Mevlana'ya Göre İnsan Ve İnsan'ın Kurtuluşu
Hepimiz, kusursuz insanın hasreti ile yanıyoruz. Bu zamanda kusursuz insan bulmak ne kadar zor. Sevdiğimiz, hürmet ettiğimiz, kusursuz insan olduğuna inandığımız değerli varlıkların beşeriyet icabı bazı hatalarını görünce içten yıkılıyoruz ve «kusursuz insan bulunmaz» diyerek insanları hataları ve sevapları ile yani iyi ve kötü tarafları ile oldukları gibi kabul edip sevmek zorunda kalıyoruz.
FAKAT, bu hususta büsbütün ümitsizliğe düşmüyorum, insanların manayı kaybederek, maddeyi üstün görmeye başladıkları dünyada bindebir olsa üstün insanlar, kusursuz insanlar, kamil insanlar bulmak kabildir. Onlar maneviyat âleminin güneşleridir.
Bir an için şu bildiğimiz madde âleminin güneşinin karardığını, söndüğünü, yok olduğunu tasavvur edelim. Dünya yüzünde herşey mahvolacaktır. Hayat duracaktır. Ya maneviyat âleminin güneşleri, biz onların sayesinde yaşıyoruz, onların sayesinde insanlığımızı idrak ediyoruz. Onlar, yer yüzünden çekildikleri zaman manevî hayat duracak; insanlar, insanlıklarını kaybedecekler, kin, hiddet, yalan, riya, kıskançlık, haset, şehvet ve daha başka birçok kötülükler yeryüzünü kaplıyacak ve insanlar insan şeklinde birer canavar olarak birbirlerini yemeye başlayacaklardır.
Malûmdur ki, vaktiyle Sinoplu bir filozof olan «Diyojen» de güpegündüz eline fener alarak sokaklarda insan aramaya çıkmıştı. Etrafında insan yok mu idi? Sürü ile insan vardı. Fakat filozofun gördükleri, insan şeklinde birer kurt, tilki, tavşan vesaireden ibaretti. İnsan yoktu. Sokaklar, insan şeklinde hayvanlarla dolu idi.
Bir filozof hükümdar olan «Mark Orel» de «Düşünceler» adlı kitabında şunları yazıyor:
«Her sabah insanlar arasına karışırken düşünürüm. Bugün insan şeklinde bir takım hayvanlarla karşılaşacağım, onları hırpalamadan ve onlar tarafından ısırılmadan akşam edersem ne mutlu bana.»
Yalnız sofi kadınların değil, bütün insanlığın en mükemmel örneklerinden olan «Rabiatül Adeviye» Hazretleri bir gün coşkunluk halinde o zamanın geleneklerine aykırı olarak açık saçık sokağa fırlamış. Çarşıda pazarda öylece dolaşmış. Ermişlerden «Hasan-ı Basri» hazretlerine rastlayınca yüzünün yarısını örtmüş. Coşkunluğu geçince, bu hareketinin sebebini kendisinden sormuşlar. Verdiği cevap şu : «Ben sokaklarda insan görmedim, dükkânların önünde oturan birtakım tilkiler, sokaklarda dolaşan birçok kurtlar, yer yer birbirleriyle hırlaşan köpekler gördüm. Bu hayvanlar sürüsü içinde bir aralık yarım bir insan gördüm. Ben de yüzümün yarısını örttüm.»
Herşeyi zarifane ve vakıfane ifade etmesini bilen büyük insan Mevlâna, «Divan-ı Kebir»indeki şu beyitinde Diyojen'in fenerle insan arayışını bize hatırlatır:
Di şeyh bâ çerağ hemigeşt girdi şehr
Gez divü det melûlem ü insanem arzûst
«Dün şeyh eline bir fener almış, şeytanlardan usandım, canavarlardan bıktım, gerçek insan arıyorum, diye şehrin etrafında dolaşıp duruyordu.»
Gerçekten insan en karışık bir konudur. Onu anlatmak kolay değildir. Meşhur imanlı bir doktor olan Aleksi Karel «insan, bu anlaşılmaz mahlûk» diye bir kitap yazdı, insanın çok karışık, muğlak anlaşılması ve anlatılması güç bir varlık olduğunu ispata çalıştı. Herkesin bocaladığı bu mevzuda Mevlâna'nın görüşünü, anlayış ve anlatışını Mesnevi'sinden örnekler alarak açıklamadan önce bu konuda bazı şairlerin, mütefekkirlerin insan olarak kendilerini nasıl bulduklarını ve nasıl anlattıklarını arzetmek isterim:
Abdulhak Hamit bir şiirinde:
«İki şahsım ben itikadımca» diyor. Bende bir insan ve bir de canavar var, diye ilâve ediyor.
İran şairlerinden Hafız: «Bilmiyorum ki, benim bu hasta gönlümün içinde kim var? Ben susmaktayım, halbuki o feryad ediyor, benimle çekişiyor, kavga ediyor.» demektedir.
Fransız trajedi yazarlarından Racin de kahramanlarından birisine şöyle söyletir: «Allah'ım, içimde insafsızca çarpışan iki insanın varlığını hissediyorum.»
Kıymetli sembolist şairimiz Ahmet Haşim'in «Başım» adlı şiirinde de aynı duygu belirtilmiştir. Bu şiirde, kendini beğenmeyen, kendinden kaçmak isteyen kederli bir insanın duyguları vardır.
Şairin aklı ve düşünceleri ile, gönlü ve hisleri çarpışmaktadır.
Dikkat buyurulursa şimdiye kadar adlarını saydığım kişiler, Hamit, Hafız, Racin, Ahmet Haşim insandaki ikilikten, insanın içinde kavga halinde bulunan iki şahsiyetten bahsettiler.
Bunlar Zerdüşt mezhebinin Ehrimeni ile Hürmüzü gibi, biri bizi kötülüğe sürükleyen, şeytan, nefis; öteki iyiye götürmek istiyen melek ve sağ duyunun sembolüdür.
İnsanda yalnız ikilik mi vardır?
Fransız düşünürü «
Halbuki iyi saydığımız kişilerin çok fena tarafları da vardır. Aksine fena saydığımız, nefret ettiğimiz insanların da görmediğimiz çok iyi tarafları bulunur.
Şu halde insanlar hem iyi, hem de kötüdür. Mevlâna, insanı anlatırken bütün bu şairleri, yazarları geride bırakır, insanı birçok cepheleriyle ele alır. Adını saydığımız kişiler gibi insanı tarif edip bırakmaz, insanın kurtuluş yollarını da araştırır, insanı, insan yapmağa gayret sarf eder. Tabiatı icabı insanda bulunan hayvanlığı yok etmeye uğraşır.
Mesnevi'nin ikinci cildinde 1416 No.lu beyitlerle başlıyan kısımda Mevlâna der ki:
«insanın vücudu, içinde yırtıcı hayvanların dolaştığı bir ormana benzer. Parçalanmamak, yok olmamak için çok uyanık bulunmamız lâzım.
Bizim vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz, temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfatlar vardır.
Herhangi sıfat galip gelirse biz onun hükmü altına gireriz. Zaman olur, insanın içinde bulunan kurt harekete geçer ve insandan kurtluk zuhur eder. Zaman olur, insan, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir.
İyiliklerle, kinler, kötülükler gizli bir yoldan gönüllerden gönüllere akıp durmaktadır. Kalpte her an bir çeşit şey baş gösterir. İnsan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir. Bazen tuzak kesilir, bazen yırtıcı hayvan olur.»
Görülüyor ki Mevlâna, insanı daha etraflı olarak, çeşitli yönleriyle ele almaktadır. Şu halde insan, mutlak olarak iyi de değildir, kötü de değildir. Bazen iyidir, bazen kötüdür.
Nitekim bir rubaisinde Hazreti Mevlâna:
«Bazen melekler, bizim temizliğimizi kıskanırlar, bazen de şeytanlar kötülüğümüzden kaçar,» diye buyurmuştur.
Mesnevi'nin birinci cildinde de 316 No.'lu beyitte:
«Çün besîiblîs adem rûy hest
Bes beher desti neşayet dâd dest»
«Nice insan suratlı şeytan vardır. Bu sebeple her ele, el vermek lâyık değildir.» denmektedir.
İnsan Nasıl Kurtulur?
Mevlâna, insanı bu şekilde realist bir gözle hem iyi, hem kötü olarak anlattıktan sonra, insanı kurtarmayı düşünür.
İnsan nasıl kurtulur? Vücut ormanımızdaki vahşi hayvanlar nasıl yok edilir? İnsanlığımız, hayvanlığımıza nasıl üstün gelecektir? ihtiraslarımız, hiddetimiz ve şehvetimiz bizim insanlığımızı esaret altına almıştır, insanı bu hayvanların esaretinden nasıl kurtaracağız?
Dış âlemde, madde âleminde insan zayıf cüsseli bir varlık olduğu halde, aklı ve zekâsı sebebi ile kâinatın efendisi olmuş. En kuvvetli, en cesur hayvanlara galebe çalmıştır, insanı, hortumu ile fırlatabilecek ve ayağı altında ezebilecek fili, uşak gibi kullanmaktadır.
En yırtıcı hayvanları, arslanları, kaplanları aciz birer kuş gibi kafese koymaktadır.
Fakat insan ne yazık ki, kendi içindeki hayvanlara mağlûb olmuştur.
Madde âleminin efendisi olan, bütün hayvanları buyruğu altında tutan göklerde, dünyanın etrafında dolaşan akıllara durgunluk veren şeyler icad eden, akıllı, kuvvetli, becerikli insan, ne şaşılacak şeydir ki, kendi içindeki hayvanlara boyun eğmiştir.
Hiddet kurdunun, şehvet yılanının esiri olmuştur. Mevlâna'ya göre insan, bağımsız gibi görünen zavallı bir köledir. Büyük Mevlâna içindeki hayvanların boyunduruğuna koşulan, esir olan insanı kurtarmaya çalışmakta ve insana, insanlığını hatırlatmaktadır.
Gerçek hürriyet, gerçek istiklâl, insanın kendi içindeki hayvanların boyunduruğundan kurtulmasıydı. Büyük Peygamberimiz bu iç savaşı, nefisle olan savaşı (Cihad-ı Ekber) en büyük savaş, hak yolunda, bağımsızlık için açılan en büyük savaş olarak vasıflandırılmıştır.
Mevlâna'ya göre bu iç savaşı kazanmak için önce bizim kendimizi bulmamız, nereden geldiğimizi, ne olduğumuzu bilmemiz lâzım. Kendimizi idrak ettiğimiz an hürriyetimizin müjdesi bize ulaşacaktır.
Mevlâna'nın ifadesine göre (önce can ayağından, ten bağını çıkarmamız gerekir) ve başımızı göğe çevirmemiz lâzımdır. Çünki bizim yerimiz bu kirli toprak değildir. Biz, etimizle kemiğimizle hayvana benziyoruz ama hayvan değiliz.)
Mesnevi'nin ikinci cildinin 1812 No.lu beyitinde:
«Büyümeye meyli olan her ot büyüyüp durur. Yaşar, günden güne gelişir, fakat başını yere eğdi mi günden güne küçülür, kurur mahvolur. Ruhunun meyli yüceliklere ise, yücelirsin, manen yükselirsin, varacağın yere varırsın. Aksine olarak başını yere eğdin mi mahvolursun. Allah, Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim'in ağzından (Ben batanları sevmem) diye buyurmuştur.»
Şu halde, biz başımızı yerden kaldırmalıyız.
Başımızı hayvanlar, gibi toprağa eğmemeliyiz ve toprakta kalmamalıyız. Şu kirli toprakla uğraşmış kirlenmiş teni gönül havuzunda yıkamalıyız.
Yine Mesnevi'nin ikinci cildinin 1361 No.lu beyitlerinde:
«Ey teni bulaşmış kişi, gönül havuzunun kenarına dön, dolaş, insan, havuzun dışında iken nasıl temizlenir? Havuzdan uzak düşen kişi nasıl paklanır? O adam iç temizliğinden bile uzak düşmüştür. Bu havuz gönül havuzudur ama bu havuzdan hakikat denizine gizli bir yol vardır.
«Gönül ten havuzunda çamura bulandı. Fakat ten gönül havuzunda temizlendi.
Türk Edebiyatı Dergisi, sayı:14, s. 18