Aziz dostlar; Yukarıdaki başlık sizleri şaşırtmasın. Gerçekten de; Issız bir gecenin sâkin karanlığını fırsat bilip değerli bir dostumuzun evinden bazı eşya ve kitaplarını alarak sessizce kayıplara karışan, hırsız kardeşimize çok samimi duygularımla teşekkürlerimi arz ediyorum. İlerleyen satırlar içerisinde bu içten teşekkürlerim için sizlerinde bendenize hak vereceğinizden eminim.
Bir çoğunuzun da yakın olarak bildiği gibi, çok değerli merhum Mesnevi-han Şefik Can Hocamız ( 1909-2005 ) Hakka yürümeden önce kısa bir hastalık dönemi geçirdiler. Dostlarımızın sıcaklığına her zamankinden daha çok ihtiyaç hissettiğimiz o günlerde, tüm yakınlarımız sevgileriyle, dûalarıyla, maddi mânevi yanımızda olurken; Doktorlarımızda tıbbi olarak ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalıştılar. Hocamızı eski sağlığına kavuşturmak için, çok büyük bir özveriyle gece gündüz demeden hizmet ettiler. Daha önceleri tanışma fırsatı bulamadığımız, Dr. Tuncer Bey de, Şefik Can Hocamızın sağlık sorunlarıyla ilgili çeşitli tetkikler yapmak için, devlethanesine geldiler. Hizmetlerini tamamladıktan sonra, salonda bulunan diğer misafirlerimizle birlikte kendilerine çay ikram etmek istediğimi, vakitleri ölçüsünde kalmalarını rica ettim. Dr. Tuncer Bey de büyük bir memnuniyetle davetime icabet ettiler.
O günkü misafirlerimiz arasında, müzik severlerin çok yakından tanıdığı, değerli bir hanım pop sanatçımız, tiyatromuzun sevilen bir sanatçısı, radyolarımızın çok popüler bir hanım DJ"i ve yine gazete ve dergilerimizin sevilen saygın bir hanım yazarı bulunuyordu. Dr. Tuncer Bey; Türkiye"nin dolayısıyla da kendilerinin çok yakından tanıdığı bu değerli gönül dostlarını Şefik Can Hocamızın yanı başında, büyük bir edep ve sükûnetle dervişâne bir şekilde oturuyor olduklarını görünce oldukça şaşırdılar. Çünkü görsel ve yazılı basından, bu hanımefendileri çok daha farklı bir şekilde görüyor ve tanıyorlardı.
Yaşamış olduğu hayret ve şaşkınlığı, belli etmemek için azami gayret gösteren Dr.Tuncer Bey; kısa bir müddet sonra kendini içten içe rahatsız eden bu merakını yenemeyerek; “Lütfen bendenizi hoşgörünüz; sizleri burada farklı duygular ve haller içerisinde görünce oldukça şaşırdım. Şefik Can Hocamızla nasıl tanıştınız ? Ne zamandan beri kendileriyle görüşüyorsunuz” ? diyerek büyük bir merakla sordu.
Türk Pop Müziğimizin Hanımefendi sanatçılarından biri olan Deniz Hanım; âni bir refleksle ve oldukça heyecanlı bir şekilde; “Bizi buraya birkaç yıl önce bir hırsız getirdi”! demesiyle, Dr. Tuncer Beyin şaşkınlığı ve merakı bir kat daha artmıştı. İşittikleri karşısında kendisini toparlayıp neler oluyor demeye fırsat bulamadan; Radyolarımızın çılgın DJ" yine çılgın bir şekilde sâhi ya ! nasılda unutmuşum; gerçekten hepimiz buraya bir hırsızın mesleki başarısından dolayı geldik! Dedi.
Çok masumâne bir şekilde söylenen bu sözler, Dr.Tuncer Beyin ilgisi ve merakını büyük bir bilmeceye dönüştürmüştü. Son bir ümitle bendenize dönerek; Hiç değilse siz anlayacağım doğru dürüst bir şeyler söyleyin dercesine şaşkınlıkla gözlerime baktı.
Deniz Hanımın; “Bizi buraya bir hırsız getirdi”! demesiyle o güne kadar gönlümde sırlı olan bir çok kapı, bu sözün şiddet ve tesiriyle, âni bir buruşla sanki birden bire açılmıştı. Bir anda içimde nice fırtınalar kopmuş, bendenizi farklı diyarlara sürüklemişti. Gerçektende o anda birlikte olduğumuz bu çok değerli hanımefendiler ve daha nice gönül dostlarımızla bir hırsızlık olayının yaşanmasıyla tanışarak bir araya gelmiştik. Tüm din ve düşüncelerin reddettiği, çok kötü, çirkin bir olay olan hırsızlık, ne hayırlı dostluklara, ne kadar güzel mânevi duygulara sebep olmuştu. Elimde olmadan sessiz bir şekilde sadece Aman Yâ Râbbi diyebildim. “Sizlerin hayır olarak gördüklerinizde şer, şer olarak gördüklerinizde de hayır vardır.” Diye buyuran Cenâb-ı Hakk"ın bu ilâhi sırrını sanki hiç bu kadar yakından hissederek yaşamamıştım. Belki de ilk defa bu kadar içten ve samimi olarak; Aman Yâ Râbbi senin hikmetinden sual olmaz diyordum.
Bendeniz kendi duygularımla baş başa dalgın bir haldeyken, Dr. Tuncer Beyin, lütfen artık anlayacağım bir şeyler söyleyin demesiyle kendime geldim. Dostlarımız çok haklıydılar, söylenecek fazlada bir şey yoktu. Gerçektende bizler bir hırsızlık olayından kaynaklanan çeşitli sebeplerden dolayı tanışarak bir araya gelmiştik. Çok kısa bir zamanda da güçlü bir dostluk çemberi içerisinde kendimizi bulmuştuk.
Dr. Tuncer Beyi daha fazla merak içersinde bırakmadan karışık gibi görünen bu durumun daha iyi anlaşılması için, olayları baştan anlatmaya başladım.
Efendim; söz konusu olayın yaşandığı günlerde henüz tanışmadığımız, Diş hekimi Ümit Beyin evine bir gece hırsız girer. Kendine göre alıp götürebileceği değerli bir şeyler bulamayınca, birkaç eşya ile birlikte kütüphaneden bazı kitapları da alarak gecenin karanlığında kaybolur. Eve geldiğinde ortalığı dağınık bir halde bulan Ümit Bey, telaşla hemen yetkililere haber verirken; Bu arada büyük bir merakla etrafa da şöyle bir göz atar. Kütüphanedeki rafların bir bölümü de boştur. Kendisine yadigar olarak bırakılan mânevi değeri çok yüksek Tahirü-l Mevlevi Hazretlerinin Mesnevi Şerhini yerinde göremeyince büyük bir üzüntüye kapılır. Kütüphanede bir çok kitap vardır ama, her nedense hırsız sadece Mesnevileri alıp götürmeyi tercih etmiştir. Ümit Bey olup bitenler karşısında oldukça şaşkın ve üzgündür. Çalınan eşyalarını özelikle de Mesnevisini, yetkililer bulup tekrar kendisine iade edecekler diye sabırsızlıkla beklemeye başlar. Fakat çok uzun bir zaman geçmesine rağmen beklediği mutlu haberi alamayınca, giden gitti diyerek kaybettiklerini fazla önemsemeden her şeyi kabullenir ama, Tahirü-l Mevlevi Hazretlerinin Mesnevi Şerhini çaldırmış olmayı, onu kaybetmeyi, bir türlü içine sindiremez.
Kitaplarını eski eserler satan her hangi bir sahaf da bulacağını ümit ederek, kendiside Mesnevi"sini aramaya karar verir. Aylarca süren uzun ve yorucu araştırmalardan sonra, tahmin ettiği gibi İstanbul"da eski kitapların bulunduğu bir sahaf dükkanının tozlu rafları arasında, masum bir şekilde sahibini bekleyen kadim dostuyla karşılaşır. Dükkan sahibine; Büyük bir heyecan ve sevinçle elinde dikkatle incelediği Mesnevi"nin kendisine ait olduğunu, aylardan beri onu aradığını, başından geçen olayları, bulmak için ne sıkıntılar çektiğini uzun, uzun anlatır. Orta yaşlarda, her halinden derin düşünceli, kemal sahibi biri olduğu anlaşılan kitapçı; Ümit Beyi sükûnetle dinledikten sonra: “ Mesnevinizin peşine düşüp aylardır onu aramakla çok haklısınız. Gerçektende Tahirü-l Mevlevi"nin bu eseri çok değerli. Bende sizin yerinizde olsaydım aynı şeyi yapardım. Fakat bir şey öğrenmek istiyorum. Tahirü-l Mevlevi"nin yetiştirdiği, onun talebesi olan Şefik Can"ın Mesnevi tercümesini hiç okudunuz mu ? Şefik Can"ı biliyor musunuz” ? diye sorar.
Ümit Bey: “Hayır böyle birini bilmiyorum, eserini de okumadım” der. Kitapçı başka bir şey söylemeden, oldukça kararlı bir şekilde; “Size inanıyorum, elinizdeki Mesnevi sizin. Bir hırsızlık neticesinde buraya geldi demek istemiyorum. Fakat gördüğünüz gibi bir yanlışlık sonucu kitabınız burada, bu dükkanda duruyor. Mademki kitap sizin, elbette onu geri iade edeceğim. Fakat Mesnevinizi teslim etmeden evvel sizden bir isteğim var. Öncelikle bunu yerine getirmenizi rica ediyorum” der. Ümit Bey Mesnevisine kavuşmanın sevinciyle, kitapçının bir miktar para istediğini düşünerek, kendisine karşı çok anlayışlı ve kibar davrandığını düşündüğü satıcıyı biraz rahatlatmak için; “ Sizi çok iyi anlıyorum. Lütfen çekinmeden söyleyin. Karşılık olarak ne kadar istiyorsunuz ?” diye sorar. Kitapçı:“Hayır yanlış anladınız! Benim istediğim para değil. Sizden böyle bir şey istemiyorum”! der. Ümit Bey bu cevaba oldukça şaşırır. “Fakat, sizin için daha başka ne yapabilirim ?” diyerek alacağı cevabı merakla beklemeye başlar. Kitapçı: “Lütfen endişe etmeyin. İsteğim o kadarda yapılamayacak zor bir şey değil. Şimdi ben size az evvel sözünü ettiğim Tahirü-l Mevlevi"nin talebesi olan, Şefik Can"ın Mesnevi tercümesini vereceğim. Siz, onu okuyup bana geri getirinceye kadar, sizin Mesnevilerinizde bende kalacak. Size verdiğim Mesnevileri okuyup bana geri iade edince, bende size kendi Mesnevinizi teslim edeceğim” der. Ümit Bey hiçbir zorlukla karşılaşmadan çok kolay bir şekilde kitabına kavuşuyor olmanın sevinciyle bu teklifi hiç düşünmeden kabul eder. Bin bir güçlükle bulduğu kendi Mesnevilerini, çocuğundan ayrılan bir babanın hüznüyle orada bırakır. Kitapçının eline tutuşturduğu kitapları büyük bir mücadeleyi kazanmamın rahatlığı, zor bir işi başarmanın sevinciyle kucaklayarak evine gelir. Vermiş olduğu sözü yerine getirmek, kendi Mesnevisine de bir an evvel kavuşabilmek hayaliyle, büyük bir gayretle Şefik Can Hocamızın Mesnevi tercümesini gece gündüz demeden, bulduğu her fırsatta okumaya başlar. Zorunlu bir görev olarak başladığı kitap okuma işi, büyük bir ilgiye ve hayranlığa dönüşür.
İlerleyen günler içerisinde Mesnevi"den aldığı feyz"le, gönlünde kaynayıp coşan aşk-u muhabbeti içine sığdıramayarak farkında bile olmadan, yakınlarına, eşine dostuna, son günlerde yaşadığı olayları anlatarak, onlara da okuduğu Mesneviyi büyük bir şevkle tavsiye eder. Yoğun bir şekilde yaşadığı bu mânevi duygu ve heyecanlarını paylaştığı dostlarından biride genç bir mimar olan Burhan Beydir. Çocukluğundan beri kişiliği ve davranışlarıyla her zaman kendisini etkileyen bu yakın dostunun anlattıkları, yaşadığı ilâhi aşk ve heyecan onu da günümüzde yaşanan mistik bir menkıbenin içine çeker. Hz.Mevlânâ deryasından akıp gelen bu coşkun selin dalgaları arasına kapılan Burhan Beyde, en kısa zamanda bir Mesnevi alarak okumaya başlar. Böylece ilk defa Hz.Mevlânâ ve Mesneviyle de tanışmış olur. Küpün içindeki neyse dışına da o sızar demişler. Burhan Bey de beden küpüne sığdıramadığı mânevi coşkularını yakın çevresiyle birlikte, çocukluk arkadaşı olan Deniz Hanımla da paylaşır. Zaman zaman bir araya gelerek hep birlikte Mesnevi okumaya başlarlar. Böylece kendi dünyası dışında farklı bir yaşam ve düşünce tarzını keşfeden Deniz Hanımın da gönlünde, daha evvel hiç hissetmediği, bilmediği, nice engin ufuklar açılır. Burhan bey ise kendisi için çok önemli bir dönüm noktası olan bu günlerde başka bir âlemde yaşıyor gibidir. Mânevi dinginlik ve muhabbet içerisinde geçen bu çok özel günlerde; Mesnevisi koltuğunda, gönlünde açılan yeni pencerelerden, hayatı başka bir gözle seyretmeye çalışırken; İstanbul"un kalabalık sokakları arasında eski bir okul arkadaşı olan Selim Beyle karşılaşır. Elinden düşürmediği kitabından bu arkadaşına da söz ederek; Şefik Can"ı görebilmeyi, Mesneviyi böylesine eşsiz bir güzellikte bizlere hazırlayan o mübarek ellerini öpmeyi ne çok isterdim diyerek, büyük bir üzüntüyle hayıflanır. Selim Bey, çocukluk arkadaşındaki bu âni değişikliğe oldukça şaşırmakla beraber, ona hayatı boyunca hiç unutamayacağı çok sürpriz bir cevap verir. “Şefik Can Hocayla tanışmayı, ondan faydalanmayı gerçekten çok istiyorsan, bu isteğini birlikte yerine getirebiliriz. Bu arzun o kadar da olmayacak bir şey değil” diyerek, Burhan Beyi büyük bir heyecan ve mutluluğa sürükler. Aslında Şefik Can Hocamızı hiç tanımayan, fakat yakın akrabası olan Gönül Hanımdan sık, sık ismini duyan, Selim Bey; vakit geçirmeden bu hanımefendiyi arayarak, eski bir okul arkadaşıyla birlikte, Şefik Can Hocamızla tanışmak, görüşmek istediklerini, kendileri için bir randevu almasını rica eder.
Bundan birkaç yıl önceydi; Şefik Can Hocamızın eski bir öğrencisi olan, Gönül Hanımefendi, bendenizi arayarak, bu iki beyefendiden söz edip, görüşmek için randevu rica etti. Böylece Burhan ve Selim Beylerle tanışmış olduk. Burhan Bey, kendisi için çok önemli olan bu günü, tüm bu ilâhi tecellilerin sebep noktası gibi olan, çalınan Mesnevinin sahibi Ümit Beye de hiç vakit geçirmeden ötelerden haber verircesine gizemli bir şekilde anlatınca, tahmin ettiğiniz gibi Ümit Beyde en kısa zamanda, büyük bir heyecanla Şefik Can Hocamıza gelerek tanışıp görüşme mutluluğuna erişti. Sonuç olarak zincir gibi olan bu tanışma buluşma halkası böylece uzayıp gitti. Gördüğünüz bu değerli dostlarda o uzayıp giden zincir halkalarından sadece bir kaçı.
DJ olan arkadaşımız söze girerek: “Gerçekten çok enteresan, bir hırsızın çaldığı Mesneviler bize bu çok değerli dostlukları kazandırdı. Hz.Mevlânâ"mız; ilâhi aşkını bizlere bir hırsızla bağışladı. Hepimizin hayatı birden bire değişti. Bizlere vazgeçilmez güzellikler, huzur, saadet getirdi. Gerçek mutluluğu, gerçek dostlukları tanımamıza vesile oldu. Yaşadığımız bu dünyada maddeden başka mânânın da ne kadar önemli olduğunu anladık. Allah bize kendi varlığını, sınırsız güç ve kuvvetini, bizlerinde bu ilâhi güç karşısında ki, acziyetimizi, bir hırsızı sebep kılarak öğretti.” Diyerek çok samimi şekilde duygularını dile getirdi.
Yaşadığımız bu çok değerli dostlukları, maddi mânevi eşsiz güzellikleri bizlere lütfeden Cenâb-ı Hakk"a hep birlikte şükrederken, bütün bunları yaşamamıza vesile olduğu için büyük bir samimiyet ve içtenlikle hırsız kardeşimize de teşekkür etmek geldi içimizden
Dr. Tuncer Bey"in; şaşkınlığı ve merakı, yüzünden geçmişe doğru uzanan bu dostluk hikayemiz, büyük bir tefekküre dönüşmüştü. Çünkü bu söylenenler mistik bir tasavvur değil, gerçek hayatın ta kendisiydi. Bu dünya tiyatrosunun birer oyuncuları olarak, bu oyundaki rollerimizi, yazar ve yönetmenimizi, o kadar yakınımızda ve içimizde hissetmiştik ki; Hepimiz birden bire derin bir sessizliğe gömülmüştük.