BEDEVİNİN ARMAĞANI
Bir evvelki hikâyemizde bir bedevi ile karısının şiddetli tartışmaları anlatılıyordu. Sonunda erkeğin evi terketme tehdidi ve karısının yumuşayarak ağlayıp sızlamasıyla iş tatlıya bağlanmıştı.
Olayın devamında erkek, yoksulluktan şikâyet eden karısına şöyle seslenir:
-Ağlamayı bırak bir çâre biliyorsan onu söyle.
Kadın fırsatını yakalamıştı biraz daha ağlayıp nazlandıktan sonra der ki:
Memleketin iyi kalpli bir hükümdarı var, ona git derdini anlat o sana ihsanda bulunur, çünkü halife çok iyiliksever ve fakir fukaranın ümit kapısıdır.
Adam: "Yahu hatun iyi diyorsun da koskoca halifenin huzuruna eli boş varılır mı, benim götürecek bir hediyem yok ne götüreyim, o kutlu kişinin huzuruna nasıl varayım," der. Kadın:
-Sen halifeye bir testi yağmur suyu götür, çünkü tatlı su çok değerlidir. Halifenin suyu kim bilir nasıl acı ve içilmez bir sudur.
Bu iş adamın da aklına yatar ertesi gün bir testi suyu alarak yollara düşer, günlerce gittikten sonra nihayet halifenin sarayına varrır.
Halifenin mihmandarları adamı karşılayıp güler yüzle tatlı sözler söyleyerek saraya alırlar.
Halifenin sarayı Dicle nehrinin kıyısındadır. Adam testideki suyu halifeye sunar, ve öve öve bitiremez.
Halife suyu teşekkür ederek alır. Testiyi altınla doldurarak adama geri verir. Adamlarına:
-Çöl yolu uzundur bu zavallı adamı Dicle yoluyla, gemiyle gönderin, diye tembihler.
Halifenin adamları bedeviyi gemiye bindirmek üzere Dicle'nin kenarına götürürler. Bedevi gürül gürül akan tatlı sulu Dicle'yi görünce mahcup olur. Halifenin bu ihsanı karşısında hayretler içinde kalır. (Mesnevi, c. I, beyit: 2684-2865)
AÇIKLAMA
Mesnevi yorumcuları bu hikâyeden insanın yapısıyla ilgili sonuçlar çıkarırlar. Burada erkek aklı, kadın ise nefsi temsil eder. İnsan için akıl ve nefis, ikisi de gereklidir. Bunların doğasında tartışma ve çekişme vardır. İdeal olanı ikisinin, akılla nefsin anlaşmalarıdır.
*
Hikâyedeki kahramanlarımız çölde yaşayan insanlardır. Çöl şartlarında su en kıymetli nesnelerin başında gelir, çünkü az bulunur. Az olan şey her zaman değerlidir. Bir yere hediye götürmek gerektiğinde makbule geçen bir şey olmasını isteriz. Çöl insanı için su en değerli maddedir. Onun için hükümdara bir testi su götürmek istemiştir. Bu durum onun ne kadar saf ve iyi niyetli olduğunu gösterir.
Saraya varınca çok değer verdiği testiyi halifenin adamlarına uzatır:
-Bu aciz hediyeyi o ulu sultana iletin, içindeki su tatlı sudur, hakiki rahmet suyudur, bir çukurda birktirmiştim” der.
Halifenin adamları bedevinin testisine gülümsemekten kendilerini alamazlar, fakat bu samimi hediyeyi sevgiyle ve incelikle kabul ederler.
Halife bedevinin hadiyesini görüp halini anlayınca, bu çöl arabındaki ruh temizliği ve safiyetin farkına varır. Onun testisini altınla doldurur. Kapısına gelen bu Tanrı misafirine başka ikramlarda bulunur, üstünü başını giydirir. Adamlarına şöyle emir verir:
-Bu misafirimizi kendi vatanına bu sefer Dicle yoluyla gönderin, nehir yolu onun için kara yolundan daha kısadır.
Maksadı, getirdiği suya mukabil, aynı zamanda ona Dicle nehrini göstermektir. Nitekim Dicle"yi görünce bedevinin aklı başından gider. Böylesine gür ve tatlı akan, bu ölçüde bol bir suyu ömründe görmemiştir, çünkü yaşadığı çölden hiç dışarı çıkmamıştır. Sonra kime ne getirdiğinin farkına varır. Halifenin ruh büyüklüğünü daha yakından tanımış olur. Ve şöyle mırıldanır:
-Bu ne büyük bir pâdişahtır ki, kendisinde Dicle"ler boyu tatlı ve güzel su varken, benim bir testi yağmur birikintisi suyumu kabul etti. Bu kadar aciz bir hediye için bana bunca bağışta bulundu. Allahım bu ne büyüklüktür!
Halifenin ona verdiği ihsan ondaki ruh saflığını görmesindendir. Burada kanaat ve ihlas anlatılır. Şevk ve aşkın ruhu hangi katlara kadar yükselteceği hikâye edilir.
Mevlânâ hemen araya girip şöyle der:
“Şimdi ey oğul! Bu testi bir misaldir ve bu alemin misalidir. Bu testinin içinde irfan ve güzellik vardır. Ancak bu testi dolusu güzellik ve hikmet, o ulu pâdişahın, o yüce yaratıcının güzelliği ve hikmeti deryasına nisbetle bir damla bile değildir..”
Ve şöyle devam eder:
-Anlattığım hikâye aslında bizim hikâyemizdir. Hikâyedeki Arap da, testi de, testinin içindeki su da, bizleriz.
Hikâyedeki erkeği akıl, nefis ve tamahı da kadın olarak bileceksin. Birinin nura, ötekinin zulmete götüreceğini hesaplayacaksın. Fakat ruh, doğru yolu bulunca nefisle akıl birbirini destekleyerek hep birlikte hakikate, nura varacaklardır.
İnsan ilahi vasıfların bir tecellisi olarak yaratılmıştır. Bu yüzden mesela akılla nefis birbirinin zıddı ve birbiriyle çelişir görünümdedir. Ancak ilahi vasıflar, aynı zamanda birlik rengine bürünüp tam bir bütün olurlar. Tıpkı bunun gibi insandaki nefis ve akıl da vahdet rengine bürünüp bütünleşirler.
İnsandan beklenen budur. İnsanın dünya ve ahiret mutluluğu ancak böyle sağlanır.