Diyanet İşleri Başkanlığı, bu seneyi Kur'an yılı ilan etmişti. Neden bu sene Kur'an yılı? Çünkü bu sene, Kur'an'ın nüzûlünün 1400. yılı… Bu bakımdan yıl içerisinde bir kısım faaliyetler yapmayı, insanlarımızı Kur'anla, Kur'an'ın anlamıyla buluşturmayı hedeflemişti. Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Kur'an Yılı Etkinlikleri Tanıtım toplantısında şunları demişti:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, Dinimizin temel kaynağı Kur'an-ı Kerim'in, Peygamber Efendimize (s.a.s)'e vahyedilmeye başlanmasının 1400. yılı münasebetiyle 2010 yılını 'Kur'an Yılı' ilan etmiş ve bu yılda toplumu Kur'an-ı Kerim ve Hazreti Peygamber konusunda daha etkili bir şekilde aydınlatmayı planlamış ve bu çerçevede bir dizi program düzenlemiştir. Başkanlığın, kuruluşunun ertesi yılında, 1925'de Atatürk'ün emriyle ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararı ve bütçe tahsisi ile Hak Dini Kur'an Dili adlı Tefsiri ve Buhari'den seçme hadislerin şerhini neşir hazırlığına başlaması, İslam Dininin bu iki ana kaynağı konusunda toplumu doğru bilgilendirmenin Başkanlığın ilk günden itibaren üstlendiği temel bir misyon olduğunu göstermektedir.”
Gerçekten de, 1925'te hayata geçirilen proje önemli. Bu proje dâhilinde Hak Dini Kur'an Dili'nin ilim ve irfan hayatımıza kazandırılması anlamlıdır. Ancak Başkan şunun da muhasebesini yapmalıydı: O günden bu güne neler yapıldı? Başkanlık olarak neler yaptık? Bu soru önemliydi.
Bu soru etrafında, geriye dönüp bakıyorum, çok şeyler yapıldı… Kim ne derse desin, gerek ilahiyat fakültelerinde, gerekse, Diyanet'te ve sivil kurum ve kuruluşlar nezdinde güzel eserler yazıldı, araştırmalar yapıldı. Fakat yeterli mi? Daha doğrusu şunu sorayım: Elmalılı Hamdi Yazır'ın bıraktığı yerden daha ileriye gidildi mi? Bu soruyu enine boyuna tartışmak lazım. Ancak ben burada sadece şunu söylemek isterim; kısmen bir ileri gidiş var… Var; fakat yeterli değil. Hatta şunu da söyleyeyim: Tekrara düşmeler var. Tekrar, bir manayı kalıcı hale getirmek açısından anlamlıdır. Ama birebir devam ederse, anlamı dondurur. Günümüzdeki bazı çalışmalarda, ne yazık ki, anlamın dondurulduğunu görüyoruz.
Mesele ne? Mesele şu: Gelişen sosyal, kültürel ve ilmi hayata yenik düşmeden bir “dil” kurmak gerekirdi. Hak Dini Kur'an Dili, dönemi içerisinde bu görevi yerine getirdiği için önemlidir. Lakin bugün “anlamı donduran” çalışmalarda din dili endişesinin pek yer tutmadığını görmekteyiz.
Ne yapmalı? Yapılması gereken şey açık: Tartışma ortamları hazırlanmalı, buluşmalar sağlanmalı. Bu bakımdan Din şuralarının ve sempozyumların birer fırsat olacağını düşünüyorum. Özellikle sivil kuruluşların ve araştırma merkezlerinin düzenleyecekleri ilmi toplantıların, görünen eksikliği tamamlama noktasında yararlı olacağı açıktır. Nitekim Bursa'da iki gündür devam eden Kur'an ve Toplumsal Ahlak Sempozyumu, bize bunu açıkça göstermiştir. İlim adamlarını, Kur'an merkezli buluşturmak dini düşüce ve dilin yeniden inşasına katkı sağlayacaktır.
Kur'an ve Toplumsal Ahlak Sempozyumu'nu, Bursa'nın öncü kuruluşlarından KURAV organize etmiştir. Öncü kuruluş diyorum; zira ilim diline sadık kalarak organize ettiği sempozyum ve toplantılarla önemli bir boşluğu dolduruyor. Doğrudan doğruya ana konusu, Kur'an… Zaten KURAV'ın açılımı da böyle: Kuran Araştırmaları Vakfı.
KURAV, güzel çalışmalar yaptı ve yapıyor. Popüler kaygıdan öte, ilmi eserler neşretti. Bütün bunları kendi imkânlarıyla yaptı; küçük ve dar bütçesiyle. Kurslar ve seminerler düzenledi, topluma hizmet etti. Bu sempozyum, KURAV'ın son projesi.
Yerinde ve anlamlı bir projeydi, Kur'an ve Toplumsal Ahlak Sempozyumu. Kur'an yılında, belki de ilk önce ele alınması gereken konu buydu. Neden? Nedenini hepimiz biliyoruz; toplamsal çözülme, ahlaki çöküş ve gerileyiş üzerinde modern insanın daha çok durması gerekir de ondan. Nitekim ele alınan konulara bakıyorum, hayli ilgi çekici: Toplumsal ahlak ilkeleri, toplumsal ahlakın korunması, günümüz ahlak sorunları, toplumsal sorumluluk, aile ahlakı, iş ahlakı, siyasi ahlak ve çevre ahlakı…
Esasen bu konuların her biri üzerinde sempozyumlar, çalıştaylar ve yayınlar yapılmalı… Bunlar toplumun temel sorunları. Bu sorunlara Kur'an açısından bakmak ve cevaplar aramak da anlamlıdır.
Başa dönerek şunu da sormak istiyorum: Bu seneyi Kur'an yılı ilan eden Diyanet'imiz, acaba ciddi bir çalışma yaptı mı? Hemen bir çırpıda, “hayır” cevabını veremiyorum. Lakin rahatça “evet” de diyemiyorum… Elbette bir şeyler yapıldı; sempozyumlar, açıkoturumlar ve paneller. Ama yeterli olduğunu söylemek, işin kolayına kaçmaktır. Daha derin, daha kuşatıcı ve daha anlamlı projeleri hayata geçirmesini beklerdik; olmadı… Yine ben sâbık başkanın sözüyle yazımı bitirmek isterim; diyor ki Prof. Bardakoğlu:
“Kur'an'la buluşma' çağrısı, modern insanın sadece Kur'an'la bilgilenmesi imkanı değil, aynı zamanda Kur'an ikliminde soluklanması, Kur'an ahlakı kazanması, ilahi kelamın esintisi ile üzerindeki ölü toprağı silkeleyerek dirilmesi, varoluşa hikmetle bakarak ve kalp gözünü açarak huzur bulması fırsatıdır.”
Evet, mesele bu… Sadece bilgilenme değil, aynı zamanda o iklimde soluklanma! Velhasıl Ördekli Kültür Merkezinde gerçekleşen bu sempozyum, bir soluklanma vesilesi oldu.
http://www.iyibilgi.com/artikel.php?artikel_id=27609