
Efendim
Hayy dedin ve dirildim
Hayy dedin
Ben bir zemberekteydim
Hayy dedin ve ben çark ettim
Meğer bir cezbe hâlinde yıllarca dönerken kelimelerim, etrafında çark ettiğimin farkında bile değilmişim. Öylesine içimdeymişsin ki… Öylesine yanımda ve yakınımda… Belki de rüzgâr diye başımı okşayan meltemler senin elindi çocukluğumda… Belki de ürkek, küçük serçeler gibi yüreğim her attığında, kuşların duasına ortak olmam senin davetindi. Ben seni sevdim Efendim… Sen Hayy dedin ve ben çark ettim… Sen Hayy dedin… Pîrimin elinde zembereğim… Sevdim… Seni sevdim… Seni sevdim… Ben seni sevdim Efendim… Bilmedim…
"Sen Hayy dedin, ben dirildim..."
Yani o kadar yanımda ve benimleymişsin ki… Meğer boşunaymış bunca çabalamam. Boşunaymış kelime toprağında bunca mânâ aramam. Ben seni sevmişim Efendim… Sen Hayy dedin, ben dirildim… Anladım ki, boşunaymış bunca kâl… Ne kitaplar yazıyor, ne de bir karşılığı var bu dilin… Anladım ki, aşk kâl ile değil, hâl ileymiş. Sen Hayy dedin… Pîrimin elinde zembereğim… Sevdim… Seni sevdim… Seni sevdim… Ben seni sevdim Efendim…
Bilmedim…
"Sen Hayy dedin, ben dirildim..."
Yani çok başka bir şeymiş Efendim… Yani çok başka bir şey… Hani Ahmed er-Rüfaî Hazretleri'nin "aşk, aşk, aşk" diyerek sema ederken kaybolması gibi… Hani Geylani Hazretleri'nin elindeki güldan gibi, kâinatın ortasında açan gül desenli nebulalar gibi… Bir aşk çemberinin ortasında kaybolmakmış anladım… Anladım ki, kâl ile değil, hâl ileymiş Efendim… Anladım ki, bir ateşin ortasında alev alev de çiçek açarmış insan… Anladım ki, hüzün bir gülmüş gül yüzlülerin, gül tebessümlerinde gül gibi açan… Anladım ki, pîranların gözlerinde buğu, dilinde tespihmiş asırlar süren bir zikir halakasında… Sen Hayy dedin… Pirimin elinde zembereğim… Sevdim… Seni sevdim… Seni sevdim… Ben seni sevdim Efendim…
Bilmedim…
"Sen Hayy dedin, ben dirildim!.."
Kalemler elimde bir kuru dal parçası, adeta susuzluktan kurumuş bir diken oldu! Meğer yıllarca gelmeyeceğini bildiğim halde, ilham meleklerinin posta kutuma atacaklarını umduğum boş heveslermiş bunca yazdıklarım. Dedim ya, başka bir şey bu Efendim… Seni sevmek yalnızlıkmış… Seni sevmek derinmiş… Meğer tutup kendimi en derinlere atmam bundanmış. Kimselerin ulaşamadığı, kimselerin bilemediği bir yerdeydim… Meğer sana ulaşan yolları kaybettiğim içinmiş onca şaşkınlığım… Kendimi oradan oraya vurmam!.. Kendimi duvardan duvarlara çarpmam!.. Kozmik çukurlarda boğulmam!.. Ben sensiz dalgaların kıyıya vurduğu dehlizlerde, acılı bir ruh gibi meğer bir müebbetmişim!.. Sonra sen Hayy dedin ve ben çark ettim… Sen Hayy dedin… Pîrimin elinde zembereğim… Sevdim… Seni sevdim… Seni sevdim… Ben seni sevdim Efendim…
Bilmedim…
"Sen Hayy dedin ve ben dirildim…"
Yani anladım ki Efendim, ben yıllarca kalemden kendime demir parmaklıklar edinmişim... Yazarlık küflü salonların yosun kokan duvarlarında boş yere renklerini soldurmakmış… Tıpkı güneş girmeyen evler gibi kâl meclislerinde ömür tüketmek hangi akla hizmetmiş? Ben yalnızlığı ve seni sevdim… Şimdi anladım ki, kâl ile değil, hâl ileymiş Efendim… Anladım ki, sana doğru geliyor sonu bütün cümlelerin… Kalem elimde çark ettim… Adın yüreğimde… Yüreğim sende Efendim… Sen Hayy dedin… Pîrimin elinde zembereğim… Sen Hayy dedin... Pîrimin elinde bir kalemim... Sevdim… Seni sevdim… Seni sevdim… Ben seni sevdim Efendim…
Bilmedim…
"Sen Hayy dedin, ben çark ettim!"
"Sen Hayy dedin ve ben dirildim!"