"MECÂZÎ AŞK¸ HAKÎKÎ AŞKIN KÖPRÜSÜDÜR"
Aşk medeniyeti inşacısı olan¸ şiirleri ile gönüller kuşatan ve gönüller yapan Mevlâna¸ "Aşk benden doğmadı¸ aşk beni doğurdu."; "Gönlüme girince sen¸ kapıyı arkadan kilitledim."; "Sen bakmasını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür." der.
"Aşırı derecedeki sevgi ve muhabbet¸ sevginin son mertebesi¸ sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması" şeklinde tanımlanan aşk¸ mutasavvıflara göre varlığın aslı ve yaratılış sebebidir. Aşk¸ sevenin sevgilisinde kendini yok etmesi; öyle ki¸ âşığın yok¸ sadece mâşûkun var olması¸ her şeyin ondan ibaret olması hâlidir. Mevlâna nazarında¸ uğruna bir ömür bağışlanan¸ yanıp yakınılan eşsiz sevgili¸ Allah'tır. Gerçek ilhama mahzar olmuş ve gerçek yokluğu zevk edinmiş âşıkların en büyük arzusu¸ "ilahî vuslat"tır. Bu yolun coşkun âşığı olan¸ aşktan doğup¸ aşkla yoğrulan Mevlâna; "Bizim Peygamberimizin yolu¸ aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız¸ aşk bizim anamızdır." der ve hakikî diriliğin aşkta yok olmakla mümkün olabileceğini söyler.
"Yoğun aşkın dışında¸ aşktan başka hiçbir işim yok.
Gönül aşkı dışında¸ hiçbir tohum ekmiyorum."
diyen Mevlâna¸ aşkı yegâne gaye edinmiş¸ sevme sanatını tecrübî olarak yaşamış¸ "Balık¸ deniz suyundan doyar mı? Bir âşık aşkla nasıl doyum sağlar ki?" sözleri ile aşka olan doyumsuzluğunu dile getirmiştir. Aşk içinde eridiğini söyleyen Mevlâna¸ yapmacık bütün bağlardan kendisini özgür hissedip tamamen özgürleşmiştir.
Âşık¸ sevgilisinin ayıp ve kusurlarını görmez; yaptığı kötülükleri iyilik sayar; zulmünü iltifat kabul eder; onu kendisinden bile kıskanır. Mevlâna; âşıklık derdinin gönül iniltisinden belli olacağını¸ hiçbir hastalığın gönül hastalığı gibi olmadığını¸ aşk hastalığı ilacının¸ başka bir aşka düşmek yahut seyahate çıkmak olduğunu kabul eder.
Aşkı¸ eskiden yıldızlar âlemini incelemek için kullanılan üsturlâb isimli âlete benzeten Mevlâna; "Âşığın derdi diğer dertlerden ayrıdır. Aşk Huda'nın sırlarını belli eden bir üsturlâb ve bir vasıtadır."1 der. Ona göre¸ yıldızların sırları¸ duruş ve davranışları nasıl üsturlâbla anlaşılırsa¸ mana yıldızları demek olan ilahî güzelliğe¸ Allah'ın isimlerine¸ sıfatlarına ait gerçek güzellikler de ancak aşk vasıtasıyla görülür ve anlaşılır. Yıldızları bilmek ve anlamak için nasıl daha iyi ve daha üstün bir âlet lazımsa¸ ilahî sırları bilmek ve hakikat nurunu görmek için de daha derin¸ daha gerçek bir aşka ihtiyaç vardır.
Ona göre yapılması gereken¸ mecâzî aşkı hakikî aşkın köprüsü olarak görmektir. O dünyevî aşkı¸ mecâzî ve tabiî aşk¸ Allah aşkını hakîkî ve ruhânî aşk olarak görmektedir. "Mecâzî aşk¸ hakîkî aşkın köprüsüdür" sözü ile Mevlâna¸ aşkın güzele değil¸ güzelliğe olduğuna dikkat çekmektedir. Zira Allah aşkını derinden hisseden kimse¸ ilâhî güzellikten diğer varlıklara yansıyan güzellikleri de sever. Yani o¸ yaratandan ötürü¸ yaratılanı sever.
Kâinatın her zerresi¸ Allah'ın tecelli aynasıdır. Tüm mevcudata mazhar¸ Hakk'ın tecellisine zahir denilir. Kemâl sahibi kişiler her yerde ve her şeyde zahir olan o cemali sever. O kemâl derecesine vasıl olamayanlar ise aynaya bakanı değil aynayı severler. Dolayısıyla zahirden gaflet edip mazhara muhabbet beslerler. Muhabbet ve bağlılıklarından kendilerini kaybeder¸ kâinatı¸ hatta kendilerini bile maşukundan ibaret görecek hâle gelirler. Mecnun adıyla tanınan Kayş işte bu çeşit âşıklardandır. Son zamanlarında ziyaretine gelen Leylâ'yı tanıyamamış¸ Fuzûlî'nin ifadesi ile;
Bende olan âşikâr sensin¸
Ben hod yoğum¸ ol ki vâr sensin!..
Ger ben¸ ben isem; nesin sen ey yâr!..
Ver sen¸ sen isen; neyim men-i zâr!..
demiştir.
Yunus Emre¸ Mecnun'un sonunda Leylâ'ya olan ilgisinden kurtulduğunu ve mecaz köprüsünü geçip hakikati bulduğunu onun lisanından söylediği¸
Yürü Leylâ ki ben¸ Mevlâ'yı buldum¸
Leylâ Leylâ derken¸ Allah'ı buldum.
beytiyle anlatır
İşte zahiri sevenlerin aşkına hakikî¸ mazharı sevenlerin aşkına mecâzî aşk adı verilir. Allah yolunda ilerlemek isteyen kimsenin her şeyden önce kendisine ayak bağı olacak kayıtlardan kurtulması¸ kalbinde bağlılık adına zerre kadar bir şey bulunmaması gerekir. Belirli bir sevgilisi olmayan kişinin "Düğünde zurnaya¸ hamamda kurnaya âşık" kabilinden her şeye bir bağlılığı vardır. Mecâzî de olsa birini seven kişi ise dünyayı ve ötesini kalbinden çıkarmış¸ yalnız dîdarına gönül vermiş ve düşüncesini hasretmiştir. Her şeyden kurtulmuş ama bir rabıtayla bağlı kalmıştır. İnce kalın¸ yüzlerce binlerce kördüğüm olmuş bağlardan kurtulmak kolay değildir ama tek bağdan kurtulmak mümkündür. O tek bağ da mürşid-i kâmilin himmeti ile çözülür.
Mecâzî aşk¸ hakikî aşkın köprüsü olduğu için Mevlâna¸ "Âşıklık ne suretle olursa olsun bizim için hakikat rehberidir."2 demektedir. Diğer yandan Mevlâna:
"Renge incizap dolayısıyla husule gelen aşklar¸ aşk değildir; neticesi utanıp arlanmaya varan bir hevesten ibarettir." buyuruyor. "Ay'ı leğende müşahede ediyorum."¸ yani Hakk'ın cemalini güzellerin yüzünde görüyorum¸ diyen Fahreddin-i Irâkî'ye Şems-i Tebrîzî¸ "Ensende çıban mı çıktı ki başını kaldırıp gökyüzüne nazar etmiyorsun da suya bakıyorsun?" ihtarında bulunmuştur.
"Gölge Güneşten nişan verse de Güneş her an¸ can nurunu neşreder."3 beyti ile de Mevlâna¸ mecâzî aşkın hakikî aşk ile bir tutulamayacağına dikkat çekmektedir. Zira¸ gölge güneşin varlığına bir işaretse de¸ güneşin kendisi¸ her an bir hayat ışığıdır. Bunun gibi gölge misalinde olan ve cismânî suretlerden kaynaklanan aşk-ı mecâzî de aşk-ı hakikînin varlığından nişan vermekle birlikte güneş mesabesinde olan Zât-ı Hak'a olan aşk gibi değildir. Zira bu aşk¸ ruha nur verir.
Mevlâna¸ aşkın mahiyetinin akıl ile kavranılamayacağını ise şu mısraları ile dile getirmektedir:
"Aşkın şerhi için ne türlü beyanatta bulunsam¸ aşka gelince; yani aşkın tesirini hissedince söylediklerimden mahcup olurum. Dilin izah ve yorumu parlak olsa da aşkın söylenilmemiş kalması ve söylenilmemesi değil; hissedilmesi daha parlaktır."4
Ona göre aşk; bir zevk ve vicdan hâlidir. Kendisine âşıklık nedir? diyenlere benim gibi olursan anlarsın¸ cevabını vermiş ve aşkın tefsirini yapmaktansa onun hissen ve zevken anlaşılmasını daha uygun bulmuştur. Ona göre dilin tasvir kuvveti¸ kalemin tahrik gücü ne kadar fazla olursa olsun aşkın gereğince tarifinde lisan yorulur¸ kalem kırılır. Hatta dille kalemin muharriki olan fikir de aşkın anlatılması şöyle dursun¸ anlaşılmasında bile aciz kalır. Zira aşkı anlatacak yine aşkın kendisidir. Karanlık bir mağarada yapay bir ışık içerisinde büyümüş ve yaşamış bir kimseye güneşin varlığı ve vasıfları hakkında ne kadar delil getirilip anlatılmaya çalışılsa¸ hakkıyla anlatmak mümkün değildir. Ona güneşi göstermek gerekir. Zira güneşin zatı¸ zatına delildir. Aşkın delili de yine kendisidir. Mevlâna;
"Ay'ın ikiye yarılması mucizesi Güneş gibi zuhura gelince¸ gölge sana masal gibi uyku getirir. Güneş doğuverince Ay yarılır¸ yani nuru görünmez olur."5 mısraı ile aşkı¸ şakku'l-kamer mucizesine benzetmektedir.
Mevlâna¸ "Kimin ki aşk toplayacak eteği yoktur¸ bu saçılan nurdan nasipsiz kalmıştır."6 mısraı ile de aşkı¸ ilahî kaynaktan kopan bir nur parçası olarak görmektedir. Ona göre her şeyin aslına rücu etmesi gibi¸ aşkla donanan ruh da sonunda birlik deryasına gider.
Özetle Mevlâna¸ aşkı tanımlanması en zor kavram¸ ancak samimi ve hassas kimselerin tecrübe edebileceği bir zevk hâli olarak görmektedir. Hayatta her şeyi tattığını ve hiçbir şeyin aşkla mukayese edilemeyeceğini söylemektedir. Şu şiiri ile de aşkın gücüne dikkat çekmektedir:
Aşk sayesinde dikenler gül olur.
Aşk sayesinde sirke¸ tatlı şarap olur.
Aşk sayesinde kazık¸ (hükümdar) tahtı olur.
Aşk sayesinde talihsizlik¸ talihe dönüşür.
Aşk sayesinde hapishane¸ bahçeli (bir) köşke dönüşür.
Aşk sayesinde küllerle dolu ocak¸ gül bahçesi olur.
Aşk sayesinde yakan ateş¸ güzel bir ışık olur.
Aşk sayesinde şeytan¸ huri olur.
Aşk sayesinde sert bir taş¸ tereyağı gibi yumuşar.
Aşk sayesinde keder¸ neşeye dönüşür.
Aşk sayesinde gulyabani¸ melek olur.
Aşk sayesinde arı iğnesi bal olur.
Aşk sayesinde aslanlar¸ fare gibi zararsız olur.
Aşk sayesinde hastalık¸ sağlık olur.
Aşk sayesinde öfke¸ merhamete dönüşür.7
Dipnot
1- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 110.
2- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 111.
3- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 112.
4- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 112-113.
5- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 118.
6- Mevlâna¸ Mesnevî¸ c. I¸ b. 762.
7- Arasteh¸ Mevlâna¸ s. 63-64