Hz. Mevlânâ ve Hıristiyanlar

 

Hz. Mevlânâ ve Hıristiyanlar


 

Ünlü tasavvuf ve Mevlânâ uzmanı Prof. Dr. Annemarie Schimmel, “Muhammed” adlı eserinde şöyle der:

“Mevlânâ, Mesnevîsinin baş taraflarında (1/731), bazı Hristiyanların, İncil"de yazılı bulunan “AHMED” adını öptüklerini ve bu ismin bereketi sayesinde Romalıların (ölümcül) takiplerinden kurtulduklarını anlatır. Ve AHMED ismi, MUHAMMED isminden daha çok sırları taşıyan bir isim olarak kabul edilir.”1

Schimmel"in kaydettiği bu husus, Mesnevî"de şöyle geçer:

İncil"de Mustafa"nın o peygamberler başının

O safa denizinin ismi yazılıydı

Özellikleri, yüzünün şekli, savaşları

Oruç tutuşu, yemek yemesi hep anlatılmıştı

Hristiyanlar İncil"i okurken oraya gelince

O yüce ismi öper, O"nun latif anlatımına yüz sürerlerdi

Anlattığımız (Roma zulmü) fitnesinden korunmada,

Hristiyanlar bu şekilde tehlikeden emin olurlardı

Onlar, beylerin vezirin şerlerinden emin olarak

AHMED isminin korumasına sığınmışlardı

Bu korunmayla sayıları nesilleri çoğaldı

AHMED"in nuru bunlara yardım etti yar oldu.

AHMED"in ismi böyle yardım ederse

Acaba O"nun nurunun koruması nasıl olur?2

İşte Hz. Mevlânâ, İncil müjdeli Hz. Peygamber (s.)"i dillendiriyor ve onu Hristiyanlara anlatıyordu.

O dönemde Anadolu"da Rum ve Ermeni kökenli hristiyanlar vardı. İslâm"ın müsamahasından istifâde ile huzurlu bir hayat yaşıyorlar ve devlete az miktarda cizye denen bir vergi ödüyorlardı. Askerlikten muaftılar. Çoğu ticâretle uğraşıyor ve iktisadî seçkinleri teşkil ediyorlardı.

Anadolu"nun o dönemdeki üst seviyede kültürlülüğü çok orijinal bilim ve fikir adamlarının yetişmesine sebep olmuştur. Bu espriye uygun olarak, bugün Amerika 325 Avustralya 375 farklı kültürden sosyo-vital ve sosyo-kültürel bir zenginlik elde ederek, varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Hz. Mevlânâ bu mısralarında bozulmamış İncil"deki Ahmed müjdesinden hareketle, hristiyanlara sesleniyordu. Onlara, beklediğiniz âhir zaman Nebi"si, İncil"in, tebşir ettiği o Peygamber, işte budur diyerek dikkatlerini çekmeye çalışıyordu. Hiç şüphesiz onun bu dikkat çekişi, o dönemde olduğu kadar, günümüzde de Annemarie Schimmel gibi pek çok vicdanda ma"kes bulmuştur.

Evet Hz, Mevlânâ, o dönemde Konya Kırkkilise"sindeki papazlarla yani Hristiyan seçkinlerle bir çeşit temas halindeydi.

Eflâkî Dede"nin Menâkıbu"l-Arifîn"inde kaydettiğine göre Hz. Mevlânâ Konya"daki Kiliselere de gidiyor oradaki papazlarla görüşüyordu. Genişçe anlatılmamakla birlikte Menâkıb"da, Hz. Mevlânâ"nın Konya"daki kiliseye gidip, oradaki rahiplerle birkaç günlük halvetlere girdiği kaydedilmiştir.

Halvette kalmak gibi birçok manevî olayların yaşandığı uygulamayla Hz. Mevlânâ"nın, papazların ruhî hassasiyetlerine ulaşabildiğini anlıyoruz.

O, metod olarak onlara Kur"ân"daki basiretle da"veti kullanıyordu. Tam cepheden taarruzla onların nefislerini tepkili davranışlarda bulunmaya sebebiyet vermeden bazı ince mânâlarla, onların gönül dünyalarında kandiller yakmaya çalışıyordu.

Onlarla sohbet ederken Hz. Mevlânâ, “Hz. İsa"ya biz de inanıyoruz, belki sizden fazlaca biz seviyoruz. Onu sevmeyi öğreniniz, onu yaşayınız.” sözleriyle atıflarda bulunuyordu ve bunun muhabbet merkezli formülünü veriyordu.

Hz. Mevlânâ, Hz. İsa"yı anlayıp içinde dirilten Hristiyanların, İslâm"ı, Kur"ân"ı ve Hz. Peygamber"i anlayabileceğinin ve bunun da hidâyetle sonuçlanacağının farkında olan kâmil bir insan, kâmil bir mürşid ve terbiyeci idi. O hep, “–İçinizdeki İsâ"yı diriltiniz!” diye, onları Hz. İsa"nın hakikatine yönlendiriyordu. Çünkü Hz. İsa"nın hakikati, İslâm"dan başka bir şey değildi. Bu satırların arasında, şu soruyu sormadan geçmek mümkün değildir: “Peki biz içimizdeki Hz. Muhammed (s.)"i nasıl diriltelim de, o bilinç seviyesinde nefsimizi, İslâm"ın hidâyetine erdirelim?” Kendi nefsini hidâyete erdirmeyen, başka nefisleri nasıl hidâyete erdirsin?

Risâle-i Sipehsâlâr"da, Ahmed b. Ferîdûn, Hz. Mevlânâ"nın bu yöndeki bir hatırasını özetle şöyle nakleder.

Konyalı tüccarlardan biri İstanbul"da ticâret için yola çıkmak ister. Önce Hz. Mevlânâ"ya gider. O"nun duasını alır. Hz. Mevlânâ da ona belli bir adresteki kilisenin papazına verilmek üzere bir mektup teslim eder.

Tüccar, İstanbul"a gider, ticâret işlerini görür, bitirir. Sonra adresi verilen kiliseye gider, O esnada kilisede o papaz, hristiyanlara va"az vermekte ve âyin icra etmektedir.

Bir saat sonra dinî tören biter, herkes dağılır. Tüccar, hiç kimse kalmayınca, elindeki mektubu götürür, Hz. Mevlânâ"nın selamını tebliğ ederek o papaza takdim eder. Papaz mektubu yüzüne gözüne sürer. Sonra o tüccarla beraber kilisedeki özel odasına geçer. Papaz orada elbiselerini çıkarır, cübbe ve sarık giyer, din kardeşim diyerek o tüccarı içten bir samimiyetle kucaklar. Bu durumdan fevkalâde mütehassis olan tüccar, çok memnun olur. Ona Hz. Mevlânâ ile görüşüp görüşmediğini, Konya"ya gelip gelmediğini sorunca, İslâm"ını gizli tutan papaz, “Hayır, dünya gözüyle gidip görüşmedim, ama istediğim zaman onunla görüşebilirim” der. Ve duvardaki bir dolabın perdesini kaldırır. Tüccar orada Hz. Pîr"in küçükçe dizüstü oturduğunu görür. Onu önce maket bir heykel zanneder. Ama Hz. Mevlânâ onu selamlayınca onun canlı olduğunu anlar, o sırada çığlıkla vecde gelip bayılır. İşte Hz. Mevlânâ"nın manen irşâd ettiği papazların İstanbul"da mevcudiyeti bu hatıra ile ortaya çıkmış olmaktadır efendim.

Mesela, o yaşlı sakalı ağarmış bir papazı irşâd için “Sakalım senden daha genç ama senden önce olgunlaşıp beyazlaşmış” diyerek uyarması, onun bu yöndeki akl-ı selimi tefekküre sevk eden bir yapıya işaret eder.

Şimdi birkaç örnekle konumuzu vuzuha kavuşturalım:

Hz. Mevlânâ zamanında İstanbul"da dindarlığı yi a. manevî gücüyle temayüz etmiş bir papazdan bahsedilir. Rumeli ve Anadolu"daki pek çok papaz bu zâta bağlıdır. Bu zâtın, Hz. Mevlânâ ile mülakatı ve İslâm"a girişini, Mevlevi kaynaklar şöyle anlatır:

İstanbul"da bir papaz vardı. Bütün Anadolu ve Avrupa"da bulunan papazlar bu keşişe bağlanmıştı. Bu ünlü rahip, Hz. Mevlânâ"nın tevazu"u ve dervişliği konusundaki şöhretini duyup, hizmetinde bulunmak üzere Konya"ya gelir. İlk karşılaştıklarında, papaz selâm vermek için eğilir. Ona mukabele olarak Hz. Mevlânâ da eğilir. Rahip bir süre bekleyip başını kaldırınca, Hz. Mevlânâ"nın hala eğilmeye devam ettiğini görür. Bunun üzerine tekrar saygıyla eğilir. Bekler... sonra yine başını kaldırır. Görür ki Hz. Mevlânâ, yine aynı tevazu ile eğilmeye devam ediyor. Papaz mahcub olarak yine eğilir. Ama yine aynı durumla karşılaşır. Bu şekilde o papaz otuz defa eğilip kalkar ama her seferinde Hz. Mevlânâ aynı tevazu üzere eğilmiş vaziyette durmaktadır..

Bu fevkalade durumdan çok etkilenen o ünlü papaz ve yanındaki diğer keşişler hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olurlar.

Daha sonra, bir papaz karşısında niçin Öyle davrandığını istifsar yollu soranlara Hz. Mevlânâ şu cevabı verir:

“Biz yüce Allah"ın kullarına alçakgönüllü ve saygılı davranmayıp kime davranalım? Bu davranışımız onlara tesir edip, onları hidâyete erdirmedi mi? O papaz, bizim tevazu ve dervişliğimizi elimizden almaya kastetmişti. Biz de onun elinden aldık. Bu tevazu hasleti, bize Peygamber Efendimiz"den miras kalmıştır!”3

Bu olayda Hz. Mevlânâ"nın İslâm"ı tebliğ ederken, hâl yoluyla hareket ettiğini, yaşantısıyla örnek olduğunu görüyoruz. Gerçekten hal sirayeti irşâd konusunda çok etkilidir. Hatta beden dili de aynı Ölçüde belli bir etkiye sahiptir. Son zamanlarda Fakültemizde yapılan bir doktora tezi, beşyüz sayfaya yaklaşan geniş bir hacim içerisinde, Peygamber Efendimizin (s.) “Beden Dili” ile ilgili yönünü ortaya koymuştur. Ve Hz. Mevlânâ da irşâd yaparken o Yüce Peygamberi adım adim izlemiştir.

O, yaşayan bir Kur"ân, zirve bir örnek olarak Hz. Peygamber (s.)"i bütün ömrünce izlemeyi sürdürmüş bir pîr-i kâmil bir mürşid-i kâmildir.

Eflâki"den son bir Örnekle konumuzu hitâma erdirelim. Hz. Mevlânâ vefat, ettiğinde, cenazesine Kırkkilise papazlarının katılması olayı, onun onlarla olan münasebetinin bir başka önemli delilidir.

Cenaze kalkarken törene papazlar bir grup halinde katılmak isterler; ama cenazeyi taşıyanlar buna şiddetle tepki gösterirler. Hatta biraz da itip kakarlar. Ancak papazlar Hz. Mevlânâ"nın son yolculuğunda hazır bulunma taleplerinde son derece ısrarlı davranırlar. O kadar ısrar ederler ki sonunda Müslümanlar, bunun sebebini merak edip sorarlar. Papazlar:

“– O bizim için bir ekmek gibidir. Siz hiçbir aç adamın ekmekten kaçtığını gördünüz mü? Biz Hz. İsa"nın hakikatini O"ndan öğrenmiştik. Cenazesine biz katılmayalım da kim katılsın!” diye vefa ve takdir, dolu bir cevap verirler.

Bunun üzerine; Müslümanlar onların cenazeye katılma konusundaki olumsuz tutumlarını değiştirirler.

Hz. Mevlânâ hayattayken mahiyeti ve teferruatı tam açık olmamakla birlikte herkese açılım halindeydi. Din, dil ve ırk farkı gözetmeyen Hz. Mevlânâ ümmet-i da"vet olarak gördüğü hristiyanlara, en güzel şekilde davranmış ve onların gönüllerini İslâm"a ısındırmıştır. Bugün Hz. Mevlânâ ile ilgili ihtida merkezli o kadar çok olay vuku bulmaktadır ki, onlardan ibret almamak, kalben ürpermemek, heyecan selinde boğulmamak mümkün değildir.

Bu meyanda yaşayan Mevlânâlanmızı da gözden ırak etmeyelim, kıymetini bilelim efendim!

Dipnotlar: 1) Annemarie Schimmel, Muhammed, Munchen 2002, s. 52. 2) Hz. Mevlânâ, Mesnevî, c. I, beyt: 727-734 ve 737. 3) Sevakıb-I Menâkıb, 41

Altınoluk Dergisi

 

Yazar: Ethem Cebecioğlu
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 23.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.