Hz. Mevlana mürşid kitap olan “Mesnevi” sinde şöyle bir hikaye anlatır.(6.cilt.1695.beyit vd.)
Meddahın biri ballandıra ballandıra terzilerin hilelerinden bahsediyor, onların lafa tuttukları müşterilerinden nasıl kumaş aşırdıklarını anlatıyordu. Hıtalı bir Türk bu hikâyeleri dinleyince birden öfkelendi:
- Söyle bana bu şehrin hilede en mahir terzisi kimdir?
- Ciğeroğlu adında bir terzi vardır ki lafazanlıkta ve hırsızlıkta ondan üstünü yok.
İddiacı Türk:
- Bahse girerim ki ne o, ne başkası benden bir iplik bile çalamaz, dedi. Meddah onu uyardı ve dedi ki:
- Kendine bu kadar güvenme! Ben senden daha gözü açık nicelerini bilirim ki onun hilesine mağlup oldular. Zarara uğramaktansa, ondan uzak dursan daha iyi edersin.
Bu tartışma uzayınca Türkün ayranı iyice kabardı ve ortalığa şöyle dedi:
- İşte atım, onun üzerine bahse giriyorum. Eğer o terzi benden kumaş çalabilirse size atımı vereceğim. Ama ben galip gelirsem sizden de at isterim.
Böylece Türk ve diğerleri bahse tutuşup ayrıldılar. Gece boyunca Türk, terzinin hayaliyle uğraşıp durdu, uyuyamadı. Aldanmamak için orada nasıl davranacağına dair planlar yapıyor, planlar bozuyordu. Nihayet ertesi sabah koltuğunun altına bir parça atlas kumaş aldı ve terzinin yolunu tuttu. Terzi onu saygıyla karşıladı ve tatlı diliyle bübül gibi şakımaya başladı. Fakat aldanmamaya niyetli Türk oralı olmadı ve kumaşı terzinin önüne atarak emretti:
- Bundan bana bir savaş elbisesi biç, belden aşağısı geniş üstü dar olsun!
Terzi ölçüp biçti ve elbisenin ne kadar kumaştan çıkacağını hesapladı. Bir yandan bu işleri yaparken öbür yandan geçmiş beylerle ilgili hoş hikâyeler anlatarak müşteriyi oyalıyordu. Söz ilerledikçe Türkte içeri girerkenki hal kalmamıştı; yumuşamış, anlatılan komik şeylere gülmeye başlamıştı. Güldükçe zaten çekik olan daracık gözleri kapanıyordu. Onun gözleri kapanınca terzi fırsatı kaçırmadı ve kaşla göz arasında kumaştan bir parçayı kesip oyluğu altına sakladı. Birinci hikâye bittiğinde zavallı Türkün aklında ne geliş amacı, ne de rehin bıraktığı atı kalmıştı:
- Ne olur bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı. Terzi ilkinden daha komik bir fıkra anlatınca bizimki gülmekten kahkahalara boğuldu. Tabii terzi de bu arada kumaştan bir parça daha götürdü. Anlatılan hikâye bitince Türk tekrar:
- Ben ömrümde senin kadar tatlı dilli bir adama rastlamadım. Ömrüme ömür kattın. Bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı... Terzi ilk ikisinden daha komik bir fıkraya daha başladı. Artık Türk iyice kendini kaybetti ve sırt üstü düştü, yerde debelenmeye başladı. Onun bu halinden faydalanan terzi büyücek bir parça daha kesip sakladı.
Hıtalı Türk, dördüncü sefer yine bir hikaye anlatmasını rica etti.
Usta, merhamete gelip daha fazla çalmayarak,
İçinden, “Meğer komik şeye ne kadar düşkünmüş. Aldanışından zararından haberi yok!” dedi.
Türkse ustaya öpücükler dağıtıyor, “Bir iyilik yap, bana daha hikayeler söyle!” diyordu.
Ey varlığı mahvolup masallaşan kimse, ne vakte kadar masal dinlemek isteyeceksin?
Sana, senden daha komik bir şey olmaz hiç! Harap menzilini, mezarını git de bir gör!
Ey cehil ve şüphe kabrine düşmüş olan kişi, ne zamana kadar boş yere feleğin hikayelerini dinlemek isteyeceksin?
Ne vakte kadar bu cihanın işvesini tadacaksın? Aklının da canının da düzeni bozuldu. Felekle söyleşmenin bir faydası yok. Senin gibi nicelerinin yüz suyunu dökmüştür o.
Bu herkesin terzisi olan felek de yüz yaşında hâlâ pişmemiş çocukların elbiselerini kesip biçer!
Latifesi, bahçelere bir letafet bir revnak verse de kış gelince onları yele verir.
İhtiyar çocukları, mihnet, ihtiyaç tuzağının önüne oturtmuştur. Onlarsa feleğin kutluluğu veya kutsuzluğuyla alay edip dururlar.
(İhtiyar çocuklar, aç gözlü haris dünya ehlinin sembolüdür. İnsanların şanslarına veya şanssızlıklarına güvenerek daima felekten bir şey beklemektedirler. İstediklerini elde edemeyince, feleğe kızmakta, şanslarından şikayet etmektedirler.)
Terzi dedi ki, ”Ey yanılıp duran adam, artık yeter! Başka bir komik hikaye daha söylersem,vay haline! Sonra atlas kumaşın daracık gelir. Hiç kimse bu işe razı olur mu? Bu sırrı anlasaydın gülmek nerede, gülüşün kan ağlamaktan beter olurdu.”
“İşsizler ve masal arayanlar, o Türke benzerler. Gaddar ve aldatıcı alemde, o terziye benzer. Şehvet ve kadınlar, bu dünyanın gülünç şey söylemesidir. Ömür, ebedilik kaftanı ve takva elbisesi dikilmek üzere o terzinin önüne verilmiş atlas kumaştır. Asıl maksat ebedilik ve takva elbisesini dikinmektir.”
Ehlullah bu hikayeyi şöyle açıklar:
“Ömrünün kıymetini bilmeyen, boş masallarla avunan, kahkahalar atan Türk emrine, terzinin ağzından, Hz. Mevlana şu dersi vermek istiyor. Güldürücü masallara kapılıp, kahkahalarla aziz ömrünü boş yere harcama, düşün ki şu kıymetli ömürden giden her an bir daha geri gelmeyecektir. Geçen senelerle yıpranan, haraba yüz tutan, teninin ruhunun kabri mesabesinde olan bedeninin viranesinde dur, düşün. Maddi ve manevi çöküşünün harabesinde tefekküre dalarak, kendini yenilemeye, hatalardan kurtulmaya gayret et.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız.” diye buyurmuştur. Başka, bir hadislerinde de “Gülmeyi azalt, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” diye mü"minleri uyandırmıştır.”
Hz. Mevlana şöyle der:
“Dünya, Hakk"ın kahır yeridir. Madem kahrı tercih ettin, kahrı bekle.”