Mesnevi ve Türk İrfanı: Mesnevihanlık Geleneği*
Mesnevî"sin işidüp hazret-i Mevlânâ"nun
Güşvâr oldu kulağumda kelâmı anun
Bahtî
Özet
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, sûfî kimliği ile dînî-sosyal tarihimizi etkilediği gibi, şâir ve düşünür olarak da kültür, edebiyat ve düşünce tarihimize önemli katkılar sağlamıştır. Bu makalede, onun şâir yönü sûfiliğinden ayrı tutulmadan, özellikle en temel eseri olan Mesnevî etrafında teşekkül eden Mesnevîhânlık kavramından yola çıkılarak Türk irfânına katkıları tartışma konusu edilmektedir.
Mesnevîhânlık, başlangıçta Mevlevîhânelerde Mesnevî takrir eden Mevlevî dedelerini ifade etmek için kullanılan bir kavramken, zamanla mahiyeti ve anlamı genişlemiştir. Böylece ister Mevlevî gelenekten gelsin, ister farklı bir muhite mensup olsun, Mesnevî okutan ve şerh eden kişileri ifade eder olmuştur. Bilhassa 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özellikle Nakşî kökenli Mesnevîhânların sayısı artmıştır. Bu durum Mesnevî"nin daha geniş kitlelerce okunup, esaslarının benimsenmesine imkan vermiştir.
Abstract
MathnawTand Turkish Gnosticism:
Tradition of Mesnevihanlik (MathnawT Recitation)
Maulānā Jelaluddin Rumi has contributed to our culture, literature and history of thought as a poet and thinker as well as he affected our religious and social history as a Sûfî. In this article, without separating his two sides as poet and Sûfî, his contributions to Turkish Gnosticism is discussed in the light of term “masnavihanlik” (Masnavi recitation) which was formed from his major work, Mathnawī.
While the term “masnavihan” was initially used for Mawlawi Dedes who recited Mathnawī in Mawlawihanas (houses of mawlawi), eventually its meaning changed and came to mean anybody who recite and interpret Mathnawī, regardless of his affiliation. Especially in the last quarter of the 18th century, masnavihans from Nakshbandi origin increased in number. Thus crowds of people had the opportunity to read Mathnawī and appropriate its ideas.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, Mesnevîhân, Türk İrfanı
Key words: Maulânâ, Mathnawī, Mathnawī Reciter, Turkish Gnosticism.
Giriş
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.1273), tasavvufî kişiliği ve düşüncelerinin yanında, Türk irfânına ve edebiyatına etkisi bakımından da dikkat çeker. Bu etki, ne Mevlevîhanelerle ne de bu gelenekten gelen şairlerle sınırlıdır. Mevlevîhanelerde tamamladıkları çilelerle yüksek bir edebî ve estetik zevke ulaşan dervişlerin, ulaştıkları derûnî tecrübeyi içinde yaşadıkları şehrin hizmetine sunmaları kaçınılmazdır. Keza Mevlevî gelenekle doğrudan doğruya ilişkisi olmayan bazı şairlerin de ondan etkilendiklerini tespit etmek mümkündür. Bu etkinin oluşmasını sağlayan müesseselerden birisi Mesnevîhânlıktır. Mesnevîhânlık, başlangıçta sadece Mevlevîhâne-lerde Mesnevî takrir
Mesnevîhân kavramındaki genişlemeye paralel olarak, Mesnevî takrir edilen mekânlarda da farklılıklar görülmektedir. Mevlevîha-nelerin dışında, yalnızca Mesnevî takrirlerinin yapıldığı Mesnevîhâ-neler tesis edilmiştir. Bunlardan başka bazı Nakşî dergâhları başta olmak üzere, diğer tarikatların tekkelerinde, bazı medreselerde ve konaklarda da okunmaya başlanmıştır. Bu makalede, Mevlevî kaynaklarının dışına çıkılarak, daha çok Hüseyin Vassaf"ın Sefine-i Evliyâ"sından hareketle Mesnevîhânlara ilişkin bazı tespitler yapılacaktır. Buradan haretele Mesnevînin Türk irfânına ve edebi-yatına etkisi tartışma konusu edilecektir. Makalenin münderecatı içerisinde ne Mesnevîhânlık kavramı, ne de bir kurum olarak tarihsel süreç içerisindeki serencamı inceleme konusu edilir. Dolayısıyla Mevlevî gelenekten gelen Mesnevîhân ve şârihlere de yer verilme-yecektir. Makaleyi böylece sınırlamamız, konunun mahiyeti itibariyle genişliğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim bu konu, müstakil bir kitapta bütün cepheleriyle ele alınabilecek niteliktedir.
Mesnevî ve Türk İrfânı
Mevlânâ, tarih boyunca Türk insanının zihniyetini ve ufkunu inşa eden, onu akıl ve gönül iksiriyle yoğurarak dönüştüren en önemli şahsiyetlerden birisidir. Bu etkiyi, bir ulu kişi ve bir “büyük rûh” olarak hayata dair verdiği cevaplar, tecrübeleri ve hakkında anlatıla gelen menkıbelerinden yola çıkarak izah etmek mümkündür. Yine bu etkiyi, onun fikirleri doğrultusunda kurulan bir rûhî aydınlanma ve bir bilinç kazanma yolu olan Mevlevîliğin kurulu-şundan itibaren ortaya koyduğu faaliyetleri esas alarak da izah edebiliriz. Çünkü Mevlevîlik, dînî toplumsal tarih içerisinde olduğu kadar, sanat ve edebiyat tarihimiz açısından da derin tesirler icra eden bir yoldur. Bu yolun sâliklerine kazandırdığı ve bizim Mevlevî nezaketi ve çelebi tavrı dediğimiz bakış açısının bir rahmet gibi bu toprakları kuşattığı bir gerçektir. Çelebi tavır, ahlakî ve estetik açıdan tamamlanmışlıktır. Çelebi, işlerinde hüsn-i tedbîr sahibidir; bu sebepten de gün içinde hep olumlu cümle kullanmaya özen gösterir. Mamafih sosyal hayat içerisinde insana değer verir ve ona anlayış ve sevgiyle yaklaşır. Çünkü o, varlığı mânâ ve mazmûnuyla idrak etmiştir; gerçek fâilin farkındadır. Bu yüzden de dünya hayatında karşılaştığı her hali hoş nazarla değerlendirir. Bütün bunlar, sanat ve estetikle incelmiş olgun bir rûhun, ahlaken yücelmiş insanın tavrıdır.
Türk irfân hayatı, çelebi tavırdan beslenmiştir. Burada Türk irfânı kavramından, irfân kelimesinin çağrıştırdığı anlama bağlı olarak, sadece sûfî ekoller kastedilmemektedir. Anadolu"daki irfânî aydınlanma yolları olan sûfî ekollerin hemen pek çoğu Mevlânâ"dan ve Mevlevîlikten etkilenmiş yahut Mevlevîliği etkilemişlerdir. Bundan başka her hangi bir ekol içerisinde bulunmayan halkın irfânı vardır; dinleyerek, anlayışını geliştiren, rûhen incelen ve yücelen büyük bir kitlede görülen bu irfânın oluşmasında da Mevlânâ ve Mesnevî"nin etkisi vardır. Çoğu kimse, Mesnevî"nin Farsça yazılması ve orada geçen konuların derin felsefî meselelere matuf olması dolayısıyla, Mevlevîliğin, seçkin şehirli insana hitap ediyor olduğunu düşünür. Bu doğrudur; ancak bu demek değildir ki, Mevlânâ sadece şehirli ve seçkin insana hitap etmiştir. Nitekim Mevlevî gelenekten dilimize intikal eden “eyvallah”, “bu da geçer yâ hû!” ve “lambayı uyutmak” gibi deyimler ve sözler, onun halk irfânının önemli kaynaklarından biri olduğuna işarettir. Dilimizde bir “açık kapı” deyimi vardır. Mevlevîlikten intikal eden bu deyimle biz, yoksula açık olan, misafiri eksik olmayan evi kastetmekteyiz. Yine bu deyimle alakalı bir niyaz vardır: “Açık kapıyı Allah kapatmasın!” deriz. Zaten Mevlevîler “kapıyı kapatmak”tan hiç sözetmezler.; “kapıyı örtmek” veya “sırlamak” tabirleri vardır1. Bir de “âgâh” tabiri vardır; “âgâh olmak” şeklinde de kullanılır; uyanık, anlayışlı, sezen, bilen kişi demektir. Mevlevîler uyuyan kişiyi ürkütmeden, nezâketle ve nezahetle “Derviş âgâh ol!” diyerek uyandırırlar2. Binaenaleyh “âgâh kişi” gerçek yolu bilen, dâimâ uyanık ve dâimâ hakîkatin peşinde, sezgisi ve ufku açık olacakları sezen çelebidir. Nitekim Mevlânâ, her seviyeden insanı alır, onu medeniyete, sanata ilim ve irfânâ uyandırarak kabiliyeti oranında, yüksek anlayış ve idrak seviyesine çıkartır. Bu anlayış ve idrak seviyesinin tezâhürü olan çelebi tavır, Türk irfânına yön vermiştir.
Mevlana"nın Türk irfânını etkilemesi iki şekilde olmuştur; ilki kurumsal, ikincisi ise sözledir. Kurumsal etki, Mevlevîhaneler ve Mevlevîlik yoluyladır. Şöyle ki, Mevlevîhanelerde icra edilen ayin ve mukabeleler ve bunların geleneksel hale gelen ritüelleri, semâ ve mûsikî ile iç içe gelişen incelik, çilekeş dervişin uzunca bir dönem süren tekke hayatı boyunca matbahta kazandığı hat ve kitap sanatları gibi estetik üretime dönük yönle birleşmiştir. Bu birliktelik, sadece madde ve mânânın izdivâcı değildir; aynı zamanda tarihe geçen pek çok eserin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan sürecin de başlangıcıdır. Bu süreç, Türk irfânını sanat boyutuyla kuşatarak onun estetik mahiyetini takviye eder. Nitekim Mevlevîhaneler, musiki, hat ve şiir gibi söz ve plastik sanatlarının en önemli temsilcilerini yetiştirmiştir. Bu sanatçıların, Mevlevîlikten nasîbi olmayan başka insanları da usta-çırak ilişkisiyle yetiştirdiği düşünülürse, bu etkinin, tezkirelere ve kayıtlara geçen istatistikî verilerle sınırlı olmadığı görülür. Şu halde, Mevlânâ tarihi ve menkâbevî tecrübeleriyle Türk insanını etkilediği gibi, oluşturduğu gelenek de bu etkiyi hem geliştirmiş ve hem de canlı tutmuştur. Bu bakımdan Mevlânâ"yı Mevlevîlikle birlikte düşünmek gerekir.
Türk irfânına sözlü etkisi, Mesnevî"nin vesilesiyle teşekkül ve tekâmül etmiştir. Bu yolun Mevlevîliği de aşan bir tesir alanı vardır; o da Mesnevî"de hayat bulan Mevlânâ"dır. Nasıl ki, Mevlânâ, ulaştığı vecd halini ve temâşâ ettiği mânâ iklimini terennüm ederek Mesnevî"ye hayat vermiştir; tıpkı bunun gibi, Mesnevî de daha sonra-ki kuşaklar tarafından okunarak, şerh edilerek, özeti çıkartılarak, fihristi yapılarak, sözlüğü hazırlanılarak ve bir ders kitabı gibi çeşitli meclislerde okunarak müellifine hayat vermiştir. Mesnevî, sadece Mevlevîhânelerde, çelebi tavrı kazanmış insanlar yahut bu yolun sâlikleri tarafından okunmamıştır. Aynı zamanda konak, köşk ve ev gibi özel mahfillerde okunarak memurundan efendisine, şairinden tarihçisine resmî ve elit insanı etkilediği gibi, câmi ve Mesnevîhâ-nelerdeki takrirler dolayısıyla da geniş halk kesimlerinin gönül dünyasını inşâ etmiştir. Bu yüzdendir ki, eskiler onu deryâ-yı mârifet olarak nitelendirmişlerdir.
Mesnevî, deryâ-yı mârifettir. Bu nitelemeyi tahlil sadedinde mârifet kelimesinin anlamını belirlemekte yarar vardır. Bilindiği gibi biz mârifeti, kelime olarak, bilmek anlamına kullanıyoruz. Ancak bu bilmek, bir konu üzerinde ilmî etütle elde edilen bir bilişten çok farklıdır; bir şeyin üzerinde derin tefekkür ve tedebbürle ulaşılan bir bilgilenme haline işaret eder. Tefekkür, bir mesele hakkında zihni faaliyet gösterme, düşünme ve derin düşünmedir; tedebbür ise, tedbirli olma, duruma uygun hareket etmek olarak açıklanmaktadır. Tedebbür, etimolojik olarak her ne kadar tedbirli olma haline delâlet etse de, bizim kültürümüzde kelimenin anlamı biraz daha geniştir; kelimenin bir şeyin sonunu, hakîkatini düşünme anlamı da vardır. Her ne ise, tefekkür ve tedebbür kelimeleri üzerinde düşünmek bahs-i digerdir. Ancak buradan yola çıkarak mârifetin, bir zihni faaliyet olmanın yanında, meselenin hakîkati etrafında düşünerek ulaşılan bir bilgi olduğuna işaret etmek mümkündür. Daha doğrusu, sûfî gelenekte mârifet, rûhânî halleri yaşayarak, mânevî ve ilâhî hakîkatleri tadarak elde edilen irfânî bilgidir. Bu bilgiye, sûfi şeriat, tarîkat ve hakîkat kapılarından geçerek ulaşır. Deryâ-yı mârifet olan Mesnevî, bu sonuncu kapıda yapılan sohbetleri hâvîdir. Bu sebepledir ki, o sadece ma"lûm-ı ilâm kabilinden bir kısım bilgilerin derlenip yeni bir üslupla düzenlendiği ansiklopedik bir eser değildir; tefekkür ve tedebbürle ulaşılan hakîkatlerin sunulduğu eşsiz bir eserdir.
Erol Güngör, “Türkmeni yeni bir medeniyete hazırlayan iki büyük müessese vardı: Medrese ve Tekke” demektedir3. Deryâ-ı mârifet olan Mesnevî, hem medresede hem de farklı tariklerin tekkelerinde okunması bakımından bu yeni medeniyetin en önemli yapı taşıdır. Bu yeni medeniyeti inşâ eden iksir, Türk irfânıdır. Türk irfânı derken, bu toprakların insanının hayata dair sorulara verdiği anlamlı cevapları, varlığı tanımayı, anlamayı ve idrâk etmeyi, zamana ve mekana uygun davranma melekesine sahip olmayı, âleme hikmet nazarıyla bakmayı kastedilmektedir. Bu bakışa ulaşmak, bir aydın-lanma sürecinin neticesidir. Çünkü irfânî bilgi, en önemli kaynağı ilhâm ve tefekkür olan bir tanıma sürecini ifade eder. Mesnevî, işte bu ilhamın kaynaklarından birisi, bu tefekkür sürecinin en önemli göstergesi ve tecrübe edilmiş örneğidir. İrfanî bilgiye ulaştıran en önemli metot, dinlemek ve müşâhade etmektir. Dinlemek, en önemli öğrenme biçimlerinden biridir ve bizim kültür ve bilim tarihimizde bu daha çok, ilim ve irfân mekanları olarak nitelendirilen, evler, odalar, konaklar, camiler, tekkeler, kitapçı dükkânları, mûsikî fasıllarının yapıldığı muhîtler, edebi mahfiller, âhî ve fütüvvet teşkilatlarının lokalleri, hatta kahvehaneler ve meyhaneler gibi çok çeşitlilik arzeder. Keza saray ve siyasetle halk irfânını buluşturan mekânlar olması itibariyle Huzur Derslerini ve ramazan ve düğünler vesilesiyle düzenlenen saray eğlencelerini de anmakta yarar vardır. Mesnevînin okunduğu, Mevlânâ"nın yolunun öğretildiği Mevlevîhâneler ve Mesnevîhâneler (Dâru"l-Mesnevî) de bu mekanlar içerisinde önemli bir yere sahiptir.
Mesnevî"nin Türk irfânını etkilemesi, mânevî bir silsileye dayanan Mevlevî öğretilerinin aktarımıyla ve bu irfânî yolun dışında kalan diğer tarikat mensupları veya her hangi bir rûhânî yola mensup olmayan kişilerin mesnevîhânlık dairesi içerisinde dinle-meleri suretiyle olmuştur. Diğer bir ifadeyle, bir Mevlevîler vardır; bir de Mevlevî olmamakla birlikte Mesnevi okumalarına devam eden muhipler vardır. Bu bakımdan Osmanlı şiirinde Mevlana"nın etkisi, öyle sanıldığı gibi, sadece Mevlevî gelenekten gelen şairlerle sınırlı değildir4. Türk irfân hayatına yön veren en önemli unsur şiirdir. Çünkü bu şiirler, sadece divanlarda kalarak belirli bir kesime hitap etmemiş, aksine cönk ve mecmualarda bir araya getirilerek halk kitaplarına dönüşmüş yahut Zînetü"l-mecâlis tarzı eserlerde olduğu gibi, derlenen mısra-ı berceste ve meşhur beyitleriyle meclislerde okunup dinlenen ve ilham alınan metinlerdir. Pratik felsefe açısın-dan, hayatın anlamına ve karşılaşılan sorunlara cevaplar içeren bu hikmetli mısra ve beyitlerin halk katmanları üzerinde derin etkiler yaptığı, bir gerçektir.
Mesnevîhanlık ve Geleneksel İzdüşümü
Deryâ-yı mârifet olan Mesnevî, evvelce de ifade edildiği gibi, başlangıçta Mevlevîhânelerde takrir edilirken, zamanla diğer tarîkat mensuplarının da mesnevîhanlık icazet almasıyla farklı dergâhlarda, câmilerde, konaklarda, köşklerde ve evlerde de okunmuştur. Damat İbrahim Paşa"nın gayretleriyle artık Mesnevî"nin medresenin müfredatı içerisine girdiğine tanık oluyoruz. Nitekim Paşa, yaptırdığı medresede tasavvuf ilminin ve Mesnevinin okunmasını da vakfetmiş; böylece Mesnevî medreseye de girmiştir5. Bu bakımdan “bir topluluğa Mesnevî"yi okuyarak şerh eden kişileri” 6 ifade eden mesnevîhanlık, medeniyet ve eğitim tarihimizin önemli kavramlarından biri haline gelmiştir.
İlk mesnevîhân, Mevlana"nın kâtibi olarak Mesnevî"yi de yazan Hüsameddin Çelebi"dir. O daha sonra başta Sirâceddin Mesnevîhân olmak üzere Mesnevî"nin anlam dünyasına vâkıf ilk mesnevîhânları da yetiştirmiş ve yol böylece devam etmiştir7. Bilindiği gibi Mevlevîhâ-nelerde Mesnevî takrîri temel uygulamalardan birisidir. Dergâhın ilk mürşitlerinden olan Ulu Arif Çelebi, seyahate çıktığında, Dergahta Mesnevî takrir etmeleri için Sirâceddin Mesnevîhânı ve mütercim Mahmud Dede"yi vekil tayin etmiştir. Nitekim bazı vakfiyelerden anladığımıza göre, mesnevîhânlık, Mevlevîhanede postnişîn olma imkânını kolaylaştırmaktadır. Bu meyanda bir örnek olması bakımından Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde 636 numaralı defterin 1. Sayfa 1. Sırasında kayıtlı bulunan “Mihrişah Sultan (Mihrişah Valide Sultan) Vakfı” na ait 1209 tarihli vakfiyeyi burada zikretmek mümkündür:
“Yine müvekkilim devletli Vâlide Sultân aliyyetü"ş-şân Hazretleri şol vecihle şart ve ta'yîn buyurdular ki mahrûse-i Galata Mevlevîhânesinde hâlâ post-nişîn olan Şeyh Mehmed Gâlib Dede Efendi Mevlevîhâne-i mezkûrede haftada iki gün salı ve cum'a günlerinde kable'l-mukâbele teberrüken ve teyemmünen hângâh-ı mezkûrda Mesnevî-i Şerif kıra"at eyleyüp ve hângâh-ı mezkûr ile Kasımpaşa ve Beşiktaş ve Yenikapı Mevlevîhâneleri dervîşânından ve sâir erbâb-i isti'dâd ve istihkâkdan Mesnevî-i Şerîf kıra"atına hâhişker ve te'allum ve tahsîle tâlib ve râğib ashâb-ı hünerden intihâb olunan zevâta dahi ta"lîm ve akabinde şevketlû kerâmetlü kudretli padişâh-ı âlem-penâh efendimiz hazretlerinin serîr-i saltanatlarında dâim ve a'dâ-yı bedhâhları üzerlerine her hâlde gâlib ve muzaffer olmaları da'vetine ve sâhibetü"l-hayrât ve'l-hasenât ve râğıbetu'l-müberrât ve'l-mesûbât devletlû inâyetlû Valide Sultan aliyyetü'ş-şân Efendimiz Hazretlerinin dahi devâm-ı eyyâm-ı ömr ve devletleri ed'iyyesine müdâvemet ve muvâzebet edüp bu hizmet-i celîlesi mukâbelesinde ğallât-ı vakf-ı mezbûreden şeyh-i merkûm yevmi altmış akçe vazîfe ile imâret-i mezkûreden dahi yevmi iki çift fodula ve iki mükemmel ta'âma mutasarrıf ola ve yevm-i mezkûrlarda bâlâda tahrîr olunan dört aded zâviyeler dervişânından Mesnevî-i Şerîf ta'limine ale'd-devâm hâzır ve mevcûd bulunan zevâta yevmi oniki akçe şâkirdlik vazîfesiyle şeyh-i mumâ ileyh ma'rifetiyle müsâvât vechi üzere tevzî' ve taksîm oluna ve mûmâ ileyh Şeyh Mehmed Galib Dede Efendi"den sonra meşihât-i ciheti nâ-ehle tevcih olunmayub ancak zikirleri murûr eden dört aded Mevlevîhâne meşâyihinden kâimmakâm-ı mütevelli ma'rifetiyle ledel-imtihân âlim ve fâzıl ve Mesnevi-i Şerîfi tedris ve tâlime kangisi muktedir ise cihet-i mezkûre ol zâta tevcîh oluna.”
Mihrişah Sultan Vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Galata Mevlevîhanesi"nde şeyh olan meşhûr şair Şeyh Mehmet Gâlip Dede (ö.1799), salı ve cuma günleri olmak üzere haftada iki gün dergahta Mesnevî takrîr edecektir. Yine bu dersleri sadece kendi tekkesindeki mürit ve muhibbânı değil, Kasımpaşa, Beşiktaş ve Yenikapı Mevlevîhanelerinden gelenler ile bu yolun içerisinde olmayan, ama Mesnevî okumak isteyen kabiliyet sâhibi kimseler de alabilecektir. Mehmet Gâlip Dede"nin irtihâlinden sonra da yerini dolduracak kişide öncelikli aranan husus, bu dersleri devam ettirebilecek bir salâhiyete sâhip olmasıdır. Keza Mesnevî okuyup, okutamayan kimseler “nâ-ehil” olarak nitelendirilmektedir. Arşiv kayıtları ve vakfiyeler, mesnevîhânlık açısından daha ayrıntılı bir tetkike tabi tutulduğunda daha ilginç tespitlere imkân vereceği aşikârdır. Burada mesnevîhânlığın, Mevlevî gelenekteki yerini göstermek bakımından bu belge zikredilmiştir. Bununla birlikte, zamanla Konya Âsitânesi"nde bulunan çelebiler, Mevlevî çilesi çıkarmış olsun olmasın kimi gerekçelerle bazı insanlara Mesnevîhânlık icazetleri vermişlerdir. Böylece mesnevîhânlık, icazetle ulaşılan bir makama dönüşmüştür.
Tâhirü"l-Mevlevî, hatıralarını yayınladığı esere Abdulhalim Çelebi"nin kendisine takdim ettiği mesnevîhânlık icazet-nâmesini almış ve nasıl mesnevîhân olduğunu izah etmiştir. Bu icazete göre, mesnevîhânlık icazeti her hangi bir kitabın takriri ve şerhine dönük izinden çok ötedir; aynı zamanda dedelik iznini de içerir. Mamafih bir örnek olması hasebiyle onun bahsi geçen icazet namesi burada zikredilebilir.
“Dâhil-i tarîkü"z-zevk ve vicdân sâlik-i meslek-i şevk ve"l-irfân, rûh-ı pür-fütûhum izzetlü Muhammed Tâhir el-Mevlevî Dede Efendi dâme feyzuhû tahiyyât-ı vâfiye ve teslîmât-ı sâfiye iblâ"ıyle inhâ olunur ki fıtrat-ı zâtiyyenize mevhibe-i Rabbânî ve tevfîkât-ı Samedânî olan fazl u irfân-ı hakîkiyyeniz îcâbınca cedd-i emcedim kutbu arşu"l-hilâfe ve şems ü semâu"r-re"fe kıbletü"l-ârifîn ve ka"betü"t-tâifîn sultânu"l- kâmilîn vâris-i ekmeli"l-mürselîn Cenâb-ı Mevlâna Celâleddîn "azzemehullahu zikrûhû ve radıyallâhu "anhu Efendimiz Hazretleri"ne ezelî ve ebedî intisâbla tarîkat-ı aliyyemize derkâr olan râbıta ve teslimiyyet ve kıdeminize binâen nisbeten ve tarîkaten dâî-i fakîre mevrûs ve mevhûb icâze üzerine mesnevîhânlara mahsus olan destâr-ı şerîf misüllü kenârı açık destâr-ı şerîf sarmaya bu kere tarafımızdan destûr ve icâzet verilmiş olmakla mübârek ve resmî
Câ-nişîn-i Hazret-i Mevlânâ Mesnevîhân
Eş-Şeyh el-Fakîr Abdülhalîm bin Hazret-i Mevlânâ”8
Şu halde mesnevîhânlık, icazete bağlı ve ders takririni esas alan bir kurumdur. Oysa Mesnevî şârihleri de, yazarak bu takrir işini devam ettirmektedirler. Bu yüzden onların da şârih- mesnevîhân olarak nitelendirilmesi mümkündür. Mesela, her ne kadar bir mesnevîhân olarak nitelendirilmese de Mesnevî"nin ilk 748 beytini (I. Cilt 1-328, II.Cilt 329-748) şerhederek Rûhu"l-Mesnevî adıyla bir eser vücuda getiren İsmail Hakkı Bursevî (ö.1725)"yi bir mesnevîhân olarak görmek mümkündür. Nitekim Celvetî yolunun önemli şahsiyetlerinden olan Bursevî, sadece Rûhul-Mesnevî"de değil, diğer eserlerinde de Mesnevîden yararlanmıştır. Hatta bu yolun pîri olan Üftâde (ö. 1580) rüyasında Mevlânâ"yı görmüş ve onun telkinleriyle Farsçasını geliştirerek sohbetlerinde Mesnevî"den bazı beyitler okumuştur9.
Mesnevî şârihi olarak ün kazanmış olan İsmâîl-i Ankaravî, Mesnevîhânlığa dair şu değerlendirmeleri yapmaktadır:
“Gerçek şudur ki Mesnevî-i Şerîf kitâbını iyi bir şekilde bilen cehâlet ve gafletten kurtulur. Mesnevî"nin muhtevasıyla amel eden kimse, rabbânî âlimler ve Hak mürşidler mertebesine erer. Ancak Mesnevî"yi şuurlu bir biçimde bilmek, sadece şerhler vâsıtasıyla mümkin değildir. Mürşidi olmayan bir kimsenin de Mesnevî"den bildiğiyle amel etmesi bir netîce vermez. Mesnevî"nin kâmil bir üstâddan öğrenilmesi ve mürşidin Mesnevî hakkında buyurdukları üzere amel edilmesi gerekir. O zaman kişi, Mesnevî"den bir ilim sâhibi olur; peygamberler ve velîlerin ulaştıkları mertebe ve menzillere erer. Bu tarîkatta sülûk edenlerin, Mesnevî"deki ilmi ya şerhlerle ya bir kimseden okumakla ya da okuma yazma bilmiyor iseler yani ümmi iseler. Beyt:
Akıl sâhiplerinin aklının yetmeyeceği ilmi,
Allah erlerinin ağızlarından kalbinizle alınız,
sözünün gereğince, ricâl mertebesinde olan azîzlerin ağızlarından dinlemekle almaları gerekir. Böylece câhil ve gâfil kalmasınlar. Tarikattaki sülûkları onun bunun sözüne binâen olmasın. Zîrâ tarîkatta engeller pek çoktur. Ayrıca taklid ile kendilerini şeyh ve mürşid kabul ettirip, evliyâ sözleri söyleyen birçok düzme kişi vardır.”10
Mesnevî ile hadisi buluşturduğu eserinde Ankaravî"den öğrendiğimiz kadarıyla, Mesnevî okumak, insanı cehaletten kurtararak peygamber ve velilerin ulaştıkları hakîkate vâkıf kılar. Ancak bu yüceliğe, Mesnevî"nin “kâmil bir üstattan öğrenilmesi ve buyrulanlarla amel etmekle” erişilir. Tek başına okunan metin, satır aralarındaki hakîkati görüp anlamaya imkan vermez. Bunun için Mesnevîyi, “azizlerin ağızlarından dinlemekle almak” gerektir. Onun bu yaklaşımı, irfânî bilginin en doğru ve feyizli aktarım yolunun bir şeyi ehlinden duymak ve dinlemek anlayışından kaynaklanır. Bu anlayış, ehl-i hadisin, rivayet zinciri ve duyarak rivayet etme prensibinden kaynaklanıyor olsa gerektir. Böylece Mesnevîhânlık müessesi, ilim ve kültür tarihimizde bir ilmi anlayışın izdüşümü olarak karşımıza çıkıyor.
Mesnevî takriri sadece bir bilgi ve görgü aktarımı değildir; aynı zamanda bir dil öğretimidir de. Nitekim Anadolu"da çokça okunan Hâfız"ın Dîvânı ve Sadî"nin Bostan ve Gülistan gibi Mesnevî"nin de Farsça oluşu, Mevlevîlik ile birlikte bütün tarikat muhitlerinde bu dile karşı bir ilgi ve yakınlık uyandırmıştır. Mesnevî"yi okumak, okutmak, şerh etmek için Dârü"l-Mesnevî (Mesnevîhâne) adıyla müesseseler kurulmuştur. Bir nevi Mesnevî Enstitüsü olan bu merkezler yoluyla Farsça"nın yanında bir tasavvufî-edebî zevk de cemiyete kazandırılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Osmanlı Arşivlerinde yaptığımız araştırmalarda, dârü"l-mesnevî adıyla anılan bir kurumun oluşma-sına dönük düzenlenmiş her hangi bir vakfiyeye rastlamadık. Ancak bu, tasniflerin kâmilen tamamlanmasıyla daha da belirgin bir mâhiyet kazanacaktır. Fakat eldeki bilgiler, Mevlevî olmayanlara Mesnevî okutmak için kurulan dârü"l-mesnevîlerin ilk defa XIX yüzyılda kurulduğu şeklindedir. Günümüzde Mesnevîhâne Tekkesi olarak da anılan bu Dârü"l-Mesnevi, Murat Molla Tekkesi"nin üçüncü Postnişîni, “Mesnevîhân-ı Şehîr” diye de tanınan Mehmed Murad Efendi (ö. 1848)11 tarafından 1844"te tesis edilmiştir. Mehmet Murat Efendi, aynı tekkenin ikinci postnişîni olan Ahıskalı Seyyid Abdulhalim Efendi (ö. 1815)"nin oğludur. Döneminde İstanbul"un önde gelen Mesnevî şârihlerinden ve mesnevîhânlarından biri olarak tanınmış, bu tekkeyi de özellikle Mesnevî eğitimi vermek amacıyla kurmuştur. Tekkenin kuruluşundan önce, Üsküdar Vâlide Sultân Câmii vâizi olarak görev yaparken Hâlet Efendi"nin talebiyle Yenikapı Mevlevîhanesi"nde de Mesnevî okutmuştur. 1925"e kadar Nakşîbendî tarikatının denetiminde kalmış olan tekke kuruluş amacına uygun olarak, bir Mesnevî okulu gibi faaliyet göstermiştir12. Hatta Cevdet Paşa"ya göre, Sultan Abdülaziz"in de hazır bulunduğu bir törenle açılmış olan bu tekke, âdetâ dâru"l-funûn gibi hizmet vermiştir13.
Dârü"l-mesnevîler, Mevlevîhanelerin dışında faaliyet göstermiş, tarikatlardan herhangi birine mensup olsun veya olmasın herkese açık olmuştur. Murad Molla Tekkesindeki özel derslere devam ederek Farsçasını geliştiren ve burada Mesnevîhânlık icazeti alan Cevdet Paşa"nın verdiği bilgiye göre, kendi döneminde iki meşhur Mesnevîhâne vardı. Biri kendisinin de devam ettiği, Fatih-Çarşamba"daki Mehmed Murad Efendi"nin tesis ettiği Mesnevîhâne Tekkesi"dir. Cevdet Paşa, Şeyhin Tekkesinin yanında inşâ ettirdiği Dâru"l-Mesnevî"nin özel misafirlerinin bulunduğunu, dönemin yerli ve yabancı devlet ve ilim adamlarının uğrak yeri bir ilim ve irfân mahfîli olduğunu nakleder14. Mesnevîhânelerin ikincisi ise, Hoca Hüsâmeddin Efendi"nin (ö. 1285/1869) Küçükmustafapaşa"daki Mesnevîhânesidir. Mesnevî"ye vukûfiyeti dolayısıyla “Çelebi Hüsâmeddîn-i Sânî” olarak da tanınan ve kendisine “Hâtime-i Mesnevîhânân”15 unvanı da verilen Hüsâmeddin Efendi, daha sonra tekkesini Eyüp"e nakletmiş ve orada hem bir yandan sâliklere Nakşî yolunun esas ve erkânını telkin ederken, öte yandan da Mesnevî derslerine devam etmiştir16.
Yine Cevdet Paşa"nın verdiği bilgilere göre, Mesnevi dersleri camilerde de verilir olmuş, böylece ilk defa Mesnevîhân Mehmet Esad Dede (ö. 1911), Fatih Câmii"nde Mesnevî okutmuştur. Eskişehir Mevlevîhânesi şeyhi Hasan Hüsnü Dede'den hilâfet ve Mesnevîhânlık icazeti almış olan Mehmed Es"ad Dede, hayatını, meraklılarına Farsça öğreterek Mesnevî, Hafız Dîvânı ve Gülistân gibi klasik eserleri okutarak geçirmiştir. Son zamanlarına kadar da Fatih Camii'nde Mesnevî-i Şerîf ve bazı öğrencilerine de medresedeki hücresinde özel olarak çeşitli eserler okutmaya devam etmiştir.17 Onunla birlikte Mesnevî derslerinden daha geniş halk kesimleri de yararlanmaya başlamıştır. Yenikapı Mevlevîhanesi"nin son mesnevîhânı olarak kabul edilen Tâhirü"l-Mevlevî (ö. 1951) 18, Ahmet Avni Konuk (ö.1938) ve Hüseyin Vassaf (ö.1929) ondan icazeti almışlardır. Mehmet Esad Efendi"nin vefatından sonra, Fatih camiinde Mesnevi okutma görevini Karahisarlı Ahmet Efendi (ö. 1923)19 sürdürmüştür. Kararhisarlı Ahmet"in vefatından sonra ise, 1923-1925 yılları arasında burada Mesnevî okutma görevi Tâhirü"l-Mevlevîye verilmiştir. 1948"den itibaren Süleymaniye ve daha sonra Laleli Camii"nde vefatına kadar Mesnevîhânlık görevini yürütmüştür20. Kezâ Bâyezid Camii ve Üsküdar"daki Sultan Mustafa Camii"nde de Ahmed Remzî Dede (ö. 1944) Mesnevî okutmuştur21. Hasan Ünsî (ö.1761) Ayasofya"da22, Nakşî gelenekten gelen Erzurumlu Abdürrezzak İlmî Efendi (ö.1907)23 de Sünbül Efendi, Koca Mustafa Paşa ve Bayezıd câmilerinde Mesnevî dersleri vermiştir24.
Tâhirü"l-Mevlevî, Karahisarlı Ahmet Efendi"den bahsederken mesnevîhânların nasıl Mesnevî okutmaları gerektiğine ilişkin bazı bilgiler verir. O, Ahmet Efendinin Mesnevî derslerini vesile edinip va"z u nasîhat yaptığını söyleyerek, esas olanın metindeki incelikleri anlamak ve anlatmak olduğuna işaret eder. Der ki, “Mesnevî-i Şerîf takrîri ile ale"l-ıtlak va"z arasında epeyce fark vardır. Mesnevî ders olarak okutulur ve tedrîs esnasında konuya ait güç anlaşılır yerlerin hal ve izahına çalışılır. Saded dışına çıkılmaz.”25
Bir Nakşî- Müceddidi Mesnevîhân Silsilesi
Mevlânâ, Nakşî çizgi içerisinde gelişen Müceddidî kolu da etkilemiştir. Bilhassa XVIII. yüzyıl sûfî şairlerinden olan Müceddidî Neccarzâde Mustafa Rıza Efendi (ö. 1746) ve onun muhîtinde bulunan sûfîlerle bu etki daha da gelişmiştir26. Neccarzâde, Beşiktaş Mevlevîhanesi postnişîni Mesnevîhân Mehmed Memiş Efendi (ö. 1723)"den Mesnevî okuyarak icazet almış ve tekkesinde Mesnevî okutmaya başlamıştır. Onun vesilesiyle irfâna uyanan Muhammed Âgâh (ö.1770) aynı neşveyi devam ettirerek bu yolda büyük bir çığır açan Mehmed Emin Kerkûkî (ö.1813)"yi yetiştirmiştir.
Aynı zamanda bir hattat olan Mehmed Emin-i Kerkûkî, Bursa"daki Eminiyye Tekkesi"nin kurucusudur. Nakşibendilikle Mevle-vîliği buluşturan Mehmed Agâh Efendi"nin irfâni muhîtinde bulunarak, her iki yolu da cem etmiştir. Eminiyye Tekkesi"nde, zikir ve âyinlerin yayınında Mesnevî"nin de okunduğu kaydedilmektedir. Böylece Kerkûkî"nin takipçileri Mevlevî kültürünü özümsemişlerdir. Dergâhta Mesnevî"nin başından sonuna kadar okunması, bir ortak dil ve ortak kültür inşâsı anlamına gelir27. Esasen o dönemde Bursa"da Mevlevîhane vardır28; Kerkûkî ailesi, bu Mevlevîhanenin postnişînleriyle de akrabalık tesis etmişlerdir.
Mehmet Emin Kerkûkî"nin Nakşîlik-Mevlevîlik yakınlaşmasına yaptığı katkı, halîfesi Ali Behçet Efendi (ö.1822)"nin faaliyetleriyle devam etmiştir29. Ali Behçet Efendi, önce Afyon Mevlevî Dergâhı şeyhi Alâaddin Çelebi"nin huzurunda Mevlevî çilesini tamamlayarak sikke giymiştir. Daha sonra Bursa"ya gelerek burada Nakşîlik yolunun esaslarını Mehmet Emin Kerkûkî"den almıştır. Bu bakımdan onun rûhânî yolculuğu, diğer pek çok Nakşî kökenli mesnevîhânların aksine, Mevlevîlikten Nakşiliğe doğru gerçekleşmiş ve her iki yolu da cem etmiştir. Dönemin padişahı II. Mahmud"un bizzat görevlendir-mesiyle 1816 yılında Üsküdar"daki Selîmiye Nakşîbendi Dergâhı postnişînliğine tayin edilmiş ve burada tasavvufi hizmetlerinin yanında, Mesnevî ve Mektûbât da okutmuştur. Yetiştirdiği talebe-lerinden bir kısmı da postnişîn oldukları dergahlarda Mesnevi okutmuşlardır. Bunlar:
1. Tahirağa Tekkesi postnişîni İbrahim Hayrânî Efendi (ö.1844), bunun yerine geçen oğlu Mehmet Feyzullah Efendi (ö.1869) ve torunu Ali Behçet Efendi (ö.1878) mesnevîhânlık geleneğini sürdürmüşlerdir.
2. Unkapanı"nda Emir Buhari Tekkesi postnişîni olarak bulunan Mehmet Rıfkı Efendi (ö.1854)
3. Derûnî Mehmet Efendi Tekkesi postnişîni Veliyeddin Efendi (ö.?)
4. Eyüp"te Şeyhülislam Tekkesi postnişîni Ali Efendi (ö.1862) ve onun yerine geçen oğlu Mehmet Hasîb Efendi (ö. 1891)
Mehmet Emin Kerkûkî"nin İstanbul"daki ikinci bir halifesi de Hâtûniyye Tekkesi postnişîni Hoca Hüsâmeddin Efendi (ö.1864)"dir. Hüsâmeddin Efendi, Selim Sırrı Efendi"nin vefatından sonra 1812 yılında burada postnişîn olmuş ve vefatına kadar burayı adeta bir mesnevîhâne gibi değerlendirmiştir. Evvelce de ifade edildiği gibi, Hüsâmeddin Efendi"nin Nakşîlikten ziyâde Mevlevîliği daha belirgindir; rahle-i tedrîsinden geçenler arasında Mesnevîhâne Tekkesi postnişînleri de vardır30. Onun yetiştirdiği ünlü mesnevîhân-lardan biri de Hasırzâde Şeyh Mehmed Elif Efendi"dir31. Burada belki dikkat çekilmesi gereken hususlardan birisi de şudur; Hatûniyye Tekkesi, daha çok hanımların devam ettiği hatta bir tür hanımlara dönük huzurevi hizmeti ifa eden bir tekkedir. Nitekim bu durumu Mesnevî ikliminden hanımların da yararlandığının işareti olarak görmek mümkündür.
Şu hususu açıkça belirtmekte yarar vardır: Mevlevîlerden başka, en çok Nakşîler mesnevîhân olarak hizmet görmüşlerdir. Bu Nakşî mesnevîhânlardan biri de evinde Farsça ve Mesnevî dersleri okutan Hoca Neş"et (ö.1807)"tir. Esasen Hoca Neş"et, hem Nakşibendîlikten, hem de Mevlevîlikten hilafet almış olmakla birlikte, kendisini sadece bir Farsça hocası olarak göstermeyi başarmıştır. Vaktini haftada iki gün Farsça bir gün de Mesnevî okutarak geçiren Neş"et Efendi"nin sohbetlerine dönemin ünlü simalarının katıldığı rivayet edilir32. Onun rahle-i tedrisinden geçen en önemli şahsiyet, Hüsn ü Aşk şairi Mehmed Gâlip Dede"dir. Bu demektir ki, bazı âlim, ârif ve zarîf insanların konakları, sadece birer ilim ve edebiyat mahfili değil, aynı zamanda gayr-i resmî mesnevîhâne olarak da hizmet görmüştür.
Nakşîlerdeki Mesnevî ilgisinin temel sâikini ve mâhiyetini burada tahlil etme imkânına sahip değiliz. Burada bir hususa işaret etmek mümkün: Nakşî dergâhlarında Mesnevî"ye ilginin oluşmasında Mevlevî meşrep dervişlerin katkısı olmuştur. Mesela Aşcı İbrahim Dede, Erzincan"da sohbet meclislerine devam ederek Nakşî-Hâlidî yolunun esaslarını öğrendiği Terzi Babanın halifelerinden Fehim Efendi"den izin alarak, bu dergâha Kayseri Mevlevîhanesinden bir neyzen ve Konya Mevlevîhanesinden de evrâdhânın gelmesini sağlamıştır33. Zirâ Aşcı İbrahim Dede, daha İstanbul"dayken Kasım-paşa Mevlevîhanesi postnişîni Kadri Dede"yle birlikte Hâtûniyye Dergâhı şeyhi Hüsâmeddin Efendi"nin Mesnevî derslerine de devam etmiştir. Nitekim o, bu ilgisini görevi gereği ikâmet ettiği Erzincan"da bir Nakşî-Hâlidî muhîtin de dikkatlerine sunmuştur.
Sefîne"den Tespitler
Mevlevîlik, diğer tarikatlar içerisinde sadece Nakşîliğe etki etmiştir denilemez. Aksine Mevlevîliğin en kadim ilişki içerisinde bulunduğu irfânî muhît Bektâşîliktir. Bundan başka Gülşenîliğin ve Melâmîliğin de Mesnevî ortamından yararlandığı bilinen bir gerçektir34. Hatta Mesnevîhân olarak da bilinen Hallac Baba Dergâhı postnişînlerinden Ahmet Ferîd Efendi (ö. 1910) ile birlikte Sa"dilik ve Ömer Fuâdî (ö. 1636) ve takipçileriyle birlikte Halvetîlikte de Mevlânâ tesirinden söz edilebilir.
Mesnevîhân | Tarikatı | Sefine (cUt/sayfa) |
Şeyh Muştâk-i Kâdirî | Kâdirî | I, 159 |
Şeyh Ken"an Bey | Rufâiyye | I, 264 |
Muhammed Elif Efendi | Sa"di | I, 446-7 |
Muhammed Vehbî Efendi | Sa"di | I, 467 |
Ferid Efendi | Sa"di | I, 471 |
Neccarzâde Şeyh Rıza | Nakşî | II, 164 |
Mehmed Emin Efendi | Nakşî | II, 179 |
Târihçi Başı-zâde Mehmed Âgâh Efendi | Nakşî | II, 186 |
Hoca neş"et Efendi | Nakşî | II, 188 |
Ali Behçet Efendi | Nakşî | II, 195 |
Şeyh Mustafa Vahyî | Nakşî | II, 203 |
H. Hasan Hüsameddin Ef. | Nakşî | II, 206 |
Mehmed Murad Efendi | Nakşî | II, 257 |
Abdurrezzak İlmî Efendi | Nakşî | II, 294-5 |
Şeyh Cemâleddîn-i Afgânî | Nakşî | II, 412 |
Şeyh Üftâde | Celvetiyye | II, 577-8 |
Hafız Osman | Sünbülî | III, 432 |
İlmî Efendi | Sünbülî | III, 355 |
Sünbül Sinan Efendi | Sünbülî | III, 371 |
İbrahim Gülşenî | Gülşenî | III, 160 |
Mustafa Hilmî-i Sâfî Ef | Uşşâkî | IV, 337-9 |
Pegevî Mustafa Ef. | Uşşâkî | IV, 335 |
Muhammed Hazmî | Uşşâkî | IV, 363 |
Hasan Hüsâmeddin Ef. | Uşşâkî, | IV, 290 |
Hasan Ünsî Efendi | Şa"bânî | IV, 39 |
İsmâil Efendi | Şa"bânî | IV, 148 |
Ahmet Şükrü Efendi | Şa"bânî | IV, 159 |
Ahmet Sâfî | Ticâniyye | IV, 217 |
Mevlânâ"dan etkilenen ve Mevlevî kültüre katkısı olan şahsiyetlerden birisi de Kasımpaşa Uşşakî Tekkesi"nin postnişîni meşhur müellif Hüseyin Vassaf (ö.1929)tır35. Bir Uşşâkî olarak Selanikli Mehmet Es"ad Dede"nin derslerine devam ederek mesnevîhânlık icazeti alan Hüseyin Vassaf, araştırmaları sırasında Mevlânâ'nın ve devrinin Mevlevî büyüklerinin eser ve görüşlerinden de sıkça yararlanır. Ayrıca Mehmed Es'ad Dede"yle ilgili Es'adnâme adlı bir de eser kaleme almış olan Vassâf, Ahmed Remzî Dede hakkında da Remzînâme"yi hazırlamıştır36. Onun Sefine-i Evliyâ isimli eseri mesnevîhânlar ve içinde bulundukları irfânî muhît açısından taranmış ve 1 Kadirî, 1. Rufâî, 3 Sa"dî, 10 Nakşî, 1 Gülşenî, 1 Celvetî, 3 Sünbülî, 4 Uşşâkî, 3 Şa"bânî ve 1 de Tîcânî Mesnevîhân tespit edilmiştir. Bunlar Sefîne"deki yerleriyle birlikte tablo haline dönüştürülebilir37.
Bu tablo içerisine, makalenin muhtevası gözünde bulundurularak, Mevlevî gelenekten gelen mesnevîhânlar alınmamıştır. Bu tespit, dînî-sosyal ve kültürel tarihin diğer kaynaklarından da yararlanarak daha da geliştirilebilir. Fakat bu haliyle de Mesnevî"nin Türk irfân hayatına katkısını açıkça ortaya koymaktadır.
Değerlendirme ve Sonuç
Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Evvela Mevlânâ, gerek şahsiyeti ve gerekse düşünceleriyle oluşan Mevlevî gelenekle Türk irfân hayatını besleyen önemli bir kaynaktır. Bu kaynak, Mesnevîhânlık müessesiyle diğer irfânî muhîtleri de kuşatmıştır. Esasen bu etki sadece Anadolu"da görülmez; Mesnevî, aynı zamanda Rumeli"deki sûfî çevrelerin de başucu kitabıdır. Mesela Saray-Bosna"da, ilk defa kendisi de bir şair ve müellif olan Beyazidağazâde Derviş Paşa (ö.1603), kurduğu vakfın şartnamesine Mesnevi tedrisini de eklemiştir38. Böylece Rumeli"nde de Mesnevîhânlık müessesi oluşmuştur. Bütün bu etki alanını ve bu müessesenin tarihi köklerini ortaya koymak için, uzun soluklu arşiv taramalarına gerek vardır. Bilhassa vakıf şartnâmelerinin Derviş Paşanın açtığı çığırda burada pek çok mesnevîhânın yetiştiği söylenebilir.
Aynı şekilde, Osmanlı Arşivlerinde Mesnevîhânlara maaş bağlanması39, kurdukları tekke ve zaviyelerin ihtiyaçlarını karşılanması40, yolculuğa çıkmaları halinde uğradıkları yerlerde yardımcı olunması için güzergah üzerindeki valilere tezkiye mektuplarının yazılması41, yayınlayacakları kitaplara izin verilmesi42 ve siyasetle ilgili olanlarla münasebetlere dönük önemli malzemeler vardır43. Nitekim Mevlevîlikten bağımsız olarak Mesnevî etrafında Mesnevîhânlık adıyla bir kavram sosyal ve kültürel tarihe kazandırılmıştır. Dolayısıyla bir sosyal kişiliği temsil etmesi bakımından Mesnevîhânın gündelik hayat içerisinde karşılaştığı durumlara dönük incelemelerin yapılması gerekmektedir.
Görüldüğü kadarıyla Mesnevîhânlık, Mevlevîliğin dışındaki muhitlerde, 18 yüzyılın son çeyreğinde gelişme göstermiştir. Bilhassa meşhur Mesnevîhânlar Nakşîler arasından çıkmıştır. Bu durum, Mesnevî ekseninde farklı muhîtleri bir araya getirmiştir; 16-17 yüzyıllarda cerayan eden, tekke-medrese çatışmaları da hatırlanırsa, tekkenin derlenip toparlandığı, aradaki ayrılık ve husûmetleri gidermek için yeni buluşma zeminleri oluşturduğu şeklinde de değerlendirilebilir. Nihayet Mevlânâ, bu dönemlerde de güncelliğini korumuş ve Türk irfân hayatını etkilemeye devam etmiştir.
Kaynakça
Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul, 1977.
Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ"dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983.
Ali Namlı, “İsmâil Hakkı Bursevî"ye Göre Mevlânâ ve Mevlevîlik”, Tasasvvuf, Mevlânâ Özel Sayısı, XIV (Ocak-Haziran, 2005), 439-453.
Aşcı İbrahim Dede, Aşcı Dedenin Hatıraları, (Haz. M. Koç-E. Tanrıverdi), İstanbul, 2006, I, XXIX.
Banu Demirağ, “Mevlevîhâneden Açılan Kapı”, I. Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri (19-
Banu Demirağ, Manolya Ağacının Kökleri, İstanbul, 2000. Ayrıca bkz: Hasan Basri Öcalan, “Bursa"da Bir Mesnevîhân: Mehmed Emin Kerkûkî”, I. Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri (19-
Bilal Kemikli, “Mevlânâ, Mesnevî ve Edebî Geleneğimiz”, Kültür, Kış, 2006, Sayı 5, 62-5.
Cevdet, Tezakir:40-Tetimme, (Haz. Cavid Baysun), Ankara, 1991.
Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul, 1989.
Fatma Aliye, Cevdet Paşa ve Zamanı, (Haz. Metin Hasırcı), İstanbul, .
Halil İbrahim Şimşek, “Mesnevîhân Bir Müceddidiyye Şeyhi: Neccârzâde Mustafa Rıza"nın Hayatı ve Tasavvufî Görüşleri”, Tasavvuf, Mevlânâ Özel Sayısı, XIV (Ocak-Haziran, 2005), 159-178.
Hasibe Mazıoğlu, "Ahmet Remzi Akyürek, Remzi Dede", I. Millî Mevlânâ Kongresi, 3-
Hasibe Mazıoğlu, “Akyürek, Ahmed Remzi”, DİA, II, İstanbul, 1989.
Hasibe Mazıoğlu, Ahmet Remzi Akyürek ve Şiirleri, Ankara 1987.
Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul, 2003.
Hüseyin Vassâf, Es'adnâme, Süleymaniye Ktp. Ragıp Paşa Bl. 3287/1293.
İbnül-Emin, Son Asır Türk Şairleri, I, Haz. M. Cunbur, Ankara, 1999.
İbrahim Hâs, Menâkıbnâme-i Hasan Ünsî, (Haz. M. Tatcı), Ankara 2002.
İskender Rıza, “Kosova"daki Melami Tekkelerinde Mevlânâ"ya Ait Gelenekler”, 1. Milletlerarıs Mevlâna Kongresi Tebliğler, 3-
İsmail Ankaravî, Hadislerle Tasavvuf Mevlevî Erkânı Mesnevî Beyitleriyle Kırk Hadis Şerhi, (Haz. Semih Ceyhan), İstanbul, 2001.
İsmail Güleç, “Bursevî ve Rûhu"l-Mesnevî”, Kültür, Kış, 2006, Sayı 5, 113-8.
M. Baha Tanman, “Hatuniye Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, IV, İstanbul, 1994, 20.
M. Baha Tanman, “Mesnevîhâne Tekkesi”, DİA, XXIX, Ankara, 2004, 334-336.
M. Baha Tanman, “Mesnevîhane Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, V, İstanbul, 1994, 408-409
M. Orhan Okay, “Osmanlı"da Mesnevîhânlık Geleneği ve Son Mesnevîhânlardan Tahurül-Mevlevî”, X. Milli Mevlâna Kongre-si Tebliğler, I, (2-
Mustafa Kara, “Mehmet Emin Kerkûkî ve Eminiyye Dergâhı”, Manolya Ağacının Kökleri, İstanbul, 2007, 18-23.
Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf Ve Tarikatler, İstanbul, 2004.
Mustafa Kara., Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları Tarikatlar Tekkeler Şeyhler, Dergâh Yay., İstanbul, 2005.
Mustafa Tatcı, “Son Devir Mevlevîliği İçin Bir Kaynak: Hüseyin Vassaf Beyin Divânı”, Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni, Kültür Bakanlığı, (15-
Nihat Azamat, “Ali Behçet Efendi”, DİA, II, İstanbul, 1989, 382.
Nilgün Açık Önkaş, “Klasik Türk Şiirinde Mevlânâ Etkisi”, Kültür, Kış, 2006, Sayı 5, 70-7.
Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I, İstanbul, 1977.
Osmâzâde Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ, I-V, (Haz. M. Akkuş- A. Yılmaz), İstanbul 2006.
Salih Tarko, “Sarayevo"da Mesnevi Dersleri ve Mesnevihânlar Üzerine”, 1. Milletlerarası Mevlâna Kongresi Tebliğler, 3-
Semih Ceyhan, “Mesnevi”, DİA, XXIX, Ankara, 2004, 325-334.
Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul, 2003.
Şefik Can, “Yenikapı Mevlevîhânesinin En Son Mesnevîhânı Tahirü"l-Mevlevî”, SÜ Türkiyat Araştırmaları Dergisi: II. Milletlerarası Osmanlı Devletinde Mevlevîhâneler Kongresi Tebliğler Özel Sayısı, II (2), Mayıs, 1996, Konya, 98.
Tahiru"l-Mevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, (Haz. A. Atilla Şentürk), İstanbul, 1991.
Ünsî Hasan Şabânî, Divân-ı İlâhiyât, (Haz. M. Tatcı) İstanbul 2004
Ünsî Hasan Şabânî, Kelâm-ı Azîz-Tasavvufî İncelikler, (Haz. M. Tatcı-C. Kurnaz), Ankara 2001.
Yetkin İlker Jandar, “Osmanlı"da Son Büyük Mesnevîhân Kuşağı”, Kültür, Kış, 2006, Sayı 5, 105.
Ziya Şakir, Hazreti Mevlânâ, İstanbul, 1943. 20
Dipnotlar:
1 Bu ve benzeri deyimler için bkz: Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul, 1977, 9.
2 Gölpınarlı, age, 13.
3 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul, 1989, 201.
4 Bkz: Bilal Kemikli, “Mevlânâ, Mesnevî ve Edebî Geleneğimiz”, Kültür, Kış, 2006, 5, 62-5; Nilgün Açık Önkaş, “Klasik Türk Şiirinde Mevlânâ Etkisi”, Kültür, Kış, 2006, 5, 70-7.
5 Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I, İstanbul, 1977, 156.
6 Ziya Şakir, Mesnevînin “dakâyık ve gavâmızını bilen ve bunları şerh ve îzâh eyliyen zevât” olarak tanımladığı Mesnevîhânlığı Mesnevî müderrisliği olarak gösterir. Bkz: Ziya Şakir, Hazreti Mevlânâ, İstanbul, 1943, 201. Ayrıca Mesnevîhânlık üzerine kısa bir okuma için bkz: M. Orhan Okay, “Osmanlı"da Mesnevîhânlık Geleneği ve Son Mesnevîhânlardan Tahurül-Mevlevî”, X. Milli Mevlâna Kongresi Tebliğler, I, (2-
7 Mesnevî ve Mesnevîhânlık hakkında derli toplu bir okuma için bkz: Semih Ceyhan, “Mesnevi”, DİA, XXIX, Ankara, 2004, 325-334.
8 Tahiru"l-Mevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, (Haz. A. Atilla Şentürk), İstanbul, 1991,70-71.
9 Bursevî"nin ve Celvetiyyenin Mevlevîlik ve Mesneviyle ilgisini okumak için bkz: Ali Namlı, “İsmâil Hakkı Bursevî"ye Göre Mevlânâ ve Mevlevîlik”, Tasasvvuf, Mevlânâ Özel Sayısı, XIV, (Ocak-Haziran, 2005), 439-453; İsmail Güleç, “Bursevî ve Rûhu"l-Mesnevî”, Kültür, Kış, 2006, 5, 113-8.
10 İsmail Ankaravî, Hadislerle Tasavvuf Mevlevî Erkânı Mesnevî Beyitleriyle Kırk Hadis Şerhi, (Haz. Semih Ceyhan), İstanbul, 2001, 137.
11 Hayatına ilişkin kaynaklar ve değerlendirmeler için bkz: Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul, 2003, 279-282.
12 M. Baha Tanman, “Mesnevîhane Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, V, İstanbul, 1994, 408-409; Tanman, “Mesnevîhâne Tekkesi”, DİA, XXIX, Ankara, 2004, 334-336.
13 Cevdet, Tezakir:40-Tetimme, (Haz. Cavid Baysun), Ankara, 1991,17; Hür Mahmut Yücer, age, 92.
14 Bu muhit için bkz: Fatma Aliye, Cevdet Paşa ve Zamanı, (Haz. Metin Hasırcı), 42-52.
15 Bu nitelendirmeler için bkz: Ziya Şâkir, age, 199.
16 Cevdet Paşa, Tezâkir, 13.
17 Hüseyin Vassâf, Es'adnâme, Süleymaniye Ktp. Ragıp Paşa Bl. 3287/1293, vr. 40, İbnül-Emin, Son Asır Türk Şairleri, I, Haz. M. Cunbur, Ankara, 1999, 493.
18 Bkz: Tahiru"l-Mevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım, 178.
19 Hakkında bkz: Tahiru"l-Mevlevî, age, ,70-71.
20 Şefik Can, “Yenikapı Mevlevîhânesinin En Son Mesnevîhânı Tahirü"l-Mevlevî”, SÜ Türkiyat Araştırmaları Dergisi: II. Milletlerarası Osmanlı Devletinde Meslevîhâneler Kongresi Tebliğler Özel Sayısı, II (2), Mayıs, 1996, Konya, 98.
21 Hasibe Mazıoğlu, “Akyürek, Ahmed Remzi”, DİA, II, İstanbul, 1989, 304; Yücer, 91.
22 Hakkında bkz: Ünsî Hasan Şabânî, Divân-ı İlâhiyât, (Haz. M. Tatcı) İstanbul 2004; Kelâm-ı Azîz-Tasavvufî İncelikler, (Haz. M. Tatcı-C. Kurnaz), Ankara 2001; İbrahim Hâs, Menâkıbnâme-i Hasan Ünsî, (Haz. M. Tatcı), Ankara 2002.
23 Osmâzâde Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ, II, (Haz. M. Akkuş- A. Yılmaz), İstanbul 2006, 295; İbnül-Emin M. Kemal, Son Asır Türk Şairleri, II, (Haz.
M.K. Özgül), Ankara, 2000, 1023.
24 Bu konuda ilk derli toplu bilgileri Vassaf"ın Divanı"ndan yola çıkarak veren kişi Mustafa Tatcı"dır. Bkz: Mustafa Tatcı, “Son Devir Mevlevîliği İçin Bir Kaynak: Hüseyin Vassaf Beyin Divânı”, Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni, Kültür Bakanlığı, (15-
25 Tahiru"l-Mevlevî, age, 70.
26 Neccar-zâde"nin hayatı ve düşünceleri için bkz: Halil İbrahim Şimşek, “Mesnevîhân Bir Müceddidiyye Şeyhi: Neccârzâde Mustafa Rıza"nın Hayatı ve Tasavvufî Görüşleri”, Tasavvuf, Mevlânâ Özel Sayısı, XIV (Ocak-Haziran, 2005), 159-178.
27 Bu tekke ve Mehmet Emin Kerkûkî Efendi"nin ailesi hakkında önemli bir okuma için bkz: Banu Demirağ, Manolya Ağacının Kökleri, İstanbul, 2000. Ayrıca bkz: Hasan Basri Öcalan, “Bursa"da Bir Mesnevîhân: Mehmed Emin Kerkûkî”, I. Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri (19-
28 Bursa Mevlevîhânesi için bkz: Banu Demirağ, “Mevlevîhâneden Açılan Kapı”, I. Uluslarası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri (19- 21 Aralık 2001-Manisa), Manisa, 2002, 161-176; Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf Ve Tarikatler, İstanbul, 2004, 306. Ayrıca bkz: Mustafa Kara., Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları Tarikatlar Tekkeler Şeyhler, Dergâh Yay., İstanbul, 2005, 87.
29 Nihat Azamat, “Ali Behçet Efendi”, DİA, II, İstanbul, 1989, 382.
30 M. Baha Tanman, “Hatuniye Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, IV, İstanbul, 1994, 20.
31 İbnül-Emin, Son Asır Türk Şairleri, I, 440-44.
32 Vassâf, Sefine, II, 96; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, 91.
33 Aşcı İbrahim Dede, Aşcı Dedenin Hatıraları, (Haz. M. Koç-E. Tanrıverdi), İstanbul, 2006, I, XXIX.
34 Mevlevîliğin diğer tarîkatlarla olan ilgisi için bkz: Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ"dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983, 293-328; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul, 2003, 425-436; İskender Rıza, “Kosova"daki Melami Tekkelerinde Mevlânâ"ya Ait Gelenekler”, 1. Milletlerarası Mevlâna Kongresi Tebliğler, 3-
35 Hüseyin Vassaf"ın Mevlevî kültürüne katkıları için bkz: Mustafa Tatcı, “Son Devir Mevlevîliği İçin Bir Kaynak: Hüseyin Vassaf Beyin Divânı”, Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni, Ankara 2000, 231-270.
36 Hasibe Mazıoğlu, "Ahmet Remzi Akyürek, Remzi Dede", I. Millî Mevlânâ Kongresi , 3-
37 Bu tablo, Sefine (I-V, Haz. M. Akuş-A. Yılmaz, İstanbul, 2006)"nin yeni baskısı esas alınarak hazırlanmıştır.
38 Salih Tarko, “Sarayevo"da Mesnevi Dersleri ve Mesnevihânlar Üzerine”, 1. Milletlerarıs Mevlâna Kongresi Tebliğler, 144.
39 Mesela Mesnevîhân Buharalı Şeyh Abdülhamid Efendi'nin maaşına zam yapılması meselesi kayda geçmiştir. http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
40 Mesela Mesnevîhân-ı şehîr Hacı Hüsameddin Efendi'nin zaviyesine taamiye tahsisi, Mesnevîhân Hacı Hüsameddin Efendi'nin Eyüb civarında yeniden inşa edilen zaviyesine ve bunun için sadaka olarak Lapseki'nin Çardak köyü mahsulatının tevcih buyrulmasına dair Maliye Nezareti'ne tezkire yayınlanmıştır. Bkz: http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
41 Mesela “Mücavereten Cidde'ye gitmekte olan Nakşibendi Tarikati'nden Mesnevîhân Ali Efendi ve çocuklarına yolda gereken yardımın gösterilmesi ve hınta tahsis edilmesi.” Bkz: http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
42 Mesnevîhân Hüssam Efendi hankahı postnişini Şeyh Mustafa ve Hasbi Efendi'nin telif ettiği Sayhatü'z-zakirin risalesinin basılmasına izin verilmiştir. Bkz: http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
43 Bu meyanda ilginç bir konu vardır. Şöyle ki, Fatih Camii mesnevîhânlarından Şeyh Süleyman Memduh, Maarif Meclisi Azalığı'na tayini hususunda almış olduğu vaad yerine getirilmediği için Cenevre'ye gidip muhalif neşriyatta bulunmaya karar vermiştir. Bunun için Atina"ya kaçmış, ancak geri dönmeye karar vermiştir. Onun Dersaadet'e dönmesine müsaade olunması talebine dair Atina Sefareti'ne bir izin tezkiresi yazılmıştır. Bkz: http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/