BEDEVİ VE KARISI
Mesnevi"deki hikâyelerden biri şöyle başlar:
Zamanın birinde cömertliği dillere destan bir hükümdar vardı. O kadar cömertti ki yaptığı bağış ve ihsanların haddi hesabı yoktu.
Bu halifenin devrinde son derece fakir bir bedevi bir çölde karısıyla birlikte yaşıyordu. Bir gün karısı fakirlikten usanıp şikâyete başladı. Dünyayı adama zindan etti. Adam kadına diller döktü nasihatler etti, sabrın faziletlerini anlattı fakat nafile kadın dinlemedi, sonunda da ağlayıp gözyaşı dökmeye başladı.
Bu hikâye vesilesiyle adamla karısı arasında geçen diyologdan sahneler sunacağız. Ayrıca Mevlânâ"nın kadına bakışını, kadın-erkek ilişkilerindeki ölçüsünü veremeye çalışacağız. Kadın şikâyetlerini şöyle sıralar:
-Bunca yoksulluk ve cefayı biz çekiyoruz. Cümle alem sefada olduğu halde biz sıkıntıdayız. Ekmeğimiz yoktur, katığımız dert ve hasrettir. Testimiz yoktur, suyumuz ise gözlerimizden akan yaştır. Birinden bir şey isteyecek olsam hakaretle kovuyorlar. Yeter artık, bıktım bu hayattan!
Bedevi eşini teselli etmek ister:
-“Ne oldu sana böyle, vaktiyle gençtin daha kanaatkârdın. Şimdi altın müptelâsı oldun, evvelce ise kendin altın idin. Lütfen biraz sabırlı ol. Biz bir çiftiz, işlerin düzgün gitmesi için çiftlerin huyları birbirine uygun olmalı.
Eğer ayakkabının bir teki dar olursa, her ikisi de işe yaramaz.
Kapı kanatlarının birinin küçük diğerinin büyük olduğunu gördün mü?
Bir gözü bomboş öteki tıka basa dolu olursa deve üstündeki heybe doğru duramaz.” (Mesnevi, c. I, beyit: 2252 vd)
AÇIKLAMA:
Eşinin bu ve benzeri sözlerine karşı kadın daha da dikleşir, bu tumturaklı lafların karın doyurmadığını ifade eder. Daha ağır ve incitici sözler söylemeye devam eder.
Kocası alttan almaya gayret gösterir, yoksulluk içinde de mutlu olunabileceğini anlatmaya çalışır. Karısı devam edince nihayet şöyle seslenir:
-Ey kadın, kavgadan çekişmekten vaz geç! Vaz geçmeyeceksen benden vaz geç! İyi ile veya kötü ile kavgada benim işim yok. Susarsan ne âlâ! Yoksa şu dakikada evi barkıp terk ederim!
Eşinin kesin ve kararlı halini görünce kadının tavrı değişir, ağlamağa başlar.
Hz. Mevlânâ “Göz yaşı kadının tuzağıdır.” der ve onu şöyle konuşturur:
-Ben senden bunu beklemezdim, ben senin ayağının tozu olurum, sana kurban olayım. Yoksulluktan şikâyetim kendi adıma değildir, ben senin için üzülüyorum. Yemin ederim ki ben senin önünde her nefeste ölmeyi cana minnet bilirim. Hatırla ki ben güzellikte bir taneydim, sen bana tapardın. Özürler diliyorum, ne olur beni affet!
Kadın bu tertip üzere gönül alıcı sözlerle dökülüp saçılarak söz söylerken bir yandan da ağlamaya başlar.
Mevlânâ bu durum üzerine şunları söyler:
“Ağlamadan bile gönül çekici olan kadının, hüngür hüngür ağlaması haddi aşınca; gözyaşı yağmurundan bir şimşek çakıp adamın kalbine bir kıvılcım sıçradı.
Güzel yüzüyle erkeği esir eden kadın, kendine bendelik süsü verince hal ne olur?
Cevr ü cefasının tuzağına düşmüş olduğumuz o dilber özür dilemeye kalkışırsa ya bizim özrümüz ne olabilir?
Bir kimse yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa veya Hz. Hamza"dan bile ileri geçse ferman dinlemek hususunda yine de karısının esiridir.
Herne kadar su ateşe galip ve baskın ise de, bir kabın içindeyken ateş o suyu kaynatır.
Görünüşte su ateşe galip olduğu gibi, sen de kadına hakim isen de hakikatte kadına mağlupsun ve onu istersin.”
*
Mevlânâ bu bahiste şu son derece ilgi çekici sözleri sarfeder:
-“Böyle bir özellik ancak insanda vardır. Hayvandaki muhabbet duygusu eksiktir. Bu da hayvanın insandan aşağı olmasından ileri gelir.
Kadınlar akıllı kişilere ve ehl-i dil olanlara galiptir.
Öte yandan cahiller kadına galebe ederler, ona baskın çıkmaya çalışırlar, çünkü onlar sert ve kaba davranırlar.
Cahillerde sevgi ve şefkat lutuf ve muhabbet azdır. Çünkü yaradılışlarında hayvanlık üstündür.
Sevgi ve şefkat insani sıfatlardır, hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır.”
Ve Mevlânâ şu muhteşem ifadeyle noktalar:
“Kadın Hakk"ın nurudur, sadece sevgili değil.. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil.”
*
İşte kadının gerçek değeri buradan gelir. O, Allah"ın yaratıcı kudretinden vasıflar taşımaktadır. Hayâtın devamlılığında büyük vazife görmekte, böylece ilâhî faaliyet ve tecellînin aziz bir rüknü olmaktadır. Belli bir irfan seviyesine varanlara göre: “Kadına muhabbet, onların vücutları aynasında Cenab-ı Hakk"ı müşahede edebilmektendir.”
*
Kadını Hakk"ın nûru olarak gören ve yaratıcı vasfına vurgu yapan Mevlânâ kadın-erkek denkliğine, her bakımdan bunların birbirini tamamlayıcı olduklarına, dolayısıyla tek kalınca ikisinin de eksik ve yarım olacağına işaret eder. Şu benzetme ne hoştur:
“Âlemde her cüz" muhakkak kendi çiftini ister
“Gökyüzü yere “Merhaba” der. Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu besler yetiştirir.
“Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar, rutubeti bitti mi rutubet verir.
“Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?”