı irşad eden terbiyeci, yani mürşid; yolunun icaplarına, cemiyet bünyesine, insan ruhuna tam bir vukufla âgâh olan mürşid-i âgâh.

Tâcını, hırkasını ne kadar kolaylıkla çıkardı. Kendisinin herhangi bir makam ve kisve ile takyid edilmesine imkân mı vardı? Dünya onun mânevî saltanatından ne bir şey alabilirdi, ne de o saltanata ilâve edecek değerde bir şey bulabilirdi.

Abdal Mûsa müridlerinden Derdimend Hüsnü"nün dediği gibi:

Kudretten başında elîfî tâcı

Eşiğin bekleyen gürûh-ı nâci

Maşrıktan mağrıba oynar kılıcı

Kılıcı oynatan câna aşk olsun.”[26]

Arap ve Hıristiyan bir aileden yetişmiş, İngiltere"de tahsilini tamamlamış Sofi Huri hanımefendi, hocasını şöyle anlatır: Kenan Rifâî “öyle bir ehlullah ki benliği aşk, ruhu aşk, kendisi bir aşk âbidesidir. Bu mistik aşkı anlamak için insanın ancak kendisi böyle bir aşkın hiç olmazsa bir katrasını içmiş, asırlar boyunca mütefekkir, şair ve mistiklerin kaleminden çağlayanlar gibi durmadan akmış, şelâleler halinde dökülmüş olan o aşk ummanına, zerre mikdarı da olsa, dalmış olması lâzımdır.”[27] Sofi Huri hanımefendi, “Kenan Rifâî"nin benliğini saran öyle bir aşk vardı ki o aşk yüzünden başkalarının hayatına kıymet vermiş, yüksek bir ideal ışığı altında onlara hizmet etmiş, kendi benliğini onlarla aynîleştirmiş; aşk, hayatının özü, enerjisinin en yüksek faaliyeti ve en yapıcı kudreti olmuştur. Aşk üzerinde durmak, her şeyi aşkta bulmak, bu onun umdesi ve hayatının nişangâhı olmuştur.

Bu böyle olmasaydı, yüklenmiş olduğu azîm vazifeyi, mürşid ve mürebbi vazifesini böyle muhteşem bir şekilde nasıl ifa edebilirdi?”[28] Sofı Huri kendileri hakkında yazdığı kısmı şu sözlerle tamamlar: “Ey muazzez ve mükerrem ulu, ey faziletin, hakkın, tevazuun ve aşkın timsali! Eğer vasfında kusur ettimse, bağışlarsın bilirim, af senin şânındandır. Ben seni tavsif değil, ancak tekrim ve tebcil edebilirim. İşte senin mihrabına takdimemi arzettim, işte tuhfelerimi bir menekşe demeti halinde huzuruna koydum.

Ey ruhu nur, kendisi serâpâ pürnur olan KÂMİL İNSAN, ebediyet boyunca nur içinde yaşa![29]

Sâmiha Ayverdi Dost isimli eserinde, “Kalem biliyor ki, yollar aşıp onun sevgi ve iman ile sağlama alınmış kapısına uğramak bahttır, bahtın tâ kendisidir.”[30]Dost cümle âlemin dostu idi işte. Herkese dağıtılmak üzere bekleyen şefkat ve muhabbet bereketleri vardı. Ona, gönülleri keşkülünü uzatanlar, bu mîrî maldan nasiplerini alarak geçip gidiyorlardı. (...) Dost"un ismet ve iman çizgisinin yolcuları, hisselerine düşen mânevî payla, ihlâslı, iffetli, sabırlı, feragatli, fedâkâr ve çalışkan oluyorlardı.”[31] Sâmiha Ayverdi, Nihad Sâmi Banarlı beyefendiden naklen: “Günlük hayatın en basit hâdiselerini dahi değerlendirip mânâlandıran iki büyük velî gördüm: Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve Ken"an Rifâî...” dediğini nakleder.[32]

Sâmiha Ayverdi hocasını Dost kitabında anlatmaya devam ederken, bize şunları söyler: “O, insanı, kendinden habersiz, âtıl ve gafil bırakmanın, cemiyete karşı işlenmiş bir günah olduğunun takdîri içinde idi. Bu yüzden de kütleyi muvâzeneli, muhasebeli, kontrollü ve yüksek voltajlı bir enerji kaynağı olarak görmek istiyordu.

Ammâ, bu işte, insanı bir şuursuz malzeme gibi kullanmıyor, yetişme ve terbiye ameliyesinin mes"uliyetli adımlarını, bizzat insanın kendisinin atmasını isteyerek, gayreti ve kararı, karşısındakine bırakmakla, şahsiyetleri avucu içine alıp ezmiyordu.

Onun için de, çevresinde yetişenler, kendi kendilerinin efendisi denecek olgun, seviyeli ve kifâyetli kimseler olarak, cemiyet safları arasına, dağılmış bulunuyorlardı. Zîra Dost, kılıcın iki yüzü gibi olan madde ile mânâyı, birbirinden ayırmıyor ve insanı, vâr olmanın asâletine yakışan bir ruh düzeni içinde mütalaa ederek, ona göre hazırlıyordu.

Dost"un kütleleri tevhîd anlayışında birleştirmek ve uyandırmak yolunda kullandığı harç, sevgi ve imandı vesselâm.”[33]

Sâmiha Ayverdi kadınların sosyal hayatta rol sahibi olmaları gerektiğini, onların insiyatifiyle elde edilecek gelişmelerin toplumu daha dengeli kılacağını görmüş ve 1966"da merkezi Ankara"da olmak üzere Türk Kadınları Kültür Derneği"ni kurmuştur. Bu dernekte Sabahat Gülay hanımefendi senelerce bir çok güçlükle uğraşmış, çok mücadeleler vermiştir. Şimdi rahatsız oldukları için kendisine Allah"tan hayırlı ve acil şifalar niyaz ediyorum. Sabahat hanımefendi Ankara"da merhum şehidimiz rahmetli Tevfik İleri beyefendinin eşi Vasfiye hanımefendi ile elele senelerce çalışmıştır.

İstanbul"da dernek yine kendisine acil şifalar niyaz ettiğim, Türk dilinin açıklamalı sözlüğünü tek başına, kahramanca hazırlayan, çok aziz İlhan Ayverdi hanımefendi idaresinde, çocuk iftarlarını düzenleyerek yine bir ilke imza atmış, kitaplarda yazılı olanların yaşanan hale getirilmesi için didinmiştir.

Meşkûre Sargut hanımefendi hocasının ona verdiği dersleri en acı, en kasvetli demlerde etrafına da örnek olacak şekilde yaşayarak yaşamanın konuşmaktan her zaman daha etkili olduğunu göstermiştir. Duygulu Gönüllere Hitap, Ârifler Bahçesinden gibi tasavvufî eserler hazırlamış ve adı sayılmakla bitmeyecek her yaştan öğrencilerinin sorularına bıkıp usanmadan cevap vermiş, ustasından öğrendiklerini anlatmıştır. Hele de iki harikulâde genç kadının anası olarak toplumda güzel ahlâkıyla örnek insandır.

Bu iki genç hanımın birisi Dr. Âsuman Kulaksız iç hastalıkları uzmanıdır, o da iki çocuk anasıdır. Mesleğinde yurt içinde ve dışında kaydettiği başarıların yanısıra, tasavvuf edebiyatında örnek oluşturan serbest şiirler yazar. Anasının ve babasının kardığı mayayı o da bu şekilde yaşatır.

Diğeri ise önce Kimya mühendisi olur. Sonra anneciğinin yetiştiği yolun inceliklerinde dantel gibi işlenir. Hep Nazlı öğretmenin duasına bağlayarak kendisi için Kimya öğretmenliği yolunu seçerek hiç usanmadan daima severek vermekle, fedâkârlıkla taçlandırdığı hayatında yine sayısız öğrencileri ile yaşar. Sâmiha annesi ona “kızım gençlerle Mesnevi çalış”, dediği için gençlerle çalışmaya başlar. Annesi Meşkûre hanımefendi ile Sâmiha Ayverdi onun ilk mânâ hocalarıdır. Şimdi de sadece Türkiye"de değil çeşitli ülkelerde verdiği sayısız dersler, konferanslarla bir çok gönülleri uyandırmaya, insanı insan olmak yolunda atacağı adımlara yöneltmeye her nefes çalışmaktadır. Aynı zamanda Türk Kadınları Kültür Derneğinin İstanbul şubesinin şimdiki başkanıdır. Depremden zarar görenlere her hafta öğrencileri ile taşıdıkları yardımlar, onları ev-bark-iş-okul sahibi yapma gayretleri için tek başına sivil toplum kuruluşu olarak görülmeyi hak ettirir. Fakir fukaradan, rütbesiz, mevkisiz, isimsiz insanlara, meşhur stand-up komiklerden, sanatkârlara, akademiden iş dünyasına değişik toplum kademelerinden türlü çeşitli insanlara eğitim-öğretimi kendi olarak yaşar, yaşamayı ilham halinde sunar. İşte o da kendisine sorulan sorulara her zaman, hocam Kenan Rifâî böyle söylerler, diyerek başlar. Nefesiyle uzaklardaki mahzun gönüllere ve dimağlara yetişebilen bu zarif ve güzel hocanın tek zevki Allah rızâsı için çalışıp, hizmette olmaktır. Allah muhterem hocam Cemâlnur Sargut hanımefendiden ve onu yetiştiren hocalarından râzı olsun.

Kenan Rifâî hazretlerinin etrafına her nefes yaşayarak anlattığı, mânâ ve tasavvuf öğretilerinin artık günümüzün yaygın iletişim araçlarında seslendirildiğine şahid oldukça; kendilerinin 1925"te dergâhların kapatılmasına dair çıkartılan yasa üzerine Altay dergâhı, Ümmü Kenan dergâhı isimleriyle bilinen hankâkına giderek, kilit vurduktan sonra “Dergâhlar cemiyete kendisiyle barışık insan yetiştirmek yolunda görevlerini yapmışlardır. Şimdi artık görevlerini tamamladılar. Bundan böyle gök kubbenin altı dergâhtır.” diye söylemiş olduklarını hatırlıyorum. Bu varlığı dünyasından bir nebze de olsa nasiplenmek için niyaza vardığımız gönül insanı bir başka sohbetinde ise “Bundan böyle akademide ders vereceğim. Sınıflarda kadın erkek karışık sıralarda oturan öğrencilere konuşacağım. Onlara Hakk"ın Cemâl"ini anlatacağım. Sırasında Fransızca da bile ders anlatacağım.” demişlerdir. Sözlerinin vücud bulduğunun delili çağımızın hızlı ve yaygın iletişim araçlarında yapılan konuşmalarda, yazışmalarda, yayınlarda ve de bugün tertib edilen uluslararası sempozyumla taçlanmıştır.

Kenan Rifâî hazretlerinin torunları Ayşegül hanımefendiye çocukken “herkes bana bir isim veriyor, sen ne diyeceksin bana?” diye sorunca onun “aşkım” diyeceğim cevabı üzerine “ben herkesin aşkıyım, sen bana “Aşkam” dersin, ben de sana “Aşkam” derim, dediğini Haziran 2002"de yaptığım özel görüşmede öğrenmiştim.[34] Bu noktada Kenan Rifâî"nin aşkı ve sevgiyi dahi nasıl bölüştürmekten yana olduğunu sevgili torunuyla arasında geçen bu konuşmadan çıkarıyorum. İnsanları bu derece sevmek, onlarla hata ve kusurlarında bir olarak sevebilmek, sevginin paylaşıldıkça arttığını yaşamak ancak onun annesinin seslenişinin canlanmasıdır, diye düşünüyorum. O annesinden kadını da erkeği de kavrayan; cins, renk, ırk, din, dil, ekonomik sınıf ayrımı gözetmeksizin kucaklayan insanlık anlayışını öğrenmiş ve öğretmiş bir mübârek veli"dir. Bizim O"nun şanında söz söylememiz ne haddimize, fakat ancak âciz kabımıza ihsan olduğu kadarıyla Hz. Mevlana"nın Mesnevi"sinde anlatılan fil hikâyesi gibi eksik takdimdir. Duamız insaniyetin bu güzel âbidevî şahsiyetinin sevgi nazarlarının her iki âlemde de üzerimize olmasıdır.

Allah üzerimizde mevcut ve sonsuz olduğuna inandığımız Cemâl Nur"larını eksik etmesin, gönlümüze verdiklerini almasın. Sadece ülkemizde değil bütün dünyada insanlara olumlu etkileriyle birlik ve huzur yolunda haliyle, hayatıyla, eserleriyle, öğrencileriyle örnek olmuş Kenan Rifâî hazretlerinin himmeti üzerimizde dâim olsun, âmin.

 

Kaynaklar

Ayverdi, Sâmiha. Dost, İstanbul: Hülbe Baytaş Yayınları, 1980.

Ayverdi, Sâmiha. Hancı, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 1988.

Ayverdi, Sâmiha, Nezihe Araz, Safiye Erol ve Sofi Huri. Ken"ân Rifâî ve 20. Asrın Işığında Müslümanlık, Ankara: Hülbe Yayınevi, 1983.

Binark, İsmet. Dost Kapısı: Ezel ve Ebed Arasında: Ken"an (Rifâî) Büyükaksoy, Yazdıkları ve Söyledikleri, Hakkında Yazılanlar ve Söylenenler, İstanbul: Cenan Eğitim, Kültür ve Sağlık Vakfı, 2005.

Ernst, Carl. Hazreti Muhammed"in Yolunda: İslâmiyeti Günümüz Dünyasında Yeniden Düşünmek, Çev. Cangüzel Güner Zülfikar, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2005.

Erol, Safiye. “Sihirli Sözler”, Türk Yurdu, 49. Yıl, 276/6, Ağustos 1959.

Güner, Agâh Oktay. “Sâmiha Anne”, (Türkiye, 30 Mart 1993), Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan-Temmuz 1993, sayı 2-3, s. 80-82.

Işık, Emin. “Sâmiha Ayverdi"ye Vedâ”, “Duâlar, Fâtihalar ve Tekbirlerle” makalesinin içinde, hazırlayan Mustafa Tahralı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan-Temmuz 1993, sayı 2-3, s. 12.

Palsay, İnci. “Vatan Annesi,” Türk Edebiyatı, Sâmiha Ayverdi Özel Bölümü, sayı 127, s. 36-38.

 

 

 


 


[1] Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz, Safiye Erol ve Sofi Huri, Ken"ân Rıfâî ve 20. Asrın Işığında Müslümanlık, Ankara: Hülbe Yayınevi, 1983, s. 15-16.

[2] Eserlerine dair ayrıntılı bilgi için bkz: İsmet Binark, Dost Kapısı: Ezel ve Ebed Arasında: Ken"an (Rıfâî) Büyükaksoy, Yazdıkları ve Söyledikleri, Hakkında Yazılanlar ve Söylenenler, İstanbul: Cenan Eğitim, Kültür ve Sağlık Vakfı, 2005, s. 54, 19 numaralı not.

[3] Nazlı hanımefendi hakkında daha detaylı bilgi için bkz: Ken"ân Rıfâî ve 20. Asrın Işığında Müslümanlık, s. 63-67.

[4] Medine"deki bu törene ait ek bilgi için bkz: a.g.e., s. 79.

[5] a.g.e., s. 101.

[6] a.g.e., s. 101.

[7] a.g.e., s. 112.

[8] a.g.e., s. 112.

[9] a.g.e., s. 114.

[10] a.g.e., s. 122.

[11] a.g.e., s. 135.

[12] Sâmiha Ayverdi, Dost, Ankara: Hülbe Yayınevi, 1980, s. 31-32.

[13] Kenan Rıfâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, s. 189.

[14] a.g.e. s. 191.

[15] a.g.e., s. 193-194.

[16] Carl Ernst, Hazreti Muhammed"in Yolunda: İslâmiyeti Günümüz Dünyasında Yeniden Düşünmek, Çev. Cangüzel Güner Zülfikar, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2005, s. 211-212.

[17] Emin Işık, “Sâmiha Ayverdi"ye Vedâ”, “Duâlar, Fâtihalar ve Tekbirlerle” makalesinin içinde, hazırlayan Mustafa Tahralı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan-Temmuz 1993, sayı 2-3, s. 12.

[18] Agâh Oktay Güner, “Sâmiha Anne”, (Türkiye, 30 Mart 1993), Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan-Temmuz 1993, sayı 2-3, s. 80-82.

[19] İnci Palsay, “Vatan Annesi”, Türk Edebiyatı Mecmuası, Sâmiha Ayverdi Özel Sayısı, Mayıs 1984, sayı 127, s. 36-38.

[20] İsmet Binark, Dost Kapısı, s. 13.

[21] a.g.e., s. 252.

[22] a.g.e., s. 187.

[23] a.g.e., s. 188.

[24] Kenan Rifâi ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, s. 249

[25] Safiye Erol, “Sihirli Sözler”, Türk Yurdu, 49. Yıl, 276/6, Ağustos 1959, s. 55 (Halil Açıkgöz"ün Safiye Erol"un Makaleler kitabına yazdığı “Önsöz”den alınmıştır.)

[26] Kenan Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, s. 266.

[27] a.g.e., s. 280.

[28] a.g.e., s. 281.

[29] a.g.e., s. 283.

[30] Sâmiha Ayverdi, Dost, s. 40.

[31] a.g.e., s. 44.

[32] a.g.e., s. 44.

[33] a.g.e., s. 45.

[34] Dost Kapısı"nda sayfa 95"te muhterem Ayşegül Kaytaz hanımefendinin yazısında da bana lutfettikleri bu hatıra yer almaktadır.

 

Makaleler
MEVLANA’NIN ADALET FELSEFESİ  -Dr. Ergin Ergül  (07 Aralık 2017)
NÛR ORDUSU  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2016)
HAZRETİ PEYGAMBERİN YAKINLARI  -Ahmet ŞAHİN  (22 Nisan 2016)
Mevlânâ'ya Göre Evlilik ve Aile  -Prof. Dr. Abdulhakim Yüce  (23 Şubat 2013)
Hz. Mevlâna’nın Eğitim Anlayışı  -Muhammed ACIYAN  (19 Ekim 2012)
Mevlana’nın Şemaili Hakkında Yanılgılar  -Muhammet ACIYAN  (12 Temmuz 2012)
İstanbul'da Mevlevîlik  -Ekrem Işın  (22 Haziran 2012)
Türk Edebiyatında Edebî Tefekkür Anlayışı  -Ahmet ŞAHİN  (20 Mayıs 2012)
Şihabüd-din Sühreverdi  -Semâ Âdabı  (07 Ocak 2012)
MESNEVÎ’NİN ÖNSÖZÜ VE DİBACESİ  -Tahir-ül Mevlevî  (06 Ocak 2012)
TAHiR-ÜL MEVLEVÎ, HAYATI VE ESERLERi  -Sadi Aytan  (06 Ocak 2012)
TASAVVUFÎ ŞİİR  -Ahmet ŞAHİN  (03 Ocak 2012)
Mevlevî Müziği ve Sema'  -Hakan Talu  (01 Ocak 2012)
Mevlana Perspektifinden Hukuk Devleti İlkesi  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
Mevlana Perspektifinden Stratejik Düşünce  -Ergin Ergül  (13 Aralık 2011)
MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE İNSANIN MANEVÎ GÖRÜNÜŞLERİ  -PROF. DR. KERİM ZEMANİ  (13 Aralık 2011)
SONSUZLUK SUSKUNLUĞUMDA SAKLI!  -Hatice Sedef Ergül  (11 Aralık 2011)
SIRR-I MA‘NEVÎ - İnceleme-Metin  -Dr. Ekrem BEKTAŞ  (03 Kasım 2011)
Kur'ân'ın Mânevî Bir Tefsiri Mesnevi  -Doç. Dr. Hüseyin Güllüce  (14 Temmuz 2011)
MEVLANA’DA ÜZÜM  -R. Bahar AKARPINAR  (20 Mayıs 2011)
EHLİYET VE LİYAKAT KAVRAMLARI  -Gülgün YAZICI  (20 Mayıs 2011)
SÜLEYMAN BELHÎ AİLESİ VE SON MEVLEVÎ POSTNİŞÎNLERİ  -Yrd. Doç. Dr. Yusuf ÖZ  (19 Mayıs 2011)
AŞK BAHÇESİNİN İNLEYEN BÜLBÜLÜ: YAMAN DEDE  -Hatice Sedef Ergül  (08 Mayıs 2011)
MİLLÎ SECİYYE  -Ahmet ŞAHİN  (08 Mayıs 2011)
YÂ RESÛLULLAH!..  -Ahmet ŞAHİN  (18 Nisan 2011)
BATI DÜNYASINDA MEVLÂNA ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR  -Prof. Dr. Mehmet AYDIN  (12 Nisan 2011)
MESNEVİ TERCÜMESİNİN MUKADDİMESİ  -Eva de Vitray Meyerovitch (Havva Hanım)  (12 Nisan 2011)
Şems-i Tebrizi'nin Evrensel Mesajları  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Mevlana Öğütlerinin Sosyal Açıdan Önemi  -Kazım ÖZTÜRK  (20 Mart 2011)
MEVLANANIN TEFEKKÜR DÜNYASI  -Kazım Öztürk  (20 Mart 2011)
Hz. MEVLANA'DA ASK  -Dr. Mehmet ÖNDER  (13 Ocak 2011)
MEVLÂNÂ VE DEVLET ERKÂNI  -Can ALPGÜVENÇ  (31 Aralık 2010)
KÂİNÂTIN GÜLÜ’NE  -Ahmet ŞAHİN  (30 Aralık 2010)