Şiir ve Din : 6
EL UZAT BANA
Şiir, sevgilere olduğu kadar acılara da tercüman olur. Ölümlerde, felâketlerde manzum ağıtlar yakılır. İşin hoş tarafı şu ki ağıtla, mersiye ile “acıları bal eylemek” söz konusudur. Manzum ağıtları dinleyenler, deşarj olarak bir yandan da teselli bulmuş olurlar.
Şimdi sunacağımız şiirin Eski Bolu depremlerinden biri vesilesiyle yazıldığı bilinir. Bekir Sıtkı Erdoğan deprem acısını bal eylemenin yolunu şöyle bulmuş:
AYAKLAR ALTINDA
Bu gece şehirde bir tevekkül var
Duraklar hu çeker yollar sallanır
Meçhul bir tarafa bütün yolcular
Tirenler hu çeker kollar sallanır
Ne serden haber var, artık ne yardan
Göz güzü görmez topraktan kardan
Telgraf telgraf ayrılıklardan
Direkler hu çeker, teller hu çeker
Nedir topraktaki bu iniş kalkış?
Bir tarafta ecel, bir tarafta kış
Bütün bahçelerde ayin başlamış
Ağaçlar hu çeker, dallar hu çeker
Bu nasıl ibadet, kimin çağrısı?
Bütün bakışlarda safran sarısı
Evler secde etmiş gece yarısı
Odalar hu çeker, holler sallanır
Bu gece şehirde bir tevekkül var
Can alış-verişte, her taraf pazar
Ayaklar altında sabaha kadar
Kubbeler hu çeker, kullar sallanır
Deprem de hayatın bir gerçeği. En son Gölcük merkezli depremi hatırlıyoruz. Ne büyük acılar yaşamıştık! Burada hemen Zilzal suresini hatırlıyoruz:
“Yeryüzü şiddetli bir depremle sarsıldığında / İçindeki ağırlıkları fırlatıp attığında ve insan “Ne oluyor bu dünyaya!.” diye dehşete düştüğünde..” (Zilzal 99/1-3)
Şâirimiz, olaya acıları bal eyleyen bir anlayışla bakıyor:
Bu gece şehirde bir tevekkül var
Duraklar hu çeker yollar sallanır
diyor ve devam ediyor:
Nedir topraktaki bu iniş kalkış?
Bir tarafta ecel, bir tarafta kış
Bütün bahçelerde ayin başlamış
Ağaçlar hu çeker, dallar hu çeker
Yıkılıp yerle bir olan evleri secde etmiş insanın haline benzetir:
Evler secde etmiş gece yarısı
Odalar hu çeker, holler sallanır
İbret gözüyle bakana yıkılıp yapılmalar, depremler sürüp gidecektir. Kur'an'da ahiret ve mahşer sahneleri yer yer şiddetli bir deprem şeklinde tasvir edilir. Zilzal suresinin son ayetleri şöye biter:….
“Zerre kadar iyilik yapan da, zerre kadar kötülük işleyen de karşılığını görecektir.
*
O büyük hesap gününden önce bu dünyada iken kendi hesabımızı düzgün tutmamız mümkündür. Peygamber Efendimiz “Hasibû kable en tühasebû”, yani “” Hesap sorulmadan önce kendi kendinizi hesaba çekiniz” buyurur. Bu bir iç muhasebesi demektir. Sadettin Kaplan “Dilekçe” şiirinde bunun bir örneğini verir. Şöyle başlar:
Gören ben sanır beni
Bilse utanır, beni
Ne falcı tanır beni
Ne gösterir fal beni
Nefsin aşırı isteklerinin, şeytani duyguların insana neler yaptığını hatırlatır:
İzler bin ifrit her gün “sendeniz” diye
Bin yola sürdüm atı ya Râb senden “iz” diye
Kandırdı iblis beni “ ben dağ sen deniz” diye
Pişmanım dileğimden
Razıydım göleğimden
Çöz beni bileğimden
Sal beni
Tıpta yanlış teşhis ve tedavi hastalığı daha da azdırır. Manevi hastalıklarda da bu böyledir. Uzun süre boşa kürek çekme durumunda kalınabilir. İlaç diye insana zehir sunanlar çıkabilir.. Devam eder Kaplan:
Zehri ilaç yerine sundular “uslan” diye
Sırtımı uçuruma verdiler “yaslan” diye
Şaşı gözüm kediyi büyüttü aslan diye
Düşlerimde her gece yedi bir çakal beni
Yaydan çıkmış okum ben
Kalıbımda yokum ben
Gitme benliğimde sen
Kal beni
Manevi tedavi, aydınlığa giden yol hazırlık ister, cehd ister, gayret ister. Bunun için de en başta çeşitli ayak bağlarından kurtulmak gerekir. Mal mülk ve dünya hırsından soyunmak icap eder. Şâirimiz bu konudaki aldanışını dile getirir:
Ulu yolculuğa yok iken hazırlığım
Elim tutmaz artmakta körlüğüm sağırlığım
Çökertti dizlerimi günbegün ağırlığım
Bunca yıl taşımaktan bıktı bu hamal beni
Kapılıp da fendine
Bağlandım kemendine
Köle etti kendine
Mal beni
Akşamına uzanıp sabahından gönlümün
Kaçırdım mürşidimi dergahından gönlümün
Beni sorumlu tutup günahımdan gönlümün
Ne sôfi selam verir ne arar abdâl beni
Zararımdır unuttuğum
Ruhumdur uyuttuğum
Taşımaz şu tuttuğum
Dal beni
Bahsettiğimiz muhasebenin sonunda ise, sığınacak yeri bulur, Rabbinden bağışlanma diler: “Ya Rab el uzat bana” der. O yüce Rab ki şöyle buyurur:
“Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım. Bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim. Bana sığınanı ben kabul eder, korurum.” (Buhari, tevhid, 15)
Sadettin Kaplan da bu duygular içinde şiirini şöyle tamamlar:
Ayağıma dolanan yılan oldu huzurum
Kahroldu iyiliğim övüldükçe kusurum
Ne olur ya İsrâfil bir an farzet ki: Sûrum
Ebedî bir hayatın şafağında çal beni
Bağışla beni bana
Uyamadım zamana, Ya Rab, el uzat bana
Al beni…
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ