Hakka giden yolda neredeyiz?
 

Hakka Giden Yolda Nerelerdeyiz? 

İnsanoğlunun maddi yönüne bile paha biçilemezken ya terakkimize ne kadar önem veriyoruz? Unutmayalım ki değerimizi belirleyen aradığımız şeydir. Bir tek gözümüzü dünyaya değişmezken ya manevi cihazlarımızın farkında mıyız?  
  

İmam-ı Şafii hazretleri; "Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek yani dünya ise; Onun kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır" buyurmuştur. 
 

Hadis-i şerifte; "Malayani ile yani faydasız şeyle meşgul olmak, Hak teâlânın o kuldan yüz çevirdiğinin işaretidir" buyurulmuştur.
  

Ehlullah şöyle der:
  

Ruh, alem-i emirden geldiği için, çok mübarek, mukaddes bir nurdur ve gıdası da, ibadettir, itaattir, zikirdir, tevbedir, duadır. Ruh, gıdasını almadığı zaman hastalanır. Ruhun hastalığı budur. Bu hastalığın tedavisi için Allahü teâlâ, Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İnsan, inkâra saparsa, ruh, mecazen ölür. Ruhun ölmesi, o kimsenin kâfir olması demektir. Her şeyin cezası sınırlıdır ama küfrün cezası, Cehennemde sonsuz kalmaktır. İmanın mükafatı da, Cennette sonsuz kalmaktır.
 

Hakka giden yolda nerelerdeyiz?
 

Ehlullah şöyle der:
 

Şeriat bir ağacın damarı gibi; tarikat kökü, hakikat ağacın dalı, marifet de ağacın meyvesi gibidir.
  

Kur\'an\'ı Muciz\'ül Beyân ve Sünnet-i seniyye İslam\'ın temel iki kaynağıdır. Kaynağını Kur\'an ve hadisten almayan her oluşum yıkılmaya mahkûmdur. Hazreti Mevlana; \'\'Bir ayağımız sımsıkı şeriatte, bir ayağımızla dolaşırız yetmiş iki milleti pergel gibi\'\' buyurarak bu gerçeği işaret etmiştir. Her şeyin başında şeriat gelir. Şeriat İslam"ın dış gözü, tarikat ise iç gözüdür. Dış ve iç gözün birleşmesi ile marifet doğar. Hakikat meyvesinin kemale ermesiyle de marifet zuhur eder.
 

Hz. Mevlana: "Bunca letafetiyle, bunca güzelliğiyle, bunca can bağışlamasıyla gene de O'na vurulmayan kişi ne kötü kişidir." der.
 

Cahiliyye devrindeki gibi kulluk ettiğimiz, hükümlerini dinlediğimiz, aradığımız, bağlılık gösterdiğimiz, kaygılandığımız, dert edindiğimiz şeyler dünyevi mi yoksa? Doğru tasavvur endişemiz var mı?

 

Hz. Mevlana 'mürşit' kitap olan Mesnevi'sinde şöyle bir hikaye anlatır:
 

Hz. Ömer zamanın da oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu. Oruç ayının hilalini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı.

Birisi :

"Ey Ömer, işte hilal" dedi.

Hz. Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi.

 " Bu ay senin hayalinden meydana geldi. Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilali nasıl olur da görmem? Elini sıvazla. Ondan sonra hilale bak!" dedi.

Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi.

 " Padişahım, ay yok görünmez oldu" dedi.

 Hz. Ömer dedi ki:

"Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi: yaydan sana bir ok attı" 
  

Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı. Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur? Her cüz'ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden,o eşikten baş çekme! Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
  

Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır. Yürü kafirlere karşı
şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç! Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü dikenler, bu güle düşmandır. Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf'un düşmanlarıdır. Kendine gel, Şeytan sana " babasının canı" der bu suretle o lain seni aldatır.


Yazar: Filiz Konca
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 24.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.