“Mümin Müminin Aynasıdır"

 

“Mümin Müminin Aynasıdır"

Seyir var seyir içinde...

 

Bir yazı yazdım, okuyup bir yorumda bulunur musun?” dedi.

“Tabii, memnuniyetle” dedim.

Okuyunca suratım ekşidi biraz.

“Benim laflarımı yazmış... Esinlenmek değil bu. Bal gibi benim lafım. Laflarımdan yazı yazmış düpedüz, ama beni yok saymış.”

Şimdi buna ne yorum yapılır ki?

“Eline sağlık, Allah gönlünü ağartsın. Pek güzel olmuş”.

Öyle mi gerçekten? Öyle öyle... Güzel olmuş. Tek kusuru benim laflarımı benden izinsiz, benden söz etmeden kullanmış.. Neyse! Canı sağolsun. Helali hoş olsun! Sadaka hep parayla olmaz ya, yazana da kelime verilir. Kimin ihtiyacı neyse, onu ver!

                                                 ***

Demek sadaka veriyorum! BEN! Kelimeler benim malım, öyle mi? Nereden benim? Hani mülk Allah'ın idi? Kelime mülkten değil mi? Nerden peki?

Uğruma bir çayır düştü
Bir ucu mahşer içinde
Açıldı bir şar dükkanı
Ne ararsan var içinde

İnsan zahir alemde sahiplikten daha kolay kurtuluyor. Bakıyor ki herşey el değiştiriyor: “Mal sahibi mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi” deyiveriyor. Ama birşey alemden değil de, Adem'den zuhur etmişse, insan başlıyor sahiplik iddiasına... Kelimeler benim, duygular benim, fikir benim aklıma geldi, öyleyse fikir de benim! Çünkü akıl benim. Benden çıkan, benim. İnsanın zahirde sahiplik iddiasından vazgeçmesi nispeten kolay da, ya batından soyunmak? O nasıl olacak? Batından soyunmadan Zat'a gidilir mi? Batın da isim değil mi? Hu demek, O demek. Tarifi imkansız. Onun için “O”. Ne isim var, ne sıfat “Hu”da. Amaiyyet. Mutlak Gayb.

Var dükkana pazar eyle
Hışmından kork hazer eyle
Aya güne nazar eyle
Ay Ali gün nur içinde

Bu nefsimin ali cengiz oyunlarına alıştım artık. Eğer birşeyden rahatsız olmuşsam, mutlaka altında o vardır. Eğer birşeyden çok hoşlanmışsam yine altında o vardır. Ve rahat yüzü görene kadar iz sürmek lazım. “Yüzü” görmeden rahat yok! Ama onun bir yüzü  yok ki! Çok yüzü var.. O yüzleri tek tek tanımalı. Aldanmamalı. Sonuna kadar gitmeli. En son yüzü görene kadar peşini bırakmamalı.

Yüzleşmemek gaflette kalmaktır. Gaflet ise zifiri karanlık. Düşmanı tanımak şarttır. O yüzden peçeyi kaldırmalı. Fakat o kendini  çok güzel saklar... Kolay ele geçmez. Hep başkasını hedef gösterir. Gerekirse allar pullar kendini. Göz kamaştırır ki görmeyesin.  “Nefsini bilen Rabbini bilir”. Bilmek, görmektir. Aynel yakin. İnsan ancak o zaman rahat eder.                            

Ay Ali'dir gün Muhammed
Okunur doksan bin ayet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde

Bana şimdi ne oluyor? Niye huylandım? Huylandımsa imkanı yok, birşey vardır. “Benim laflarımı yazmış.” Peki... Yazsın. Hakk'ın benden izhar etmeyi dilediği söz nereden benim oluyor? Olmuyor. Ona da peki. Helali hoş olsun bir kez daha. Bir daha sesimi çıkarmam.

Çıkarmam demekle olmuyor ama. Salt idrakla olmuyor işte. Ben bilmez miyim beni? Madem anladım meseleyi, o halde neden rahatsızım hala? Bildik ve tasdik ettik ki kelimeler de Allah'ındır, herşey gibi. O halde neden içim soğumuyor, gönlüm hoş değil? Rahat etmeden, rahat etmem ben. Var bir yangın işte. BENi ancak nefsim yakar!

Kelimelerin sahibi Allah olsa da, Allah'ın bir de hukuku, şeriatı var. Ben helal etsem de, Allah'ın hukukunu göz ardı edemeyiz. Adalet nasıl tecelli edecek? El Adl! Çalmak, çalmaktır. Tamam işte! İster ekmek çal, ister şeytanlar gibi kelime çal. Evet. Arkadaş herhalde gaflete düştü. Çaldığının farkında değil. Vah vah! İşte ben bu yüzden rahatsız oldum. Yoksa kelime falan umurumda değil. Sebildir benden yana. Ama arkadaşımın gafleti beni hem şaşırttı, hem üzdü. Bunu ona söylemedim. Dedim: Ya Settar!  “İncinsen de incitme” Çok şükür, incinmemeyi başaramasam da, zorlaya zorlaya, incitmemeyi başarabildim inşallah!

Göl içinde çarhı döner
Susuzluktan bağrı yanar
Müminler secdeye iner
Seyir var seyir içinde

Nihayet yüzleştik. Konu aydınlandı:  “Arkadaşıma üzüldüm ben.Yaptığı doğru birşey değil. Ben de onun kabahatine, gafletine yandım. Onun adına rahatsız oldum. Bu yangın onun içindi.”

-  Söndü mü ateş sonra?

-  Yok sönmedi, halâ yanıyorum. Niye bilmem. Kelimelerim, kelimelerim... Eğer çalmaksa bu iş, hem de kalpten helal ettim etmesine ve asıl Sahibi de tasdik ettim etmesine ama halâ aradan çıkamıyorum! Rahatsızım işte... Ra-hat-sı-zım. Gitmedi, bitmedi. Bereket, kendime yalan söyleyemiyorum, hamd olsun. Bir de yalan söylesem hepten yanardım! Yandığımın farkında olmadan yanardım... Yalan, cehennemden bir kıvılcım!.

Karşısındakine yalan söylememek kolaydır. Nefsin yalanlarına kanmamak ise zor. Esasen şer'an yasak olan, günah olan fiiller hep ikiliğe düşürdüğü, ikiliğe götürdüğü için yasaktır. Yalan da öyle. İnsan Allah'ı kandırabilir mi? Bilir ki kandıramaz. O zaman niye yalan söyler, kime yalan söyler? Karşısındakini Hakk'tan ayrı gördüğü için kandırmaya çalışır insan. Kendini de ayrı görmektedir tabii. Yalan, ayrılık halini körükler. Yalan “birlikten” uzaktır. Yalan, insanı birliğe değil, ikiliğe götürür. Şeytaniyet de budur.Yalan, küfür haline yaklaştırır. Küfür ki ayrılıktır. Bütün şerri yasaklara bu gözle bakarsak, aslında körü körüne veya sırf “iyilik/kötülük” için olmadıklarını, birlikten, tevhidden uzaklaştırdıkları için o fiillerin “şeytan işi” ve yasak olduğunu görebiliriz. Çalmak da, adam öldürmek de hep böyledir...

Zahiren işler daha kolay, daha anlaşılır da, batınen öyle değil. Zahir gözüyle görmüyorsun batını. Kör döğüşü gibidir, nefisle mücahade. Hep başkasını görür nefis. Göz odur ki kendini göre! Gören odur ki kendin göre! Ama nefsin kendini görmeye gözü yok! Üstelik de yedi başı var!

Kudretten derildi arı
Arılar çeker dizarı
Dinle imdi sen o zarı
Arı oynar bal içinde

Derler ki bu yedi başlının en büyük başı “baş olma sevdası” dır. İnsandan en son baş olma sevdası çıkarmış. Bir türlü bulamaz insan nefsinin başını! Nefis binbir yüze bürünür. Kandırır da kandırır, Ruh'u duymaz insanın! Öyle kisvelere bürünür ki kişi bir de doğru yoldayım zanneder. Nefis, başı ezilsin istemez asla.

Ben de istemedim. İnsan başkasının kusuru, hatası ile rahatsızlık hissi yaşamaz. Rahatsızlık insanın kendi nefsindendir. Ve onu nefiste bulana kadar sorgulamaya devam etmek gerekir. Ta ki rahatsızlık hissi bitsin, başkasının değil kendi nefsinin kusurunu görsün. İnsan başkasının hatasını bilmekle rahata eriyorsa, nefsi onu galebe çalmıştır.

Arkadaştan Allah razı olsun! Benim laflarımı kullanıp, benim adımı anmayarak, beni “yok/fena” mertebesine koymuş (!). Ama ben o mertebede olmadığımdan, rahatsız oldum. İlle varlık istedim. “Beni gölgeleme” dedim. Nefsim gölgeyi sevmedi. Görünmek isedi. Onu  örtenden hazzetmedi. Her zamanki gibi bahaneler uydurdu. Ama onun da hep açık verdiği bir husus var. Nefis kendini şöyle ele veriyor: Batıyor! İnsan rahatsızlığının sebebini kendi nefsinde bulmadıkça, gerçek sebebten uzaktır. Rahatsızlığı kendinde bulmadıkça nefsiyle yüzleşmemiştir.

Pir Sultan'ım hey gaziler
Alnımızda ak yazılar
Tâlib müşidin arzular
Gönül oynar dil içinde

Şimdi rahatım işte! Bildim ki hala nefsimin başı dik. İllâ varlık istiyor. Hiçbir fırsatı kaçırmıyor!

                                           ***

Hikâye:

16. yüzyılda büyük İslâm âlimlerinden olan Kemalpaşazâde, müftiüssakaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) olacak derecede bir ilme sahipti. Bu ilmi sebebiyle bir dönem kibir ve gurura kapılır. Talebelerinden biri hocasının bu durumuna üzülür ve ders bitiminde hocasına sorar:
   -Hocam Allâh'ın ilmine nispetle kulların ilmi ne kadardır?
 Kemalpaşazâde Allâh'ın ilmini kıyasla anlamak isteyen talebesine sinirlenir:
   -Be hey gâfil molla! Bu söylediğin, kıyas kabul etmez bir şeydir.
   -Haklısınız Efendim. Yalnız farz ederek de söyleyemez misiniz?
 Kemalpaşazâde talebesine izah için bunu kabul eder ve bir kağıda bir çember çizip içine de küçük bir nokta koyar.
   -Bak molla. Bu dâire Allâh'ın ilmi ise kulların ilmi bu küçük nokta kadardır.
Talebe:
   -Üstadım lutfedip gösterir misiniz? Bu nokta içinde sizin ilminiz ne kadardır?
Kemalpaşazâde bu hâdisenin tesiriyle kibir ve gururu terk ederek eski mütevâzı hâline bürünmüştür.

                                                                       ***

 “İnsanlar helak oldu, içlerinden ancak alimler kurtulabildi. Alimler de helak oldu; ancak içlerinden ilmi ile amel eden kimseler kurtuldu. Ve ilmiyle amel edenler de helak oldu; ancak onların içlerinden sadece amelini ihlasla yapanlar kurtulabildi. Bu insanlar da büyük bir tehlike üzerindedir.” Hadis

“Kimin ilmi artar da zühdü artmazsa, onun sadece Allah'tan uzaklaşması artmış demektir.” Hadis

“İlim, her öğrenilen şeyin başkalarına aktarılması ve bolca rivayet edilmesi değil; o, Allah'ın kalblere koyduğu bir nurdur.” İmam Malik

 

Okuma: http://www.semazen.net/roportaj_detay.php?id=68

“…Önemli olan neticede Ahlak-ı Muhammediye'yi kazanmak olmalı. Aksi takdirde okuduklarımız sırtımızda yük olur. Allah korusun….”

“…Bu dünyada aşkı tam mânâsıyla yaşamadan ve öğrenmeden Allah'ı sevmek mümkün değildir. Öyle olsaydı Allah, o âlemden bu âleme indirmezdi bizleri. Çünkü orada zaten birlik içindeyiz. Burada oluşumuzun en önemli sebeplerinden birini mutasavvıflar; sevilen ve sevilenin oluşması olarak gösteriyorlar. Aslında, Şems, Mevlâna'ya gördüğü tecellinin Allah'a ait olduğunu öğretti. Mevlâna, Şems'de bunu gördü. Şems diye bir adam görmedi. Onun hakikatinde Peygamber'i gördü. Onun hakikatinde Allah'ı gördü. İşte o zaman sevmeyi öğrendi.…”

 

Uğruma bir çayır düştü
Bir ucu mahşer içinde
Açıldı şar dükkanı
Ne ararsan var içinde

Var dükkana pazar eyle
Hışmından kork hazer eyle
Aya güne nazar eyle
Ay Ali gün nur içinde

Ay Ali'dir gün Muhammed
Okunur doksan bin ayet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde

Göl içinde çarhı döner
Susuzluktan bağrı yanar
Müminler secdeye iner
Seyir var seyir içinde

Kudretten derildi arı
Arılar çeker dizarı
Dinle imdi sen o zarı
Arı oynar bal içinde

Pir Sultan'ım hey gaziler
Alnımızda ak yazılar
Tâlib müşidin arzular
Gönül oynar dil içinde

 

meryemirmak@gmail.com

 

Yazar: Meryem Irmak
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 04.12.2024 tarihinde yazdırılmıştır.