HZ. MEVLÂNÂ’YI ANLAMAK

Hz.Mevlânâ ve benzeri büyük mütefekkir ve mutasavvıflar  mânâlarıyla dünyamızı aydınlatan  çok büyük mânevi güneşlerdir. Bizler ise onlardan yansıyan ışıklarla ortaya çıkan  küçücük zerrecikler gibiyiz. Elbette küçücük bir zerrenin, büyük bir ilâhi güneşi yeterince algılayıp, en doğru bir şekilde ifade etmesi de düşünülemez. O nedenle; bâzı Hakk âşıkları  tüm yaşamlarını  Hz.Mevlânâ"yı anlamaya, anladıklarını da halkın anlayışları ölçüsünde onlara anlatmaya çalışarak, ömürlerini bu yolda geçirmişlerdir. Böylesine çok değerli şahsiyetlerden biri de,  Hz.Mevlânâ ve eserleri üzerine yapmış olduğu çalışmaları, çok samimi aşk-u muhabbetiyle, yüz yılımızın yetiştirdiği âli şahsiyetlerden biri olan  Merhum Mesnevihan Sertarik  Şefik Can Hocamızdır.

( 1909-2005) Doksan altı yıllık bereketli ve feyzli ömrünü, Hz.Mevlânâ ve Mesneviye adayan  bu güzide insan; Tüm yaşamı boyunca  Hz.Mevlânâ"nın en doğru bir şekilde anlaşılması için gayret göstermiş; gönülden bir yakarışla her zaman  şöyle demiştir: “Hz.Mevlânâ"yı   sağdan soldan değil, bizatihi kendisinden öğrenin. O eserlerinde gizlidir”   Şefik Can Hocamız; gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı, doksan altı yıllık  engin tecrübesiyle; Hz.Mevlânâ"nın eserlerinde gizli olduğunu söyleyerek, tüm insanlık âlemine eşsiz bir mânevi  miras olan; O müstesna eserleri, daha dikkatli bir şekilde okumaya, okuduklarımızı  anlamaya, anladıklarımızı da  yaşama gayreti içinde olmaya bizleri  davet etmiştir.

Bu sebeple ki; Hz.Mevlânâ"nın tüm evreni kaplayan ilâhi nûrunun ve en büyük özelliklerinden biri olan, hoş görü ve insan sevgisindeki  hikmetin asıl  kaynağını  eserlerinde görmeye çalışarak ; Divân-ı Kebir ve Mesneviden bazı beyitleri  arz etmek isterim. 

Cenâb-ı Allah; Hz.Muhammedi ve onun varisleri olan büyük velileri de bu âleme  rahmet olarak gönderdi diye buyuran Hz.Mevlânâ;  Kendisinin de çok  büyük bir  ilâhi rahmet oluşunun  açık bir tecellisi olarak   Divân-ı Kebir"de şöyle buyurmuştur:

“Biz cümle  dertlerin devası, çaresizlerin  çaresiyiz. Savaşta Hz.Ali"nin Zülfikâr"ıyız. Biz Hz Ahmedin  tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz.İsâ gibi çocukken beşikte konuşmaya başlamışız ”1

 “Biz bu  dünyada  güneş gibiyiz. Herkese can vermeye, tüm insanlık âlemine  yararlı, faydalı olmaya gelmişiz.

Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya  gelmişiz.

Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar  altında ezilenleri, gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim diye  bu dünyaya gelmişiz.

Biz altın gibi birkaç  kimsenin öz malı değiliz. Biz ummanlar gibiyiz madenler gibiyiz;  biz bu  âlemde   herkesin malıyız” 2

Arz edilen bu Divân-ı Kebir   beyitlerden açıkça  anlaşıldığı üzere Hz.Mevlânâ; Biz altın gibi birkaç  kimsenin öz malı değiliz. Biz  herkesin malıyız” diyerek, kendisinin belli bir millet,  din ve  mezhep ile asla sınırlanamayacağını çok açık bir şekilde  ifade  etmiştir.

 Biz bu dünyada güneş gibiyiz diye buyuran Hz.Mevlânâ;  tevhid rûhuyla yaşamayı kendisine gaye edinerek; Müslümanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu “insan yaratılmışların en şereflisidir” düstûruyla; hiçbir ayrım yapmadan  tüm yaratılmışları  büyük bir muhabbetle  kucaklamıştır.

Mesnevi şerifte: İnsanda ayıp, kusur ve eksikten  başka hiçbir şey görmeyene binlerce defa  ayıplar olsun. Gayb âleminden gelen  ter  temiz rûh;  nasıl olurda aynı yerden gelen  kardeşlerinde ayıp,  kusur, eksik   görür.

Ayıp, kusur, hiçbir şey bilmeyen karşı ayıp ve kusur olarak görünür. Fakat  senin ayıp ve kusur olarak gördüğün bazı şeyler var ki onlar, CenâbHakk"ın yanında ayıp ve  kusur değildir.

Bizlere göre kafirlik belki  âfettir ama, CenâbHakk"ın yanında mutlaka  onun da  bir hikmeti bir sırrı  vardır. 

Hiç kimseye kafir deme, hiç kimseyi inancından dolayı küçümseme  çünkü  bir insanın son nefesini nasıl vereceğini sen bilemezsin.3

Bizlere göre kafirlik belki  afettir ama, CenâbHakk"ın yanında  onun bile  bir hikmeti, bir sırrı  vardır. Hiç kimseyi inancından dolayı  küçümseme  bir insanın son nefesini nasıl vereceğini sen bilemezsin  diye buyuran Hz.Mevlânâ;  başka bir Mesnevi beytinde ise: Kullarını kınamak, onlarda ayıp, kusur, eksik  görmek sadece sana yaraşır  Allah"ım;  çünkü ayıpsız,  kusursuz ve eksiksiz  olan bir tek sensin   Rabbi demiştir.4

Ayıpsız kusursuz eksiksiz   bir tek sensin Rabbi diyen Hz.Mevlânâ; bu düşünceler doğrultusunda insanlarda ayıp kusur eksik  görme yerine, insan insanın aynasıdır hadis-i şerifi gereğince o aynada kendisini görüp,  kendini  düzeltme yolunu tercih etmiştir.

Tüm âleme tevhid  nûruyla bakan Hz.Mevlânâ; yaratılanı yaratandan  ötürü severek, yüksek bir hoş görüyle tüm evreni  kucaklamıştır. Hz.Mevlânâ"nın insanları hoş görmesi, onları hiçbir ayrım yapmadan sevmesi, saygı duyması,  asla içi boş bir hümanistlik değildir.

Bu âleme aşk dağıtılırken onda dokuzu bana, geriye kalan biride gelmiş ve  gelecek tüm âşıklara dağıtıldı diye buyuran Hz.Mevlânâ"mız; Böylesine  sınırsız  bir  ilâhi aşkla, tüm insanlık âlemini kapsayan  evrensel sevgisi  nedeniyle de;   sekiz yüz yıldır çeşitli din ve düşünceden her toplum;  Onu   kendi idrâkleri ölçüsünde  anlamaya ve   anlatmaya çalışmıştır.

2002 yılında Norveç  Nobel Enstitüsünce tüm  zamanların en önemli  eserlerinden biri kabul edilen Mesnevi bir çok dünya dillerine çevrilmiş, Hz.Mevlânâ gerek ülkemizde gerek yurt dışında adından en çok söz edilen önemli şahsiyetlerden biri olmuştur.

Tüm bunlara rağmen Hz.Mevlânâ"nın hassasiyetle üzerinde durduğu mânevi değerlerin, sekiz yüz yıl sonra  dahi, yeterince anlaşılmadığı gibi, büyük bir  hızla da aslından uzaklaştırılarak, şekilde sûrette kalındığı, söz konusu  değerlerin günümüzde  yok edilme aşamasına gelindiğinden çok sık  söz edilmektedir.

Bendeniz de, Hz.Mevlânâ"nın asırlar sonra bile  yeterince anlaşılamadığı düşüncesini kabul etmekle  birlikte, onun savunduğu mânevi değerlerin, zaman içerisinde  yok edildiğine, veya edileceği düşüncesine  katılmam da  mümkün değil.

Çünkü; Hazreti Mevlânâ"yı anlamamak Hz.Peygamberimizi ve Kur"an-ı Kerimi  anlamak demektir.  Hz.Peygamberi ve Kur"an-ı Kerimi  anlamak ise; Cenâb-ı Allah"a  karşı  kulluk vazifelerimizin  idrâki içinde olmaktır.

Bu ilâhi  bilincin dışında kalmak, idrâk etmekten âciz  olmak ise; Ne Hz.Mevlânâ"nın, nede inandığı mânevi değerlerin yok edilmesi, veya o değerlerin içinin  boşaltılması  olarak   düşünülemez.

Hz.Mevlânâ kendisini ve inandığı  tüm mânevi değerleri,  eserlerinde en açık bir şekilde ortaya koyarken, Mesnevi"nin önsözünde şöyle buyurmuştur:

 Mesnevi âlemlerin Râbbinden gönül"e inmiş hakikatları ihtiva eder. Gerçekten de, Mesnevi  Rabbü-l âlemin tarafından ilhâm olunmuş bir kitaptır. Bâtıl ne onun önünden geçe bilir, ne ardından Allah onu korur.5

Mesnevi"nin Cenâb-ı Allah tarafından korunması, içindeki mânevi değerlerin korunması demektir. Gönül ister ki bu mânevi  hazineden tüm insanlık âlemi en üst seviyede  faydalansın. Fakat,  bununla birlikte  herkesin bu  yüksek hakikatları idrâk ederek sahip çıkmasını da bekleyemeyiz. Hz.Mevlânâ  daha sekiz yüz yıl önceden insanların kedisini anlayamadıklarını, anlamakta zorlanacaklarını da  tüm eserlerinde çok  açık bir şekilde ifade etmiştir. Mesnevi"nin ilk on sekizlik beyti buna en güzel bir  örnektir.

Ayrıca bir  Divân-ı Kebir" beytinde: Şiir benim sözlerimin elbisesidir, herkes elbiseyle ilgilendi, fakat  elbisenin içindeki güzelden ne yazık ki  hiç  kimsenin haberi yok diye buyurmuştur. 

Başka bir Divan-ı Kebir beytinde ise : HallcMansur"un o nükteli Ene-l Hakk  sözünün kavgası, gürültüsü, daha  bu dünyada  olmadan önce, biz rûh dünyası Bağdat"ında Ene-l Hakk diyorduk 6

“Hallaç-ı Mansur  Ene-l Hakk dedi  fakat halk gerçeği anlayamadığı için  onu dar ağacına çekti. Eğer  Hallaç şimdi  sağ olsaydı, benim sözlerimin ve  sırlarımın azametinden  HALLAÇ   beni dar ağacına çekerdi.  7

Hallç"ı Mansur"un  bile anlamakta zorlanacağı ilmi ledün sırlarını bizlerin yeterince anlayıp, idrâk edememesi de  gayet  tabii  karşılanmalıdır.

Tüm bu söylenenlere rağmen; Hz.Mevlânâ"yı anlamanın veya kendi ifadesiyle şiirlerin içindeki güzeli görmenin de imkansız,  veya  çok zor olduğunu da düşünmüyorum.

Çünkü Hz.Mevlânâ tüm eserlerinde kendisini anlamanın çok zor olduğunu zaman zaman  ifade etmekle birlikte,  anlaşılabilmenin  yollarını da  en açık bir şekilde defaatle  bizlere  göstermiştir.

Kabul edersiniz ki bir insanı en doğru bir şekilde yine  ancak kendisi ifade edebilir.

Hz.Mevlânâ"da özellikle Divân-ı Kebir beyitlerinde maddi mânevi bir bütün olarak  kendisinden sıkça bahsederek, ilâhi bir mâbed olan varlığına en  doğru bir şekilde yaklaşmamız için  bizlere  rehberlik  yapmıştır.

Önemli olan  “Ben  Kur"an"ın kulu kölesi. Hz.Muhammedin bastığı yerin toprağıyım” dediğini unutmadan eserlerini  temiz bir gönülle çok  dikkatli bir şekilde gerekirse tekrar tekrar okumaktır.

Hz. Mevlânâ"nın  konuyla alâkalı olarak bize ışık tutacak   yüzlerce  beytinden sadece iki tanesini burada  arz etmek isterim:

“Bizi görmek, bizi duymak, bizi anlamak için yüzünü gözünü kirlerden yıka, önce  temizlen kirlerden kurtul. Çünkü kirli bir insan bizi asla  göremez, bizi  duyamaz, bizi  anlayamaz.”8

Hz.Mevlânâ"nın sözünü ettiği  bu temizlik elbette  suyla sabunla elimizi yüzümüzü yıkamak değil. Hâl temizliği, davranış temizliği, gönül temizliğidir.

Divân-ı Kebirde bizi anlayabilmek için önce   yüzünü gözünü yıka temizlen derken; bir Mesnevi"de ise  şöyle buyurmuştur:  “Ey kör ! benim suyumu sağ elinle iç, sağ elinle iç ki gözün açılsın, yoksa sen bu körlükle  ne beni görebilir, nede benim  bu sözlerimi  anlayabilirsin.  Burada söylemiş olduğum sağ elden maksadım  nedir ? doğru güzel zandır, yâni güzel düşüncedir”9

Sizlerinde anladığı gibi  bu beyitlerde  bahsi geçen körlük gönül gözü körlüğüdür. Bizler Peygamber sünnetidir diyerek  sağ elimizle yemek yemeye gayret gösterdiğimiz kadar, sağ duyulu, güzel düşünceli  olmaya da o denli dikkat edebilirsek, sanırım birçok şey zaten kendiliğinden hallolacaktır.

Mesnevinin ilk on sekiz  beytinden sonra gelen on dokuzuncu beyit hür olmayı emretmektedir. Elbette bu bir tesadüf değildir. Çünkü çeşitli nefsâni duygu ve düşünceler zinciriyle bağlı olan bir kişinin Hz.Mevlânâ"yı anlayabilmesi asla mümkün değildir.

O nedenle ki; Hz.Mevlânâ"yı anlamak  için  atılacak ilk adım hür olmaya gayret göstermektir. Bunun içinde yapılacak tek şey; Sadece insanlara değil, hepsi  ayrı ayrı bir bütünün parçası olan, çiçeklere, böceklere, hatta taşa, toprağa, yaratılış gayeleri doğrultusunda evrendeki tüm varlığa  saygılı olmak. İnsanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan içimizdeki sevgi, dostluk duygularını geliştirmeye gayret göstermek. İnsanı insan yapan tüm değerler ışığında  gerek kendimize gerek çevremize zarar verebilecek çeşitli şahsi ihtiraslardan, bencilik ve egolarımızdan  kurtularak öncelikle  bireysel rûh  özgürlüğüne ulaşmaktır.

Kişisel rûh özgürlüğüne ulaşan bir kişide asıl  gaye olan  toplumsal  barışın sevgi ve dostluğun  bir parçası olduğu gibi; mânevi idrâk ve anlayıştan  da asla âciz olmayacaktır.

CenâbHakk"ın kün emriyle ilâhi rahmet hazinesinden harf ve sözcükler şeklinde  yer yüzüne inen  Mesnevi"yi anlamanın ondan  faydalanmanın yollarını ise  yine  Hz.Mevlânâ"mız   Mesnevi  şerifte   kendisi şöyle  açıklamıştır:

“Sen Mesnevi"yi sadece okumak, yâhût yalnız dinlemekle istifade edebileceğini mi sanıyorsun? Mesneviden feyz almak ondan  faydalanmak  için önce  imân sahibi olmak, sonra onun ettiği tavsiyeleri tutmak en önemlisi Mesneviyi yaşamak gerekmektedir. Yüksek hakikatler, ilâhi hikmetler, gizli sırlar, kolayca kulağına girer ağzına aklına geliverir mi sanıyorsun. Sen bu hikmetleri bu hakikatları duysan bile bunlar sana masal gibi gelir, kabuk görünür tanelerin lezzetli olan içlerini, göremezsin”.
Anlaşıldığı üzere; Mesneviyi de anlamak, ondan istifade edebilmek  için önce güçlü bir iman sahibi olmamız, sonra okuduklarımızı mutlaka hayata geçirmemiz yaşamamız gerekmektedir. İşte bu birkaç cümle gönlümüzde yeterince anlaşılabilirse sorun da çözülmüş oluyor. Burada önemli olan acziyetimizin farkında olarak, hüsnü zan ile Mesnevi"yi idrâkimiz ölçüsünde okumaya anlamaya ve yaşamaya gayret göstermektir. CenâbHakk sen bildiğinle amel et bilmediğini ben sana öğretirim diye buyurmuyor mu?

HZ.MEVLÂNÂ eserlerinde dile getirdiği  binlerce beyitten sonra,  son söz olarak bizlere bıraktığı vasiyetiyle de  maddi mânevi  tüm hayatımıza ışık tutmuştur.

 

“Ben size gizli ve aleni Allah"tan korkmanızı

Az yemenizi

Az uyumanızı

Az söylemenizi

Günahlardan çekinmenizi

Oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi

Daima şehvetten kaçmanızı

Halkın eziyet ve cefalarına dayanmanızı

Avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı

Kerem sahibi olan Sâlih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim

İnsanların en faydalısı insanlara faydası dokunandır.

Sözün hayırlısı da az ve öz olandır.

Hamd  yalnız  tek olan Allah"a mahsustur.

TEVHİD ehline selam olsun.

 

Dibnotlar:

1. Can Şefik Divân-ı Kebir clt.2.no 755

2. Can Şefik Divân-ı Kebir clt.2.no 842

3. Can Şefik Mesnevi   clt.1. no 1995

4. Can Şefik Mesnevi clt.1. no 3908:

5. Mesnevi Önsöz

6. Can Şefik Divân-ı Kebir clt.1.418

7. Can Şefik Divân-ı Kebir clt.2.694   

8. Can Şefik Divân-ı Kebir  clt.2. 742.

9.  Can Şefik Mesnevi clt.2. no 1120 

 

Yazar: H. Nur Artıran
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 21.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.