Mahmud Sâmi Ramazanoğlu

Kader Bahsine Vukûfiyet Sahibi Bir Muvahhid:

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.)

Prof. Dr. Vahit Göktaş

Çağımızın en büyük hastalıklarının başında hâle razı olmamak, şikâyet, haset, isyan, itiraz vb. hususlar sayılabilmektedir. Kadere iman, müminlerin ortak vasfıdır. Ancak kadere rızâ ve kader bahsine vukûfiyet âriflerin hasletidir. Kadere rızâsını ve kader konusundaki vukûfiyetini hayatının her döneminde yaşayarak gösteren bir velî olan Sâmi Efendi Hazretleri için Mûsâ Efendi (k.s.) yazımızın başlığında geçen “Her an kader bahsine vukûfiyetleri olduğu için.” ifadesini kullanmıştır.

Mahmut Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, 1892-1984 yılları arasında yaşamış, insanlara büyük tesiri olmuş, mühim bir şahsiyettir. Medine-i Münevvere'de vefât etmiş, Cennetü'l-Bâkî'ye defnedilmiştir. O, Kur'an ve Sünnet-i Nebî'ye son derece bağlı bir hayat yaşamıştır. Riyâzet, istiğfar, dâimî zikir, sâlih ve sâdıklarla beraber olma, sohbet vb. hususlar onun eğitim prensipleri arasında önemli yer tutmuştur. Edep, helal hassasiyeti, istikâmet, güzel ahlak gibi ilkeler onun taşları olmuştur.1 Sâmi Efendi Hazretleri'nin tüm bunların yanında dikkat çeken önemli bir yönü de kader bahsiyle ilgili teslimiyet hâlidir. Şu cümleler onun bu yönünü ne güzel anlatmaktadır:

“Her an kader bahsine hakkıyla vukûfiyetleri olduğu için, hiçbir kimse hakkında suizanda bulunmazlardı. Ayıp örtmek ve affedicilik, Cenâb-ı Hakk'ın ulvî sıfatları olduğu için, yüksek seviyedeki velîsi olması hasebiyle bu mühim sıfatlar kendisinde görülürdü.”2

Kader bahsine vâkıf olan kişiler, tam bir tevhid hâli içerisinde, her şeyin Allah -Celle Celâlühü-tarafından olduğuna inanır ve ona göre yaşarlar. Dolayısıyla Sâmi Efendi Hazretleri de hangi hâdise olursa olsun her şeyi hayra yormuş ve hayatının her anı, tevhîdin bir tezâhürü olmuştur. Onun kazâ, kader ve teslîmiyet konusundaki davranışları, tevhidî yaşantısının bir göstergesi olmuştur.

Yine kader bahsine vâkıf olan kişi, kendi hukukunu bilir ve Yaratıcı'ya isyan etmez. Hiçbir şeyden şikâyet etmez. Cenâb-ı Hakk'ın hükümlerine itirazda bulunmaz. Bilir ki “İlâhî nazar dikeni gül, taşı cevher yapar. Yine bilir ki Hakk'ın hükmüne itiraz Hakk'ın hukukuna riâyetsizliktir.” Sâmi Efendi Hazretleri de en ıstıraplı hastalıkları, şiddetli ağrıları sırasında bile hiç şikâyette bulunmamış, yüzünden tebessüm eksik olmamıştır.

İnsan, kazâ ve kaderi reddetse de tâbiri câizse ilahi senaryonun dışına çıkamaz. Sâmi Efendi Hazretleri şöyle buyurur: “Cenâb-ı Hakk'ın kazâ ve kaderini reddedecek de yoktur. Akıllı kimsenin vicdânında insaf ve sükût belirir, işi Allah'a bırakır. Hakk'ı söyleyen Allah'tr, doğruyu gösteren yine O'dur. Bu nedenle kişi, Allah'a tam bir teslîmiyet duygusu içinde olmalıdır.”3 “Çünkü iyi ve kötü ne isâbet ederse Cenâb-ı Hakk'ın yazması ve takdiriyledir. İnsanın ancak Allah Teala'ya tefvîz-i umûr etmesi lazımdır.”4 “Kaderle alakalı dilimizi ve itikadımızı muhafaza edip mükellef bulunduğumuz ilahî farzları edâya, ibâdete ve taate sa'y u gayret gerekmektedir.”5

Kader sırrına vâkıf olmak, kalbî kıvam gerektirmektedir. Kalb-i selîme ulaşamayan kişi itiraz, şikâyet, vesvese, korku vb. duygulardan kurtulamaz. Bu nedenle sabır, tevekkül, rızâ kalp işidir. Sâmi Efendi şöyle der: “Allah'ın o işteki lütuf ve hikmetini anlamaya çalışmak, O'nun kazâ ve kaderine gönülden râm olmaktır. Kul, Allah'ın sahip olduğu mülküne dâhildir. Kul, nasıl olur da mâlikiyle münâzaa, münâkaşa eder ve O'nun kazâsına râzı olmaz!”6

Kul, Allah'tan gelen musîbete sabretmekle mükelleftir. Çünkü Allah'tan gelen her şey, ancak O'nun adaletinin ve hikmetinin gereğidir. Mümin, Allah'tan gelen kazâya râzı olur. Fakat zulümle karşılaşan kişi sabırla değil hakkını temin etmek ve zulmü def etmekle mükelleftir. Bu yolda öldürülürse şehit olur. Gelen her belâ, insandaki bir şeyi temizler.7

Kader sırrına vukûfiyet, rızık endişesinden insanı uzaklaştırır ve cömert olmaya sevkeder. Sâmi Efendi Hazretleri son derece cömert bir şahsiyettir. Onunla ilgili şu ifadeler bu durumu çok güzel anlatır:

“Vermek, vermek, yine vermek... Kendisine hediye edilen en kıymetli halı, seccade, tesbih, kalem, kumaş ve emsali en nâdide, paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek, en büyük zevklerinden biriydi. Güneş gibi, ummanlar gibi, sehâvet ve merhamet merkezi idi. Kendisine mürâcaat eden birinin, eli boş dönmesi imkânsızdı. Cebinden eline geçen meblağ ne kadar büyük olursa olsun, tereddüt etmeden verirdi. Sanki Cenâb-ı Hak, gizli hazinelerinin anahtarlarını kendisine teslim etmişti.”8

Sâmi Efendi'de güzel ahlakın temel ilkeleri nebevî sünnete de uygun olarak şu şekildeydi: “Hakk ile muamelede teslim olup rızâ göstermektir. Halk ile olan muamelede af ve cömertliktir.”9

Kader sırrına vukûfiyet, aynı zamanda istikâmet ehli olmayı da gerektirir. “İstikâmetin hakîkati bütün sözlere sadakat ve sırât-ı müstakîme uymaktır. İstikâmet sahibi, itidalden ayrılmaz. Her hâlinde sırât-ı müstakîm üzere yaşar. Ancak bu yolda itidal üzere olmak, Sâmi Efendi'ye göre hakîkaten zor bir iştir. Mârifeti tamam olanın, istikâmeti de tamam olur. Bunun için de İslam ahlakıyla ahlaklanmak gereklidir.”10

Sâmi Efendi, istikâmetle alakalı olarak dağı misal verir ve dağdaki dört özelliğin istikâmet sahibi kişide olması gerektiğini söyler. Dağdaki dört özellik şunlardır: Dağ; sıcaktan erimez, soğuktan donmaz, rüzgârdan devrilmez ve dağı sel alıp götürmez.11

Sonuç olarak “kader bahsine vukûfiyet”; tevekkül, sabır, rızâ, teslimiyet, istikâmet ve “dağ gibi bir irâde” gerektirmektedir. Tüm bu özellikleri hayatında bizzat yaşayarak misal olmuş Sâmi Efendi Hazretleri'nin istikâmet hâlini muhterem Abdullah Sert Bey şöyle ifade eder: “Şehevî duyguların, bozulmaların artğı bir zamanda sâbiteleri, yani şer'i hassasiyetleri korumak, dağ gibi bir irâde istiyor. Sahabe gibi inancında sâbit, davasında sâdık bir çizgi görüyoruz Sâmi Efendi'de.”12

Dipnotlar için: www.altinoluk.com sitesine bakınız

 

Yazar: Vahit GÖKTAŞ
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 21.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.