Kimin elbisesi aşktan yırtılırsa
O kimse hırs ve ayıptan tamamen temizlenir
Yaşa ey güzel aşkımız varol muhabbetimiz
Yaşa ey aşk ki sen bütün dertlerimizin doktorusun
Ey aşk ! Sen kibir ve şöhretimizin ilacı ve çaresisin
Sen bizim Eflatun ve Calinusumuzsun
Topraktan olan cisim aşk sayesinde ufuklar aştı.
Dağ oynadı, çırpındı, hareket etti.
Aşk Tur dağının ruhuydu.
Tur dağı aşıkane mest oldu, Hazreti Musa bayılarak düştü.
(HER Kİ RA CAME Zİ AŞKİ ÇAK ŞUD )
(O ZE HIRS U AYB KÜLLİ PAK ŞUD)(ŞAD BAŞ EY AŞK-I HOŞ SEVDAI MA )
(EY TABİB-İ CÜMLE İLLETHAY-İ MA)(EY DEVAYI NAHVET VE NAMUS-U MA)
(EY TU EFLATUN VE CALİNUS-U MA)(CİSM-İ HAK EZ AŞK BER EFLAK ŞUD )
(KUH DER RAKS AMED VE ÇALAK ŞUD)(AŞIK-I CAN TUR AMED AŞIKA )
(TUR MEST VE HUR MUSA SAİKA)
Elbise nedir? Bedeni gizleyen esvap değil mi? Çıplaklığı örter. Yerine ve zamanına göre mevki ve makam da ifade eder. Ama bedenin sabit, elbisen geçicidir. Elbise kirlenir, eskir, yıpranır. Değiştirirsin. Temizlersin. Çıkarır yeniden giyinirsin. Seni gören, seni tanıyan giysinle tanır. İçini bilemez. Tıpkı bunun gibi, seni sen yapan şeylerin başında davranışların gelir. Davranışların hangi durumlarda hangi tepkileri verdiğindir. Tepkilerinin kaynağı duygu ve düşüncelerin, onların kaynağı ruhundur. Ruhun sabit davranışların değişkendir.
Aşk öyle bir şeydir ki, başına gelenin üstünü başını yırtası gelir. Delilik mi? Elbette aşk bir yönüyle deliliktir.
Aşk; zihnin, duyguların, düşüncelerin, beklentilerin, saplantıların, zevklerin, kederlerin bir noktada yoğunlaşmasıdır. Delilik de böyledir.
Aşk başına gelenin üstünü başını yırtma isteği bundandır. Bildiği, alıştığı, yaptığı, ettiği, bildiğini zannettiği ne varsa bütün kayıtlardan kurtuluştur. İnsan hayatına yön veren bütün tutkular gerçek aşkın, ilahî aşkın bir aynadan yansımasından ibarettir. Bu yansımayı bile bulamamışsa insan, zaten insan bile sayılmaz. Başıboş, günlük, anlık bir nefes alışla zamanını tüketir gider böyle olanlar. Karmaşa ve kararsızlık içindedir düşünceleri. Sadece mevcut üzerinde kısa ve güdük tepkiler verirler. Büyüttükleri zannettikleri benlikleri bile bencilliklerinin içinde erir, gider. Ama gerçek aşkın yansıması kadar da olsa bir tutkuya bağlanmış olanlar, benliklerini herhangi bir amacın içinde eritebilenler aşkın olağanüstü kimyası ile gerçekten varolur, gerçekten kimlik ve varlık bulurlar. Eserler bırakır, ayrışır, herhangi bir şey olmaktan kurtulurlar. Ya gerçek aşk, ilahî aşk, sonsuzluk aşkına düşenler nice ve nasıl olur? İşte onlar aşktan giysilerini yırtarlar.
Manevî âleme yönelenler, yani ilahî aşka düşenler; ruha göre elbise hükmünde olan davranışlarından, kötü huylarından kurtulurlar. Kötü huy elbiselerini yırtıp ruhlarının derinliklerinde yaratılıştan mevcut olan güzel huylarını ortaya çıkarırlar. İnsan ruhunu kirleten bir çok kötü huydan, hırstan, ayıp sayılan her türlü pislikten temizlenirler. Arınırlar.
Aşk; insanlığın en büyük alameti, en aziz nimeti, en lezzetli ruhanî gıdasıdır. Aşk; hangi çeşidi olursa olsun yüceliğe, ruh zenginliğine, iç derinliğine delalet eder. Maddî şeylerin aşka etkisi çok azdır. Çünkü aşk; maddeden yücedir. Aşkın büyük bir kısmı ruhanîdir. Çok az bir kısmı cismanîdir.
Aşkın cisimle alakası yoktur. Beden kuvvetiyle de alakası yoktur. Bazı zayıf ve çelimsiz adamların öyle kuvvetli aşkları olur ki, hem kendileri yanacak dereceye hem karşılarındakini yakacak dereceye gelebilirler. Gönülleri aydınlık, aşkın mayası ile mayalanmış olanlar aşık olmaya değer bir güzellik görünce o güzelliğin tesiriyle ve tasavvuruyla ağlamaya başlayabilirler. Hatta bazen güzelliğinden şiddetinden tasavvura bile mecalleri kalmaz da çaresizlik içinde hüzne düşerler. Bazen yine aynı güzelliğin etkisi ile gülebilir, o güzellik yanlarında değilken bile mutlu olabilir neşelenebilirler.
Aşk iki çeşittir. Biri her güzelliği, her nimeti her muhabbeti yaratan Allah"a aşık olmak. Bu aşk insanlığın ve lezzetin en yüksek, en yüce, en büyük derecesidir. Ne sözle ne kalemle tarifi mümkün değildir. Nasıl beş yaşındaki çocuğun yirmi yaşlarındaki gencin aşkını kelimelerle anlaması mümkün değilse mecazi aşk sahiplerinin de ilahî aşkı anlamaya güçleri yetmez. İlahî aşk kelimelerle anlaşılmaz. Çünkü benzersiz bir duygudur. İlahî aşkı olanların aşkları oranında manevî feyizleri artar. Kalbi ve aklı her türlü şüphe ve vesveseden kurtulur. Hiçbir korkusu ve vehmi kalmaz. Sonsuz güzellikte duygularla dolar, taşar. Yücelir. Diğer aşklar bile insanı hayvanlaşmaktan kurtarır. Bir dereceye kadar gerçekleri bulacak yolu da açabilir. Fakat diğer aşklar geçici olduğundan tehlikelidir. Hele harama yönlendirme ihtimali olması açısından çok daha tehlikelidir. Tehlikesi çok olduğundan ızdırabı da çok olur. Zira seven de sevilen de her halükarda değişecektir. Eninde sonunda birbirinden ayrılacaktır. Her aşkın sonunda mutlaka elem ve acı olacaktır. O zaman bundan kurtulmak gerekir mi? Kurtulmanın çaresi var mı? Bu iki soruya cevap vermek son derece güçtür. Ama aşk, ilahî aşk ise cevabı çok kolaydır. İnsan ilahî aşk için her an ve saniyede yüz bin defa canını feda etse yine herkesten daha mutludur. Ebedî âlemde mesuttur.
Aşk bütün hastalıkların tabibidir. Aşk, hem maddî hem manevî, hem beden hem ruh hastalıklarının ilacıdır, çaresidir.
Aşkın maddî hastalıklara ilaç oluşu şöyle gerçekleşir. İnsan keder ve acı verecek bir çok şeyle karşı karşıyadır. Kederi ve acısı ne olursa olsun, aşka düştüğü andan itibaren, bütün zihin, akıl, ruh, duygu yeteneklerini bir noktada yoğunlaştırır. Bu yoğunlaşma onu diğer keder ve acılarından uzaklaştıracaktır.
Aşkın manevî dertlere faydası sayısızdır. Aşk insanın sinir sistemine sürekli hayat kaynağıdır. İnsan birde gerçek aşık ise, bütün muhabbetini Cenabı Hakk"a yöneltir. Böylece tüm davranışları sapmalardan kurtulur. “Güzel Ahlak” tanımı içine giren ne davranış varsa o kişinin ayrılmaz sıfatına dönüşür. Hiç kimseye kötülük yapamaz, kötü şeyler düşünemez. Öncelikle bütün âlemi yaratan Allah"ı sonra O"nun yarattığı her şeyi kelimenin tam anlamıyla sever. Allah"ın yarattıklarının içinde akıl ve duygu sahibi olmakla özel bir konumu olan insanı sever. İnsan sevgisi, çok derin noktalara ulaşır. Sevginin bir adım sonrası olan merhamet ve şefkate ulaşır.
Aşkın dışa yansıması, maddî varlıklarla ilinti kurma noktası farklı şekillerde ortaya çıkar. Mesela, aşık, sevdiğinden gelen bir mektubu, bir kağıt parçasını, elbisesinden bir parçayı, hatta bastığı toprağı bile önemser. Göründüğünden daha derin anlamlar yükler. “Güneşi seviyorum, çünkü bu güneş şimdi onu da ısıtıyor, mehtabı seviyorum çünkü şimdi bu mehtap onu da aydınlatıyor” demeye başlar. Gördüğü her şeyi sevgilisinden gelen bir saadet yadigarı gibi görür.
Evrende ne varsa; insanlar, hayvanlar, bitkiler, yeryüzü, gökyüzü, hepsi aşk ile vardır, aşk ile varlıklarını devam ettirir, aşk ile döner, devinir. Çünkü Allah ne yarattı ise çift yaratmıştır. (Yasin-36) Her çiftin biri diğerinin parçasıdır. Varlık diğer parçasını aramak, bulmakla ortaya çıkmaktadır. İşte aşk eksik parçanın tamamlanmak üzere diğer parçasını arayışıdır. Acısı bulamadığında, saadeti bulduğundadır.
Bu konuda söylenecek söz o kadar çok ki yüz sayfa yazılsa bir harfi bile olmaz. Doğru olan bu konuda bilgilenmek değil, bizzat yaşamaktır.
Kibir ve şöhret tutkusu insanın başına gelecek belaların en büyüklerindendir. Tıpkı hırs gibi her insanın içinde taşıdığı, denetim altında tutması, ortaya çıkmaması için çaba harcaması gereken iki hastalık. İki ruh problemi. İki sapma. Sinsi ve gizli iki düşman. Ortaya çıkmak için fırsat kollayan uygun ortam bulduğunda harekete geçip insanı esir eden iki ceberut. Her insanı bekleyen bu iki tehdidin eline düşüp yok olan o kadar çok insan vardır ki, insanlık tarihi aslında bunlardan ve bunların yaptıklarından ibarettir denilse yeridir.
Irk, renk, din, ilim, konum fark etmeksizin herkesin düşebileceği bu hastalığın ilacı sadece aştır. Ancak aşık olanlar kibir ve şöhret tutkusunun şerrinden emin olabilirler. Çünkü aşk ve kibir asla bir arada olamaz. Bir insan aşıksa kibirli, kibirli ise aşık değildir.
Burada geçen Eflatun Yunanlı meşhur filozof, Calinus (Galinos) yine Yunanlı meşhur tabiptir. Biri felsefede diğeri tıpta önemli iki tarihi şahsiyetin aşka benzetilmesi aşkın insan üzerindeki etki gücüne vurgu yapıyor. Aşk, Eflatun gibi doğru düşünmenin kurallarını öğretir insana, Calinus gibi hastalıklardan nasıl korunacağını, şayet hastalığa yakalanmış ise nasıl kurtulacağını. Aşk; bütün dertlere hem ilacın kimyası hem o kimyanın nasıl edileceğinin bilgisidir.
Ufuklar aşmadı mı? Efendimiz (S.A.V.)"in vücudu da topraktan gelmekte idi. Miraç mucizesi, topraktan olan bedenin zamanı ve mekanı geçmesi, zamansızlık ve mekansızlık boyutuna geçişi idi. Ufuklar böyle aşılmıştı. Yine Hazreti İdris Peygamber de göklere çekilmiş, ufukların ötesine götürülmüştü.
Bütün bunlar ancak aşk ile olur. Aşk öyle bir şeydir ki, topraktan olan bedeni bilinen tabiat kanunlarının ötesine taşır. Aşkı olmayan ceset kalmaya, toprak olmaya mahkum olur. Ancak aşk ile gelip geçici olan şeylerin tümünden kurtulur insan, sonsuzluğu bulur.
Sadece küçük insan bedenleri değil koca dağlar bile aşka düşerse yerinden oynar. Titremeye, sıçramaya başlar. Aşkın gücü dağları bile harekete geçirir. Nitekim Hazreti Musa Cenabı Hakk"ı görmek istemiş, göremeyeceği beyan buyrulmuş, onu görmenin mümkün olmadığı, hiçbir varlığın ondan gelecek aşk dalgasına dayanamayacağı söylenmişti. İşte bu hadisenin cereyan ettiği anda dağa gelen tecelli ile dağ yerinden oynamıştı. Dağı yerinden oynatan şey aşktı.
Dağları yerinden oynatan aşk, medarını bulunca dağ gibi çöküp kalmış her türlü ağırlığı yerinden oynatır, söker, sıçratır.
(Araf-140) Bütün bunlar olup biterken, Aşk Tur dağının ruhu yerine geçmişti. Koca dağ, ruh sahibi olmuştu. Koca dağ aşktan bir ruha sahip olmanın ağırlığını kaldıramamış, yanmaya başlamıştı. Aşk yakar düştüğü yeri.
Tur dağı aşk sarhoşu gibi sallanıyordu. Hazreti Musa mümkün olmayanı istediğini anlamış, gördüklerinin dehşetine kapılmış, dayanamamış, düşmüş bayılmıştı.
M. Sait Karaçorlu