Hakikat ırmağını geçenlerden miyiz?
 
Gönenli Mehmet Hoca Efendi, şefkatli vaazlar verir, telkinlerde bulunurdu. Vaazlarını hanımlar da takip ederdi. Bir seferinde;

- Hanımlar! Allah'ın size lütfettiği fıtri güzellikleri kâfi bulun, yabancılardan getirilen boyalarla kendinizi çirkinleştirmeyin, size iman, İslam, ahlak güzelliği yeter! Dedikten sonra bir ilavede de bulunmuştu: 'Tırnaklarınızın üzerine altına su geçirmeyen kalınlıkta boyalardan sürmeyin, abdestinizi, guslünüzü zorlaştırmayın!'

  Tam bu sırada hanımların arasından bir ses yükseldi: 'Bu ne biçim vaaz, yirminci asırdayız, böyle de konuşulur mu? Bizim boyamıza ne karışıyor?'

  Hoca efendinin susması üzerine sesini daha da yükselten hanım 'Hemen çıkıp telefon etmeliyim.' dedi. Hoca efendi kürsüden tebessüm ederek sordu:

- Hanım kızım kime telefon edeceksin?

— Siz beni tanımıyorsunuz galiba, ben valinin yakınıyım, şimdi bir telefon edersem anlarsınız kime telefon ettiğimi!

  Kürsüden iki dizi üzerine dikilen hoca efendinin mukabelesi bu defa o kadar yumuşak olmadı:

- Haydi sen vali beye telefon et, ben de Hazret-i Allah'a telefon edeyim, bakalım kimin telefonu daha tez etkisini gösterecek?
 
  Hoca efendinin duasının kabul olduğu yolunda tecrübeleri bulunan hanımlar, bu yeni gelen hanımı, başına bir kaza bela gelebileceğini söyleyerek ikaz edip susturdular. Ancak vaaz bittikten sonra cemaat kapıya doğru ilerlerken kadıncağızın ayağı kapı önünde halıya takılarak boylu boyunca mermerlerin üzerine düştüğü görüldü. Hemen kaldırılan hanım, bir köşede birazcık dinlenerek kendine geldikten sonra sorusunu şöyle sordu:
 
- Hoca efendi o söylediği yere telefon mu etti yoksa? 
 
  Bu örnek ilme ve âlimlerimize verilen değeri gösterme açısından biraz hafif kaçmış olabilir. Çünkü İskilipli Atıf Hoca gibi canını aldığımız, Bediüzzaman gibi 17 kere zehirlemeye kalkışıp, buz gibi hapishane köşelerinde ölmesi için gayret sarf edilenler var.
 
Oysa şanlı tarihimizde, padişahlar şeyhülislamları baş tacı ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmet, kanunnamesinde şeyhülislamı ve padişah hocalarını vezirlerden üstün tutmaktaydı. Şu anekdot da dikkat çekicidir:

  Babası Rumeli Beylerbeyi olan Osmanlı alimlerinden birine, neden babasının mesleği olan "askeriye" ye değil de "ilmiye" ye intisap ettiği sorulmuş. Bu tercihini küçük yaşlarda yaşadığı bir olayla açıklamış: Daha çocuktum. Konağımızda kalabalık toplantılar olurdu. Ama babam hep en çok saygı gören ve hep en yüksek yerde oturan kişi olurdu. Yine böyle bir toplantıda, ilk kez, babamın, yerini kavuklu bir amcaya terk ettiğini gördüm. Bu kez babam da dâhil herkes ona hürmet ediyordu. Ben de kendi kendime dedim ki: "Demek ki bu babamdan büyük, ben de büyüyünce bunun gibi olacağım."
 
 Dinle ilgili kişi ve kurumların itibarını yok edecek her türlü uygulamayı teşvik edecek olursak Kabil gibi evlatlarımızdan zeki olanını pozitif ya da beşeri bilimlere yerleştirirken, en düşük seviyelisini dini ilimlere reva görürüz.

  Hak ve hakikatler çiğnenmesinin evveli de ahiri de hiç de hayra alamet bir durum değil.

  Yunus Emre, "kişi kendisini bilmedikten sonra okuduklarının hepsi boşa gitmiştir,  okuyup da Hakkı, ona ulaşan yolu  bilmedikten sonra bütün çabalar faydasız, boş ve kuru emektir" diyor.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir    
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
 
Evet... Kişi haddini bilecek, Allah'ın kulu olduğunu, burada misafir olduğunu unutmayacak. Yüce gayesine uygun yaşayacak. Hz. Mevlana "Bütünden ayrılan her parça ölür, yok olur. Vücuttan kopan her organ murdar olur." Der. Heva ve hevesine uyanlar ise aşağıdaki fare gibi hakikat ırmağı karşısında kalakalırlar.
   Hz. Mevlana mürşit kitap olan "Mesnevi" sinde şöyle bir hikâye anlatır.
"Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı. Kurula, kurula yola düştü. Deve, tabiatındaki mülayimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu.
 
Fare " Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim" diye gurura düştü. Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. " Hele hoş ol. Ben sana gösteririm!" dedi.
Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu. Fare orada durdu, kaskatı kesildi.

Deve " Ey dağda, ovada bana arkadaş olan, bu duraklama ne, niye şaşırdın? Irmağa ercesine ayak bas, gir suya! Sen kılavuzsun, benim öcümsün. Yol ortasında durup susma" dedi.

Fare dedi ki: " Bu su, pek büyük, pek derin bir su, arkadaş, ben boğulmaktan
korkuyorum." 

Deve: " Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su ?" deyip hemen ayağını attı.
 
Dedi ki: " A kör sıçan, su diz boyuymuş. A hayvanların kusuru, neden şaşırdın?"

 Fare, " Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var. Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer." Dedi.

Deve dedi ki. " Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın.
 
Sen kendi gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur."

Fare " Tövbe ettim, Allah hakkı için beni bu helak edici sudan geçir." Dedi.

Deve acıdı, " haydi hörgücüme sıçra otur. bu geçiş benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm" dedi.

  Mademki peygamber değilsin. Yola düş de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erişesin. Sultan değilsen yürü, riayet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle alabildiğine yürütme. Ticarette kâmil değilsen yalnız başına dükkân açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir! " Susun, dinleyin" emrini işit, sükût et. Mademki Allah dili olamadın, kulak kesil.
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş! Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de itiyat
yüzündendir. Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın. Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. Puta tapanlar bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. İblis ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Âdem"i kendisinden aşağı gördü."
 
Yazar: Filiz Konca
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 04.12.2024 tarihinde yazdırılmıştır.