Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
A.Hümeyra ASLANTÜRK
AŞK GÖNÜLE DOLUNCA, GÖNÜL YÂRİ BULUNCA
21 Mart 2013 Perşembe

AŞK GÖNÜLE DOLUNCA, GÖNÜL YÂRİ BULUNCA

A.Hümeyra ASLANTÜRK *

 

Hasrete dayanamayan vuslata da dayanamaz, aşkın gerçek ve yegâne bedeli yine aşktır! Tesbihte bir halka, halkada bir bende ve bendenin varlık resminde rengârenk bir esmâ tecelliyâtı… Tesellisi umudundan ibaret olan bir sevdanın ömre bedel aşk masalı. Vakit; gözden nihan gönle ayan olma makamında, aşkın hicranla demlenip gülşenleşerek şeb-i arûsa hazırlanma vaktidir. Bu bekleyişin dayanılmaz acılarını sevince dönüştürecek olan tek şey; dostun vefasından emin olmaktır. Yâdedilmenin hazzını hicranına katarak dolunay çehreli sevgiliye leylâ olabilmenin kıvancını duyabilmektir kalbinin, gönlünün, ruhunun bütün eczâsında…

 

Dostların vefâsı böyle mi olur? Ben bu hapisteyim, sizse gül bahçesinde.

Ey büyükler! Bu ağlayan kuşu bir sabah vakti çimenlikte hatırlayınız.

Dostların dostu anması kutludur; özellikle biri Leylâ, diğeri Mecnûn olursa.

Ey endamlı güzeliyle birlikte olanlar! Ben kendi kanımla dolu kadehler içiyorum.

Bana yardım etmek istemezsen, benim adıma bir kadeh şarap iç.

Veya bu toprak süpüren düşkünün anısına,

İçtiğinde bir yudum da toprağa dök. (Mesnevî, I, 1558-1563).

 

Can verilen cânânların câna değer vermesidir, cânı candan geçiren, onların sırma bakışlarıyla nazar kılmalarıdır, gönlü iştiyak ateşlerinde yakıp aşkı içiren…Ve aşk öylesine yeşil bir sızıdır ki; derinden ve inceden göğse batıp kanatırken ferahlatan, gönülden gözlere, gözlerden göğüslere doğru süzülen kararlı mahcup jalelerden buram buram hasret derilen… Hicran yarasının, şifanın giriş kapısı olduğunun idrakinde olmaktır bir bakıma, cânânın ateşlere atıp terk eden ve peşini pişmeden bırakmayan efsunlu bakışları.

 

Dünya baştanbaşa karla dolu olsa, güneşin sıcaklığı bir bakışla onu eritir.

Allah, onun ve yüz bin kişinin günahını bir kıvılcımla yok eder.

O, hayal kurmayı hikmet yapar; o zehir suyunu şerbet yapar.

O, zan oluşturan şeyi kesin bilgi yapar;

Kin sebeplerinden sevgiler yeşertir. (Mesnevî, I, 544-547).

 

Başı dönmekte olan başsız bir semazen gibidir vuslat umudunu yitiren gönüller… Yalpalayıp çalkalanıp dururlar, gâh dönmeyi döneklikle eş sayıp hafife alabilecek kadar zâlim, gâh duracağı yeri ve ânı unutacak kadar pervâsız, gâh kan ter içinde yorgun düşene kadar dönerken varacağı menzilden uzaklaşacak kadar şuursuz hâle gelebilirler. Halbuki;

 

Şu hareket etmeyen dağlar, sana âşıkların sabit duruştaki hâllerini anlatır. (Mes, V, 2744).

 

Artık ne Kerem'den iz taşır bu sevda ne Aslı'dan, artık Yusuf'un da Züleyha'nın da harcı değildir bu sema'ın sırrına ermek. Ne kulaklar işitir bu sırrın sesini, ne gönüller geçip giden zaman girdabında… Şimdi durmak ve durulmak vaktidir, durmanın gerilemek değil zamana meydan okuyan bir dâimîlik olduğu noktada. Ruhla sevmeyi bilenlerin, gönle değer verenlerin, gönül gözüyle görenlerin kârıdır menzile doğru sükûn ve istikametle dönmek, doğru noktada sebat ve istikrarla durmak!

 

Âşıklık nedir? Dedim ki: “Bizim gibi olursan, bilirsin! Aşk, hesapsız sevgidir”.

Bu nedenle “Gerçekte Hakk'ın sıfatıdır, kulla ilgili mecazdır” denilmiştir.

“Allah onları sever” tamamdır, “Onu severler” hangisi? (Mesnevî, II, s.167).

 

Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.

Aşk Hakk'ın sıfatıdır; ama korku şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.

Kur'ân'da “Onlar Allah'ı severler” sözünü okudun ya, bu söz, “Allah da onları sever” sözüne eştir. (Mesnevî, V, 2184-2186).

 

Aşk gönüle dolunca dönsen de dursan da huzurda olursun… Dostun huzurunda, gönül huzurunda, aşkın huzurunda…Hicran da birdir o huzurda halvet de, hasret de birdir vuslat da. Huzurda olduğunda anı yaşamayı, andan ibaret olan hayatı anlamayı, gereğini gereği miktarınca yapabilmeyi, nefsi huysuz bir kısrakken rahvan bir ata dönüştürmeyi huzurda öğrenir canlar, huzur içinde hayra ve Hakka teslimiyetle dönerken.

 

Kulluk için olan namaz beş vakittir. “Onlar namazda devamlıdır” ise âşıkların klavuzudur.

Âşıkların başında bulunan o mahmurluk beş vakitte değil, beşyüz bin vakitte sakinleşmez. (Mesnevî, VI, 2669-2670).

 

Namazda devamlılıktan maksat ise; bütün hallerde O'nu anmaktan uzak olmamaktır. (Fîhi Mâ Fîh, s.135).

 

Firâkın farkında olmanın hicranıdır gönle ağır gelen…Yoksa hasrette vuslata vâsıl olanın ne gamı olabilir ki! Yârin gülen çehresindeki aşk hüzmelerinden sızan cilvelerin aksiyle renklenip aydınlanan bir yüzde ne keder bulunur ne gam! Elele olmasa bile gönül gönüle bulunmanın i'cazını gerçek bilerek yaşarsa. Yine de; gülerek baksa da her yüze ondan eserdir diye, delip geçen bir ok gibi ansızın kalbe saplanıveren nehir edalı bir sızıdır sevda aslında…

 

Ayrılığın bir anı, âşıklara bir yıl gibidir; bir yıllık sürekli kavuşma ona göre hayaldir.

Aşk susuzdur, susuz kişi su arar; bu ve o birbirinin ardında gece ve gündüz gibidir.

Gündüz geceye âşıktır ve çaresizdir; görürsen gece ondan daha âşıktır.

Onların arayıp durmadıkları bir anları yoktur; birbirleri ardında bir an durmaları yoktur.

Bu onun ayağını tutmuş, o da bunun kulağını;

Bu ona kapılmış, o da bunun için kendinden geçmiştir.

Âşığın gönlünde tümüyle sevgili vardır; Azrâ'nın gönlünde daima Vâmık vardır.

Âşığın gönlünde sevgiliden başkası yoktur;

Onların arasında ayıran ve ayrılmış yoktur. (Mesnevî, 6/2674-2680).

 

Sonu bulunmayan aşk bahçesinde üzüntü ve mutluluktan başka çok meyveler vardır.

Âşıklık bu iki halden daha üstündür. Baharsız ve sonbaharsız yeşil ve tazedir.

Ey güzel yüzlü! Güzel yüzün zekatını ver. Paramparça canın izahını söyle.

Bir güzel, gamze cilvesiyle gönlüme yani bir yara koydu.

Kanımı döktüyse, ben ona helâl ettim. Ben “helâl” diyordum, o kaçıyordu.

Mademki insanların feryadından kaçıyorsun, kederlilerin gönlüne niçin gam saçıyorsun?

Doğudan aydınlanan her sabah, seni parlayan kaynak gibi coşmada bulur.

Bu âşığına nasıl bahane getirdin? Ey şeker dudağına değer bulunmayan!

Ey eski dünyaya yeni can olan sen! Cansız ve gönülsüz bendenden feryat dinle.

Gülü anlatmayı bırak, Allah aşkına, gülden ayrı kalan bülbülü anlat. (Mesnevî,I, 1793-1802).

 

Bahtın kazası mı demeli, kazanın bahtsıza yeni ufuklar açma müjdesi mi bilinmez amma, her hâlde kıymetli bir hatıranın söze sığmayan lâhûtî terennümünde açığa çıkan belli belirsiz serzenişlerle eski ama eskimeyen bir hayalin yankılanmasıdır âşina kulaklarda aşk! İçtikçe susamak gibi yandıkça yanmaya kanmamak kadar gizemli bir yangın… Öyle bir yangın ki, alevlerinden korkup kaçanların buzlaşan hissiyatıyla asla idrâk edemeyecekleri ama yanmanın zevkine erenlerce kor olmadıkça sükûna erilemeyen geri dönülmez bir mâceranın mecrâsında neşv ü nemâ bulur, yansa da aşk olur hedef ancak, dinse de!

 

Âşıklık gönül ağlayışından anlaşılır. Gönül hastalığı gibi hastalık yoktur.

Âşıklık hastalığı hastalıklardan ayrıdır. Aşk Allah'ın sırlarının usturlabıdır.

Âşıklık ister bu taraftan, ister o taraftan olsun, sonuçta bizi o tarafa yöneltir.

Aşk için ne anlatıp açıklasam, aşka gelince bunlardan mahcup olurum.

Dilin anlatışı aydınlatıcı olsa da anlatılmayan aşk daha açıktır.

Kalem yazı yazmakta koşarken; aşka gelince yarılır.

Akıl, aşkı açıklamada eşek gibi çamura batar. Aşk ve âşıklığı açıklamasını yine aşk söyler.

Güneşin delili güneştir, sana delil lazımsa ondan yüz çevirme. (Mesnevî, I, 108-116).

 

Şüphe ve öfke varsa gönülde, neden ve niçin diyorsa hâlâ akıl, henüz aşkın bekleme odasına giden dehlizdedir âşıklık iddiasında olan, henüz bu dâvânın kavgasında delillerini değil deliliklerini sergilemekte ve bu yüzden visâle varması gereken aşk yolunda gerilemektedir. Çünki;

 

Aşk dava gibidir, eziyet görmek da onun şahidi.

Şahidin yoksa dava düşer. (Mesnevî, III, 4009).

 

Aşkın beşle altıyla (beş duyu ve altı yönle) işi yoktur;

Onun amacı, sevgilinin çekişinden başka bir şey değildir. (Mesnevî, V, 5).

 

Âşık geçmezse bu kuru kavgadan, geç kalacaktır, geçemeyecektir bu terazisi kıl kadar şaşmayan gönül köprüsünden, ağır gelecektir veballeri bu terazide sureta basit hatalar gibi görünseler de... Gönül kâbesinin sırça sarayına sahip sevgilide aşka imanın, fiske taşlarla darmadağın olabileceğini hesaba katmamıştır çünkü hoyratça seven. Aptal âşıklar gibi, aşkta kâr zarar hesabı yapan, canını teslime giderken postuna baha biçmeye çalışan!

 

Âşık bu kısır hesaplardan vazgeçmeli ki, daha fazla geç kalmadan has odanın başköşesinde, yârin gönül gözünde gözde olabilsin. Her köşenin başköşe olduğu ve sen-ben kavgası bulunmayan aşk meclisinde dilinden ve gönlünden emin olarak oturabilsin.

 

“Teslim olmayana teslim edilmez” sırrına vukûfiyeti “olduğu gibi görünebilmek” adına gerçekleştirebilsin. İffetli ve vefâlı görünebilmenin hakikaten iffetli ve vefâlı olmakla mümkün olabileceğini hakka'l-yakîn bilerek “göründüğü gibi olmak” tan asla tereddüt etmesin. Yoksa, bende olmanın “ben” den vazmeçmek olduğunu kabullenme süresi kadar uzar çilenin de süresi. Kabullenince bende olur, gerçekleştirince yâren. Er meydanı denilen cihâd-ı ekberde ejderhayı alt edebilen içindir saf ve berrak bir gönül aynasında yârin cemâlini seyrân etmek.

 

Âşıkların sevinci de üzüntüsü de O'dur; hizmetin karşılığı da ücreti de O'dur.

Âşık sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı olmayan bir sevdadır.

Aşk alevlenince baki olan sevgiliden başka ne varsa hepsini yakan alevdir. (Mesnevî, V, 587-588).

 

Ölülerin aşkı kalıcı değildir, çünkü ölü bize dönüp gelmez.

Dirinin aşkı, ruhta ve gözde her an goncadan daha tazedir.

Baki olanın aşkını seç, cana can katan şarabın sâkisidir o.

Bütün peygamberlerin, aşkıyla yücelik bulduklarının aşkını seç. (Mesnevî, I, 217-220).

 

“Hû” diyerek içilen birkaç yudum suyun, gönülde ummanlara döneceği güne kadar dayanılmaz yangınların ve hasretlerin çenderesinde susmakla haykırmak arasındaki med-cezirlere mahkum yaşamak belki de aşk!

 

Ney gibi, dostumun dudağıyla bir araya gelseydim, söylenecekleri söylerdim ben.

Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.

Gül gidince ve gül bahçesi solunca, artık bülbülün macerasını dinleyemezsin.

Her şey sevgilidir; âşıksa bir perde. Sevgilidir diri olan, âşıksa bir ölü.

Aşkın âşığa meyli yoksa, âşık kanatsız bir kuş gibi kalır. Yazık ona. (Mesnevî, III, 27-31).

 

Aşk derdini, dosta kavuşmayı kendisine “şeb-i arûs” ilan eden “Âşıklar Sultanı”ndan “aşk dersi” olarak armağan alan, eşikte durmaya bile yüzü ve cesareti bulunmadığı halde pîrin dizlerinin dibinde yer ayırdığı ve kendi kendine yanıp yakılarak haline bırakılan bir cân gibi, tevbesizce feryat eder.

 

Aşkın, derdi artırdığı yerde ne Ebû Hanîfe ders verebilir ne de Şâfiî! (Mesnevî, III, 3831).

 

Âşık tevbe edince, işte o zaman kork! Çünkü, âşık yiğitler dar ağacında ders verir.

Bu âşık Buhârâ'ya gitse de, ne ders vermeye ne de hocaya gider.

Âşıkların öğretmeni sevgilinin güzelliğidir; onun defteri ve dersi, onun yüzüdür.

Suskundurlar, ama onların tekrar eden naraları Arş'a ve sevgililerinin tahtına kadar gider

Dersleri fitne, sema ve istıraptır; ne Ziyâdat'dır, ne de Silsile'nin bölümüdür.

Bu topluluğun silsilesi, misk kokulu büklümlü saçtır;

Devir meselesi var, ama sevgilinin devri! (Mesnevî, III, 3844-3849).

 

Aşk dersinin anlaşılması için, gönül kulağıyla dinlemek gerek, hem de dinlenmeye değer olanı… Öyle ki; aşkı takvâsında gizli iken Şems'in zuhûrundan sonra takvâsı aşkında gizlenen, ebedî aşkta taze baharın solmayan gülünden mis kokular nakleden bir dudaktan:

 

Âşık kişi aşk mahallesinde ne derse ağzından aşk kokusu çıkar. (Mesnevî, I, 2879).

 

Âşık hayra ve şerre bulaşır; sen hayrına ve şerrine bakma, himmetine bak. (Mesnevî, 6/135).

 

Ey sevimli can! Aşkın gamından uzak kalma!

Çünkü onun her nefesinde bin oruç ve namaz vardır. (Rubâiler, 703).

 

Aşksız gönüle sahip olan, padişah bile olsa,

Mezara gömülmüş ölüden başka bir şey değildir. (Dîvân-ı Kebîr, V, 20).

 

Aşksız ömrü hesaba sayma; o sayıdan dışarıda kalacaktır çünkü. (Mecâlis-i Seb'a, s.43).

 

Aşksız yaşama ki ölmeyesin. Öleceksen de aşk yolunda öl ki, ebedî hayata kavuşasın. (Rubâiler, 1291).

 

Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur.

Biz aşkın çocuklarıyız, aşk da bizim annemiz. (Rubâiler, 49).

 

Kulluk et, belki âşık olursun; kulluk kazanmakla ilgilidir, işe yarar.

Köle, bahtından özgürlük umar; âşık ebediyete kadar özgürlük istemez.

Köle, daima kaftan ve ihsan arar; âşığın kaftanı, her zaman sevgiliyi görmektir. (Mesnevî, V, 2728-2729).

 

Aşk bengisudur, bu suya gel!

Bu denizden gelen her damla başka bir hayattır. (Rubâiler, 53).

 

Aşk bir denizdir; gökyüzü bu denizde bir köpük… (Mesnevî, v, 3853).

 

Aşk söze sığmaz bir denizdir ki, dibi görünmez.

Denizin damlalarını saymaya imkân yoktur.

Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır. (Mesnevî, V, 2731-2732).

 

Aşkın sahilsiz denizinde vasıfsız bir damla gibi çalkalanıp durulamayan, sükûnun coşkusuna meftun bir bendenin mukadderâtı bu dersten geçer not alabilmesine bağlı demek ki! Halkada tane olmaya, deryada damla olmaya davet edilmişse, onun bu değerli davete icâbeti ve aşk dersinde muvaffakiyeti beklenir. Belki kırk günde, belki de kırk yılda, ama muhakkak!

 

Binbir günlük çileyle ve onsekiz beyitle aşkın binbir hâlini on sekizbin âleme anlatan, nefislerin ve ruhların pişirildiği matbahındaki onsekiz hizmete karşılık sayısız himmetiyle seslenen yüce bir aşk üstâdından gelince davet “Gel ve dinle!” diye, bahaneler ve tereddütler biter, söz tükenir. Artık can, mücessem bir kor yumağı gibi dönüp durur canına can veren ay yüzlünün mihverinde. Susmayı sevmeye başlar, görür ki, sustuğunda işitilmektedir çığlıkları… Ve aşka imanı kadar inanır ki; aşkın sahibi aşka ve âşığına sahip çıkacaktır! Şeb-i arûs, nefsinden ölüp sevgiliye visâlin altın tacı olacaktır “Âşıklar Sultanı” nın rehberliğinde ilelebet.

 

Şimdi feryadım azaldı, fakat aşkım arttı, alevlenen ateşte dumanın azaldığı gibi. (Rubâiler, 546).

 

Ey benim çetin dersim, ey benim tatlı derdim, isteğim, hayalim, biriciğim…Yakıp yıkanım, öldürüp diriltenim…Varlığımın yokluktaki anlamı. Güzel aşk! Ne mutlu seni tanıyana! Ne mutlu seni yaşayana!

 

İşte dostlar, “Hamdım, piştim, yandım” diye özetlenen mübarek bir hayatın bir bendenin terceme-i hâlindeki yansıması şudur ancak: Yandım, yandım, yandım!



* İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Bu yazı toplam 4046 defa okunmuştur

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI