MECNUNUN LEYLÂ’SI

Mesnevi Hikayelerinden Dersler 2

 

MECNUNUN LEYLÂ"SI

Padişahın biri aşkı uğruna Mecnun"un deli divane olup çöllere düştüğü Leyla"yı çok merak eder. Leyla"nın bulunup huzuruna getirilmesini emrini verir. Leylayı bulup getirirler. Padişah Leylayı görünce hayretler içinde ka­lır. Bakar ki, kara kuru, sıradan bir kızcağızdır. Sorar:

-Mecnun'u aşkıyla deli divane edip dağlara, çöl­lere düşüren Leyla sen misin? Hayret, senin öyle fevkalade bir güzelliğin yok. Sıradan bir kadından hiçbir farkın görülmüyor. Hal böyle iken nasıl olur da Mecnun senin için deli divane oluyor?

Leyla hiç tereddüt etmeden cevap verir:

-Padişahım susunuz. Çünkü siz Mecnun değilsin. Bendeki güzelliği görebilmeniz için sizde Mecnun'un gözlerinin ol­ması lazım ve bana Mecnun'un gözleriyle bakmanız gerekir, der.

Padişah bu haklı sözler karşısında söyleyecek bir şey bulamaz, susup kalır. (Mesnevi, c.I, beyit: 407 vd.)

AÇIKLAMA

Leylâ ve Mecnun İslâm edebiyatlarındaki en meşhur aşk hikâyesidir. Arapça, Farsça, Türkçe ve başka Müslüman ülke dillerinde defalarca manzum ve mensur olarak yazılmıştır. Beşeri, aşktan ilahi aşka geçmenin, platonik aşkın, karşılıksız sevginin en güçlü sembolü olarak her zaman zevkle anlatılır. Hikâyede “Leylâ Leylâ diye Mevlâ"yı bulmanın” güzel bir örneği vardır.

Hikâyenin konusu kısaca şudur: Necid çöllerinde, Benî Âmir kabilesinden Kays ile Leylâ daha çocukken birbirleri­ni severler. Dedikodular çoğalınca Leylâ'nın annesi  kızını çadırına kapatır. Kays ise sevgilisini göremeyince, üzün­tüyle aklı başından gider ve çöllere dü­şer. Bir müddet sonra da mecnûn (deli) diye anılmağa başlar.

Kays'ın babası oğ­lunun derdini öğrenince Leylâ'yı ailesin­den isterse de Kays mecnûn, yani deli sayıldığından  kızı vermezler. Bunun üzerine babası, iyi­leşmesi için onu Kabe'ye duâ etmeye gö­türür. Fakat Kays, derdinin çoğalması ve aşkının artması için duada bulunur. Bu yöndeki du­ası kabul olunmuştur. Babası çaresizlik içinde evine döner. Mecnun ise çöllerde yabanî hayvanlarla dostluk kurup arka­daşlık eder. Bu arada yanık aşk şiirleri yazmaktadır.

Nevfel adlı bir Arap beyi onun şiirlerini okur ve acıklı hâline bir son vermek için Leylâ'yı babasından tekrar ister. Kızı iyilikle alamayınca da ordusunu toplayıp Leyla'nın kabilesi ile savaşa girişir. Mecnun Leyla'yı o kadar çok sevmektedir ki, ona ait hiç bir şeye zarar gelmesini istemez ve Leylâ'nın kabilesi, savaşı kazansın diye duada bulunur. Nevfel yenilir. Ancak bu mağlubiyeti kendine yediremeyip tekrar savaşa başlar. Bu defa galip gelir ama Mecnun'un du­asını öğrendiği için kızı almadan çekip gi­der.

Sonra Leylâ'yı İbn Selâm adlı biriyle evlendirirler. Leylâ ise Mecnun'un aşkı­na sadık kalmak için bir yalan uydurur ve kocasını kendisinden uzak tutmayı başarır. Bir müddet sonra adam ölür. Ser­best kalan Leyla Mecnûn'u aramaya çıkar. Çölde onu bulursa da Mecnun onu tanıyamaz ve kavuşmaya gücü olmadığını bildi­rir. Çünkü artık bütün maddî varlıklar­la ilgisini kesmiş ve manevi bir aşk ile sarşoh halde gezer olmuştur.

Leylâ umutsuz bir halde geri döner. Bir müddet acı çektik­ten sonra da ölür. Bunu haber alan Mec­nun Leyla'nın mezarına koşar ve orada kendisinin de ölmesi için Allah"a yakanr. Yakarışı kabul edilir ve son nefesin­de "Leylâ!.Leylâ..." diyerek can verir. Sevgilisi ile cennette buluşurlar.

*

Mevlana hikayeyi hatırlatarak bir noktaya dikkati çekmek istemiştir. Sevdasıyla Mecnun"un aklını başından alan Leyla"nın dış güzelliği başkalarından üstün değildi. Kays"ın onun yolunda mecnun oluşu, ondaki iç güzelliği görmesindendir. Bu tür güzellik her göze görünmez. Onu ancak Mecnun"un gözüyle bakabilenler farkeder. Leyla"ya Mecnunu"un gözüyle bakamadığı içindir ki padişah ondaki iç güzelliği göremedi.

Şüphesiz dış güzellik de Allah"ın bir lutfudur, o da değerlidir. Mütenasip bir vücuda, herkese güzel gelen bir simaya sahip olmak hoş bir şeydir, bu tipler daha çok ilgi çekerler. Ama sadece dış güzellik yetmez ve zamanla yıpranır, kaybolur. Asıl değerli olan iç güzelliğidir, manevi olgunluktur. Bir hadiste şöyle buyrulur: “Allah sizin suretlerinize yani dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalblerinize bakar.” (Müslim, birr, 33) Yani kalbinizin, ahlakınızın, iç duygularınızın düzgün ve mükemmel olmasına bakar ve ona değer verir.

Ayrıca dış güzellik ve maddi unsurlar, itibarî/göreceli bir şeydir. Birine hoş gelen başkasına sevimli gelmeyebilir. Bugün beğendiğimiz bir tipten yarın sıkılabiliriz. Bütün bunları aşan güç sevgidir. Sevgi duyguların en kuvvetlisidir. Sevdiğimiz birinin her şeyi bize hoş gelir. Normal ölçülere göre çirkin sayılan bir kimse sevenin nazarında en güzeldir. Sevenin gözü bütün ayıplara kapalıdır.

Aşkın her türlüsü saygı değerdir, çünkü kalbe, gönle maddi alemin dışında kapılar açar. Bu kapılar insanı öteler alemine götürürse, ilahi huzura ulaştırırsa o zaman daha iyidir, aliyyülalâdır. Bizim kültürümüzde meczup ve mecnunlara hep saygı duyulmuştur.

Hikayemizdeki padişahın Mecnun"u neden anlayamadığının cevabını gene Mevlana"nın bir sözünde buluruz: “Âşıkıy çîst / âşıklık nedir?” sorusuna yine kendisi cevap verir: “Ben ol da bil!”

Yine der ki: “Aşk dâvaya benzer; cefa çekmek de şâhide. Şâhidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!.”

Yazar: Mehmet Demirci
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 24.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.