GECEMİZİ GÜNDÜZ KIL
"Ol sanem kim Leyli-i zülfün girih-gir eylemiş
Rahm edip Mecnûnuna tedbir-i zincir eylemiş"
Leylâ karanlık bir gece midir? Zulmet midir? Yoksa karanlıkta yol gösteren yıldız mı? Çobanyıldızı mı? Eğer yıldız ise, onu takip eden yolcuyu nereye götürür? Yolcunun nihayetinde varacağı yer sahil-i selamet midir? Yolcu da kimdir? Sadece Mecnûn mudur, Leylâ'nın peşine düşen divane? Sadece Mecnûn mudur? Yoksa Leylâ'nın peşinde giden her yolcu bir Mecnûn mudur? O halde bu yolun nihai durağı mecnunluk mu? Bu nasıl bir yol? Nasıl olur da yolcusunu Mecnûn eder? Bir tuzak mı yoksa? Kurulmuş bir ağ mı var? Kimdir bu tuzağı kuran? Kimdir yola ağ atan? Leylâ mı? Ah Leylâ, sen misin tuzaklar kuran? Sen misin ağlar atan? Hani zifiri karanlığın aydınlığıydın. Yolu aydınlatırdın. Yolcuyu menzîl-i maksûda erdirirdin.
Leylâ sen avcı olamazsın. Sen bin türlü hileyle tuzaklar kuramazsın. Sahi kuramaz mısın? Neden siyah saçlarını büklüm büklüm ettin Leylâ? Kement mi ettin? Mecnunu zincire mi vuracaksın? Vur Leylâ, vur… Mecnûnu zincire vur. Bu yol, madem isimleri unutturup, tek bir isme, tekbir hale tebdil ediyorsa… Yola düşen her canı Mecnûn ediyorsa. Vur Leylâ, Mecnûnu zincire vur. Zira Mecnûnun hürriyeti o zincirde. Zira Mecnûnun felahı o zincir de. O zincirleMecnûn kendine dönecek. O zincirle Mecnûn yönünü tayin edecek ve yolunu bulacak. O zincirle Mecnûn kıblesini bilecek.
Mecnûn zincire vurulmalı. Bağlanmalı. Bağlamalı. Bağlanmadan hürriyet olur mu Leylâ? Bağlanmadan kıbleye dönülür, aşk namazı kılınır mı Leylâ? Bağlanmadan yol alınır mı Leylâ? Sen bilirsin. Sen Mecnûnun bilgi kaynağı. Bilgeler bilgesi Leylâ, sen bilirsin. Çobanyıldızı sensin, yolu sen gösterirsin. Bağlamalı Mecnûnu. Bağlamalı ki, yol eri olsun. Duruşu olsun. Bakışı olsun. Olsun olsun da bilge olsun. Duruş olmadan bakış olur mu Leylâ? Bakış olmadan duyuş… Sahi sen söyle Leylâ, bakmayan ve duymayan bilge olur mu? Bakış dedimse, iki gözün sınırlarını söylemedim elbette Leylâ. Sen bilirsin, sen gösterirsin o bakışı. "Gözleri vardır göremezler", sen dersin. Sen açarsın o gözü. Zifiri karanlıkları aydınlatan çobanyıldızı, göz açıcı, yol gösterici. Sahi ne çobanyıldızı? Çobanyıldızı da ne? Sen baştan sona nûr, baştan sona aydınlıksın. Bakma böyle bir kısım isimlerle sıfatlarla seni tarif ettiğime. İdrakim bu kadar. Sen ki idrakler üstüsün. Anlayışlar üstü. Gayelerin gayesi. Bu gayeyi duymak için kulak lazım, kulak. Can kulağı.
Sesler boğuyor, sesler birbiri üstüne. Sükûn ve huzur veren sesinle Leylâ, şarkılar söyle, gazeller oku. Açılsın kulakları Mecnûnun. Duymadan, duyumsar mı insan? Duymadan, duyurur mu? Bilgelik bu duyuşta olsa gerek Leylâ. At zincirini üzerine, o sesten bu sese koşuşturan bu şaşkınlara… Tek sese. O huzur veren sese. O can kulağını açan sese meftûn et. Dönsün yürekleriyle bütün isimler, dönsün eşya, dönsün kâinat.
Kâinat elbette dönüyor Leylâ, dönmeyen bu yüreğim benim. Yüreğim. Dönse duyacak. Duysa bakacak. Baksa görecek. Görse Mecnûn olacak Leylâ… Biliyorum, görse Mecnûn olacak. Mecnûn olsa, Leylâ olacak. Ah Leylâ bu ne biçim bir daire? Bu nasıl bir yol. Hep aynı yere mi çıkıyor yol? Çıkış nereye Leylâ? Durak nerede Leylâ? Sahi bu yolda durak var mı Leylâ? Yoksa döne döne çok ötelere, ötelere. Çok ötelere mi gidiyor yol? Ötenin ötesi neresidir?
Ah Leylâ, ne uzun bir zincir bu? Ne uzun, ne kısa. Ne uzun bir yol. Ne kısa bir yol. Kısa da bir, uzun da.
Leylâ, yol aydınlığı. Yolumuza ışık ver; sen ki nursun, sen ki ay, güneş. Gecemizi gündüz kıl. Gecemizi gündüz.
bkemikli@gmail.com