Hayatın anlamı
Hayata dair çok şeyler söylenmiştir. Hayat, hemen her filozofun, her ideolojinin ve her inanç sisteminin anlamlandırmaya çalıştırdığı bir alandır. Nice şairler bu kavram etrafında şiirler söylemiştir. Bu konuda nice hikayeler, nice denemeler yazılmıştır. İnsanın anlam arayışında hayatın neliği ve niceliği önemli bir faktör olmuştur.
Ben burada tutup da “hayat nedir?” ve “hayatın anlamı nedir?” soruları etrafında ortaya çıkan görüşleri tartışacak değilim. Hayat kavramını da tanımlayacak değilim. Fakat son bir haftadır dilime pelesenk ettiğim, adeta kutsal bir metin gibi virt edindiğim bir beyit var, onu sizinle paylaşacağım. Hayata dair bildiğim bütün formları, ilkeleri yeniden düşündüren bir beyit. Bu beyt, Mevlevî gelenekten gelen ünlü bir şairimize, Hüsn ü Aşk mesnevîsinin şairine, Şeyh Galib"e ait. Şöyle diyor üstat:
Aşk u sohbet matla"-ı divân-ı sıhhattir bana
Makta"-ı nazm-ı hayâtım kat"-ı ülfettir bana
Günümüz diline şöylece aktarabiliriz: Aşk ve sohbet, sağlık divanımın doğuşudur. Varoluşum, aşk ve sohbete bağlıdır. Dostluğun kesilmesi, böylece aşkın ve sohbetin bitmesi, benim hayat düzenimin bitmesi, ölmem demektir. Nasıl varlığım aşk ve sohbete bağlıysa, yokluğum da ülfetin, dostluğun bitmesine bağlıdır.
Şimdi diye bilirsiniz ki, burada ne var? Burada çok şey var. Evvela varoluşu, dostluğa bağlaması büyük bir anlam ifade etmez mi? Sohbet, sahabe kelimesiyle aynı kökten gelir. Sahabe, Türkçemize, arkadaş olarak geçmiştir. Buradan şunu çıkarıyoruz, sohbet tek başına olmaz, arkadaşla, dostla olur. Aynı kökten gelen sahâbet ve sahip kelimeleri de var. Sahâbet kelimesini belki günümüzde pek kullanmıyoruz, ama eski metinlerimizde var; sahiple yakın anlamlarda kullanmışız, sahiplenme, benimseme, koruma, himâye etme, tutma ve kayırma anlamlarına gelen bir kelimedir. Dost, sahiplendiğimiz, benimsediğimiz, icabında koruduğumuz, himâye ettiğimiz ve başkalarına karşı tuttuğumuz kişidir. Bugün sohbeti, tanıdığımız yahut tanımadığımız kişilerle bir konu etrafında yaptığımız konuşmalar, markette, pazarda ayaküstü muhabbet gibi anlamlarda kullanıyoruz. Oysa sohbet, herkesle ve her ortamda yapılmaz. Sohbetin olması için, evvela sahabe olmak, dost olmak gerek. Dost olmak ise, bir ortak dil inşa etmekle mümkün oluyor ki, bu da uzun ve meşakkatli bir yolculuktur.
İmdi sadede gelelim, diyor ki şair, benim için hayat aşk ve sohbetten ibarettir. Peki, hayat nedir? Hayatı nazm ve divan kelimeleriyle tarif ediyor. Nazm, biliyoruz, şiir demektir. Divan da bu şiirlerin bir araya getirildiği eser. Matla" ve makta" kelimeleri de hayatı tarif için kullanılmıştır. İlki hayatın başlangıcı yani doğum, ikincisi ise bitişi, yani ölüm yerinde kullanılmıştır. Matla", gazelin ilk beytidir; doğuş beyti. Makta" ise, gazelin son beytidir; sözün bittiği yer. Makta"da şair, artık sözünü söylemiş ve susmuştur. Susmak, Mevlevîlikte ölmek anlamına kullanılır. Onlar insana öldü demezler, sustu, eski lisanla hamûş oldu derler. Şimdi sanıyorum Şeyh Galib"in hayat tarifi zihnimizde belirginleşti… Hayat da şiir gibidir. Yazılan her şiirin bir doğuşu ve bir de bitişi vardır. Tıpkı bunun gibi, doğan her insan, mutlaka bir gün ölecektir. Ölüm ise, şaire göre, ülfetin, muhabbetin ve dostluğun bitmesidir.
Burada şairin matla"-ı divân-ı sıhhat ifadesine geri dönmek, divan kelimesinin sohbetle ilişkili anlamlarına işaret etmek gerekir. Çünkü divan, aynı zamanda meclis ve toplantı yeri anlamına gelir. Ancak bu meclis, öyle sıradan bir ortamı ifade etmez. İlim ve irfân ehli kimselerin oluşturduğu meclisler vardır… Bu meclisler, cennet bahçesi olarak nitelendirilir. Devlet akrânının iş gördüğü meclisler de vardır. Aşıkların buluştuğu meclisler de. Her halükarda meclis, belirli bir ahlâkî ve ilmi seviyede olan kişilerin birlikteliğidir. Sohbet, böylesi meclislerde demlenir. Meclise dahil olan kimseler, ya kafalarına takılan sorulara, gönül ve zihinlerini istila eden kaygılara cevap bulur, kalben sukûna, rûhen sağlığa kavuşur ya da dostların sorularını cevaplar verir, huzur ve sükûnun kaynağı olur. Böylesi meclisler insanı sağlığına kavuşturur, dinginliğe ulaştırır ve yüceltir. Bu yüzden şair, “sohbet hayat bahşeder” der.
Galib Dede"nin hayat enerjisi olarak gösterdiği aşk kavramı üzerinde ayrıntılı bir şekilde durma imkânına sahip değiliz. Ancak şu kadarını söylemek mümkündür; aşk, sufi telakkîde varlık sebebidir. Bütün bu varlıklar, aşkla var olmuş ve aşkla varlıklarını idame ettireceklerdir. Şiir de aşkla yazılır. Eğer şair, hissetmiyorsa, şuur ehlinden değilse, sözü kuru kalır. Hissetmek, duymak, derinlemesine bakabilmek, kavrayabilmek… Bütün bunlar aşkla oluyor. Aşk olmadan sohbet de olmaz, dostluk da. Aşk olmadan ne sâhib olur, ne sahâbî… Şu halde hayat, baştan sona aşktan ibarettir.
Tekrar nazm kelimesine dönmek istiyorum. Çünkü nazmın, terim anlamı olarak şiir yerinde kullanılmasından başka bir anlamı daha var. Nazm, ipe inci ve boncuk dizmektir. Bu kökten türetilen manzûme, vezin ve kafiye ipine dizilmiş sözdür. Şair sözü, incidir, boncuktur. Yazılan her bir beyit, nazenin, alımlı ve edalı sevgilinin boynuna takılan gerdanlık gibidir. Şu halde beyitte geçen nazm-ı hayât ifadesini, yukarıda hayat şiiri anlamına aldık; hayat bir şiirdir, dedik. Burada nazım kelimesinin ikinci anlamıyla ifadeye bakınca, hayata yüklenen mananın biraz daha derinleştiğini, estetik boyuta ulaştığını görüyoruz. Hayat, gerdanlık gibidir… Hayat gerdanlığında dostlar, bu gerdanlığı değerli kılan kıymetli taşlardır. Sohbet ise, o taşları belirli bir düzen halinde birbirine bağlayan iptir. Peki, aşk. Aşk nerede? Aşk, hem o inci tanelerinde, hem ipte, hem de nazlı ve edalı duruşuyla sevgilide saklı özdür.
Şeyh Galib"in bu beytini birkaç gündür virt edindim. Kim bilir belki aşkı tenlere indirgeyen, formlara, ölçülere dönüştüren, sohbeti bilmediği, görmediği insanlarla sanal odalara hapseden süreçten bir nebze olsun korur beni… Hayatınız anlamlı, sohbetiniz bereketli, dostlarınız içten olsun… Ve aşkınız hiç tükenmesin.