CENNET DE İNSANIN İÇİNDE CEHENNEM DE
Âlimler; “İnsanlar öldükten sonra, mezarlarının içinden lâyık oldukları yere doğru bir pencere açarlar. Eğer ölü cennetlikse penceresi cennete doğru; cehennemlikse, cehennemin azaplarını ve sıkıntılarını görmesi için cehenneme doğru açılır.” derler. Bu doğrudur, ama bunun asıl mânâsı şudur: Bugünkü şu canlı bedenimiz bir mezara, gönlümüz de içindeki ölüye benzer. Eğer gönlümüz mutlu ise, açılan pencere cennete; mutsuz ise, cehenneme açılmıştır. Aslında cennet ve cehennem mânevidir. Bununla birlikte Yüce Allah, cennetin nimetlerine birer şekil vermiş, insanların anlamaları için “güzel kadın”, “yakışıklı erkek”, “bağ-bahçe”, “akarsu”, “altın”, “süs”, “inci”, “eğlence meclisleri” ve bunlara benzer suret âleminden olan şeyleri örnek vermiştir. Tabi ki cennetin nimetleriyle bu suretler arasında hiçbir ilgi yoktur. Manevi cennetin nimetleri nerede, bu dünyalık zevkler nerede! Bunlar, O"nun denizinden bir damla bile değildir. İnsan, suret âleminde yaşadığından bu tarz örneklerle anlatmak lâzımdı.
Cehennem de cennet gibi manevidir; orada da sonsuz elem ve azap vardır. Allah (c.c.), kullarının anlamaları için, ondan bir nebze anlatmak maksadıyla Kur"ân"da, bu sûret âleminin “işkencesi”, “zahmetleri”, “hastalıkları”, “türlü türlü dertleri” gibi şekli benzetmeleri tasvir etmiştir.
İnsanın vücudu yukarıda da söylediğimiz gibi bir mezar gibidir. Bu mezarın içinden (gönlünden), cennet ve cehennemden ibaret olan gayb âlemine bir pencere açılmıştır. Eğer bir kimse, gönlünde rahatlık, lezzet ve ferahlık duyuyorsa bu, onun dünyaya olan sevgisinden değildir. Tam tersi onun bu hali, dünyadan tamamıyla yüz çevirdiğinden, Allah"a duyduğu aşktan ve gönlünün güzelliğinden, vasıfları anlatılmayan o ilâhî âleme bakıyor demektir. Bu hâl üzere yaşayan insan, cennetin şekli yansıması olan bağ, bostan, güzel yüzler ve musıki gibi dünyanın görünen manzaralarına bakar, onlardan hoşlanırsa o, görünüşte dünya ile meşgulmüş gibi görünürse de mânen cennetle meşgul sayılır.
Bedenindeki penceresi (gönlü) cehenneme açılan insan ise yukarda zikrettiğimiz insanın zıddıdır. Bu tür insan da, kendi içinde her zaman korku, gam, kasvet, ölüm, bedbahtlık ve karanlıklar görür ki, bunların hepsi cehennemin ona görünen eserleridir. Bu hal, onun için “İşte senin lâyığın budur; sonunda gideceğin yer burası olacaktır” demektir. O da içindeki bu karanlık ve hüsrandan kaçmak için, kendi çirkin âleminden çıkıp dünya âlemine girer. Çimenlikler, güzeller, dostlar, yeme-içme, musıki ve diğer dünyalık güzelliklere dalar; içindeki çirkinliği unutmak için, bunlarla kendisini oyalar. Dünya lezzetlerinden, nimetlerinden daha çok faydalanmak için kendisini böyle hayali ve yabancı şeylerle oyalar. Ama bu iki insanın dünyaya meyli arasında çok, ama çok fark vardır.
Sonuç:
İç yüzü çirkin olan cehennemlikler, eğer içindeki çirkinliklere bakıp ağlar ve “Ey Allah"ım, sen her şeye kâdirsin, şeytanı melek, meleği şeytan yaparsın. Bana, yani şu çirkin şeytana, merhamet et, bu çirkinliği benden uzaklaştır.” diye yalvarırlar ve hayırlı işler yaparlarsa Yüce Allah"ın rahmet denizi coşar, onların elinden tutar ve bulunduğu kötü durumu iyi bir duruma çevirir.
***
Ey gönlüm, senden bıkar mıyım sanırsın?
Senden başkasına yâr olur muyum sanırsın?
Hayır hayır! Senin vuslat bağında güller görürken,
Öyle bir dikene seni kaptırır mıyım sanırsın?
(Mevlâna, Rubai no: 1498)
***
Vuslata erdinse, cennet de budur bahçe de
Ayrı kaldınsa cehennem de budur ateş de
Güllerin yeri elbette cennettir
Dikenlerin yeri ise ta cehennemin dibi...
(Mevlâna, Rubai no: 315 ve 1081)
***
Bağa girdiğin zaman dikenlik tarafına gitme!
Gülden, yaseminden, başkasıyla düşüp kalkma!
Dalgınlıkla gözün bir güle takılıp kalsa da;
Sevgiliyi unutup gülle oyalanma!
(Mevlâna, Rubai no: 1199 ve 1461)
* Bu yazı Mevlâna"nın oğlu Sultan Veled"in “Maârif” adlı eserinin Meliha Ü. Anbarcıoğlu tarafından yapılan çevirisinden; sadeleştirilmek ve Mevlâna"nın rubaileri eklenmek suretiyle hazırlanmıştır.