Korku Dini

Korku Dini

 

 

Kimine kâfi gelir bu ten sûreti / Böyle doğar, böyle sırlanır

Kimine dar gelir bu ten sûreti  / Hep arar savrulur

 

Kiminin imanı korkudur.

"ve inne rabbeke le şediydül'ikaab" [13:6]

وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ

 

Kiminin imanı sâfi aşktır.

"vema rabbüke bi zallamin lil'abiyd" [41:46]

وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ

 

Her kim Hak için aşk ile yaşar

Aşkı arar, aşkla yanar, İşbu vücud şehrinin kapısını aralar...

 

 

“Şeriat ve din” denince akla hemen korku gelir. Ateşte yanmak korkusu. Aslında şeriatta da, tarikatta da yanmak vardır. Biri, saçı gözükse, saçının her bir terli için “ahiret senesiyle” yetmiş bin sene yanacağından korkar; öbürü ise, kör gelip kör gitmekten, Hak'kı bulamamaktan korkar. Delicesine korkar. Yana yana korkar. Allah'a kavuşamamak korkusu iliklerine kadar içini sızlatır. İnim inim inletir. Titretir Hak'tan ayrı kalma korkusu. Canını yakar. Velhasılı, ikisi de yanar. Biri korku ile, öteki hasret ile...

 

Tarikat ehlinin, Hak'ka eremedikçe yanmasının sonu da yoktur. Ya vuslat, ya yanmak...

 

Şeriat ehline cennet ve cehennem vardır; tarikat, “aşk” ehline ise “O” ve cehennem vardır.

 

“Sensiz her an yanmadayım ben. Cennete de koysan, Sen yoksan, bulamazsam Seni, bildim ki  cehennemdeyim. Ha dünya, ha ahiret!.. Ah! Cehennemi ahirette aramaya ne gerek var? Sensizlik cehennem demek. Öyleyse ben şimdi de cehennemdeyim. Kat kat perdeler içindeyken, dünyadan âlâ cehennem mi ola?”

 

Allah'a haşyet duymak başkadır, korkmak, ateşten korkmak ve bu korkuyla amele ibadete sarılıp, yaptıklarına karşılık beklemek, muhabbete ticaret sokmak başka...

 

İnsan bir düşünmeli:

 

Ben bu dünyaya gelmek için Allah'a dilekçe mi verdim? Bedenimin oluşmasına bir talebim ve katkım oldu mu?

 

Olmadı.

 

Dileyen O.

 

Ben kendimi hazır buldum.

 

O'nun dilediği gibiyim.

 

Öyleyse, bana “ahirete hazırlan” dendi diye niçin herşeyi sadece nefsime ve amellerime bağlayayım?

 

Şu et ve kemik olan bedeni ben mi meydana getirdim de onun akıbetini onun amellerine bağlıyorum, hem de umutsuzca, korkuyla? Ya, ondaki nefsi ve ruhu ben mi üfledim ona? Ben mi çekip götürüyorum alnında?

 

Bir kısım ehli şeriat Allah'tan öyle korkar ki Allah'ı sevemez. Korkmaktan sevemez. Oysaki sevilmeye en lâyık, dahası yegâne sevilen Allah Tealâ değil midir?

 

İnsanları Allah'tan daha da perdelenecekleri ve onları umutsuzluğa itecek şekilde korkutmanın ne gereği var? Haşyet başka, korkmak başka... Zaten böyle korkmak Allah'tan değil, daha ziyade Allah'ın ateşinden korkmaktır. Ateş de Allah'ın emrine tâbidir, bütün mülk gibi. Yakabildi mi ateş Allah'ın Halil'ini? Allah izin vermezse yakabilir mi ateş?

 

Sıfat mertebesinde insan her şeyi sebeb sonuç ilişkisi olarak görür. “Otomatik pilot”a bağlar kaderini. Hatta otomatik pilotu “kader” zanneder. Halbuki, “benden içeri ben ” denen bir “ben” yani “Pilot” vardır otomatik pilotun düğmesine basan.... Pilota tâbidir otomatik pilot. Ve her an pilotun gözetimindedir.

 

Bu teşbihte, otomatik pilot kainattır, sıfattır. Pilot ise Zât'tır ki dilediğini dilediği gibi evirip çeviren ve sıfatlarıyla kayıtlanamayacak olan, mülkün yegâne sahibidir. İşleri otomatiğe bağlamak Allah'ın Zât'ından perdelenmektir.

 

Allah'ın sıfatlarıyla zuhur eden kainat ölüdür. O'na hayat veren Ruh Adem'dir. Adem, Zât tecellisidir.

 

Ve Zât'a nedensellik olmaz. Bu kesindir. Zât'a “nedensellik”, insanı ümitsizliğe ve nefsine götürür ki Kur'an'ı Kerim defaatle “Allah'tan ümidi kesmeyin” buyurmaktadır. “Allah'tan sadece kâfirler topluluğu ümidi keser”.

 

Kâfir kimdir?

 

Kim ki O'nun (c.c) Afüv, Gafûr, Gaffar isimlerini örter, o kâfirdir, örtendir.

 

Yine düşünmelidir insan:

 

Allah kulunun düşmanı mıdır?

 

Allah'ın Afüv, Gafûr, Gaffar isimlerini örtmek müminlik midir?

 

“Ey Allah'ın kulları! Allah'tan ümidi kesmeyin!”

 

Bir kısım ehli şeriat bütün ahiretini kendi yaptığı ibadetlerine bağlamıştır. İbadet etmeyeni Allah cehenneme atacak, yakacak, kavuracak diye bütün imanlarını korkuya teslim etmişlerdir. Muhabbetsiz.

 

Oysaki kaçtıkları yanmak dahi insanın istidadına göre değişir! Evet, istidada göredir yanmak. O dahi bir beceridir. Alkolün yanmasıyla, yaş odunun yanması bir midir?

 

Allah ahireti sırlamıştır. Gidip de gelen yok. Sadece, inşallah, inananlar olarak bize bildirilenleri Allah'a ve Resulüne (s.a.v) imanla, itaatle, muhabbetle, kusurlu ve eksik olarak yerine getirmeye gayret ederiz. Allah'ın vereceği mükâfatı, yani ibadet ve amellerimizin ecrini bilmiyor, sadece O'ndan ümit ediyoruz. Hatta, ümit etmeye gayret ediyoruz. Allah ümitsizliğe düşürmesin. Düşürüp de ahirette kâfirler güruhuyla haşreylemesin. Amin.

 

Bir kısım ehli şeriat ibadetlerin sonunda birbirine “Allah kabul etsin” der. Bir kısım yeni jenerasyon da ibadetin sonunda “ruh bedenime enerji yükledim” diyor. Tevekkül varsa, ikisi aynı kapıya çıkabilir. Tabii, çıkar mı, çıkmaz mı elbette ancak Allah bilir. Ama ne olursa olsun, Rahman, tevekkülsüz amel ve ibadetten, nefislerimize uymaktan bizleri korusun.

 

“Allah kabul etsin” diyorum; çünkü Allah ibadetimi kabul etti mi, etmedi mi, bilmiyorum. Bilemem! Böylece işimi Allah'a bırakıyorum. O'na dayanıyor ve nefsimle hüküm vermiyorum. Aynı şekilde, “ruh bedenime enerji yüklüyorum” ama yüklemenin neticesini yine bilmiyorum. Garantisi var mı ki enerjinin yüklenip yüklenmediğinin? İnsan şurda yer, şurda çıkarır da, yediği yemeğin hayrını görmez. Ağzına koyduğu lokmanın akıbetini bilmekten acizdir insanoğlu. Bazı yediklerimiz bize Allah'ın izniyle şifa olurken, bazısı kanser yapar. Kimi namaz kılar da ahirette yüzüne atılır o namaz. İşte bu yüzden, enerji yüklemenin bir “ölçer”i olmadığından, ahireti de Allah sırladığından, gidip gelen de olmadığından yüklemenin neticesini peşinen bilemem. Öyleyse, enerji yüklerken de “yüklensin inşallah” diye umut etmek, dua etmek, tevekkül etmek, Allah'tan “kabulünü” niyâz etmek zorundayım.

 

Her koşulda işim Allah'a kalmıştır. “O gün herkesin işi Allah'a kalmıştır” Yaklaşımım ne olursa olsun, ister eski usul “Allah kabul etsin” diyeyim, ibadeti görev gibi göreyim; ister “enerji yüklemesi” yaptım deyip ibadetin mahiyeti hakkında fikir yürüteyim, bilmeliyim ki bütün fiiller de, sıfatlar da Zât'ın elindedir ve O'na hesap sorulmaz ve O, neden sonuç ilişkisinden de münezzehtir.

 

“Enerji yüklüyorum” demek eşitttir “BEN yaptım, OLdu” demekse, eyvah! Çok dikkât etmek lâzım. Ameller daima niyetlere göredir. İnsanların biliş seviyeleri çeşitli, “dereceli” olsa da, salih niyet daima salih niyettir. Her biliş seviyesinde kişinin Allah'a tevekkülden ne anladığı ve tevekkülü nasıl yaşadığı değişse bile, değişmeyen bir şey vardır: O da,  “Allah'a tevekkül her biliş seviyesinde esastır.” Olmazsa, OLmazdır.

 

AllaTealâ ruh bedeninize yüklediğiniz enerjileri kabul eylesin, inşallah!

 

“Güzel âşıklar ve pek aziz canlar,

Gönül çalamazsan aşkın sazını, ne perdeye dokun ne teli incit

Eğer çekemezsen gülün nazını, ne dikene dokun ne gülü incit

Bekle dost kapısın sadık dost isen, gönüller tamir et ehli dil isen

Sevda sahrasında mecnun değilsen, ne leyla'yı çağır ne çölü incit

Rızaya razı ol hakka kailsen, ara bul mürşidi müşkülde isen

Hakikat şehrine yolcu değilsen, ne yolcuyu eğle ne yolu incit”

 

 

Okuma: http://www.sufizmveinsan.com/konuk/magfiretkime.html

 

 

meryemirmak@gmail.com

Yazar: Meryem Irmak
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 04.12.2024 tarihinde yazdırılmıştır.