Şeyh Ahmed Hıdraveyh"in borçlular için helva satın alması (1)
Mesnevi cilt: 2
376 • Cömertliği ile tanınmış bir şeyh vardı. O yüzden de hep borçlu idi.
• Büyüklerden, zenginlerden on binlerce borç alır, dünyadaki fakirlere, yoksullara harcardı.
• Borç para ile bir de tekke yaptırmış; canını da, malını da, tekkesini de Allah yolunda harcıyordu.
• Cenâb-ı Hakk, Halil İbrahim hazretleri için kumu nasıl un hâline getirmişse, onun da borcunu her yerden gelen armağanlarla öder dururdu.(2)
• Bir hadislerinde Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Çarşılarda pazarlarda dâimâ iki melek duâ ederek derler ki; "Yoksullara yardım edenlere, ihsanlarda bulunanlara fazlasıyla ver. Cimrilerin mallarını da yok et."”(3)
380 • Hele canını verene, boğazını uzatıp yaratana kurban olana...
• O kimse, Hz. İsmail gibi boğazını uzatmış, Allah yolunda kurban olmaya hazırlanmıştır. Fakat Allah o boğazı kestirmez.(4)
• İşte şehitler de, Allah yolunda canlarını fedâ ettikleri için diridirler. Hoşturlar. Sen ateşe tapanlar gibi bedene bakma.(5)
• Çünkü Cenâb-ı Hakk, onlara gamdan, eziyetten, kötülükten emîn bir rûh ihsan etmiştir.
385 • Borçlu şeyh yıllarca bu işi gördü. Vazifesi bu imiş gibi zenginlerden borç alıyor, aldıklarını halka veriyordu.
• Ecel gelince, ulu bir bey, iyi bir insan olarak Hakk"a kavuşmak için ölüm gününe kadar iyilik tohumlarını ekti durdu.
• Şeyhin ömrü sona geldi. Bedeninde ölüm belirtileri gördü.
• Alacaklıları onun etrafında toplanıp, oturdular. Şeyh ise âdetâ bir mum gibi bir hoş yanıp yakılmada, eriyip gitmede idi.
• Alacaklıların para almaktan umutları kesilmiş olduğu için, suratları asıktı. Gönüllerindeki para derdi de, arttıkça artıyordu.
390 • Şeyh kendi kendine; “Şu kötü zanlara kapılanlara bak. Benim borcumu ödemek için Allah"ın dört yüz dinar altını yok mudur?” diyordu.
• Bu sırada helva satan bir çocuk bir kaç para kazanmak ümidiyle dışarda; “Helva !” diye bağırdı.
• Şeyh, hizmetinde bulunan müridine gizlice; “Dışarı çık da helvanın hepsini satın al.” diye işaret etti.
• Alacaklılar o helvayı yerler de, bir müddetcik olsun bana acı acı bakmazlar diye düşünüyordu.
395 • Şeyhe hizmet eden kişi, helvanın hepsini satın almak için hemen dışarı çıktı.
• Çocuğa; “Helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk; “Yarım küsûr dinar.” cevabını verdi.
• Hizmetçi; “Hayır, sûfîlerden fazla kâr isteme; yarım dinar vereceğim, artık başka söz söyleme.” dedi.
• Hizmetçi, helvayı kabı ile beraber getirip şeyhin önüne koydu. Sen şimdi sırlar düşünen şeyhin sırrını seyr et.
• Şeyh alacaklılara; “Buyurun.” dedi. “Şu helvayı teberrüken güzelce âfiyetle yiyin, size helâl olsun.”
400 • Kap boşalınca çocuk kabını aldı. Ve şeyhe; “Haydi ey akıllı er dinarımı ver.” dedi.
• Şeyh; “Ben parayı nerden bulup da vereceğim?” dedi. “Ben borçlu bir kişiyim ve borçlu olarak âhiret yolcusuyum.”
• Çocuk, bu cevab üzerine kızdı, kabı yere vurdu. Ağlayıp bağırmağa, inleyip zırlamaya başladı.
• Çocuk, aldatıldığı için hıçkıra hıçkıra ağlıyor; “Keşke iki ayağım kırılsaydı...
• Keşke külhân çevresinde dolaşsaydım da bu tekkenin kapısından geçmeseydim.” diyordu.
405 • Boğazlarına düşkün, yemeye alışkın köpek gönüllü sûfîler, kedi gibi yalanırlar. Yüzlerini yıkarlar, âleme temiz görünürler.
• Çocuğun feryadı yüzünden orada ne kadar hayırlı hayırsız kişi varsa hepsi geldiler, çocuğun başında toplandılar.
• Helvacı şeyhin önüne geldi; “Ey taş yürekli şeyh! Şunu iyi bil ki, senin yüzünden ustam beni öldürür.” dedi.
• “Onun yanına eli boş dönersem beni mahveder. Buna vicdânın râzı olur mu?”
• Alacaklılar da bu işi kötü görüp şeyhe dönerek dediler ki: “Bu ne rezâlet; yaptığını beğeniyor musun?
410 • Bizim malımızı yedin; yaptığın kötülükleri, zulümleri âhirete götürüyorsun. Bu yetmiyormuş gibi neden bu çocuğa başka bir zulümde, haksızlıkta bulundun?”
• O çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı. Şeyh gözlerini kapamış ona hiç bakmıyordu.
• Şeyh bu cefâya, bu haksızlığa aldırış bile etmiyordu. Ay gibi nûrlu yüzünü yorganın altına çekmişti.
• O mübârek şeyh, ezelle de, ecelle de hoştu. İkisinden de tat almada, neşelenmede idi. İyi insanların da, basit insanların da kınamalarından, kendisini çekiştirmelerinden üzülmüyordu.
• Rûh bir adamın yüzüne tatlı tatlı gülerse, gönülde bulunan kendisinden memnunsa, o adama halkın surat asmasından, ekşi yüz göstermesinden ne zarar gelir?
• Rûh bir adamın gözünden öperse, o adam felekten, feleğin öfkesinden gam yer mi?
415 • Mehtaplı bir gecede, köpeklerden ve onların havlamasından ayın ne korkusu olur?
• Köpek kendi vazifesini yapar, ay da yüzündeki nûru yerlere yayar.
• Herkes kendi işini görür. Su çerçöpün hatırı için kendi saflığını bırakmaz.
• Çöp, çöpçesine suyun üstünde akar gider. Duru su da, bulanmadan akar durur.
• Hz. Mustafa (s.a.v.), geceleyin ayı ikiye böldü. Ebû Leheb ise kininden saçma sapan şeyler söyledi.(6)
420 • Hz. Îsâ ölüyü diriltir, Yahûdi öfkesinden bıyığını yolar.(7)
• Köpeğin havlaması, hiç ayın kulağına değer mi? Hele o ay, Allah"ın has ayı olursa... Yâni Allah"ın has kullarından olursa...
• Çocuğa verilecek para, oradakilerden toplansa idi, herkese bir kaç akçe düşerdi. Fakat şeyhin himmeti, bu cömertliği de kapamıştı.
• Çünkü kimsenin çocuğa bir şey vermemesini şeyh arzu etmişti. Pîr'lerin gücü bundan da fazladır.
425 • İkindi namazı vakti gelince, hizmetçi, Hâtem gibi cömert birisinin gönderdiği bir tabağı getirdi.(8)
• Hem mal, hem hâl sahibi olan biri şeyhin sıkıntıda olduğunu duymuş; ona armağan göndermişti.
• Gelen tabağın bir kenarında dört yüz dinar vardı. Bir kenarında da, bir kağıda sarılmış yarım dinar bulunuyordu.
• Hizmetçi geldi, o eşsiz mübârek şeyhin huzurunda saygı ile eğildi. Ve tabağı önüne koydu.
• Tabağın üstündeki örtü kaldırılınca, halk şeyhin kerâmetini gördü.
430 • “Ey şeyhlerin de, şahların da başı! Bu nedir? Bu ne hâldir?” diye herkesten ahlar, feryâdlar yükseldi.
• “Ey sır sahibi olanların büyüğü! Bu ne sırdır? Bu ne sultanlıktır?
• Biz senin büyüklüğünü bilemedik, saçma sapan ulu orta sözler söyledik; bizi affet.
• Biz körcesine değnek sallıyor, bu sebeple gönül kandillerini kırıyoruz.
435 • Biz sağırlar gibi bir tek söz duymadık; kendi aklımızca cevap vermeye çalıştık, hezeyânlarda bulunduk.”
439 • Şeyh; “Bütün o sözleri, bütün o lâfları size helâl ettim; helâl olsun.” diye buyurdu.
440 • “Bunun sırrı şu idi: Borcumun ödenmesini Allah"tan istemiştim. O da bu hususta bana doğru yolu gösterdi.
• O yarım dinar, pek az bir şeydi ama, onun ele geçmesi de çocuğun ağlamasına bağlı idi.
• Helvacı çocuğu ağlamasaydı, rahmet denizi coşup köpürmeyecek, sizin borcunuz da ödenmeyecekti. Bunun için yediğiniz helvayı aldırttım, satan çocuğu da ağlattım.”
• Kardeşim! Hikâyede geçen çocuk, senin göz çocuğundur. Şunu iyi bil ki, murâdına ermen senin ağlamana bağlıdır.
• Affedilmek, lûtf elbisesi giymek istiyorsan, başındaki göz çocuğunu ağlat, ağlat, ağlat, ona göz yaşını çokca döktür.
(1) Ahmed Hıdraveyh hazretleri, miladî IX. asırda yaşamıştır. Belhlidir. Hac seferinde, Bestam şehrine uğrayarak, meşhur velî Bâyezid-i Bestâmî hazretleri ile görüşmüştür. Aşkı ve imanı uğruna tacını, tahtını terk eden İbrahim Ethem hazretlerini de görmüştür. Himmeti ve kerâmeti çok velîlerden olan Ahmed Hıdraveyh, 857"de Belh"de vefât etmiştir.
(2) Rivâyete göre, Halil İbrahim (a.s.) hazretlerinin çadırına bir misâfir gelmiş, unları yokmuş. Hanımı, Halil İbrahim hazretlerinden un istemiş. Çölde imişler. Kasabaya gidip gelmek imkânsızmış. Hz. İbrahim, bir çuvalı kum ile doldurup âilesine getirmiş. Allah"ın lûtfu ile çuvaldaki kum, hâlis un olmuş.
(3) Bu beyitte de, şu hadise işâret var: “Her gün iki melek gökyüzünden yere iner ve; "Allah"ım! Her verene, fakirlere yardım edene fazlasıyla ver. Kimseye bir şey vermeyen cimrinin malını da, yok et" diye duâ ederler.”
(4) Bu beyitte de, Hz. İsmâil"in babası tarafından kurban edilmesi hadisesine işâret var. Cenâb-ı Hakk, İbrahim(a.s.)"a oğlunu kurban etmesini emretmişti. Sevgili babası oğluna Allah"ın emrini anlattı. O da, Hakk"ın emrine boyun eğdi. Kurban olmaya hazırlandı. Şefkatli baba oğlunun boğazına bıçağı sürttü. Allah"ın emri ile bıçak kesmedi. Böylece baba ilâhî emri yerine getirmiş oldu. Kendisine oğlu yerine bir koç kurban etmesi emredildi.
(5) Bu beyitte Bakara Sûresi"nin şu anlamdaki 154. âyetine işâret var: “Allah yolunda öldürülmüş olanlara; "Bunlar ölülerdir." demeyiniz. Bilakis onlar, mânevî bir hayat ile diridirler.”
(6) Mekkeliler, Peygamber efendimizden mucize istemişler. Peygamberimiz de, mübârek parmağı ile aya işâret etmiş, ay ikiye bölünmüş. Sonra iki parçası birbirine kavuşup bitişmiştir. Ebu Leheb, Resûlullah efendimizin amcalarından biri, fakat, hidâyete ermediği için efendimizin en azılı düşmanlarından olmuş, dilinden ve elinden gelen her fenâlığı yapmaktan geri kalmamıştı. Peygamber efendimizin bu büyük mucizesine de; “Bu da Muhammed"in sihirlerinden biri.” demişti.
(7) Mâide Sûresi"nin 110. âyetinde Hz. Îsâ"nın mucize olarak ölüleri dirilttiği bildirilmektedir.
(8) Hâtem-i Tâî: Tay kabilesinden olup, cömertliği ile meşhur olduğu gibi yiğitliği ile de meşhurdur. Çölde yolunu kaybedenlerin gelip kendisinde misâfir olmaları için, geceleri o civardaki tepelerde ateşler yaktırırmış. Hicretten 17 yıl önce öldüğü için, Peygamber efendimizi görmek saâdetine erememiştir.