MEVLÂNA ÖĞRETİLERİNDE TOPLUMSAL BARIŞ
 

Kurmak ve yaşatmak istediğimiz, özlemini duyduğumuz barış, iktisadi, sosyal ve siyasal barıştır. Barış bireyler, kümeler ve toplumla devlet arasında, hak, adalet, hukukî eşitlik ve ekonomik güvence temelinde oluşur.

Her bir insanın gerek kişisel hayatının düzenlemesinde, gerek toplumsal hayatın oluşturulmasında, belki en belirleyici soru şudur: Kuralı kim koyacak?

Bu soru, insanın varlık anlayışı, kâinatı yorumlayışı, dünya ve hayat görüşü ile de doğrudan ilgilidir. Zira insan, söz konusu soruya, tüm bu konularda taşıdığı fikir ve inanç uyarınca cevap vermektedir. Tarihte bu soruyu doğru anlayıp makul cevap veren alimler, mütefekkirler he zaman bulunmuş; bu cevabı iyi anlayan ve hayata geçiren toplumlarda barış içinde yaşamasını bilmişlerdir.

İşte Hz. Mevlâna'da bu soruyu iyi anlayan ve doğru cevap veren, şair, mutasavvıf, en önemli özelliğinden biri manevi bir öğretmen ve erdem sahibi bir kişilerdendi. Ayrıca Kur'an ve dini ilimler hususunda bir otorite ve dünya hayatı ile ilgili sorunlarının çözümünde bir üstat olması, erdem zenginliği ve örnek yaşam tarzı insanlığa hep örnek olmuştur.

Asırlar boyunca sesiyle , soluğuyla, varidâtıyla, aşkıyla heyecanıyla, vaat ettikleriyle çağlar geçse de onlar hep taze ve canlı kalmıştır. Zaman onları eskitememiş, olaylar ve esen rüzgarlar tesirsiz kalmıştır. Onlar yüzlerce önce yıl yaşamış olsalar da her zaman eskimez yeniler olarak kalacaklardır.

Ortaya koyduğu çağlar üstü ölümsüzlük mesajları, fazilet ve meziyet yüklü öğretileri, uyuyan gönülleri uyarmış ve uyandırmıştır. Ortaya koyduğu ruhî ve ahlakî kaideler o kadar yenidir ki, kendisini bu yolda yetiştirmeye çalışacak olanlar bunun ne kadar doğru olduğunu anlayabilecek seviyeye ulaşmıştır.

Hz. Mevlâna bütün gücünü Kur'an ve sünnetten almış; Kur'an-ı Kerim'in kölesi, Hz. Muhammed (SAV)'in yolunun tozu olduğunu söylemekten her zaman onur duymuştur. 700 yıl kadar önce bugün Türkiye olarak adlandırılan Anadolu'da, Konya'da mutasavvıf, ve mukaddes bir şahsiyet olarak yaşayan Celaleddin-i Rumî insanlara; ilahi aşkı, hoşgörüyü, umudu, öğretti. Günümüze kadar bu değerler geçerliliklerini kaybetmedi. Özellikle gerçek değerlerin yitirildiği, ortalıkta kan ve barut kokularının yayıldığı, kardeş kavgalarının zirveye çıktığı zamanlarda Mevlâna öğretilerinin değeri daha da arttı.

Günümüzde canla ten; akılla şehvet, ulvî olanlarla süflî olanlar bir araya gelmiş bulunuyor. Ulvî his ve hasletlerimiz kanat olup bizi yükseklere uçurmak istemekte, buna mukabil bedenimiz ait olduğu yer kabuğuna pençelerini geçirmekte ve ona dört elle sarılmaktadır:

“Can, yücelere kanat çırpmak istemede; ten ise zemine tırnaklarını geçirmiş.”

Bütün İslâm mütefekkirleri gibi Mevlâna'ya göre de insan, bedeniyle pek küçük ve değersizdir ama mânâ cihetiyle o alemin en kıymetli unsurudur:

“Sen görünüşte bu âlemde en küçük şeysin, ama taşıdığın mânâ bakımından en büyük âlem sensin.”

Mevlâna Mesnevî'sinde “ en büyük âlem” olarak nitelendirdiği insanla ilgili zihinsel karmaşaya ve yersiz sorulara dair örnekler vermektedir:

Saçına kır düşmüş bir adam aceleyle iyi bir berbere geldi.

“Ey yiğit! Sakalımdaki beyaz kılları temizle; yeni gelin aldım” dedi.

-Berber- sakalını kesti ve hepsini önüne dökerek “Sen seç, benim işim çıktı” dedi.

Bu soru, o da cevaptır; onu seç; bunların başında din derdi yok.

Biri, Zeyd'e bir sille vurdu; o da karşılık olarak ona saldırdı.

Tokat vuran dedi: “Sana soru soracağım, sonra bana cevap ver ve o zaman bana vur.

Kafana vurdum, “Şak” diye ses geldi. Burada iyi niyetle bir sorum var.

Ey padişahın övüncü! Bu şak benim elimden miydi, yoksa senin kafandan mıydı?”

-Zeyd- dedi: “Sillenin acısından kurtulmadım ki bu düşünce ve düşünmede bulunayım.

Sen dertsizsin, bunu düşün; dert sahibinin bu düşüncesi yoktur, kendine gel!” ( Mesnevî, 3/1375-1384.)

Fîhi Mâ Fîh'te Hz. Mevlâna, günlük hayatımızda her an bizlere bir şekilde dünya değerlerine bağlılıktan uzaklaşmamıza yardımcı olacak önemli bir nükteye işaret etmektedir:

Bir şahıs imamlık yapıyordu. “Bedevîler küfür ve nifak bakımından daha beterdir”. (Tevbe, 9/97)” ayetini okudu. Arap reislerinden biri orada bulunuyordu. Ona kuvvetli bir sille vurdu. İmam ikinci rekatta “ Bedevîlerden Allah'a ve ahiret gününe inanan vardır.” (Tevbe, 9/99)” ayetini okudu. O Arap, “Sille seni islah etti” dedi. ( Mevlâna, Fîhi Mâ Fîh, A. Avni Konuk, İstanbul, 1994, s. 166.)

Bir ayet-i kerimeyi ayırımcılık sanıp aldanan bir Arabın hikâyesidir bu. Her zaman kavga için sebep arayan, söz ve davranışları yanlış yorumlayan kişiler sözü ve davranışı, hatta ayetleri bile yanlış düşüncelerine alet edebilir. Sorun, bu örnekte olduğu gibi cahilce art niyet aramaktır, dürüst ve samimi olmamaktadır. Anlaşmayı ve uzlaşmayı gönülden amaç edinmiş kişiler toplumda huzur ve güven sağlayıcı olmuştur.

Yine Hz. Mevlâna:

“Aynı dili kullanmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan yakın olmayanlarla bir arada tutsak gibidir.

Nice aynı dili konuşan Hindu ve Türk vardır; nice yabancılar gibi iki Türk vardır.

Öyleyse yakınlık dili bizatihi başkadır. Gönüldeşlik, aynı dili konuşmaktan daha iyidir.

Gönülden konuşmasız, imasız ve kayıtsız yüz binlerce tercüman yükselir.” ( Mesnevî, 1/1206-1209)

buyurarak gönülden konuşmanın ve anlaşmak için yolları bulunmalıdır. Ayrılık için harekete geçenler, insanları kavim kavim yaratan ve ona can veren Hakk'ın ayetlerini dahi ayrılık aracı yapmışlardır, yapabileceklerdir. Bunlar varlıklarını kendi dışındakilerin moda tabirle “ötekiler” in yokluğuna endekslemişlerdir. Halbuki dünya hepimize yetecek genişliktedir.

Mevlâna, akılların buluşmasını kardeşliğin gelişmesini öğütlerken nefsi davranışlardan kaçınmayı fazilet olarak değerlendirir

“Akıl akılla iki kat olur; ışık çoğalıp yol belli olur.

Nefis başka nefisle güldüğünde karanlık artar, yol gizlenir.” (Mesnevî, 2/26-27.)

Duygu ve üslup farklılığı, kişilere ve dönemlere göre anlama sorununu büyültmekte veya küçültmektedir. İttifak ettiklerimizde birleşik ihtilaf ettiklerimizde barışık olmayı öğütleyen Mevlâna diyor ki:

“Dokunulmamış sözü yorumladın. Kendini yorumla, Kur'ân'ı değil.

Arzunca Kur'ân'ı yorumluyorsun. Yüce anlam, senin yüzünden alçaldı, eğrildi.” ( Mesnevî, 1/1080-1081)

“Kendini yorumla, haberleri/hadisleri değil; beynine kötü de, gül bahçesine değil.”1414 Mesnevî, 1/3743.

“Suretlerde kalırsan putperestsin. Sureti bırak ve manaya bak.

Hac adamısın, bir hacı yol arkadaşı ara; ister Hintli, ister Türk veya Arap.

Onun şekline ve rengine bakma; onun azmine ve niyetine bak.

O, siyah olsa da seninle aynı niyettedir. Sen ona beyaz de, zira seninle aynı renktedir.” (Mesnevî, 1/2892-2895.)

“Yol arkadaşlarını ziyareti gerekli say, kim olursa; ister yaya, ister atlı.

Düşmanın da olsa bu ihsan, yine iyidir; çünkü güzel davranışla nice düşman dost olmuştur.

Dost olmazsa kini azalır. Çünkü güzel davranış kine merhem olur.

Ey iyi dost! Bunun dışında nice faydaları vardır; fakat uzamasından korkuyorum.

Sözün özü şudur: Topluma dost ol; putçu gibi taştan arkadaş yont.

Çünkü kervanın kalabalığı ve çokluğu, yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar.” (Mesnevî, 2/2139-2144.)

Öğütlerinde; gerçek insanlardan oluşan mutlu toplumun nasıl oluşacağını anlatan Hz. Mevlâna: Gerçek insanın vasfını şu şekilde açıklamaktadır:

“Bir rahip güpegündüz elinde bir kandille çarşı pazar dolaşıp dururdu. Bir ahmak ona sordu:

-Böyle güpegündüz elinde bu kandille ne diye çarşı çarşı, dükkân dükkân dolaşırsın. Yaptığın şey neyin nesi?

-Bir insan arıyorum.

-Allah, Allah. İşte çarşı pazar insan dolu ya.

-Hayır hayır. Ben hırs ve öfke zamanında kendisine hâkim olabilen gerçek bir insan arıyorum.

Onu bulsam da ayaklarına toprak olsam.”

2007 Mevlâna yılında, Mevlâna aşk ve bilgisiyle dünyayı aydınlatmasının barış ve kardeşliğin gelişmesine katkı sağlamasının yolu; O'nun öğretilerinin gönüllere nakşedilmesinden geçecektir.

 

 

http://akademik.semazen.net/ sitesinden 26.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.