MEVLANA VE FELSEFE

MEVLANA VE FELSEFE

 

Mevlana'nın yaşadığı dönemde kelam ilmiyle uğraşan alimler akla aşırı değer vermişler; aklı sınırsız kabul ederek , din, konuların ispatında yalnızca akla dayanan felsefi delillere ve mantıki kıyaslara dayanır olmuşlardı. bu bilginler , insanın akıl yoluyla hakikate ulaşabileceğini savunuyorlardı. Bu arada materyalist düşünceyi temel edinenler ; yalnızca beş duyuyla , hissedilenleri kabul edip, batıni duygulara değer vermiyor, metafizik gerçekleri inkara yöneliyorlardı. Bu durum insanların imanını ve semavi dinlerin gereğine ısrar ettiği gaybi hakikatlere güveni zayıflatmıştı. Kelam ilmi ise, yalnızca dış duyulara ve kıyasa dayanan kuru , sınırlı bir ilim haline gelmiş; insanları görmediklerini inkar etme yoluna sürükler olmuştu.
 

Hal böyle iken ; Mevlana , kelam ilmine yepyeni bir bakış getirir. Bütün bu felsefi düşünceleri şiddetle eleştirir. Ona göre akıl tek başına metafizik gerçekleri kavramakta yetersizdir. İlahi hakikatlere ulaşmak için en iyi yol sevgidir, aşktır. Yalnızca dış duyulara müşahede ettiklerine inananlar yanılır : 
 

"Münkirin her delili: 'Ben görünenden başkasından bahsetmem, inanmam !' sözüdür. 

Hiç düşünmez ki, her nerede bir görünen varsa o , gizli hikmetlerden haber vermektedir. 

Hasılı , ilacın faydasının içinde gizli olduğu gibi; her görünen şeyin de hikmeti içinde gizlidir. " (Mesnevi, IV/2900-2903)
 

İnsan cüz-i aklıyla ve şahsi görüşleriyle gerçek bilgi sahibi olamaz. Herkesin görüş açısı ve derinliği farklıdır. Mevlana bu konuyu açıklamak için şu hikayeyi anlatır: Hindistan'dan bir fil getirip, karanlık bir yere koyalar. Fili seyretmek isteyen halk oraya gelince , karanlıkta göremez ve ona dokunmaya başlarlar. Filin hortumunu tutan onu bir oluğa , kulağını tutan yelpazeye, ayağını tutanda direğe benzetir. Özetle herkes filin neresine dokunduysa , kendi zannınca bir hüküm verir. Fakat herkesin elinde bir mum olsaydı , halk fili bütün halinde görüp , onun neye benzediği konusunda yanılmayacak , görüş ayrılıkları kalkacak , herkes gerçek bilgi sahibi olacaktı. (Mesnevi, III / 1264/1273). Mevlana bu örnekle filozofların yalnızca kendi dar görüşlerine itibar etmelerini tenkit eder. Herkesin kendine has bir görüşü olduğu ve tek olan gerçeğe farklı yönlerden baktığı için ; hakikati bir bütün halinde göremeyip, yanılmaya mahkum olduklarını belirtir. 
 

Yine Mevlana felsefenin zayıf noktalarını belirtirken, akıl ve hisle deliller bulma ve kıyaslama yönlerini hatalı bulur, eleştirir. Bu hatayı ilk yapan şeytan olmuştur. Şeytan önceden büyük bir melekti. Ama Hz. Adem'e secde etmekle emrolununca ; "Benim aslım ateş, o ise topraktan yaratıldı. Bende nurlu , onda ise karanlık elbise var. " diyerek ; kıyas ile Adem'i hakir görmüş, kibre kapılarak secde etmeyi reddetmiş, neticede Cenab-ı Hakk'ın lanetine uğramıştır." (Mesnevi , I 3502-3509)
 

Böyle kuru bir akıl ile kıyasta bulunmanın yetersizliği insanı da hataya düşürür. Mevlana , bu konuda Mesnevi'de birkaç hikaye anlatır. Bunlardan biri , sağır bir adamın hasta komşusunu ziyarete gitmesiyle ilgilidir: 
 

"Bir sağıra ; 'Komşun hastadır !" dediler. 

 Sağır kendi kendine dedi ki : 'Bu ağır kulaklı sağır, onun sözlerini nasıl duyabilir. ? 

O dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ve zanla ölçer , anlarım. 

Ben ona 'Nasılsın ? deyince o ; 'Allah'a hamdolsun iyiyim der.' der. 

Şükreder , sonra ne yiyip içtiğini sorunca ; mercimek çorbası ve şerbet içtiği gibi bir şeyler söyler. 

'Afiyet olsun ' der ve hekimin kim olduğunu sorarım. Elbette o terbiyeli komşu bana 'Falan kimsedir' der. 

Ben de ; 'Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur. 

Biz onu denedik , çok iyidir. Nereye vardıysa , maksat hasıl oldu' derim !

O tecrübe sahibi , bu cevapları gönlünde tutarak hastaya gitti. 

Halini sordu. Hastanın 'Ölü gibiyim!' demesine sağır şükredince , hasta üzüldü. 

Sağırın söylediği sözlerden hastanın gönlünde diğer bir sıkıntı hasıl oldu. 

Ne yediğini sorunca ; 'Yılan zehiri !' dedi. Sağır da : 'Ziyade afiyetler olsun' dedi. 

Sonra ; 'Hekimlerden acaba tedavi için gelen kimdir ?' deyince, 

Hasta ; ' Azrail'dir ! Ey adam var git !' dedi. Sağır da ; 'Onun işi gayet mübarektir.' dedi. 

Hasanın yanından sevinçle çıktı. Bir müddet , 'Hal, hatır sordum' diye şükretti. 

Hasta ise ; ' Bu bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşuymuş, bilmiyordum.' diyordu. 

Hastaya hal, hatır sormak teselli içindir. Bu ziyaret ise sıhhatin düşmanı oldu. 

Sağırın caiz gördüğü kıyas yüzünden , on yıllık sohbeti de batıl oldu." (Mesnevi, I / 3466-3499)
 

Kıyasın yetersizliğine bir başka hikaye de gül yağı şişesini kıran papağanla ilgilidir. Sahibi başına vurunca tüyleri dökülen papağan , başı kel birini görünce ; " Sen de mi gül yağı şişesini döktün ?" diyerek kelin halini kendisiyle kıyaslar (Mesnevi, I/256-273) Ya da yerdeki idrar birikintisinin üzerinde ki saman çöpüne konan sineğin : "İşte derya , işte gemi, ben de gemisini idare eden kaptanım." şeklindeki gülünç tasavvuru anlatılır. (Mesnevi , I/ 1129-1140)
 

Bütün bu örneklerle Mevlana, insanın sınırlı aklı ve dar görüşüyle yaptığı kıyasların yalnızca birer vehimden ibaret olduğunu ; felsefenin de hükümlerini bu yolla verdiği için gerçek bilgiye ulaşamadığını belirtir. Esasen Mevlana'ya göre bilgi gaye değil , ancak kişinin dünyada kendisine ve başkalarına faydalı olabilmesi için bir vasıtadır. Dolayısıyla yalnızca müşahede ve şahsi tespitlere dayanan bilgi ve bu bilgiyi temel edinen felsefe, aşktan yoksun olduğu için yaratılış sırrından habersizdir.

 

http://akademik.semazen.net/ sitesinden 23.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.