İçimizdeki Teslimiyetin Adı: İSMAİL (a.s.)

 

 

“Kalem'e takılıp kalma.... Harfe, mürekkebe hiç aldırma...

Seyreyle... De: 'Ya HÛ, ne güzel yazansın...'

Harfin peşine düşme!

Sen bir harfi sökene kadar, nice bin harf yazılır da, Rûh'un duymaz...

Kalemin sahibine, Kalemi Yazdıran'a yönel...

Bir kaşımı çatmakla, Celâl'i, yüzümdeki öfke sanırsın da... 'İşte, Celâl budur' dersin ya... Sonra aniden şimşek çakınca, hayretle bakakalırsın göğe! 'Hayır! Budur Celâl!' diye...

Hayır, hayır... Ne odur Celâl, ne budur! Ve yine hayır, hayır! Hem odur Celâl, hem budur...

Anladın mı?

Ne demişti İbrahim (a.s): Bu yıldız benim Rabbimdir.. Sonra, hatırla, dedi: 'Hayır hayır... Ben batanları sevmem...' 

'Ben batanları sevmem!' "

 

 

İçimizdeki Teslimiyetin Adı: İSMAİL (a.s.)

 

Kapı aralanıp, usulca içeri girdi biri. Ayak seslerini duyuyor ama bakmıyordum kimin geldiğine. Derken seslendi: “Merhaba ben İbrahim”. Öyle bir irkildim ki içim içimden çıkacak sandım. Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı! “Ben Azrail, canını almaya geldim” dese bu kadar şaşırmazdım. E Azrail Aleyhisselamı bekliyoruz  zaten. Bir gün mutlaka karşılaşacağız. Ama İbrahim Aleyhisselam ile karşılaşmak? O nasıl bir şey?!

 

- Merhaba, ben İbrahim!

 

İbrahim Nebi'den başka “İbrahim” tanımadığımdan, o an hemen aklıma Halilullah geldi. Hu deyip döndüm merhaba diyene!

 

Baktım, bu İbrahim IT'ci çocuk! Printeri kurmaya gelmiş!

 

Şaşkınlığım çabuk geçti; kalp atışlarım tam normale döndü ki yeni bir şaşkınlık dalgası sardı zihnimi: “İbrahim (a.s) et kemik mi ki çıkıversin karşına? Yoksa o bir manâ mı? Manâ ise: Ey insan! Kendinde ara, İbrahim'i de, İsmail'i de... Sen zaten o manâyı sevmedin mi? Sureti hiç bilmedin ki…”

 

Öyle ya... Neden ve nasıl sevdim İbrahim'i (a.s)? Boyunu bosunu, kaşını gözünü mü sevdim? Hiç görmedim ki...

 

İbrahim, İsmail hep birer manânın ismi. “Bu insan bir suretten ibaret olsaydı Ahmed ile Ebucehil müsavi olurdu” (Hz. Mevlana). Dışardan bakınca ikisi sanki aynı. Ve hatta aynı! Demek içerden bakmak lazım! İçin içinden! Fîhi Mâ-fîh!

 

Nasıl bakalım içerden? Hem de çok içerden, İbrahim Aleyhisselamın “sülbünden”, hücresinden bakalım...

 

İsmail'den (a.s)…

 

Hz. İsmail (a.s): “Allah'ın emrini yerine getir babacığım”, derken hiç tereddütsüz. “Emri” bildirene , İbrahim'e (a.s) teslim oluyor. Yalanlayabilir; ama “emri yerine getir” diyerek tasdik ediyor; başını teslim ediyor…

 

Kime?

 

İnsan'a.

 

“Museviyim” diyen de, “İseviyim” diyen de kendini “insan”la tarif ediyor!

 

"Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O halde bana uy da, seni doğru bir yola eriştireyim." (Meryem- 43)

 

“Ibrahim” o ilmin “zuhur” adı; ve manası, işte o ilim olabilir mi? 

 

Ya Hû!

 

Zuhur mahalli ile zuhur eden ilim ayrı mı?

 

Hüvezzahir.

 

Hüvelbatın.

 

İnsana teslim olmak, ilme teslim olmak, Hakk'a teslim olmak!

 

Hakk'a teslim olmak, ilme teslim olmak, İnsan'a teslim olmak!

 

Hem öyle teslim olmak ki…İsmail (a.s) gibi:

 

“Çek bıçağı, vur başımı!”

 

Yâ Hz. İnsan!

 

                                                                       ***

 

“Merhaba, ben İbrahim”

 

Bu hitabı içerden duyanlara selam olsun!

 

“Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım”

 

Hüvallahüllezi la ilahe illa hu...

 

 

meryemirmak@gmail.com

 

 

Yazar: Meryem Irmak
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 04.12.2024 tarihinde yazdırılmıştır.