BABACIĞIM CEVDET GÖKTAŞ

BABACIĞIM CEVDET GÖKTAŞ (1952-2018)

 

Vahit GÖKTAŞ

 

1952 yılında Tosya Kilkuyu köyü Deremahalle'de dört çocuğun en büyüğü ve tek erkek evladı olarak gözlerini dünyaya açmış babacığım. Yokluk, sıkıntı, ıstırap, küçük yaşta sağlık problemleri vs deyince çocukluk ve gençliğini doyasıya yaşayamamış. Küçük yaşta başlayan kulak rahatsızlığı hayatı boyunca devam etti. İlkokulda başarılı bir öğrenci olmasına rağmen köy yerinde ortaokul olmaması dolayısıyla ve diğer pek çok imkânsızlıktan dolayı daha yukarısını okuyamamış. Kur'an ve din eğitimini daha sonra kayınpederi olacak köyün Pazar camiinin imamı Ahmet Hoca'dan (Sümer) tahsil etmiş. Askerlik yılları onun kendini ispat etmek için geçirdiği, öz güven oluşturan en güzel yıllar olmuş. Severek yapmış vatanî görevini.

 

Askerlik dönüşü hemen evlendirmişler. Köydeki pek çok kişi gibi rızkını aramak için gurbeti tercih etmiş. Köydeki imkânların yetersizliğinden özellikle gençlerden pek çok kişi İstanbul ve Ankara'ya göç etmiş. Babacığım İstanbul'a gelmiş ve Karagümrük'te bir ev kiralamış. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Gasılhâne'de gassal olarak memuriyet almış ve burada yirmi beş yıl görev yapmış. İki yıl Karagümrük'te kirada oturduktan sonra köydeki iki öküzü satarak Esenler Atışılanı Dere'den küçük bir arsa almış ve bu arsaya tek katlı bir ev yaptırmış.

 

Zor şartlar altında dört evlat yetiştirdi babacığım. Ağabeyim köyde, fakir Karagümrük'te dünyaya gözlerimi açmışım. Diğer iki kardeşim ise Esenler'de dünyaya geldiler. Babacığım memuriyetten kazandığı rızkıyla çocuklarını yetiştirme gayreti içinde olmuştu.

 

Bizler her yaz tatilinde üç ayımızı köyde geçirir ve dedemlere yardım ederdik. Köy hayatının güzelliklerini yaşama imkânına sahip olduk çok şükür. Babacığım da izin günlerinde yazları köye gelip anne, babasına harman kaldırmaya yardım ederdi.

 

Rahmetli dedem (Vahit Göktaş) hiç devlet görevi almamış sigortalı bir işte de çalışmamış. Kardeşleri için fedakarlıkta bulunup köyde kalmış, onların ailelerine de bakmış. Gençlik yıllarında hızar çekmeye gidermiş. Sonra tarlalardan topladıkları arpa, buğday gibi mahsullerle geçinmişler.

Dedem dini hassasiyeti yüksek biriydi. Bizler televizyonda küçüklüğümüzde çizgi filim vs izlerken bile o bundan rahatsız olur vaktimizi daha faydalı şeylerle geçirmemiz için uyarırdı. “Bir harf öğrenseniz kâr” sözü hâlâ kulaklarımdadır, dedemin. Namaz kılmaktan, oruç tutmaktan âdetâ zevk alırdı. Nafile namazlara ve oruçlara düzenli devam ederdi. Bizim namazımızı namazını takip eder, sürekli hatırlatırdı. Yaz kış, en zor şartlarda, en soğuk karlı sabahlarda dahi cemaate gitmesi, güne erken başlaması dedemin unutamadığım yönleridir. Biz sabah kalkana kadar, babaannemle birlikte damdaki işleri hallederler, tarladan sap getirirler, pek çok işi bitirirler, velhasıl güne çok erken başlarlardı.

 

Yirmi beş yıllık memuriyet görevinden sonra emekliliği hak edince beklemeden emekli oldu babacığım. Emekli ikramiyesiyle önce babasını hacca gönderdi daha sonra kendisi de hac vazîfesini yerine getirdi. Ufak birikimler ve ikramiye ile evinin üzerine kat çıktı bunun borcunu da tek başına yavaş yavaş ödedi.

 

Babaannem/ebem (Kamile Göktaş) çok cana yakın bir insandı. Onun kadar yufka yürekli, merhametli, gözü yaşlı insan az gördüm. Babaannem herkes tarafından çok sevilirdi. Köy yerinde; ev, dam, tarla işleri yani bir Anadolu kadınının çektiği çilelerin hepsini çekmiş bir insandı. Evlat acısı, mahrumiyet, yokluk pek çok evde olduğu gibi babaannemin çektiği sıkıntılardan birkaçıydı belki de. Aşırı soğuklardan meydana gelmiş ayaklarındaki yarıklar gözümün önüne gelir zaman zaman. Ancak o, sanki hayatta hiç sıkıntı çekmemiş gibi mutlu, güler yüzlüydü. 1999 Ağustos'unda babaannem uzun süredir çektiği göğüs kanserinin neticesinde Esenler'deki evde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Cenazesi köye götürüldü Kilkuyu'ya defnedildi.

 

Dedem köyde yalnız kalınca onu da babacığım İstanbul'a yanımıza gelmeye iknâ etti.  Dedem rahmetli 2009 yılında vefât edene kadar bizim yanımızda kaldı. Dedem herhangi hastalığı yokken doksan yaşını aşkın bir ömür sürüp rahmet-i Rahman'a kavuştu.

 

Hayat her şeye rağmen devam etti. Babacığım ilk defa kendisini bu kadar özgür hissetti. Daha önce babasının sert otoritesi ve baskısı dolayısıyla kendi başına hareket edemeyen babacığım, özgür bir şekilde köydeki evi imkânları ölçüsünce, kendi isteğine göre tadilattan geçirdi.

 

Ancak bu özgürlük fazla uzun sürmedi babacığım için. Dokuz yıl kadar sürdü. Bu arada üç çocuğunu evlendirdi. Onların borcu harcı derken yine pek fazla gün yüzü göremedi. Ancak daha rahat daha özgürdü bu zaman zarfında. Son çocuğunu evlendirmek için çok didindi, nasip değilmiş. Onun evliliğini göremedi.

 

Babacığım derviş meşrep bir insandı. Sami Efendi Hazretleri'ni görmek elini öpmek nasip olmuş. Daha sonra Musa Efendi, Osman Efendi gibi değerli zâtların muhibbi oldu. Onların mahellemizdeki sohbet halkalarına bir ömür devam etti. Bu sohbetler arada bizim evimizde de olurdu. O günlerde evimizdeki manevi huzur tarif edilemezdi. Sabah namazları da dahil camide cemaatle namazlarını kılardı. Nafile ibadetlerine devam ederdi. Gecesi kâimdi. Dervişti, muhibti. Dini hassasiyeti yüksek olan biriydi. Evradını yapardı. Düzenli Kur'ân-ı Kerim okurdu. Sabahları onun hafif sesle okuduğu Kur'an-ı Kerim'le uyanırdım zaman zaman.

 

İçine kapanık, az konuşan, sükûtî, başkası konuşunca dinlemeyi seven bir güzel kalpli kişiydi babacığım. Kalbinde kimseye karşı bir kötü düşünce, kin, nefret, dargınlık, küskünlük vs  olmadı. Kötü alışkanlığı olmadı. Kahveye çay içmeye bile gitmezdi. Ev, iş, cami vardı hayatında. Hocaya, âlime çok hürmet ederdi. Birilerine ikramda bulunmak onun için büyük mutluluk vesilesiydi.

 

2018 Mart ayında yakalandığı basit gibi görünen öksürük rahatsızlığı onu zatürre teşhisiyle Ankara'da Sanatoryum hastanesinde kırk gün kadar yatırdı. Ancak tedavi neticesi iyileşemedi ve daha da kötüleşti. Yeniden yapılan tetkikler neticesi anjiyo sarkom yani damar kaynaklı vücutta çok hızlı yayılan saldırgan bir tümör olduğu ortaya çıktı. Sanatoyum'dan ayrılırken kendisine çok iyi bakan doktor, hemşire ve hastane personeline teşekkür etti, helallik istedi. İstanbul Okmeydanı Hastanesi'ndeki üç haftalık istirahatinin son iki haftası yoğun bakımda geçti. Son on gün bizi duydu fakat hiç konuşamadı. 27 Temmuz 2018 Cuma günü ikindi vakti ruhunu çok sevdiği Rabbine teslim etti. 28 Temmuz günü Kastamonu Tosya Kilkuyu köyü Deremahalle mezarlığına sırlandı. Allah cümlesine rahmet eylesin.

 

Ruhları için bir fâtihâ üç ihlas-ı şerif okuyalım…

10.04.2020

 

Mezar Taşı (Cevdet GÖKTAŞ)

Mustafa Asım Küçükaşçı beyefendi babacığımın mezar taşına yazılmak üzere vefatına aşağıdaki şekilde tarih düştü:

 

Döndü  Rab, 

Sana Cevdet babamız,

İrtihâli vuslat olsun 

pür likā...

Bir garip mü'mindi, mahzun, muzdarip, 

Sen sevindir şimdi gülsün ey Hudâ... 

Ömrü  Rab, şâhidiz biz tertemiz, 

Oldu rehber peş peşe üç evliyâ!..

 

Bir elif çıksın desin târîhini

«Râzı olsun, senden, Allâh'ım, baba!..» 

 

راضي اولسون، سندن اللهم، بابا

1440-1=1439

 

27 Temmuz 2018

 

 

Babam! Canım babacığım,

O bakışlarındaki hüzün, hayatın yükünün yansıması hiç gitmiyor gözümün önünden.
Bazen zor da olsa bir tebessümün hayal dünyamın içinde sürekli öne çıkıyor.
Sevmek buysa baba seni hakikaten çok seviyorum. Ve evet inanıyorum ki daha güzel yerlerdesin.

Eğer o “Çocuklarımın hepsinden razıyım!” sözünü duymamış olsam sana iyi bir evlat olamadığım için vicdan azabı kemirip duracaktı yüreğimi. Senin gibi mert, dürüst, güzel kalpli olmak ne güzel!
Ahh o bakışlar ve o hüzün…

Garip babam, gariban babam, canım babam.
İyi ki sen vardın! İyi ki de senin evladın oldum.

Bu mevsim kısa sürdü, o mevsimde elini öpmeyi, seni doyasıya kucaklamayı hasretle bekliyorum canım babam.

Babacığım biliyorum ki asıl olan ahiret.

Varlık sebebim...

 

08.12.2018

 

Yazar: Vahit GÖKTAŞ
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 03.12.2024 tarihinde yazdırılmıştır.