Gel, Gel, ne olursan ol, gel!
İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol, gel!
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"
Mevlâna
Mevlâna'da İnsan Sevgisi
UNESCO tarafından 2007 yılının Mevlâna yılı olarak ilân edilmesi çok anlamlıdır.1 Böyle bir kararın alınmasında hiç şüphesiz Mevlâna'nın engin insan sevgisi, hoşgörüsü ve insana yaklaşım biçimi etkili olmuştur. Mevlâna'nın hoşgörü ve sevgi felsefesini anlayabilmek için o'nun insan sevgisinin boyutunu sergileyen davranış biçimlerine bakmak gerekir.
Mevlâna yaşadığı çağda sözleriyle insanların gönüllerinde taht kurmuş önemli bir âlimdir. Evrensel bir sevgi anlayışına sahip olan Mevlâna hiçbir insanı dinine, rengine göre ayırmamış2, tüm yaratılanları yaratandan ötürü eşit görmüştür.3 O, kültüründen almış olduğu temel dinamiklerden yola çıkarak, sevgiyi, aşka dönüştürmüş bir Hak insanıdır. Onun felsefesi insan merkezlidir. Yüce bir makama yerleştirdiği insanı eserinde şu şekilde ifade eder:
"Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük bir şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey sensin; her şeyden öte ne varsa o da sensin; O da senden ibaret."
Mevlâna bu sözleriyle "insanı yaratılmışların en şereflisi" olarak kabul eder ve olması gerektiği konuma oturtur. Sevginin ve hoşgörünün sembolü Mevlâna, insanı şu sözleriyle daha da saygın bir konuma getirmektedir:
İnsan bir hamur teknesi boyundadır, ama, gökten de üstündür.
En güzel şekil olan insan şekli, Aslandan da yücedir, üstündür. Düşünceye sığmaz.
Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem, ben de yanarım, duyan da yanar.
Mevlâna bu sözleriyle insanı gökten üstün, yüce bir varlık olarak kabul etmektedir. İnsanı kendi içinde asla sınıflara ayırmayan Mevlâna, her kesime "Gel, Gel, ne olursan ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir"diyerek kucak açmaktadır. İnsan, Mevlâna'ya göre seven ve sevilebilen yegâne varlıktır. Bundan dolayı onun gözünde insan önemli ve değerlidir. Böylece o, yaratılanların en değerlisi insana, semboller örgüsü Mesnevîsinde yedi öğüt vermektedir:
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Sembollerle bezenmiş eserinde Mevlâna, insanı yaratandan dolayı değerli ve eşsiz bulmaktadır. Ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen insanlığa sunmuş olduğu bu veciz sözleriyle, bugün dahi insanlar tarafından örnek alınmaktadır. Bunun nedeni hoşgörü ve insan sevgisiyle yoğrulmuş düşüncelerinin arkasında, aşk olmasıdır. O'na göre insanlar, yaratıcısının bir yansımasıdır. Bu nedenle aralarındaki ayırımcılığı, yaratana karşı saygısızlık olarak algılayan Mevlâna, bu düşüncelerini Mesnevisinde şöyle dile getirir:
" Beri gel, daha beri, daha beri
Bu vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır-gür, bu kavga nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte
Ne diye bu direnme böyle?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de
Peki kutlu ne, kutsuz ne?"
Mevlâna eserlerinde çok sık, insanlar arasındaki sınıf farkına işaret etmektedir. Bu örnek beyitinde de aynı konuya vurgu yapmıştır. Ona göre her insan eşit yaratılmıştır. İnsanlar arasındaki çatışmaların da hoşgörüsüzlükten kaynaklandığını ve ancak sevgiyle aşılabileceğine bu sözleriyle ifade etmiştir.
Bir Baba Olarak Mevlâna
İnsanların gönlüne sevgi ekmeği öğreten Mevlâna'nın asıl adı Muhammed Celâleddin'dir. Efendimiz manâsına gelen Mevlâna ve Anadolu anlamına gelen Rûmî ismi de kendisine sonradan verilmiştir.
Mevlâna 1207 yılında Belh Şehrinin ileri gelenlerinden "Sultânü'l Ulemâ" (Âlimlerin Sultanı) diye anılan Bahaeddin Veled ve Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'un oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bahaeddin Veled, Moğol istilası nedeniyle 1212-1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılarak, önce Nişâbur'a oradan Bağdat'a ve daha sonra Küfe yolu ile Mekke'ye varmış burada Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, Şam üzerinden Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolunu izleyerek 1222 yılında Karaman'a yerleşmiştir. Burada 7 yıl kaldıktan sonra Selçuklu İmparatorluğunun hükümdarı Alâeddin Keykubâd'ın daveti üzerine Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled 1228 yılında ailesi ve dostları ile birlikte Konya'ya yerleşmiştir. Bahaeddin Veled'in 1231 yılında Konya'da vefat etmesinden sonra talebeleri ve müridleri Mevlâna'nın çevresinde toplanmışlardır.
Mevlâna 1225 yılında Gevher Hatun ile Karaman'da evlenmiş bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya gelmiştir.
Bütün insanlığa sevgi ve hoşgörü dağıtan Mevlâna, bir baba olarak da ailesini asla ihmal etmemiş, sıkıntılarına ortak olmuş, onlarla şakalaşmış,4 ihtiyaçlarını karşılamak için ne gerekiyorsa yapmıştır. Sadece bir ilim adamı olarak değil sosyal yönden bir babanın evlatlarına nasıl davranması gerektiğini bizlere sözde ve özde örneklerle göstermiştir. Mevlâna'nın çocuklarıyla şakalaşması, gelinine "gözümün nuru" diye hitap etmesi, oğluna "Sen yaratılış ve ahlâk bakımından herkesten çok bana benzersin"5 deyip yüzünü ve saçlarını öpmesi ne kadar ince ruhlu bir insan olduğunun en önemli göstergesidir. Bir gün oğlu Bahaeddin'e: "Ey Bahaeddin! Benim dünyaya gelişim, senin dünyaya gelmen içindi. Çünkü benim söylediğim bütün bu sözler, benim sözümdür; sen ise benim eserimsin" diyerek kendisine karşı sevgisini göstermiştir. Yine oğluna:"Bahaeddin! Senin düşmanını sevmeni, düşmanının da seni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle o düşman senin dostun olur. Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, düden de gönüle yol vardır"6 diyerek hayatta dostta ve düşmana karşı izlenmesi gereken yol hususunda tavsiyede bulunmuştur. Bir başka hadisede oğlu Bahaeddin'in canı sıkkın ve üzgün bir şekilde oturduğunu gören Mevlâna; başına bir kurt postu geçirip: "Bu! Bu! Bu!" sesleri çıkararak oğlunu güldürmüştür. Derin insan ve örnek baba Mevlâna, bir başka hadisede oğluna der ki:
"Bahaeddin! Eğer dâima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol,
iğne gibi olma,
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen
fena söyleyici,
fena öğretici,
fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun, işte o sevinç Cennetin tâ kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, dâima üzüntü içinde olursun, işte bu gam da Cehennemin tâ kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve velîler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular."
Mevlâna bu sözleriyle oğluna dostlarını, her zaman iyilikle anmasını tavsiye etmiş ve öğüt vermiştir. Yine bu beyitlerinde hoşgörü düşüncesinin, insanda gelişmesi gereken bir olgu 8 olduğuna vurgu yapmıştır.
Mevlâna bu örneklerden de anlaşılabileceği gibi çocukları da bir birey olarak algılamış ve değer vermiştir. Mevlâna bir gün yolda giderken oyun oynayan çocukları görür. Çocukların hepsi yanına koşup elini öperler. Çocukların biri uzaktan: Bekle "Ben de geliyorum!" diye seslenir. Mevlâna, çocuk yanına gelinceye kadar onu bekler.9 Sevgi, şefkat ve merhametin merkezi olan Mevlâna 10
bu davranışıyla çocukları yetişkinlerden ayırmadığını göstermiştir. Aynı zamanda çocuklara karşı sabırlı ve merhametli olunması gerektiğini de göstermiştir. Örnek insan Mevlâna bir gün kızı Melike Hatun'un cariyesini azarladığını görünce kızına: "Onu neden incitiyorsun? Acaba, o hanım; sen de cariye olsaydın ne yapardın?diyerek cariye dahi olsa öz kızı karşısında onun haklarını korumuş ve kızını ikaz etmiştir. Bunun üzerine kızı da tövbe edip, o cariyesini azat etmiştir. Bir başka örnekte ince ruhlu, hassas ve nazik baba Mevlâna, gelini Fatma Hatun'a yazmış olduğu mektubunda "gönül ve gözümüzün aydınlığı"11 gözümüzün ışığı" diye hitap eder. Mektubunun devamında: "Seni inciten her şey beni de incitir....'"12 Aziz oğlum Bahaeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü ondan alırım..." demiştir. Mevlâna bir baba olarak gelinine ne şekilde davranması gerektiği konusunda tüm insanlığa örnek bir davranış sergilemiştir. Yine aynı nezaketle bu sefer oğluna, şu tavsiyelerde bulunmuştur:
"Padişahımız Şeyh Selahaddin'in kızının hatırına riayet etmeniz için şu birkaç satır yazıldı... Allah için şu babanızın yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun, sopumuzun yüzlerini ak etmek istersen onun hatırını aziz, ama pek aziz tut..."
Gelinine padişahımızın kızı, oğluna da aziz diyerek öven Mevlâna bu sözleriyle anne baba olarak büyüklerin evlatlarına eşit mesafede durmaları gerektiğine işaret etmektedir. Aynı zamanda evlilik kurumunun devamı açısından her iki bireyin de sevgiyi ve saygıyı elden bırakmaması gerektiğini vurgulamaktadır.
Mevlâna'nın bu davranış örnekleri bizim için çok önemlidir. Çünkü çocuk eğitiminde özdeşleşme çok önemli bir faktördür. Çocuklar başta anne babalarını daha sonraları arkadaş çevrelerini örnek alırlar. Çocuk eğitimine yönelik kaynaklarda anne babanın bizzat yaşayarak örnek olması gerektiği yazılıdır. Bu şekilde örnek olamayan ebeveynin, çocuk üzerinde etkisinin olmayacağı,14 öğütlerden ziyade istenilen davranış biçimlerini göstermenin daha etkili bir yöntem olacağı vurgulanmaktadır.
Mevlâna da söylenmesi gerekenleri sadece sözlerde bırakmamış aynı zamanda kendisi de uygulayarak insanlara örnek olmuştur. Neyi ne zaman, nerede, söyleyeceğini bilerek ve tartarak söylemiştir. Mevlâna, sıraladığımız örneklerle nasıl bir baba olunması gerektiğini göstermiştir. O, nezaket çerçevesini aşmadan, kimseleri kırmadan bütün insanlığa evlâtlarına ve çocuklara nasıl davranılması gerektiğini 800 yıl önce göstermiştir.
Ölümünden 800 yıl geçmesine rağmen, felsefesinin unutulmaması ve canlı kalmasının en önemli sebeplerinden biri insanı kucaklayan sözleri ve davranış biçimleri olmuştur.
DİPNOTLAR
|*| Dr. Hasan GüneşYYÜ. Fen Edebiyat Fakültesi.
1) Bkz. Unesco 2007/33. Toplantısı.
2) HANÇERLİOĞLU, Orhan, Başlangıçtan Bugüne Mutluluk Düşüncesi, 3. Baskı, Varlık Yayınevi, İstanbul 1973. s. 36.
3) MELİKOFF, İrene "Batı Hümanizmasının Karşısında Mevlâna'nın Hümanizması", Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlâna Üzerine Araştırmaları, Der.; Fevzi Halıcı, Ülkü Basımevi, Konya 1983, s. 64-65.
4) CAN Şefik, Mevlâna Hayatı Şahsiyeti, Fikirleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 2003, s. 100-115.
5) SULTAN VELED, İbtida-Name Abdülbaki Gölpınarlı Çevirisi), Ankara, 1976, s.2.
6) YENİTERZİ, Emine, Mevlâna Celaleddin-i Rumi, T.D.V.Yayınlan. Ankara, 2001, s. 14. Ayrıca bkz. EFLAKİ, Ahmed. Ariflerin Menkıbeleri (Tahsin Yazıcı Çevirisi], Sark islam Klasikleri: 26, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1964 C, 1 [3/212]
7) EFLÂKİ Ahmet, Ariflerin Menkıbeleri, I, M.E.B. Yayınları, İstanbul.1989. s.255-256
8) YILDIRIM Y. Ataner, Anlamlı Bir Yaşam için Mutluluk Okulu.Yuva Yayınları, İstanbul 2000, s. 96.
9) Yeniterzi, a.g.e..s.21.
10) HALICI Feyzi, "Mevlâna Sevgisi",Mevlâna'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslar Arası Mevlâna Semineri", 15-17 Aralık 1973, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-135, Ankara, s. 9-12.
11) MEVLÂNA Celâleddin Mektuplar (Abdülbaki Gölpınarlı Çevirisi), inkılap ve Aka Kitabevleri, Yeni Matbaa, İstanbul, 1963. s.13-15 Mektup: VI
12) MEVLÂNA Celâleddin, Mektuplar, s.85, Mektup: LVI
13) KAĞITÇIBAŞI Çiğdem, "Türkiyede Çocuğun Durumu. 1990'ların Çocuk Politikası Kongresi", Ankara, 1989, s.200-201.
14) Ahmet Rahmi ERCAN, Çocuklarımızı Başarıya Ulaştırmanın Yolları, Alkım Yayıncılık, Ankara, (Tarih Belirtilmemiş), s.36.
Yedi İklim Dergisi - Mevlana Özel sayısı