Semazen Akademik sayfalar hakkında düşünceleriniz?
İdare eder, Güzel, Daha güzel olabilir, Çok güzel, Çok Kötü
REKLAM ALANI
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Emine Yeniterzi
MEVLÂNA’NIN GAYRİMÜSLİMLERLE DİYALOGU
11 Ağustos 2008 Pazartesi

 III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ    

 

MEVLÂNA"NIN GAYRİMÜSLİMLERLE DİYALOGU

 

Prof. Dr. Emine YENİTERZİ*

 

Mevlâna Hudâvendigâr, Cenab-ı Hak"la arasındaki perdeler ortadan kalkıp sevgilisine kavuştuğu zaman Konya"da kıyamet kopmuş, herkes gönülden feryat ederek, gözyaşlarıyla bu büyük velinin cenaze törenine katılmıştır. Eflâkî, bu hüzünlü merasimi şu sözlerle anlatır: “Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Araplardan, Türklerden bütün milletler, bütün din ve devlet sahipleri hazır bulunuyorlardı. Her biri, kendi âdetleri vechile kitapları ellerinde önden gidiyorlar; Zebur"dan, Tevrat"tan, İncil"den âyetler okuyor ve hepsi de feryat ediyordu. Müslümanlar, sopa ve kılıçla bunları savamıyorlardı. Fakat bu cemaat hiç çekinmiyordu. Büyük bir karışıklık oldu. Bu haber sultana, Sâhibe ve Pervâne"ye erişti. Bunun üzerine onlar da papaz ve kiliselerin büyüklerini çağırıp onlara: "Bu olayın sizinle ne ilgisi vardır? Bu din padişahı bizim reisimiz, imamımız ve muktedamızdır" dediler. Onlar da: "Biz Mûsâ"nın, Îsâ"nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin tabiat ve hareketini onda gördük. Siz Müslümanlar, Mevlâna"yı nasıl devrinin Muhammed"i olarak tanıyorsanız, biz de onu zamanın Mûsâ"sı ve Îsâ"sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibbi iseniz, biz de bin şu kadar misli daha çok onun kulu ve müridiyiz. Nitekim kendisi buyurmuştur: "Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir neyiz."

Mevlâna hazretlerinin zatı, insanlar üzerinde parlayan ve onlara inayette bulunan hakikatler güneşidir. Güneşi, bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır.” dediler. Bir Rum keşişi de: “Mevlâna ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü? Siz, onun kim olduğunu nereden bileceksiniz?" dedi. Bunun üzerine büyükler susup hiçbir şey söylemediler.”1

Bu anlatılanlar Mevlâna"nın fani âlemi terk ettiği zaman ardında Müs-lüman, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan bir sevgi çemberi bıraktığını göstermektedir. Peygamber varisi bir âlim, İslam din ve tasavvufunun tesiri çağları aşan bir rehberi olan Mevlâna"nın geride bıraktığı bu sevgi selinde Müslüman unsurların olması tabiîdir. Ancak diğer dinlerden  insanların ona teveccühleri, din ve milliyet farkına rağmen bu insanların samimi üzüntüleri, önlenemez yakınlıkları enteresandır.

Anadolu Selçuklularının başkenti olan Konya"nın, on üçüncü yüzyılda bir tahmine göre 45-50 bin,2 başka bir tahmine göre de 50-60 bin3 civarında nüfusu vardı. Şehirdeki gayrimüslim nüfusun da yaklaşık 6 bin, bir başka ifadeyle toplam nüfusun onda biri kadar olduğu düşünülmektedir.4 Bu nüfusun büyük kısmını Frenkler, Rumlar, Ermeniler, bir kısmını da Yahudiler oluşturuyordu. Bu azınlık nüfusun, Bizans döneminden kalan yerli halk ve Konya"nın başkent olması hasebiyle şehirdeki işgücünün çektiği göçlerle oluştuğu düşünülmektedir.

Bu azınlık nüfus Anadolu Selçukluları zamanında da, Osmanlı döneminde de daima dinî, idarî, malî müsamaha, eşitlik ve himaye görmüş; zulümden uzak, adil bir yönetimin sağladığı güvenlik ortamında canları, malları ve insanî haklarının korunduğu bu topraklarda din ve dillerini koruma hürriyetine sahip olmuşlar, hayatlarını refah ve mutluluk içinde sürdürmüşlerdir.

Mevlâna"nın bu azınlıklarla diyaloguna dair Menâkıbü"l-Ârifîn"de birçok örnek mevcuttur:

1.  “Bir gün Taniel adında bir Ermeni kasabı Mevlâna"ya rastladı, onun önünde yedi defa baş koydu. Mevlâna da kasabın önünde baş koydu.”5

2.  “Yine nakledilmiştir ki: Kostantiniyye ülkesinde bilgin bir rahip vardı. Mevlâna"nın ilmini, yumuşaklığını ve alçak gönüllüğünü işitmiş, ona âşık olmuştu. Mevlâna"yı görmek üzere Konya"ya geldi. Şehrin rahipleri onu karşılayıp ağırlamada bulundular. Bu doğru rahip, o hazretin ziyaretini rica etti. Tesadüfen yolda karşılaştılar. Rahip üç defa Hudâvendigâr"a secde etti. Secdeden başını kaldırınca Mevlâna"nın da secdede olduğunu görüyordu. Derler ki, Mevlâna hazretleri rahibin önünde otuz üç defa baş koydu, rahip feryat edip elbiselerini yırttı ve: "Ey dinin sultanı! Benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne alçak gönüllülük ve kendini hor görmekliktir?" dedi. Mevlâna: " “Ne mutlu o kimseye ki Tanrı onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırdı. O da bu malı ile cömertlik yaptı, güzelliği ile iffet sahibi, şerefi ile alçak gönüllü ve saltanatı ile adalet sahibi oldu.” hadisini buyuran sultanımızdır. Tanrı kullarına nasıl alçak gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim. Eğer bunu yapmazsam, neye ve kime yararım?" dedi.

"Tanrı yolunun güneşi olan ve nefsini zelil eden kimseye ne mutlu, dedi.

Onun kulluğu sultanlıktan iyidir, çünkü ben daha hayırlıyım sözü şeytanın ağzından çıkmış bir sözdür.” (Mesnevî, C. IV, s. 476/3344, 3342) Bunun üzerine zavallı rahip derhâl arkadaşlarıyla birlikte iman getirerek mürit oldu ve fereci giydi. Mevlâna hazretleri mübarek medresesine geldiği vakit Sultan Veled ve arkadaşlara: "Bahâeddin, bugün zavallı bir rahip bizim alçak gönüllülüğümüzü elimizden kapmaya niyet etti, fakat Tanrı"nın uygulaması ve Peygamber efendimizin yardımı ile biz bu alçak gönüllülükle ona galip geldik. Çünkü o tevazu, küçüklük ve miskinlik Müslümanlara Hazret-i Musta-fa"dan kalmıştır."”6

3.  Sultan Veled"den nakledilmiştir. Bir gün Hz. Mevlâna bir hahamla karşılaşır. Haham; “Bizim dinimiz mi, yoksa sizin dininiz mi daha iyidir?” diye sorar. Mevlâna; “Sizin dininiz” der, haham bu cevap üzerine Müslüman olur.7

4.  Mevlâna ve dostları, rahip ve papazlardan oluşan bir toplulukla karşılaşır. Mevlâna"nın yanındakiler tiksinti ile; “Ne kadar gönülleri kara ve nahoş insanlar!” derler. Mevlâna: “Bütün dünyada onlardan daha cömert insan yoktur; çünkü onlar hem bu dünyada İslam dinini, temizliği ve her türlü ibadetleri bize vermişler, hem de öteki dünyada ebedî cennetten, hurilerden, köşklerden ve temiz cennet şarabından bağışlayıcı Tanrı"nın yüzünden mahrum edilmişlerdir. Çünkü: “Tanrı dünya ve ahireti kafirlere haram etmiştir.”8 Bu kadar nankörlüğü, karanlıkları ve cehennemin azaplarını onlar yüklenmişler. Tanrı"nın inayet güneşi birden bire onların üzerinde parlayınca onlar derhâl nurlanacak, yüzleri ak olacaktır.” buyurdu. Rahipler ve papazlar yaklaşınca baş koyarlar ve iman getirerek Müslüman olurlar.9

5.  Bir defasında hararetle ve aşkla sema ederken, bir sarhoş semaa katılır, sık sık Mevlâna"ya çarpmaya başlar. Dostları sarhoşu oradan uzaklaştırmak ister; fakat sarhoş direnince de incitirler. Mevlâna bu durumu görünce dostlarına; “Şarabı o içmiştir, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz” der. Onlar da: “Bu tersâ(Hıristiyan)dır” deyince; “O tersâ ise, siz niye tersâ (bir diğer anlamı korkan) değilsiniz?” cevabını verir.10

6.  “Bir gün bir Rum usta Hudavendigâr"ın evinde ocak yapıyordu.
Dostlar şaka yolu ile ona; "Niçin Müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslam dinidir." dediler. O; "Elli seneye yakındır ki Îsâ dinindeyim. Dinimi terk
etmek için ondan korkuyor ve utanıyorum." Dedi. Birden bire Mevlâna hazretleri kapıdan içeri girdi ve "İmanın sırrı korkudur. Her kim Tanrı"dan korksa, o Hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir" buyurup dışarı çıktı. Hıristiyan mimar derhâl iman getirip Müslüman oldu.”11

7.  Mevlâna idamı istenen bir Rum gencini himayesi altına alır, genç bağışlanır. Müslüman olur. Adı Siryanus"tur. Mevlâna ona Alâeddin adını verir. Alâeddin Siryanus Mevlâna"nın müritlerinden olur. Katil ve hırsız iken Mevlâna"nın irşadıyla ilim ve irfan sahibi bir insan olur.12

8.  Mevlâna bir gece aşk ve şevkle yapılmış bir semadan sonra medreseye dönerken bir meyhaneden rebab sesi geldiğini duyar. Biraz dinler ve sema etmeye başlar. Semaı sabaha kadar sürer. İçeridekiler ayak takımından bir grup Ermeni"dir. Hepsi dışarı çıkıp Mevlâna"nın ayaklarına kapanırlar. Mevlâna üstündeki elbiseleri çıkarır, onlara verir. Ertesi gün bu insanlar medreseye gelir, Müslüman ve Mevlâna"nın müridi olurlar.13

9.  Eflatun Manastırından bir rahip Mevlâna"ya sorar: “Yüce Tanrı Kuran-ı Mecid"de "Sonra onlardan cehenneme girmeye lâyık olanları biz daha iyi biliriz"14 buyurmuştur. Madem hepsinin vücudu ateş olacak, o hâlde İslam dininin bizim dinden üstünlüğü nedir ve bu nasıl olacak?”

Mevlâna hiçbir şey söylemez. Rahibe işaret edip şehre doğru yürümeye başlar. Şehrin kenarında bir fırına girer. Fırıncılar fırını kızdırmıştır. Mevlâna rahibin siyah cübbesini alır, kendi cübbesine sarıp fırına atar. Bir müddet bekler. Fırından büyük bir duman çıkar. Sonra fırıncı cübbeyi çıkarır ve Mevlâna"ya giydirir. Cübbe tertemiz olmuştur. Rahibin cübbesi ise yanmış kül olmuştu. Mevlâna: "Biz böyle gireriz, siz de böyle girersiniz" deyince rahip hemen Müslüman ve Mevlâna"nın müridi olur.15

10. Bir gün haham ve papazlardan oluşan bir topluluk Mevlâna"ya Tanrı"nın bu zayıf ümmeti hakkında Kuran"da varit olan şer"î tekliflerin hikmetini, emir ve yasakların sırrını ve bu hükümlerden maksadın ne olduğunu sorarlar. Mevlâna cevap verir: “Tanrı kullarına imanı, şirkten; namazı, kibirden temizlemek; zekatı, rızka sebep olmak; orucu, halkın ihlasını denemek; haccı, dini kuvvetlendirmek; cihadı, İslam dinini yükseltmek; emr-i marufu, âlemin emrolunan şeylerinin elde edilmesine sebep olması; kötü şeylerden nehyi, sefihlere mani olmak; akrabalığı gözetmeyi, onların adedini çoğaltmak; kısası, kan dökülmesini önlemek; cezaları, haramları halkın gözünde büyütmek; şarap yasağını, aklı korumak; hırsızlıktan çekinmeyi, iffeti nimetlendirmek; zina terkini, nesebi temiz tutmak ve livata terkini, nesli üretmek; şehadeti, inkar edenlere karşı koymak; selamı, korkulardan emin kılmak; eminliği, ümmetin işlerini düzene koymak; taati, imamlığa saygı göstermek için farz kılmıştır.” Mevlâna bütün bunları öyle güzel anlatır ki, haham ve papazların hepsi imana gelir, Müslüman olurlar.16

11. Ressam Kaluyan ve Aynüddevle Rum"dur. İkisi de o dönemin en iyi ressamlarıdır. Kaluyan, İstanbul"da Hz. İsa ve Meryem"in bir tasvirini görür. Bu tasvir fevkalade güzeldir. Aynüddevle de resmi görme arzusuyla İstanbul"a gider, resmin bulunduğu manastırda bir yıl kalır, hizmet eder ve bir gece tabloyu yanına alıp kaçar. Konya"ya gelince Mevlâna"ya resmin hikâyesini anlatır. Mevlâna tabloyu görmek ister. Bir süre resme bakar ve; “Bu iki güzel resim, Aynüddevle"nin bize olan sevgisi samimî değildir, o yalancı bir âşıktır, diyorlar.” der. Aynüddevle şaşırınca izah eder: “ Onlar, bizim hiç uyku ve yiyeceğimiz yoktur; geceleyin daima ayaktayız, gündüzleri de oruç tutuyoruz. Aynüddevle ise bizi bırakıp geceleyin uyuyor, gündüz de yiyor ve asla bize uymuyor, diyorlar.” Aynüddevle; “Onlara uyku ve yemek içmek tasavvur edilemez. Ayrıca dilleri ve konuşmaları da yoktur. Onlar cansız resimlerdir.” deyince Mevlâna; “Bu kadar sanatlı ve canlı bir resim olan sen, dünya, insan, yerdeki ve gökteki her şey kendi mahsulü olan bir ressamın eserisin. Senin, yaratıcını bırakıp cansız ve mânâsız bir resme âşık olman doğru mudur? O habersiz şekillerden ne elde edilir?” buyurdu. Aynüddevle derhâl tövbe edip baş koydu ve Müslüman oldu.17

12. Mevlâna, Rum tabip Ekmeleddin"den on yedi arkadaşına yetecek miktarda müshil ilacı hazırlamasını ister; ancak hazırlanan on yedi kase ilacın tamamını içer, sonra da hiçbir rahatsızlık duymadan vaaz ve nasihatlerine devam eder. Tabip Ekmeleddin, Mevlâna"ya suyu az içmesi için ikazda bulunur. Pîr, buz ister ve çok miktarda buzu yer, semaa başlar. Üç gün üç gece sema eder. Ekmeleddin, normal bir insanı yere serecek bu durumda Mevlâna"nın hiç etkilenmediğini görünce şaşırır, onun Allah tarafından güçlendirilmiş bir er oğlu er, veli olduğuna inanır ve Mevlâna"ya mürit olur.18

13. Bir tacir İstanbul"a gideceği zaman izin almak ve yardım dilemek için Mevlâna"nın huzuruna gider. Mevlâna İstanbul yakınında bir kasabada bulunan bir manastırda inzivaya çekilmiş bir papaza kendisinden selam götürmesini ister. Tacir tarif edilen manastıra gider. Orada siyah cübbesinden nurlar taşan papazı görür, Mevlâna"nın selamını iletir. Papaz: “Allah"ın selamı senin ve "Allah"ın seçkin kulları üzerine olsun"” ayetiyle19 karşılık verir. Tacir o sırada odanın bir köşesinde Mevlâna hazretlerinin oturduğunu görür. Konya"ya dönüp Mevlâna"ya papazın selamını ilettiğinde, salonun bir köşesinde papazın murakabe hâlinde oturduğunu görür. 20

14. Eflatun Manastırından bir rahip Mevlâna için şöyle der: “Îsa"nın sıfatı hakkında okuduğum, İbrahim ve Mûsâ"nın suhuf ve kitabında mütalaa ettiğim ve geçmiş tarihlerde peygamberlerin nefis terbiyelerinin büyüklüğüne dair gördüğüm şeylerin hepsi Mevlâna"da vardı.”21

Burada anlatılan hadiselerin tümü Ahmed Eflâkî"nin Menâkıbü"l-Ârifîn adlı eserinden alınmıştır. Bu eser Mevlâna"nın ve yakın çevresinin menkıbelerine dairdir. Belli zümreleri konu edinen eserlerde müellifler, tarikat veya cemaat gayretiyle çoğu zaman sübjektif davranırlar. Menâkıbü"l-Ârifin"de yer alan ve burada örnek olarak dile getirdiğimiz olayların ne derecede gerçek olduğu veya aşırı övgü gayretinden kaynaklanan hayal gücüyle mi böyle aksettirildiğini bilmemiz mümkün değildir. Ancak bugün araştırma imkânından uzak olduğumuz bu olaylar en azından o dönemin inanç dünyası, dinler arası diyalog ve insanların düşünce yapıları hakkında fikir vermektedir.

Bu örneklerde Mevlâna"nın gayrimüslimlerle diyalogunda hoşgörü, saygı, sevgi, alçak gönüllülük, güzel ahlâk, dinin güzel örnekle temsil edilmesi, din ve ırk ayrımına yer vermeyen insan hakları ve eşitlik anlayışı gibi hususlar öne çıkmaktadır. Dinî davetteki üslubu, Yunus"un diliyle “yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” anlayışına dayanan Mevlâna; Ermeni, Rum, Yahudi gibi farklı din ve milliyetlerden; rahip, papaz, haham, tabip, ressam, kasap, mimar gibi mesleklerden; katil, hırsız, sarhoş ve ayak takımı gibi meşreplerden insanlarla muhatap olmuş, ancak her defasında muhatabının anlayış seviyesine, akıl ve gönlüne hitap etmeyi bilmiştir. Suçluyu affetmiş, ilim sahiplerine hikmetle cevap vermiş, hiç kimseyi hor görmemiş, insana saygıyı ve sevgiyi göz ardı etme-den alçak gönüllülükle, her zaman pozitif yaklaşımlarda bulunmuştur. Günümüzde insanların sağlıklı iletişim kurabilmesi ve insanî münasebetlerin sarsılmadan devamı için tavsiye edilen empati anlayışı yedi yüzü aşkın bir zaman öncesinde Mevlâna"nın her dinden insanla diyalogunun temelini oluşturmuştur.

Sonuç olarak Mevlâna"nın gayrimüslimlerle diyalogunda göze çarpan hususları şöyle özetleyebiliriz:

1. İddia edildiği gibi Mevlâna, dinler üstü bir inanışı veya düşünceyi savunmamıştır. Ancak Mevlâna bütün semavî dinlerin aynı kaynaktan geldiğini ve ortak bir gerçeğe, tek Tanrı"ya inancı desteklediğini, aynı hakikati tebliğ ettiğini bilmektedir.

2. Mevlâna"nın gayrimüslimlerle diyalogunda; sevgi, saygı, hoşgörü, iyi niyet, alçak gönüllülük, samimiyet, güven ve güzel ahlâk öne çıkmaktadır. Mevlâna, tebliğden ziyade temsilin örneği olmaya dikkat etmiş; yalnızca tahammülsüzlüğe tahammülsüz davranmış, bunun dışında bütün söz ve davranışları gönül kazanmaya yönelik olmuştur.

3. Hz. Peygamber Kuran-ı Kerim"de; “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”22 ayetiyle nitelendirilir. Onun rahmeti âlem şümuldur. Yalnızca Müslümanları içine almaz. Peygamber varisi bir âlim olan Mevlâna da, Hz. Peygamber"e uyarak sevgi ve merhametini ayırım yapmadan bütün insanlığa yöneltmiştir.

4. İnanç bir gönül işidir. Zorlama ile olmaz. “Dinde zorlama yoktur”23, “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”24, “(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!”25 ayetlerinde de bu husus açıkça dile getirilir. Mevlâna"nın da gayrimüslimlerle diyalogunda dine davet tarzı bu hükümler çerçevesindedir.

5. Mevlâna hakikî bir mürşittir. Toplumda huzur ve barışın, birlik ve dirliğin güçlenmesi yolunda halk için güzel örnekler sergilemiş, gönüllere Hak ve halk sevgisini yerleştirmiştir.

6. Mevlâna, hem eserlerindeki mesajlarıyla, hem de örnek davranışlarıyla on üçüncü yüzyılda Anadolu"nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasına önemli katkıda bulunan sevgi ve hoşgörü mimarlarından biri olmuştur.

 

 

* Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.


 

1 Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, Çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1995, C. I, s. 163-164.

2 Mikail Bayram, “Anadolu Selçukluları Zamanında Konya"da Dinî ve Fikrî Hareketler”, Dünden Bugüne Konya"nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, Konya 1999, s. 6.

3 Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Konya 1998, s. 127.

4 T. Baykara, age, s. 128.

5 Eflâkî, age. C. I, s. 331.

6 Eflâkî, age. C. I, s. 573-575.

7 Eflâkî, age. C. I, s. 716.

8 A"raf, 7/50.

9  Eflâkî, age. C. I, s. 314-315.

10 Eflâkî, age. C. I, s. 568.

11 Eflâkî, age. C.I, s. 707-708.

12 Eflâkî, age. C. I, s. 469-471, 692-693.

13 Eflâkî, age. C. I, s. 721-722.

14 Meryem, 19/70.

15 Eflâkî, age. C. II, s. 123-124.

16  Eflâkî, age. C. II, s. 183-184.

17  Eflâkî, age. C. II, s. 124-125.

18  Eflâkî, age. C. I, s. 296-298.

19  Neml, 27/59.

20 Eflâkî, age. C. I, s. 311-314.

21 Eflâkî, age. C. I, s. 494.

22  Enbiyâ, 21/107.

23 Bakara, 2/256.

24 Kâfirûn, 109/6.

25 Nahl, 16/125.

 

Bu yazı toplam 23400 defa okunmuştur

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI