İnsan’a Muhabbet Duyalı...
İnsan'a Muhabbet Duyalı...
Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, İnsan'ı anlatmaya kelimeler yetmez herhalde... Herşey onu anlatır, ve herşeyi ancak o, insan anlatır. Göz iki, kulak iki, dil tektir...
Seyr-i sülûk, nedense, çocukluğuma götürdü beni. Yine insanların yüzüne şaşkın şaşkın bakan o kız çocuğu oluverdim. Çocukken herkese ağzını açtırıp, dilinin nereye gittiğine bakmak isterdim. Daha da ötesi, annemle özdeşleşmeye çalışır, hep onun dili olmak isterdim. Ağzının içine bakardım. Eğer onun dili olursam, o olacağıma, annemin yerine geçeceğime inanırdım. Ama bir türlü onun dili olamazdım. Çünkü, dilinin dilini bir türlü bulamazdım! Yüzüne şaşkın şaşkın bakar kalırdım.
Fark ettim ki son günlerde insanların yüzüne bakma hastalığım nüksetti... Yine, insanların yüzlerine bakıyorum, nutkum tutularak... Bir top kumaştan kesilmiş gibi, insanların yüzlerinin derisi... Hiçbir farkları yok.
Ta ki ağızlarını açıncaya kadar...
Firavuna inanan da, Musa'ya (a.s) inanan da hep İnsan'a inanmıştır. Firavun insan değil miydi? Ötede bir tanrıya inananlar dahi hayallerindeki tanrıyı insan gibi anlatırlar: Ceza verir, ödül verir, sever, merhamet eder, intikam alır, vs.. Buda'ya inananlar da insana inandılar. “Ya, Hz. İsa'ya inananlar?” Onlar da... “Kimseye inanmayanlar?” Onlar kendilerine inandılar! “Ya kendileri?” Kendileri de insan...
Kim kime inanırsa, hep insana inanmıştır... Kendi hakikâti neyse, o hakikâte inanmıştır. Kendi ne ise, onu anlatana inanmıştır! Böylece hakikâtte kimse kâfir olmamıştır! Kendisi olmuştur!
“Neyi arıyorsan O'sun” diyor ya Hz. Mevlana, kime inanıyorsan, O'sun!
O'nu (c.c), İnsan'dan başka bir yerde aramak, “körlerin fili tarifi” olmaktan kurtulamayacaktır. O, bütün esması, evsafı ve efaliyle Hz. İnsan'dan tecelli eder.
Kim bildi efalini
O bildi sıfatını
Anda gördü Zât'ını
Sen seni bil sen seni...
Kozmozla, toprakla, taşla, havayla uğraşmak boş geliyor nicedir... İnsana muhabbet duyalı!... Derler ki bu âşinâlık ezelî imiş... Toprağa düşmeden evvel! Ve toprağa düştükten âhir!
Aslı bulmak lazım, vesselâm!
Asıl, İnsan'dır.
Olmaya çalıştığımız İnsan.
***
Selam demişken; İslam kelimesi “Selâm” ile aynı kökten geliyor. Selâm kime verilir? E, birine verilir! O'nu bulmadan O'na Selâm verilir mi? O'nu bilen, O'na Selâm verir. Selâm O'dur, O'nun ismidir. İslâm olmak, O'nu bulmak demektir. O'nu bulan O'na Selâm verir, O'ndan Selâm alır. O'nu kendinde bulabileceğine göre, Selâmı da kendine verecek, kendinden alacaktır. O zaman gerçekten İslâm olmuş oluruz. Böylece, İslâmın “kendini bilmek demek” olduğu daha kelimenin anlamında vardır.. O'nu bulmayan Selâm'sız kalır. İslâm olamaz.
"Âlimler ilim peşindedir; ârifler Allah peşindedir"
Her kim dilerse konuşmak Allah ile
Sohbet eylesin ehlullah ile
Hz. Mevlâna
Körlük demek, tenzihte ileri gidip, teşbihte O'nu inkâr etmek veya nasıl teşbih edeceğini bilememektir.*** Fatiha ile sıratımustakîm dilemek, İslâm'ın tevhid dini olması demek, hep tenzihte teşbih, teşbihte tenzih etme mârifetidir. Tenzih ve teşbihi birleştiren Ehl-i Tevhiddir. “Cemsiz fark şirk, farksız cem zındıklık, cem ile beraber fark tevhiddir”. (Hz. Ali-k.v) Başka bir ifadesi ise, vahdette kesreti kesrette vahdeti bulmaktır. Sırf tenzih küfür, sırf teşbih şirktir. Dünyada göremeyen, teşbih edemeyen ise, bildiğimiz gibi, ahirette de göremeyecektir.
Ne tuhaftır; ötede, insan gibi bir tanrı hayali kurup; beride, insanı inkâr etmek!
İllâhû!
İllâhû!
Hak!
* *
*
*** Dipnot:
“........Bu ruh ve beden konusunu Hz. Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifiyle bitirelim:
Resul-i Ekrem Efendimiz'e sahâbe-i kiram:
-Yâ Resulallah! Ruh nedir, cisim nedir? diye sorduklarında
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):
-Ervâhüküm eşbâhüküm eşbâhüküm ervâhüküm (Ruhlarınız cisimlerinizdir; cisimleriniz ruhlarınızdır) diye buyurdular
Veminallahi tevfik fe ni'mer refik.”
Aziz Mehmet Dumlu
Tamamı için:
http://www.halveti.net/yeni/Tasavvuf.asp?cid=3&sid=58