Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 26
Bir gölde üç balık yaşıyordu. Bir gün buraya insanlar geldi balıkları görünce:
"Gidip ağları getirelim bu balıkları yakalayalım," diyerek uzaklaştılar.
Balıklar bu durumu fark edince en akıllıları hiç zaman geçirmeden denize doğru yola çıktı diğer ikisi arkasından bakıp onunla alay ettiler:
-Hey akılsız, sen yarı yola varmadan ölür gidersin bu işten vazgeç, dediler. Fakat akıllı balık onları dinlemedi yola çıktı bin bir meşakkatten, zorlu bir yolculuktan sonra denize vararak kurtuldu. Derken balıkçılar ağları alıp geldiler o iki balığın peşine düştüler. İkinci balık düşündü:
"Eğer ölü taklidi yaparsam belki kurtulurum” dedi kendi kendine. Karnını yukarı kaldırarak sırt üstü suyun üstünde yattı, hiç kıpırdamıyordu. Balıkçılar onu görünce ah vah ettiler, "Ne güzel balık ne yazık ki ölmüş," diyerek tutup onu bir kenara fırlattılar. O balık da sessizce suya dalarak tenha bir yere gidip gizlendi. Balıkçılar üçüncü balığın peşine düştüler uzun bir kovalamacadan sonra onu yakaladılar, karnını yardılar içini temizleyip tavada ateş üstünde kızarttılar. O akıllı balığa uyarak denize varmayı göze alamadığı için bin pişman oldu fakat nafile, iş işten geçmişti. (Mesnevî, c. IV, beyit: 2202 vd. )
AÇIKLAMA
Bilindiği gibi Mevlâna'nın iki hacimli kitabı vardır. Biri altı citlik Mesnevî, öteki yedi ciltlik Dîvân-ı Kebîr'dir. Divan-ı Kebir lirik, duygu yüklü, coşku dolu şiirlerden meydana gelir. Mesnevî ise didaktik, öğretici bir kitaptır. Onda da elbette lirik bölümler vardır. Ama belirgin özelliği eğitici öğretici olmasıdır. Bu eserde yanlış kader ve tevekkül anlayışı bir çok defa acımasızca tenkid edilir. Çalışmanın, çaba göstermenin önemi vurgulanır.
Ayrıca mânevî olgunluğun sağlanması, kemâle ermenin yolları, tasavvuf anlayışı içinde bu olgunlaşmanın nasıl gerçekleşeceği örneklerle anlatılır. İşte yukarıdaki hikâyemizde bu alanlarla ilgili iki konu öne çıkmaktadır.
Bir: Çalışkan, dinamik, gayretli olmak.
İki: Ölmeden evvel ölme denen mânevî olgunluğa erişmek.
Dünya ve âhiret hayatında kurtuluşa erip, mutlu olabilmek bu iki özellikten geçer.
Mevlânâ bu hikâyeyi Kelile ve Dimne adlı Hint kökenli klâsik masal kitabından aldığını söyler. Ve hemen ilave eder: “Oradaki kabuktan ibaret, bizim buradaki anlatışımız ise canın ta içidir.”
Bu ölçü Mesnevî'deki bütün hikâyeler için geçerlidir. Sıkça tekrarladığımız gibi, Hz. Mevlânâ'nın amacı hikâye anlatmak değildir. Hikâyeler yoluyla okuyucunun dikkatini asıl konuya çekmektir.
Mevlâna hikâyenin arasında, gölde yaşayan balıkların o çevreyi kendi vatanları bilmeleri ve alışık oldukları yer olması dolayısıyla terke etmek istemeyişlerine değinir. Bu durum hepimiz için söz konusu olan bir kolaycılık anlayışıdır. Alışageldiğimiz şartları ve ortamı bırakmak istemeyiz. Mevlâna bu gibi anlayışlar için der ki: “Vatan sevgisinden dem vurma. Durma yürü, vatan oradadır, burada değil. Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç. Vatan sevgisi îmandandır hadisini yanlış anlama.” Gerçekten bu hadisin birkaç türlü yorumu vardır.
Mevlâna'nı âilesi de Moğol tehlikesi baş gösterince, memleketlerinde can ve mal güvenliğinin kalmayacağını düşünerek, doğup büyüdükleri toprakları terk edip göçe mecbur kalmışlardı. Bir daha dönmemek üzere göç etmek zor bir şeydir. Peygamberimiz de Mekke'yi terke mecbur kalmıştı. Ama bu her iki göçten de daha hayırlı sonuçlar doğdu.
*
Başarmak için azimli, irâdeli ve kararlı olmak gerekir. Maymun iştahlı ve gelgeç hevesli kimseler muvaffak olamaz. Hikâyemizdeki akıllı balık azmetti gayret etti ve kurtuldu. Mesnevî'nin diliyle: “Göğsünü ayak yaptı da yola düştü, o tehlikeli yerden nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.”
Mevlânâ başka bir örnek verir ve bu gibi vaziyetlerde nasıl çaba gösterilmesi gerektiğini vurgular: “Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya, işte o balık da onun gibi koşarcasına yüzmekteydi. Arkada köpek kovalarken tavşan uykusuna dalmak hatadır. O balık, sonunda kendini uçsuz bucaksız denize attı ve kurtuldu.”
Çalışkan olmak, azimli ve kararlı olmak, olgun bir müslümanın özelliğidir. Kur'an'da “İnsan için ancak çalıştığı kadarı vardır. Çalışmanın karşılığı mutlaka görülür” buyrulur.(Necm, 53/39-40)
Peygamberimizin hayatı baştan sona mücâdele ve çalışmayla geçmiştir. O, çalışıp kazanmayı hep tavsiye etmiştir.
Mehmet Akif ne güzel söyler:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak
Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir
Davransana eller de senin baş da senindir.
Hikâyemizde kaçıp kurtulan birinci balığın yaptığı ideal örnektir. İkinci balık vesîlesiyle Mevlâna bir başka konuya dikkat çeker; bu da ölmeden evvel ölmektir. Kendi kendine ölmüş balık yenmez, balıkçılar onu almazlar. İkinci balık da ölü taklidi yaparak hayatını kurtarır. Papağan hikâyesinde benzer bir durum görmüştük.
Tekrar hatırlatalım ki, ölmeden evvel ölmek fiziki ölüm değil, mecâzî bir ölümdür. Buna iradi ölüm de denir. Burada kastedilen şudur: Nefsani istek ve arzuları öylesine kontrol altına almalıdır ki, onlar adeta ölmüş, yok olmuş hale gelmelidir. Meselâ kibir, gurur, kendini beğenmişlik ortadan kalkmalı; kıskançlık, çekememezlik, yalan, dedi kodu, öfkelenmek gibi kötü huylar tamamen devreden çıkmalıdır.
Ölmeden evvel ölen kimse nefsânî, beşeri yönünü ölmüş gibi etkisiz hale getiren, yâni nefsinden fâni olan ve Hak'la baki olan kimsedir. Hak'la baki olmak demek ilâhi sıfatları, güzel huyları benimsemiş kimse demektir. Öylesi cömerttir, yardım severdir, herkesin iyiliğini ister, güler yüzlü, tatlı sözlüdür. Kimseyi incitmez, kimseden incinmez. Herkese sevgi ve şefkatle yaklaşır.
Tasavvufun meşhur tariflerinden biri şöyledir: “Tasavvuf, Hakk'ın seni senlikten öldürmesi kendisiyle diriltmesidir.” Yani beşeriyetinden, nefsaniyetinden sıyrılmak, Hak'la baki olmaktır.
Bütün bunlar bir iç mücâdelesi ve mânevî eğitimle gerçekleşir. O eğitimin adı “mücâhede”dir; kendi kusur ve zaaflarıyla savaşıp onları yenmektir. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurur: “Mücâhid, nefsiyle savaşandır” (Tirmizi, fedailü'l-cihad)
Ölmeden evvel ölmüş gibi görünen balık hayatını kurtarmıştı. Bu tür cihadda başarılı çıkan da mânevî kurtuluşa erer.
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ